Üniversitelerdeki 7/L ve 13/B mağdurları hala çekiniyor

Haber Giriş : 26 Nisan 2005 16:31, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

"1402'likler" deyimini duymayanımız azdır herhalde. 12 Eylül dendi mi, üniversiteler dendi mi 1402'likler gelir aklımıza; öğretim üyesi kıyımı gelir.

Ama ben kendi payıma, "7/L'likler"i yeni duydum. Meğer Türkiye'de tıpkı 1402'likler gibi bir de 7/L'likler varmış ve bunlar da yine bir darbenin, 28 Şubat'ın mağdurlarıymış.

Peki neymiş bu 7/L?

2547 sayılı YÖK Kanunu'nun 7/L maddesi...

Bu maddeye göre, üniversite öğretim üyelerinden YÖK Kanunu'nda öngörülen görevleri yerine getirmekte yetersizliği görülenler ile bu kanunda belirlenen yükseköğretimin amaç, ana ilkeleri ve öngördüğü düzene aykırı harekette bulunanların rektörün önerisi üzerine veya doğrudan, normal usülüne göre, yükseköğretim kurumları ile ilişiklerini kesmek veya denenmek üzere başka bir yükseköğretim kurumuna atamak YÖK'ün görevleri arasında sayılmış.

Yukarıdaki yasa metnini günlük dille söyleyecek olursak, bu maddeyle YÖK'e, "yükseköğretimin amaç ve ana ilkelerine ve öngördüğü düzene aykırı harekette bulunmak" gibi son derece muğlak ve son derece sübjektif bir suçlamayla istediği öğretim üyesini üniversiteden atma ya da sürgün etme yetkisi verilmiş.

Malum, YÖK Kanunu'nun 7/L maddesi 1984'ten beri var. Ama 1998'e kadar bir iki örnek dışında uygulanmamış. Ne zamanki 28 Şubat süreci başlamış, bu madde de işlemeye başlamış.

Bir başka deyişle 28 Şubat süreci basında Andıç mağdurları, orduda YAŞ mağdurları yaratırken üniversitelerde de "7/L mağdurları" yaratmış.

Mağdurların daha çok, o "brifingli günler"de hazırlanan "İrticai Üniversiteler" listesinde yer alan üniversitelerden olduğunu söylemeye bile gerek yok herhalde...

Evet, 7/L'ye dindar kesimin 1402'si diyebiliriz rahatlıkla...

Bu maddeyle üniversitelerde kurucu üyelik yapmış, yıllarca bölüm başkanlığı, dekanlık gibi üst düzey görevlerde bulunmuş nice değerli hoca "denenmek üzere" sürgünle başka üniversitelere gönderilmiş. Kimisi "başörtülü öğrencileri kayırmak"la suçlanmış, kimisi "eşi başörtülü olan asistanlarına kadro istemekle"... Kimisinin bir demeci "üniversiteyi küçük düşürücü" bulunmuş. Kimisinin yöneticileriyle uyumlu çalışmadığı ve huzur bozucu olduğu söylenmiş. Otuz yıldır aynı üniversitede ders veren prof'ların "görevlerinde yetersiz oldukları" keşfedilmiş birdenbire. Ya da sicilleri nasıl olmuşsa "pekiyi"den "orta"ya düşüvermiş. Bütün hayatını üniversite çalışmalarına adamış, üniversitelerarası kurulda görev yapmış, rektör yardımcılığı görevine kadar yükselmiş bilim adamları YÖK Kanunu'nun 4. ve 5. maddelerinde belirtilen ve ucu "vatan hainliğine" kadar giden ağır suçlamalarla karşı karşıya kalmışlar. Meslek onurlarıyla, gururlarıyla oynanmış.

İşte "7/L mağdurları" denen grup böyle doğmuş.

Bu mağdurların hemen hepsi kendilerine yöneltilen suçlamalara karşı yerel idare mahkemelerinde davalar açarak kararın iptalini istemişler. Yerel mahkemeler birçok başvuruda davacı lehine karar almış; yani sürgün kararını kaldırmış. Ne var ki, yerel mahkemelerce alınan bozma kararlarının birçoğu Danıştay tarafından bozulmuş.

Danıştay'ın bu tip davalarda genellikle getirdiği gerekçe şöyle:

"... dava konusu işlemin dayanağı olan Devletin gizli ve yüksek istihbarat birimlerince iletilmiş olan ve delil niteliği taşımayan gizli mahiyette olduğu belirtilen bilgi ve belgeler araştırıldıktan ve belgelere ulaşıldıktan sonra karar verilmesi gerekirken yeterince araştırma yapılmaksızın verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir."

Bu gerekçenin yorumunu size bırakıyorum.

