Andıç hazırlayan çalandan şikayetçi

Haber Giriş : 02 Nisan 2007 09:32, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Andıcı dışarı sızdıran hakkında soruşturma açan Genelkurmay, hazırlayanlar hakkında hiç bir hukuki işleme başvurmayınca ülkede yeni bir tartışma patlak verdi...

Andıcın çalındığının açıklanması aslında birilerinin andıç hazırladığının kabülü anlamına da geliyordu? Andıcın hazırlanması yasal mıydı? Türkiye şimdi andıcı dışarı sızdıran hakkında soruşturma açan Genelkurmay'ın andıçı hazırlayanlar hakkında hiç bir hukuki işlem yapmamasını tartışıyor.

Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Vahap Coşkun da tartışmaya Zaman gazeteside yaptığı yorumla açıklık getirmeye çalışan isimler arasında yer aldı ve "Andıcın varlığını görmezden mi geleceğiz?" diye sordu:

Andıcın varlığını görmezden mi geleceğiz?

'Andıç' kavramı, Türkiye kamuoyunun gündemine ilk kez 28 Şubat sürecinde girmişti. Başta dönemin muhteris aktörü Çevik Bir olmak üzere TSK komuta kademesindeki generallerinin emriyle hazırlanan andıçlarda; ordunun, demokratik işleyişe müdahale etmesine karşı duran aydın gazetecileri ve insan hakları savunucularını halk nezdinde itibarsızlaştırmak için onlar hakkında yalan haberler düzenlenmişti.

Bu yalan haberlerin yayınlanmasının akabinde bazı gazeteciler (Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar) işlerini kaybederken, dönemin İHD Genel Başkanı Akın Birdal da menfur bir silahlı saldırıdan, şans eseri, ağır yaralı olarak kurtulmuştu.

Aradan on yıla yakın bir süre geçtikten sonra bu yılın mart ayı içinde Nokta Dergisi, önemli bir habercilik başarısına imza atarak, yeni bir 'andıç' skandalını toplumun bilgisine sundu. Genelkurmay İletişim Daire Başkanlığı adını taşıyan bir birim tarafından hazırlanan bu yeni andıç, "Akredite basın kuruluşlarının son dönem yayın politikaları, sahiplik yapıları ve yazar kadrolarındaki değişiklikler" hakkında ayrıntılı değerlendirmeleri kapsıyordu. Medyadaki yazarları "TSK yanlısı" ve "TSK karşıtı" olarak sınıflandıran bu 52 sayfalık "Hizmete Özel" metinde, hangi yayın organında TSK hakkında kaç olumlu ve kaç olumsuz haber verildiğine dair kapsamlı istatistiklere yer verilmiş ve çeşitli basın organlarından toplam 10 gazetecinin akreditasyonunun iptali istenmişti.

Andıcın medyada yer bulmasının ardından Genelkurmay Başkanlığı, belgenin nasıl ve kim tarafından basına sızdırıldığını ortaya çıkarmak amacıyla bir adli soruşturma başlattı. Genelkurmay'daki soruşturmayı tamamlayan Askerî Başsavcılık, andıcın sahte değil gerçek olduğunu; ancak henüz daha taslak aşamasındayken Genelkurmay'dan çalınıp e-mail ile ABD'ye yollandığını ve Utah'tan Türkiye'ye geçildiğini açıkladı. Başsavcılık'ın değerlendirmesine göre; andıç 12 Ekim 2006'da Genelkurmay'dan çalınmış ve özellikle siyasi ortam dikkate alınarak 8 Mart 2007'ye kadar bekletilmişti.

Dikkatler andıçtan başka alana kaydırılıyor

Başsavcılık'ın, "görülen gereklilik" üzerine soruşturma bilgilerini kamuoyuyla paylaşmasıyla birlikte bazı odaklar, toplumun dikkatini -andıcın varlığından ve içeriğinden ziyade- andıcın basına nasıl iletildiğine yöneltmeye çalışan büyük bir gayretin içine girdiler. Bunlara göre, Genelkurmay'ın medya andıcının basına aktarılmasının nedeni, TSK'yı yurtiçinde ve dışında güç duruma sokmaktır; bu nedenle de asıl ilgilenilmesi gereken konu, belgenin -varlığı değil- ne şekilde basına ulaştırıldığıdır. Hemen belirtmek gerekir ki; bu, demokrasiyi tahkim etmek açısından, hiç de doğru bir yaklaşım değildir. Hiç şüphesiz, söz konusu andıcın karargâhtan nasıl çıktığı son derece önemlidir. Ama bu asıl olarak Genelkurmay'ın sorunudur; dolayısıyla öncelikle bunu kendine dert edinmesi gereken de bizatihi Genelkurmay'ın kendisidir, sivil (!) gazeteciler değil. Gazetecilere düşen, eğer gerçekten sivillerse, ilkin bu belgenin varlığını araştırmaktır. Başsavcılık, belgenin gerçek olduğunu kabul ettiğine göre, bu durumda yapılması gereken belgenin içeriğini irdelemektir. Böylesi bir irdelemenin üzerinde yoğunlaşabileceği üç temel konudan söz edilebilir:

I. İlki, bu tür andıçlar hazırlamakla Genelkurmay'ın hukuk dışına düşüp düşmediğidir. Genelkurmay, kamusal gelirle finanse edilir, bu sebeple kendisine düşen görev ve hizmetleri tarafsızlık esasına göre yürütmesi, Genelkurmay'ın önde gelen mükellefiyetidir. Daha açık bir ifadeyle Genelkurmay, bütün toplumsal kesimlere (ve bu arada kamusal bir görev ifa eden medya organlarına) mesafesini aynı tutmalı, herkese karşı aynı uzaklıkta ve yakınlıkta bulunmalıdır. Ne var ki, andıçlarda ortaya çıkan durum bunun tam aksidir. Genelkurmay, gazetecilerin bazılarını kendisine yandaş, bazılarını ise muhalif olarak görmekte; yandaş olarak nitelendirdiklerini görev ve hizmetlerinden yararlandırıp onlara olanaklar tanırken, muhalifleri ise bundan mahrum kılmaktadır. Bunun hukuka aykırılık teşkil ettiği ortadadır.

Keza andıçta, andıcın gayesinin, hedef alınan muhalif aydın-gazetecilerin toplum katındaki güvenilirliklerini zedelemek ve itibarlarını sarsmak olduğu da açıkça deklare edilmişti. Nitekim 28 Şubat'taki malum andıçta, Çandar ve Birand tamamen asılsız-uydurma haberlerle PKK'ya yardım ve yataklıkla itham edilmiş ve bu yazarlar çalıştıkları gazetelerden kovdurularak, toplumun gözünden düşmeleri amaçlanmıştı. Bireylerin kişilik haklarına yönelik bu kadar açık bir saldırının, hukuk dairesi içinde düşünülemeyeceğini belirtmek gerekir.

Andıcı hazırlayanlar ne olacak?

II. Bir kimsenin "TSK karşıtı" veya "TSK yanlısı" olduğunu belirlerken, Genelkurmay'ın hangi kriterleri kullandığı, düşünülmesi gereken bir diğer husustur. Andıç yazarları, askerin demokratik yaşama karışmasını ve siyasal kararlarda belirleyici bir rol üstlenmesini eleştirmeyi bir kabahat olarak görüyorlar ve bu tür sakıncalı (!) fikirleri taşıyanları anında TSK karşıtı sınıfa dahil ediyorlar. Bir başka deyimle, demokrasinin abc'si olan seçilmiş sivil siyasilerin üstünlüğünü ve silahlandırılmış bürokratların onlara tabiliğini savunmak, andıççıların indinde ordu karşıtı bir pozisyona yerleştirilmeye yetiyor. Yani demokrasi taraftarı olan herkes, otomatikman ordu aleyhtarı olarak damgalanıyor. Bu, kabul edilebilir bir durum değildir; zira demokratik olduğu söylenen bir ülkede ordunun, insanları "yandaş" veya "karşıt" olarak tasnif etme hakkı yoktur; dolayısıyla yandaş bellediklerini himaye edip karşıt bellediklerini dışlaması da söz konusu olamaz. Eğer bir ülkede ordu, demokratik ilkelerin savunusunu yapan ve ordunun kendi sınırları dahilinde görev yapmasını isteyen bireyleri "düşman" olarak yaftalıyorsa, o ülkede artık demokrasiden bahsetmenin imkanı kalmamış demektir.

III. Hassasiyetle sorgulanması gereken bir diğer mevzu ise, andıçları hazırlayanların neden bir yargılamaya tabi tutulmadığıdır. Andıcı dışarı sızdıran hakkında soruşturma yapan Genelkurmay, bu andıcı hazırlayanlar hakkında hiçbir hukuki işleme başvurmadı. Murat Yılmaz'ın bir yazısında belirttiği gibi; Genelkurmay'ın bu tavrından, "raporun hazırlanmasının meşru olduğu, raporu hazırlayanların bunu emirle hazırladığı, buna benzer raporların bundan sonra da hazırlanacağı, orduyu veya bir ordu mensubunu eleştirenin TSK karşıtı veya düşmanı olarak tasnif edilmesinin tasvip edildiği gibi anlamlar çıkıyor". Asıl vahamet buradadır. Çünkü demokrasiye ve hukuka aykırılığı tartışma götürmez bir eylem hukuki takibata uğramayıp sorumluları hak ettiği cezayı almadıklarında; hem hukuk devletinin hem insan haklarının ve hem de sivil yönetimin ağır bir tahribata uğraması kaçınılmaz hale gelir. Bu sebeple, varlıkları hukuk devletine, insan haklarına ve demokrasiye bağlı olan gazetecilerin andıcın Genelkurmay'dan nasıl çıktığından çok, andıcın varlığı, içeriği ve sonuçlarını sorgulamaları herkes için daha hayırlı olacaktır.

DR. VAHAP COŞKUN - ANKARA ÜNİVERSİTESİ

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber