Acılı aileler bile intikam değil, çözüm istiyor

Kaynak : Vatan
Haber Giriş : 29 Eylül 2012 10:00, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Deniz Güçer

TBMM TERÖR ALT KOMİSYONU BAŞKANI PROF. BOSTANCI VATAN'A KONUŞTU

Prof. Naci Bostancı, PKK'nın Arap Baharı'nın rüzgarından yararlanma düşüncesiyle Oslo'yu sabote ettiğini ve örgütün Türkler'i infiale getirmek istediğini söyledi. ?Acılı aileler bile intikam istemiyor. Bu iş çözülsün diyor? diye konuşan Bostancı, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve eğitimde çokdilliliğin şiddet ortamında rasyonel tartışılamayacağına dikkat çekti.

ANKARA - TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu ile İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'nda başkanvekili olarak görev yapan Terör Alt Komisyonu Başkanı AK Parti Amasya Milletvekili Prof. Dr. Naci Bostancı, komisyonun terör raporunun ekim ayı sonunda tamamlanacağını söyledi. Çocuklarını kaybeden ailelerin bile ?intikam? istemediğini, ?Bu kan dursun? dediğini söyleyen Bostancı, gündemi VATAN'a değerlendirdi:

- Türkiye'nin etrafında adeta bir ateş çemberi var. Tüm bu dış gelişmelere baktığınızda dört parçalı Kürdistan'ın kurulması ihtimalini görüyor musunuz?

Mevcut şartlarda böyle bir ihtimal görmüyorum. Aslında yaşanan çatışmalar Ortadoğu'nun yeniden yapılandırılmasının problemleri. Halka dayanmayan yerleşik siyasi iktidarlar çöküyor. Ortadoğu'daki sınırların suni olduğu söylenir, doğrudur. Ortadoğu'daki devamlılık sınırları aşkın, sosyo kültürel devamlılıktır. Bu yeniden yapılanma sürecinde yaşanan rahatsızlıklar sosyo- kültürel süreklilik dolayısıyla etkilerini sınırların ötesine taşıyor. Türkiye'nin Ortadoğu'daki gelişmelerden etkilenmesini de bu bağlamda görmek gerekir. Kürtler, Türkiye'de yaşanan modernleşme çerçevesinde mesela Irak'tan daha farklı bir yerde bulunuyorlar. Bu, Kürt nüfusunun dünyaya ve Türkiye'ye bakışını Irak ve İran'dan daha farklı kılıyor. Modern, demokratik ve özgür bir yapıda, siyasi iktidarı halkın tayin ettiği bir ülkede ayrımcı fikirlere sahip olmak kolay değildir. Bunun için kışkırtıcılık yapmak, her vesileyi çatışmacı bir akılla okumak lazım.

- PKK'nın da yapmak istediği bu galiba...

PKK'nın ortaya çıkışı ve şiddetle yapmaya çalıştığı budur. Türkiye'nin olağan demokratik mecrası çerçevesinde her şeyin yerli yerine oturacağı bir gelişme yaşanacakken, daha fazla özgürlük, dil ve kültür meseleleri çözülecekken, PKK şiddet marifetiyle bu modern seyri sabote ederek saflaşmalar üzerinden bir ulusal bilinç doğurmaya kalkışmıştır. Şiddet, iki tarafı keskin bir bıçak gibi bu şekillenmenin aracı yapılmıştır. Yani, ?Ey Türkler! Kalkın ayaklanın? diyerek toplumsal infiale sebep olmaktır. Aynı zamanda taraftarı gördükleri insanlara, ?Çocuklarınız öldürülüyor. Onlara sahip çıkın? diyerek kendi saflarında toplamaya çalışmaktır. Yani ölürken ve öldürürken de kazanmaya dönük bir strateji izliyorlar. Karşı tarafın öfkesini ve nefretini sahaya çekmek istemektedir. Kimi insanların, ?Şehitlerimiz geliyor. Yapamayacaksanız biz yapacağız? gibi sözlerle halka görev çağrısı, aslında tam da PKK'nın beklediği stratejiye uygundur. PKK'ya hasım gibi görünen insanlar bir bakıma PKK işbirlikçisi pozisyonuna çekilmek istenmektedir.

- Son dönem artan şiddetin nedeni bu mu? Örgüt Türkler'i sokağa indirip Kürt komşusuna zarar verdirtmek için mi uğraşıyor?

Talep ettiği budur. Ama 30 yıldır insanların sınırlı bir şekilde sokağa çıkması, öfkelerini cenaze törenlerinde sabırlı bir şekilde ortaya koyması, teröristle Kürt kökenli vatandaşlarımız arasında ayrım yapma bilincinin son derece güçlü olması, terör marifetiyle yeniden etnik çekirdeğine dönüştürülmek istenen Türk kimliğinin o sosyal ve tarihi müktesebatını korumaya devam etmesi bu toprakların karakteridir. Çünkü bizde hakikaten saf, homojen millet şeklinde bir algı ve anlayış hiçbir zaman taraftar bulamamıştır. Millet kelimesinin kendisi bile çok eskidir ve esası ?aynı söz' anlamına gelir. Yani aynı sözü kullananlar.

- Türkiye'nin Kürt meselesiyle ilgili kendi içinde atması gereken yeni adımlar var mı?

Kürt meselesine ilişkin son on yılda önemli işler yapıldı. Bunu muhalifler bile söylüyor. Bazı çevreler ?analiz yapıyorum' sureti altında temennilerini dile getiriyorlar. O temennilerden biri de Arap Baharı'nın aynen Türkiye'de de yaşanacağı iddiası. Atlanan şu: Bu ülkeler, birikmiş öfkeler, gerginlikler, adaletsizlikler, siyasetin halkı temsil etmemesi sebebiyle diktatörlüklerden demokrasiye doğru bir rüzgar olarak baharı yaşıyorlar. Demokrasi zaten Türkiye'de var. Türkiye yapısal öfkelerin bir kıvılcımla yangın çıkartacağı bir ülke değil. Arap dünyası için gerçek olan baharı, şiddetin katalizör olarak kullanıldığı suni bir yolla Türkiye'ye ithal etmek istiyorlardı. Son bir yıl içerisinde terör örgütünün şiddeti tırmandırmasının nedeni budur. Ama suni yollarla o baharı Türkiye'ye taşımak mümkün değil. Eğer Türkiye için bir bahardan bahsedeceksek, o bahar 2002 yılında yaşanmıştır.

Bu ortamda anadilde eğitim rasyonel tartışılamaz

- Anadilde eğitim ve diğer isteklerin karşılanması bu ortamda mümkün mü?

Atılması gereken adımlar deyince somutlaştıralım: Avrupa yerel yönetimler şartı ve o çerçevede yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yaklaşımlardan birisi. Diğeri eğitim, öğretimde çok dillilik. Bakın şiddetin olduğu bir ortamda insanlar bunu olağan, rasyonel, ne ölçüde ihtiyaca tekabül ediyor odaklı bir şekilde tartışamaz. Bunları tartışırken aklı fikri her şeyi şiddete odaklıdır. Yani, ?Şiddeti durdurmada işe yarar mı? ? diye tartışılır. Böyle bir tartışma zemini bakımından sakat bir tartışmadır. Adorno'dan ilhamla söylersek, yanlış zeminde bir tartışma doğru yürütülemez. O yüzden bugün yürütülecek böylesi bir tartışma faydalı değildir. Bugün serbestçe konuşamıyorsak nedeni şiddettir. İnsanlar ?Teröristler vurdukça kazanıyorlar mı?? der, ki onlar da öyle diyorlar zaten: ?Vur! Vurdukça kazanıyorsun.? Öyle değil aslında vurdukça kaybediyorlar. Bugün Kürt meselesinin önündeki en büyük engel PKK'dır.

- TSK'nın terörle mücadelede yeni stratejisi işe yarayacak mı?

Güvenlik terminolojisiyle söylersek, alan hakimiyeti. Evet, mevcut halde doğrudur. Ama mutlaka her tür imkan seferber edilmelidir. Çünkü, terör örgütünün zorladığı bu ölme ve öldürme denklemi Türkiye için hayırlı değil. Trajik sonuçları olan bir denklem. Sayılara bakarak şu kadar terörist öldürdük şeklindeki bir akletme; tek başına terörle mücadelenin başarısına karine teşkil etmez. Doğru, yıldırıcıdır, eline silah almış kişi ricayla bunu bırakmaz. Ama devletin şiddeti zorunluluktur, başarı için başka türden stratejileri hesaba katmak gerekir. Biraz önce terör örgütünün niyetini söyledik; Öldürülürken de kazanmaya dönük bir strateji. O yüzden kimilerinin ?Daha iyi vuralım, düzleyelim? şeklindeki toplumsal infial içinde dile getirdikleri fikirler terör örgütünün beklentisine uygundur.

Oslo bir yere varabilirdi

- Şiddet sürerken rasyonel konuşamıyoruz dediniz ama acilen bir adım atılması gerektiği de açık değil mi?