* * *

Hiçbir zaman içimize sindiremesek de, kabullenemesek de biliyoruz ki, Türkiye'de hiçbir darbenin hesabı sorulmuyor. 28 Şubat'ın hesabı da sorulmadı ve kimsede de böyle bir niyet görülmüyor.

Ama hiç değilse yaraları sarılsın.

Yaralar sarılmaya kalkışıldığında; o dönemin icraatları yeniden gözden geçirilip haksızlıklar tespit edilmeye çalışıldığında hakkı teslim edilmesi gerekenler arasında sürgüne gönderilen öğretim üyeleri de olacaktır mutlaka.

Devletin 7/L'liklere de bir özür borcu olduğu anlaşılacaktır.


"7/L'likler" yazımın yayınlanmasından sonra çok sayıda telefon ve faks aldım. Buna alışkınım, bir yaraya dokununca böyle olur, sayısız "ah" işitirsiniz. Ama bu defa farklı olan ve benim çok yadırgadığım birşey vardı: Arayanların çekingenliği...

Telefon edenlerden şuna benzer cümleler duydum sık sık:

"Aslında aramak isteyen çok arkadaşımız var, ama çoğu cesaret edemedi. Belki Gülay Hanım'ın telefonu dinleniyordur, veya bizimki dinleniyordur, deşifre oluruz. Madem ki sen arayacaksın, bizim adımıza da konuş, teşekkür et, derdimizi anlat dediler"

Ya da:

"Bunları size anlatıyorum, ama sakın ha, benim adımı kullanmayın, hatta şu bilgiyi de kullanmayın, çünkü o zaman kimliğim anlaşılır" türü uyarılar...

Arayanlar Türkiye'nin en köklü üniversitelerinde 20 yıldır, 30 yıldır hocalık yapan, "fikri hür, vicdanı hür" nesiller yetiştirmesi gereken koca koca profesörler. Ama kendileri hür değil ki hür kuşaklar yetiştirsinler. Üniversitelerdeki baskı ortamı onları gölgelerinden korkar hale getirmiş, sindirmiş.

Üniversitelerdeki YÖK düzeninin nasıl bir düzen olduğunu biliyordum aşağı yukarı. Ama öğretim üyelerini bu kadar terörize eden bir ortam olduğunu kestiremiyordum.

Nasıl bir baskı altında olduklarını onları dinlerken daha iyi anladım. Gümüş yüzükler çıkarılmış, bıyıklar kesilmiş. Kimse türban lafı, YÖK Kanunu lafı etmiyor. Ama yine de kendilerini güvende hissetmiyorlar, yine kariyerleri için endişeliler. Birçok okulda öğretim üyeleri arasındaki şahsi düşmanlıklar, kariyer kavgaları, kıskançlıklar, çekememezlikler, laiklik-şeriatçılık ya da ilericilik-gericilik mücadelesi kılıfıyla yürütülür hale gelmiş.

Bu arada, üniversitelerde öğretim üyelerinin korkulu rüyası olan maddelerin 7/L'den ibaret olmadığını da öğrendim. YÖK Kanunu'nun 13/B maddesi de bir başka kâbusu olmuş hocaların. Rektörlere gerekli gördüğü hallerde istediği öğretim üyesini aynı üniversitenin istediği kampüsüne veya okuluna gönderme yetkisi veren bu madde de bol bol istismar edilmiş. Birçok rektör bu maddeyle, "dikbaşlı" öğretim üyelerini meslek yüksek okullarına göndererek "terbiye" etmeye çalışmışlar.

Parlak bir iktisat doçentinin, aynı üniversitenin Sapanca'daki su ürünleri fakültesine gönderilmesi verilen örneklerden sadece biri.

Öğretim üyeleri, son günlerde sıkça sözü edilen ve yakında çıkması beklenen sicil affının, bütün bu yanlış uygulamaların yol açtığı hasarları gidermek için iyi bir fırsat olabileceğini söylüyorlar. Ama gerek 7/L, gerekse 13/B maddelerinin affa dahil edildiğinin açıkça belirtilmesi; en ufak bir muğlaklık kalmaması gerekiyor.

X x x

Bu arada üniversitelerdeki sol Kemalist kast dışında kalan muhafazakâr-dindar öğretim üyelerinin, Ak Parti iktidarı konusunda ciddi bir hayal kırıklığı içinde olduklarını belirteyim.

"Biz özgür bir eğitim dönemi bekliyorduk, hiçbir şey olmadı ve artık iyi bir şey olacağı umudunu da kaybettik" diyen çok sayıda öğretim üyesiyle konuştum.

Benden söylemesi...

Gülay Göktürk/ Tercüman

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber