Rektörün davası bin yıl sürer!..
Dava yolsuzluk için açılsaydı ilk celsede biterdi. 418 mağdur ve 141 tanıklı
bitmeyecek bir dava yaratıldı. Yolsuzluk ve fişleme aynı dava yapıldı AB niye
sessiz? O da rektörden memnun değilmiş. Bunu hükümete yansıtmış. Rektör, AB
projelerinin direksiyonunda olmak istemiş Adalet Bakanlığı'na, savcılara dava
açıyoruz. Arpalı cezaevinin imamına da intiharı sormuş. Bunu bilmek zorundalar.
Ölümden onlar sorumlu
Hukuk, herhalde açıkça anlaşılır bir şey olmalıdır. Teknik detaylarını, işleyiş biçimini, anlamasak da, mantığını anlamamız gerekir. Kim neden suçlanıyor? Suçun kanıtı ne? Kişi neden tutuklandı? Tutuklamanın sebepleri neler? Bu gibi soruların cevaplarının belirsiz olmaması gerekir. Fakat bu temel kural, Türkiye'de sık sık arızalanıyor. İnsanlar uzun zaman tutuklu kalabiliyor. Neyle suçlandıkları da tam anlaşılamıyor. Bu karışıklığın, son zamanlarda en fazla soru işareti uyandırıcı örneği Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın'ın tutuklanıp yargılanması oldu. Rektör niye tutuklandı? Asıl suçu ne? Tutuklanmasının arkasında siyasi nedenler mi var? Van'daki dengeler ne? Rektörü suçlayan yargı dışı güçler bulunuyor mu? İşte bu konular kamu vicdanında tartışılıyor. Hatta bu tartışmalar son olarak, büyük işadamlarının örgütü TÜSİAD'la Başbakan arasında da gerginlik yaratacak boyutlara ulaştı. Biz de bu konunun ayrıntılarını, Rektör'le birlikte tutukluyken cezaevinde intihar eden üniversitenin genel sekreter yardımcısı Enver Arpalı'nın avukatı Turgut Kazan'la konuştuk. Turgut Kazan, sekiz yıl İstanbul Barosu'nun başkanlığını yapmıştı.
Ülkemizde hukuk zaten karmaşıktı ama son zamanlarda iyice karmakarışık oldu.
Neyin hangi yasaya, hangi kurala göre yapıldığı anlaşılamaz hale geldi. Ya da
biz anlayamıyoruz. Van Yüzüncü Yıl rektörü niye tutuklandı? Tutuksuz yargılanamaz
mıydı?
Tutuklamayı duyduğumda ben hukukçu olarak dehşete kapıldım. O zaman kamuoyuna
yansıyan neydi? Bir tıbbi cihaz ihalesine fesat karıştırılması ve yolsuzluk
iddiasıydı. Tutuklama bununla ilgili oldu. Bu tutuklama, AB standartlarına,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
tutuklama düzenlemelerine aykırıdır. Bu tutuklama bizim yasalarımıza da aykırıdır.
Rektör kaçmasından kuşku duyulacak biri değil. Kendisi Azerbaycan'dayken süreci
başlatmışsınız ve o kalkmış Azerbaycan'dan kendisi gelmiş.
Niye bütün Türkiye'ye bir rektörün polislerin kolunda sürüklendiği gösterildi?
Tutuklanış biçimi yasalara ve teamüllere uygun mu?
Değil. Ben bundan acı duydum. Bu suçtan, bugünkü siyasal iktidarın en önemli
kişileri soruşturmaya uğradı, yargılandı ama hiçbiri tutuklanmadı. Ayrıca bugün
de Anayasa Mahkemesi'nde yolsuzluk suçlamasıyla önemli kişiler yargılanıyor.
Onların da tutuklanması hiç düşünülmedi. Şimdi eğer bir rektör bir yolsuzluk
suçlamasından, bu ülkede başka örneklerde görülmemiş bir biçimde tutuklanıyorsa,
Türkiye'de artık kimsenin güvenliği kalmamış demektir. Böyle bir durumda tutuklamayı
tartışmak toplumun hakkıdır ve hukukçunun da görevidir.
Rektör ihalede yolsuzluk yapmakla suçlanıyor. Bununla ilgili ciddi kanıtlar
var mı dosyada?
Hayır yok. Zaten tıbbi cihazların ihalesinin parasını ödeyen Hazine de 'Biz
zarara uğradık' diyerek davaya müdahil olmadı. Bu çok önemli. Davada zarara
uğratıldığı söylenen Hazine davaya müdahil değil. Ayrıca dosyada zararla ilgili
bir şey de telaffuz edilmiyor. Bir belge, bulgu yok bu konuda. Oysa sağlandığı
iddia edilen çıkarın miktarının ortaya konması, delillerinin gösterilmesi gerekir.
Ama bu davada başka müdahiller ve mağdurlar var. Böyle bir dava yaratıldı işte.
Rektör, üniversitede insanları fişlediği iddiasıyla da suçlanıyor. Bu, ayrı
bir dava konusu değil mi?
Adalet Bakanı 'Ben bir savcıya, hâkime telefon etmişsem ispat etsinler' diyor
ya... Bakan baskı yapmak için telefon etti diyen yok. Ben size olayı baştan
anlatayım. Rektör Yücel Aşkın'la ilgili dava süreci olağan savcılıkta değil
de, özel yetkili bir savcılık ve yargılama biriminde başladı. Biliyorsunuz DGM'ler
kaldırıldı ve onun yerine uluslararası anlaşmalara dayalı bir düzenlemeyle mafya
ve terör suçlarına bakan özel yetkili bir birim oluşturuldu. Aşkın'ın davasının
savcılığı da böyle özel bir birim işte. Bu savcılık, fişleme suçunun kendi görev
alanı içinde olmadığını görmüş ve 2 Eylül tarihinde fişlemeyle ilgili görevsizlik
kararı vermiş. Dosyayı normal savcılığa göndermiş. Normal savcılık da, yasa
uyarınca dosyayı YÖK'e yollamış. Peki sonra ne olmuş da, o özel yetkili savcılığın
'benim görev alanıma girmez' dediği işler tekrar onun görev alanına girmiş?
Bu nasıl olmuş, açıklansın.
Ama bunun bir açıklaması olmaz, olamaz. Neşe hanım, bu dava bitmez.
Niye?
Türkiye'de ilk kez bir dava 418 mağdurla açılıyor. 418 mağdur duruşmaya gelecek.
141 tanık dinlenecek. Türkiye tarihinde böyle bir dava görülmedi. Bu dava bitmeyecek,
rektör de kolay kolay aklanamayacak. Bin yıl sürer bu dava. 418 mağdur ve 141
tanık var. Fişlenmiş öğretim üyeleri bunlar. Mesela birini anlatayım size. 'Bize
Yunus Emre'yi anlatması için, rektör üniversiteye İlhan Başgöz'ü getirdi. Başgöz,
bize Yunus Emre'nin cinsel hayatından bahsetti. Ama biz rektörün öyle bir baskısı
altındayız ki, hiçbir şey yapamadık' diyor. Bunları söyleyen bir öğretim üyesi.
Yunus Emre'nin anlatılmasını bir baskı olarak algılıyor. Altan Öymen, İlhan
Başgöz'ün buna isyan ettiğini ve üniversitedeki konuşmasında cinsellikle ilgili
şeyler söylemediğini yazdı. Söylese ne olacak, söylemese ne olacak? İlhan Başgöz,
Yunus Emre'yi anlatırken onun cinsel hayatından bahsetti diye bir rektör mafya
ve terör suçlarıyla ilgili bir birimde suçlanır mı? Şimdi siz böyle bir dava
açarsanız ve 418 kişiyi bu şekilde dinlerseniz bu dava hiç biter mi? Hukuk devletinde
ve bizim Anayasamızda insanların makul süre içinde yargılanma hakkı vardır.
Bu davada bu hak baştan ihlal ediliyor. Zaten asıl soru şu.
Nedir?
O savcılık fişleme davasından elini çekmişken, nasıl gene aynı işe el koydu?
Ben kırk yıllık avukatım, hiç böyle 418 mağdurlu bir dava görmedim. Biz sıkıyönetimlerde
çok sanıklı davalar gördük ama ilk kez çok mağdurlu dava görüyoruz. Eğer bu
dava sadece yolsuzluk için açılsaydı, ilk celsede biterdi. İnsanlar da rektör
hırsız mı, değil mi görürdü. Ama göremeyecekler. Çünkü yolsuzluk ve fişleme
şimdi aynı dava oldu. Böylece bitmeyecek bir dava yaratıldı. Ben intihar eden
Enver Arpalı'nın eşi ve çocuklarının avukatıyım. Arpalı, rektörü ezmek isteyen
bu modelde kurban oldu. Rektör aleyhine bir şeyler söyler diye düşünülmüş. 'Söyle,
sana yardımcı olalım' diye bu yol çok denenmiş. Arpalı ailesinin şerefine sürülen
lekeyi taşıyamayacağını ifade etmiş ve canına kıymış. Biliyorsunuz, Arpalı,
Yücel Aşkın'dan önceki iki rektör zamanında da genel sekreter yardımcısıydı.
Zaten suçlanan ihale de Aşkın'dan önceki gerici diye bilinen rektör zamanında
açılmış.
Fişlemeye dönersek... İnsanları fişlemek ciddi bir suç ve fişlenmiş olmak da
ciddi bir mağduriyet. İnsanlar iddia edildiği gibi fişlendilerse, davada mağdur
sayısı çok olmasın diye, mağduriyetlerinden vazgeçmeleri beklenebilir mi?
Ben bu olaydaki fişlemenin ne olduğunun hukuksal tartışmasına girmiyorum. Ama
anlaşılan bunlar, ülkenin istihbarat birimlerinden rektörlüğe gelmiş ve klasöre
konmuş. Fişlemenin 'suç' kabul edilmesi iyi bir düzenlemedir ama o notlar arasında
'PKK eğilimli, solcu' diye rektörün kendisinin de ismi var. Biliyorsunuz, fişleme
1 Haziran'da yürürlüğe giren yeni TCK'da suç olarak yer aldı. Aşkın'la ilgili
soruşturmanın başladığı tarihte ise 'fişleme, özel hayatın bir birim tarafından
ihlal edilmesi suçu' yoktu.
Savcı, rektörün serbest bırakılmasını istedi ama mahkeme bu isteği reddetti.
Bu sık rastlanır bir durum mudur? Sanığı suçlayan savcı bile bırakılmasını isterken
mahkeme sanığı ısrarla tutar mı?
Çok sık rastlanan bir şey değil. Mesela Yücel Aşkın tarihi eser kaçakçılığından
beraat etti. Savcı beraat istedi ve Aşkın ilk oturumda beraat etti. Ama savcılık
bu karara itiraz etti. Şimdi o dava Yargıtay'a gitti.
Rektörün ciddi sağlık sorunları var. Buna rağmen hapishanede tutulmasına ne
diyorsunuz?
Bence tutuklama zaten hukuka aykırı. Sağlık sorunu da tabii düşünülmeli. İşte
Enver Arpalı öldü. Arpalı'nın ölümünden hem devlet, hem de onu korumakla görevli
olan savcılık sorumludur. Çünkü kayıtlardan ve tahliye isteyen dilekçelerinden,
Arpalı'nın ruhsal durumunun çok kötü olduğunu anlıyoruz. Mesela cezaevi kendisine
bir imam gönderiyor. Arpalı iple intihar etmenin günah olup olmadığını imama
soruyor. Cezaevi yönetimi ve savcısı bunu bilmek zorundadır ve sorumludur. Arpalı,
intiharı bir süredir soruyormuş zaten. Arpalı'nın tutukluluğunu sürdürürken
tedbir almak zorundasınız. Biz ocak başında hizmet kusurunda bulunduğu için
Adalet Bakanlığı'na dava açacağız. Ayrıca soruşturmayı yürüten, cezaevini yöneten
savcılara da bir insanı adeta intihara sürüklemiş olmalarından ötürü, kişisel
kusurları nedeniyle dava açacağız. Bu olayda ölüme seyirci kalındı, hatta ölüme
bir çeşit yol açıldı.
Rektör tutuklandıktan sonra Zaman gazetesinde bir haber yayımlandı. Rektörün
tutuklanmasını jandarmanın istediği ileri sürüldü. Jandarma, bir rektörün tutuklanmasını
isteyebilir mi?
Hukuk sisteminin işleyişinde isteyemez. Ama derin devletin işleyişinde... Ben
bu olayda rektöre karşı bir hareketin olduğunu düşünüyorum. Bu hareketin, eğer
bir 'derin devlet' varsa, bu derin devletin bir kesiminden kaynaklanmış olabileceğini
düşünüyorum. Bunlar tahminlerim. Üniversitenin bulunduğu yer Kürt kökenli insanlardan
oluşan bir coğrafya. Öğrenciler de tabii ki o coğrafyadan olacak. Üniversite
içinde olabildiğince demokratik bir yaklaşımın, acaba PKK eğilimlileri koruyorlar
mı gibi bir kaygıya ve saptamaya yol açmış olabileceğini düşünüyorum. Ayrıca
tarikatların at koşturduğu bir bölge burası. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin
Said-i Nursi'nin vasiyetinin medresesi olduğunu söyleyen bir kesim var. Milli
Eğitim Bakanı Çelik de oranın önemli bir politikacısı. İlhan Başgöz'ü Yunus'un
cinsel hayatına değindi diye şikâyet eden bir yapı var. Bu yapı üniversite yönetimini
bertaraf etmek istiyor. Hem derin devletin bir kesiminin kaygıları, hem AB'nin
bu adam olmasa diyen bakışı açısı, siyasal iktidara destek olmuş olabilir. Bunlar
tahminler. AB bu davaya niye duyarsız?
AB, bunu bir yolsuzluk davası olarak değerlendirdiğini söyledi. Sizce niye
duyarsız?
Biz Türkiye'de tutuklamayı tartışıyoruz. Suçlamayı tartışın denmiyor ki onlara.
AB'nin Van Üniversitesi'nin yönetiminden memnun olmadığını ve bunu da siyasal
iktidara yansıttığı söyleniyor. Çatışmanın nedeni de AB projeleri ve fonları.
AB, projelerin ve fonların yönetiminde direksiyonda olmak istiyormuş. Üniversite
yönetimi ise direksiyonda kendisinin de olmasında ısrar ediyormuş. Anladığım
kadarıyla Aşkın'ın ulusalcı yaklaşımı ağır basıyor. Bu çatışmada AB'nin eski
ve bugünkü temsilcileri Kreschtmer ve Karen Fogg da yer almış.
Rektör Aşkın'la ilgili ilk suçlayıcı haberler Aydınlık dergisinde yayımlandı.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin misyonerlerin alanı olduğu iddia edildi. Ne diyorsunuz?
Bunların gerçekle ilgisi yok. Aşkın ve ekibi kilise açmakla, misyonerlik yapmakla
suçlandılar. Daha çok Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Van'daki temsilcisi
Rektör Yardımcısı Ayşe Yüksel böyle suçlandı. Şimdi başka şeylerin sanığı ama
savcılık soruşturmasında ona sadece bunu sormuşlar. Aşkın'a da savcılıkta hiç
yolsuzluk sormamışlar. Fişleme sormuşlar.
Peki, bağımsız olduğu sık sık vurgulanan yargı, jandarmanın isteğiyle rektör
tutuklar mı?
Bağımsız değilse her şey olabilir. Başbakan, Anayasa'nın 138'inci maddesini
hatırlatıyor. Bu madde 'Yargı bağımsızdır' diyor. Anayasa'da yargı bağımsızdır
yazınca, yargı bağımsız olur mu? 12 Mart, 12 Eylül rejimi de aynı şeyi söylüyordu.
Ama o bağımsızlığın ne olduğunu yaşadık biz. Hafif olacak ama bunu benim külahıma
anlatsınlar. Yargının bağımsız olmadığını her gün herkes anlatıyor zaten. Üstelik
muhalefetteyken siz değil miydiniz yargı siyasallaştı diyen. Zaten her iktidar
böyle yapıyor. İktidara gelince, boş ver ya yargı benim elimde olsun diyor.
Biz Anayasa'nın bir sürü maddesini değiştirdik ama yargı bağımsızlığıyla ilgili
12 Eylül rejiminin düzenlemesi aynen sürüyor. Bağımsızlık falan hiç söz konusu
değil. Bunu, birçok Yargıtay başkanı da söyledi zaten.
Bu davada Adalet Bakanı'nın ve bakanlığının tutumu ne oldu?
Kötü oldu. Adalet Bakanı'nın, 'Bir insan kafasına koymuşsa intihar eder' diye
Arpalı'nın intiharıyla ilgili yaptığı açıklama insanca değerlere aykırıdır.
Sadece üzüntüsünü belirtmesi gerekirdi. Ama öyle taraf olunmuş ki, açıklama
yapmak gereğini duyuyor. Başbakan, TÜSİAD'a 'Van ve Orhan Pamuk konusunda suç
işledin' diyor. Asıl 138'inci madde, kamu gücünü elinde tutanları yani kendisini,
Meclisi ve hükümeti yargıya talimat veremezsin diye yasaklıyor. Suç işledi diyerek
sen, savcılara soruşturma açın talimatı vermiş oluyorsun. Bir de tarihi eser
kaçakçılığıyla ilgili Van'da savcı basın açıklaması yaptı. Bu, hukuka aykırıydı
ve işlenen bu suçla ilgili hiçbir şey yapılmadı. O savcı bütün haşmetiyle görevine
devam ediyor. Aynı savcı Yücel Aşkın'ın tarihi eser kaçakçılığından beraat kararını
da temyiz etti şimdi. Bir de yolsuzluk ve fişlemede soruşturma boyunca gizlilik
kararı alındı. Avukatlar hiçbir dosyaya yanaşamadı. Bu tutukluda kâbus duygusu
yarattı. Avukatlar hiçbir şey öğrenemezken, soruşturmayla ilgili çarpıcı ne
varsa üç gazetede üç gün yayımlandı. İnsanların suçlu sayılması için ne mümkünse
yapıldı ve bu savcılık hakkında hiçbir soruşturma açılmadı.
Fikir özgürlüğü isteyen TÜSİAD'ın açıklamaları yargıya müdahale sayılır mı
peki?
Hayır. Hukuka aykırı şeyleri tartışmak zorundayız. Tartışmadan güvenli geleceğe
ulaşamayız. Bağımsız olmayan bir yargının siyasal iktidarca kullanılışına teslim
oluruz. Başbakan yargıya müdahale suçu işliyorsunuz diyecek ve aleyhimize dava
açılacak diye hukuksuzluklara seyirci kalamayız. Başbakan, 'TÜSİAD kendi işine
baksın' diyor. Ne demek işine baksın? Bu, Türkiye'de hukuk devletinin kurulması
işidir. Bu bizim, hepimizin işidir...
radikal