Acil olanı kan dökülmesine engel olmaktır. Terör örgütünün hiç istemediği budur. Çok yalın olarak şunu diyor: Benim dediğimi yapacaksın yoksa öldürürüm. Bu kabul edilebilir yöntem değil. Terör örgütü biliyor ki, demokratik bir zeminde bu mikro milliyetçilik esaslı taleplerinin kabul imkanı yok. Halk buna rıza göstermez. Öyleyse şiddet marifetiyle sadece devleti değil halkı da dize getirmeliyiz. Mümkün mü? Asla. Devlet, rasyonel davranmak ve çözümlerini böyle aramak zorunda olan bir organizasyondur. Aristo,?Hukuk isteklerin etkisi altında kalmamış bir akıldır? der. Devletin de böyle bir akılla davranması lazım. Devletin isteklerin, küçük siyasi hesapların, hırsların, fantezilerin etkisi altında kalmamış bir akılla terörle mücadeleyi yürütebilmesi için siyasal ortaklık çok önemlidir.

- Yeni bir Oslo gündemde... Onca şehidin ardından masada PKK'nın silahla ilgili samimiyetine kim inanır?

Samimiyet çok analitik bir kavram değil. Şartlar, durumlar ve stratejiler var. Muhtemelen Oslo süreci bir yere varabilirdi fakat Arap Baharı ve gelişmeler ?Buradan daha iyi netice elde edebilir miyiz? şeklindeki bir akletme ile Türkiye'yi bugüne getirdi. Fırsatçılık barıştan, insanların hayatlarından daha üstün geldi. Şimdi ise sonuç elde edilemeyeceği görüldü. Oslo süreci üzerine çok karartmalar da yapıldı. Ama şunu söyleyebilirim: Kesinlikle arka planda her tür görüşme olur. Bu ?Halkın gözünden kaçırıyorsunuz, kabul etmeyeceği sözler veriyorsunuz? anlamına gelmez. Demokratik bir ülkede sonucu halkın onayına sunmak zorundasın. Arka tarafta görüşür, konuşursun sonra nihai olarak milletle paylaşırsın. Millet en asli aktör olarak denklemin içindedir.

?Keşke benim çocuğum son olsa...'

- İnsan Hakları Terör Alt Komisyonu olarak Türkiye'de onlarca şehit ailesine gittiniz ve ?husumet yok? dediniz. İlginç değil mi?

Öyle. Yakınlarını kaybetmiş olanlar derin bir travma geçiriyor. Bizler unutuyoruz. Ama onlar acıyla birlikte yaşıyorlar. Bir anne 24 yıldır çocuğunun mezarına gidiyordu ve hâlâ ?İnanmıyorum. Bir gün kapı açılacak ve o gelecek ümidiyle yaşıyorum? dedi. Ama Türkiye bu meseleyi nasıl çözmeli diye sorduğumuzda yakınlarını kaybeden herkes ?Bunu bitirecek bir şeyler yapmamız lazım? dedi. ?Çocuğumun intikamını alın, onları öldürün? demedi. Mesela bir şehidimizin babasıyla mezarlığa gidiyoruz, oğlunu toprağa vereceğiz. Baba diyor ki, ?Ben dağdakilere de kızmıyorum. Bunların arkasında onları kullanan asıl hainler var. Keşke benim çocuğum son olsa, bu kan dökülmese.? Halkın sağduyusu bu. Ama kraldan fazla kralcı olanlar var. Sivillerin gö-revi her tür meşru zeminde terörü telin etmektir. Başkalarının acılarını vesile kabul edip toplumsal infiali yükseltmeye çalışanlar, adlarına konuştukları insanları bu şekilde temsil etmediklerini bilmeliler.

- Rapor ne zaman tamamlanacak?

Ekim ayı sonuna doğru bitirmeyi umuyoruz.

İnsani arka planı topluma sunacağız

- Bu raporun asıl hedefi nedir, içinde neler yer alacak?

Biz bir yıldır Ankara'da, doğuda ve batıda dinlemeler yaptık. Fikir adamlarını, gazetecileri, STK'ları, yakınlarını kaybedenleri, boşaltılan köy sakinlerini, korucuları... Biz rapor olarak hiçbir şey yazmasak sadece bu tanıklıkları topluma sunsak, insanlar, yine de mevcut bilgileriyle bilmeleri lazım gelen arasında bir makas olduğunu fark eder. Terör, öfke, kızgınlık, infial üzerinden klişelere yaslanan bir aklı egemen kılar. Oysa yaralı insanların olduğu yerde klişeler olmaz. Boşaltılan köyden kopup gelen, evine dönecek bilet parası olmayan kişinin nihai olarak dağa gittiğini görmek mesela. Mesela 18 yaşında öldürülen teröristin, dağda olacağına keşke köyde bir mezarı olsa da, onu hiç olmazsa orada görebilsem diye dua eden annesi. Geceleri şehit babalarının resimleriyle konuşan çocuklarına şahit olan annenin dramı... Sayılardan, soyut fikirlerden gerçek hayatlara geçmek, terörün arkasındaki insana dokunmak çok önemli. Biz bu insani arka planı toplumun önüne koymayı düşünüyoruz. Terör mağdurlarının o içli insani hikayelerinin siyasal saflaşmanın kalın duvarlarını eritip, herkesin vicdanına ulaşacağını düşünüyoruz.

Öcalan'ın mistik gücü fazla

- Öcalan'ın bu süreçteki etkisi üzerine çeşitli tartışmalar yapılıyor. Sizce onun etkisi nedir?

Ne ölçüde gelişmeleri belirleyici bir figür ondan çok emin değilim. Kişisel karizması var, belli bir kesim üzerinde mistik bir etkisi olduğu ortada. Esasen birtakım toplumsal kesimler, kendilerini güçsüz, zayıf hissettikleri dönemlerde önderlerine daha aşkın bir biçimde bağlanır ve onu yüceltirler. Öcalan figürünün yükselişinde terörün, dökülen kanın ve hatta teröristler dahil olmak üzere ?Bu iş nereye varacak? şeklindeki kaygıların önemli olduğunu düşünüyorum. Burada, ?Bir kaos yaşıyoruz, önderimiz hepimizin elinden tutacak ve bizi kurtaracak? şekilde bir tür -fikir versin diye- söylüyorum ?mehdileşme? ve ona yapıp edebileceğinden öte anlam atfetme diyebileceğimiz bir mekanizma işler. Öcalan'la yakalandığından bu yana hep görüşüldü. Geldiğimiz nokta ortada. Mistik bir figür olarak gücüyle pratik etkisi birbirinden ayrı görünüyor. Belki dağdakiler üzerinde pratik etkisi sınırlı olabilir ama onların yönlendirmeye çalıştıkları toplumsal kesimler üzerinde daha büyüleyici bir etkisi olduğu muhakkak.

- Adalet Bakanı Ergin de görüşülebileceğini dile getirdi...

Mümkün. Mesele kan dökülmemesi, ülkenin birlik ve dirliği. Her türlü görüşmeyi yaparsın, sonra milletin karşısına çıkar, ?Şöyle bir durum var, ey milletim ne diyorsun? dersin. Yani mesele Öcalan'la ya da başkalarıyla görüşmek değil sonucunun ne olduğu. Ülkenin, toplumun hayatı için belirleyici olan işte bu sonuç.

BDP, PKK'nın PR'ını yapıyor

- BDP'lilerin rolünü de unutmamak gerekiyor. Dokunulmazlıklar kaldırılmalı mı?

Dokunulmazlık meselesi teröristlerle o görüşmenin ardından geldi. Peşinden Gaziantep olayı yaşandı. Halkı düşünün: Antep'te trajedi yaşanmış ve ardından bu işleri yapanları yüzlerinde müşfik, gülümseyen bir ifade ile kucaklaşan bazı BDP'li vekilleri görüyorlar. ?Çok insani, barışçı kucaklaşma? dediler. Gerçekten öyleyse; o barışçı kucaklaşmayı Antep'te de, şehit aileleriyle de yapabiliyorlarsa, o zaman herkes ?Evet. Senin o adamlarla kucaklaşman barış içindir. Helal olsun? der. Ama yapamıyorsan o zaman getirilen açıklama sadece stratejidir, kimseyi inandırmaz.

- Mizansen olmadığına inanan da yok galiba...

Nasıl inansınlar? Terör örgütünün PR'ını yapan insanlar olarak görülüyorlar. Örgütü kamusal alana taşıyan, aracılığını üstlenen, siyaseti bunun için kullanan bir görüntü ortaya çıkıyor. Oysa tam tersi olması gerekir. Yani siyaset marifetiyle teröre mani olmak gerekirken terörün PR'ına dönüşmüş bir siyaset anlamı ortaya çıkıyor. Türkiye bir hukuk devleti. Hiç kimse hukukta karşılığı olmayan bir takım cezaları çoğunluğu var diye fiiliyata taşıyamaz. Bu yaşanan olayın hukuktaki karşılığı esasında süreç işleyecektir.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber