Enerji dünyasında neler yaşanıyor? (Röportaj)

Enerji Dünyasında yaşanan son gelişmeleri Kırıkkale Üniversitesi öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. İslam Safa Kaya ile konuştuk.

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 02 Mart 2016 09:13, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Enerji dünyasında neler yaşanıyor? (Röportaj)

İşte Cerattape'ten nükleer santrale, Doğu Akdeniz'deki gelişmelerden İran'la olan tahkim kararına dair konuları içeren röportajımız

Artvin Cerattepe'deki olay tam olarak nedir?

Peki, Cerattepe'de tam olarak yapılmak istenen nedir? Cerattepe, 1980'li yıllardan beri yabancı şirketlerin de ilgisini çeken, geniş bakır ve altın rezervlerine sahip bir bölgedir. Bölgedeki bu rezervlerin işlenerek üretime dahil edilmesi için bazı Türk şirketleri yakın tarihte harekete geçtiler. Ancak çalışma sahasında yaşanan protestolar neticesinde süreç, yargı kararına kadar durduruldu.

Konuya hukuki perspektiften bakıldığında, Rize İdare Mahkemesi'nin maden ihalesinin, düzenlenen ihale şartnamesinin ve arama ruhsatının hukuka uygun olduğu yönünde bir kararının olduğu görülüyor. ÇED olumlu kararının iptali için açılan dava sonunda ise ÇED iptal edildi. Ancak, iptal gerekçeleri göz önüne alınarak yeni bir ÇED raporu hazırlandı ve bu rapor olumlu karar aldı. Nihayetinde, mevcut durum tekrar yargıya taşındı.

Bu noktada değerlendirilmesi gereken şudur: Acaba çevresel duyarlılığı muhafaza ederek bu kıymetli madenlerin üretilmesi mümkün değil midir? Bize göre bu sorunun cevabı, ''Elbette, mümkündür''. Zira, üretim aşaması bu tip madenlerde, açık galeri sistemi ve kapalı galeri sistemi olmak üzere iki türlü gerçekleştirilmektedir. Bunlardan açık galeri sistemi, ekosistemi bozan çevreye önemli ölçüde zarar veren bir sistemdir. Kapalı galeri sistemi ise çevresel riski minimal düzeyde tutan bir yöntemdir. Bunun yanında, çıkarılan madenin bölgede işlenmemesi, başka bir bölgeye taşınması da Cerattepe'nin doğal yapısını koruyacaktır. Sn. Başbakanımızın açıklamalarına baktığımızda her iki hususun da dikkate alınacağı anlaşılmaktadır. Bizce bu aşamada yapılması gereken, ilgili firmalar ile yapılan sözleşmelere, eğer yoksa bu sistemin uygulanmasını temin eden hükümler dercetmek ve bu sayede zengin maden rezervlerini çevresel hassasiyet de muhafaza edilerek üretime katıp, Türkiye ekonomisine kazanç sağlamaktır. Zira, bu proje sayesinde önemli bir istihdam kaynağının da olacağı gözüküyor.

Şüphe yok ki, konuya ilişkin devam eden bir yargı süreci var ve ben, mahkemenin doğru kararı alacağını ümit ediyorum.

Türkiye'de faaliyette olan HES'lerden enerji ihtiyacımızın ne kadarını karşılıyoruz?

Halihazırda ülkemizde faaliyette olan 559 aktif hidroelektrik santrali bulunuyor. Bu santrallerden sağlanan elektrik üretimi ise, tüketimin ancak %26 sı kadarını karşılayabiliyor. Rakamlara baktığımızda ülkemizdeki HES'lerin yetersiz kaldığını görüyoruz. Bu yönüyle, ülkemizin daha çok HES projesi gerçekleştirmek suretiyle, enerjideki dışa bağımlılığımızı daha aşağı seviyelere çekmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira enerji, günümüzde medeniyet ile de eş anlamlı hale gelmiş durumdadır.

Yenilenebilir Enerji'de Türkiye ne durumda?

Yenilenebilir enerji deyince, en başta rüzgar enerjisi ve güneş enerjisi karşımıza çıkıyor. Her iki enerji türü de çevre dostudur. Kaynağı güvenilirdir, tükenme ve zamanla fiyatının artma riski yoktur. Bakım ve işletme maliyetleri düşüktür. Hammaddesi tamamıyla yerlidir, dışa bağımlılık yaratmaz. İşletmeye alınması kısa bir sürede gerçekleşebilir.

Jeotermal enerji de yenilenebilir enerji kapsamındaki bir enerji kaynağıdır. Türkiye'de son yıllarda bu kaynaklardan yararlanma oranı da artış gösteriyor. Ancak yine de gelinen noktanın istenilen seviye olduğunu söylemek oldukça zor.

Türkiye'nin yenilenebilir enerji sahasında çok iyi bir pozisyonda olduğu söylenemez. Örneğin, sadece 55 rüzgar enerjisi santrali işletmededir. Geçmiş yıllardaki istatistiklere bakıldığında Türkiye'nin elektrik tüketiminin %81'inin fosil yakıtlardan temin edildiği anlaşılıyor. Bu üzücü bir tablodur. Türkiye'nin enerji konusunda daha ileri noktalara taşınabilmesi için, bir an önce yenilenebilir enerji konusundaki mevzuatın gözden geçirilmesi ve konuya ilişkin yasal teşviklerin artırılarak, teşebbüsler önündeki bürokratik engellerin de ortadan kaldırılması elzemdir.

Nükleer Santrallerin enerji açısından Türkiye'ye ne tür faydaları olacak?

Az önce ifade ettiğim gibi Türkiye, maalesef enerjide dışa bağımlı bir ülke. Bu itibarla, enerjiyi tüketiciye ulaştırabileceğimiz tüm yöntemleri dikkatlice değerlendirmek durumundayız. Bu yöntemlerden biri de nükleer santral kurulumudur. Dünya üzerinde süper güç olarak adlandırdığımız devletlere bakarsanız, hepsinin nükleer enerjiden üst düzeyde faydalandığını görürsünüz. Örneğin bugün İngiltere, elektrik enerjisinin ortalama %20'sini nükleer santrallerin temelini oluşturan uranyumdan elde etmektedir. Zira, 1kg uranyumun vereceği enerjiyi ancak 25 ton kömürün yanmasıyla elde edebilirsiniz.

Özellikle ülkemizdeki nükleer enerji santrallerinin kurulumuna ilişkin projelerin, çevreye zarar vereceği endişesiyle tepki çektiği görülüyor. Bu tip projelerin, çevreye ve hatta insan hayatına zarar verme potansiyeli olduğu bir gerçektir. Üzüntüyle belirtmek isterim ki yakın tarih, bunun acı örnekleriyle doludur. 1986 yılında Rusya'da Çernobil Nükleer Santrali'ndeki sızıntıdan ötürü yaklaşık 3 milyon insan radyasyona maruz kalmıştır. Aynı şekilde 2011'de Japonya'da gerçekleşen Fukuşima Nükleer Santrali'ndeki kaza da çok ciddi olumsuzluklara sebebiyet vermiştir.

Ancak, her yatırımda olduğu gibi nükleer enerjiye ilişkin yatırımlarda da terazinin her iki kefesine fayda ve risk unsurlarının koyulması ve çıkan sonuca göre karar verilmesi gerekir. Bize göre, bu terazide faydanın bulunduğu kefe daha ağır basmaktadır. Zira, riskin önemi, aslında gerçekleşme olasılığının seviyesi ile de doğru orantılıdır. Şöyle bir geçmişe baktığımızda, şimdiye kadar dünya coğrafyasında kurulan nükleer santrallerden kaçında kaza olmuştur? Rusya ve Japonya, gerçekleşen elim kazalar sonrasında bu enerjiden vazgeçmiş midir? Hayır, elbette vazgeçmemiştir. İstatistiklere bakıldığında, risk oranının da oldukça düşük olduğu görülmektedir. Yani, kaza gerçekleşme ihtimali var diye böylesine büyük ve faydalı bir yatırımdan kaçınmak, uçak kazası olduğunda hayatta kalan olmaz mantığıyla hiç uçağa binmemek gibi bir yaklaşım olur. Oysa uçağın, en güvenli yolculuk aracı olduğu ve diğerlerine nazaran kaza ihtimalinin çok düşük olduğu herkesin malumudur.

Türkiye'de de 1970'li yıllardan beri nükleer santral kurulması gündemde olsa da 2004 sonrasına kadar bir sonuca ulaşmadığını görüyoruz. Bu tarihten sonra ise konu ciddiyetle ele alınıp, Sinop ve Mersin Akkuyu'daki nükleer santrallerin yapım aşamasına gelindi. 3. Santralin ise İğneada'da tesis edileceği ifade ediliyor. Bu santrallerin üretime geçmesiyle birlikte, Türkiye'nin önemli ölçüde kazanım sağlayacağı açıktır ve bu yönüyle bu tip projelerin desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Doğu Akdeniz'deki Petrol ve Doğalgaz rezervlerinde uluslararası haklarımız nelerdir? Kıbrıs Rum Kesimi Doğalgaz çıkarırken Türkiye neden çıkaramıyor?

Biliyorsunuz, 1974'ten beri Kıbrıs adasında sıkıntılı bir durum var. 40 yıldan fazladır, Türkiye dışında hiçbir devlet tarafından tanınmayan, bir uluslararası futbol maçında bile temsil edilemeyen KKTC, aslında adanın iki asli unsurundan birini oluşturuyor. KKTC halkı, 2004'teki Annan Planı'na destek vererek, barış ve çözüm konusundaki iradesini açıkça ortaya koysa da Avrupa Birliği'nden gerekli karşılığı göremedi. AB, GKRY'yi adanın tek temsilcisi olarak kabul ederek birliğe dahil etti ve güvenilmez bir yapı olduğunu tescil etti.

İşte bu mevcut siyasi çözümsüzlük, bölgedeki enerji rezervlerine ilişkin girişimleri de etkiledi. GKRY, 2003-2007 yılları arasında Doğu Akdeniz bölgesindeki devletlerle deniz yetki alanlarında sınırlandırma andlaşmaları imzaladı. Üzülerek belirtmek isterim ki Türkiye, bu dönemde GKRY'ye ve andlaşmanın tarafı olan diğer devletlere nota göndermekten başka bir girişimde bulunmadı. Nihayetinde GKRY de, 2007'de 13 adet petrol ve doğalgaz arama ruhsatı sahası ilan etti. 2011'de de bu alanlarda sondaj çalışması başlatıldı. Oysa, bu ilan edilen parsellerden sekizinde KKTC'nin hakkı bulunurken, diğer beşi de Türkiye'nin kıta sahanlığını işgal ediyor. Yani, Türkiye'nin ve KKTC'nin adı geçen sahalarda net uluslararası hakları bulunuyor.

2011'de GKRY'nin sondaj çalışmaları başlattığını ilan etmesi üzerine Türkiye, maalesef ki bazı adımlarda geç kaldığının farkına vardı. Akabinde KKTC ile Türkiye arasında sınırlandırma andlaşması imzalanarak, Türk şirketi TPAO'ya bölgede petrol ve doğalgaz arama ruhsatı verildi. Bölgede şu ana kadar arama faaliyetlerinden de bir sonuç alınamadı.

İsrail Türkiye ile enerji sevkiyatından dolayı mı anlaşmak istiyor?

Bu soruya net bir şekilde ''Evet'' cevabını verebilirim. Sonuçta bir terör devletinden bahsediyoruz. Biliyorsunuz İsrail, 2010 yılında Gazze'ye yardım götürmekten başka hiçbir amacı olmayan Mavi Marmara gemisine açık denizde saldırarak 9 Türk vatandaşının ölümüne sebebiyet vermiş ve onlarca yolcuyu da yaralamıştı. Bu cinayetleri işleyen bir terör devletinin, pişman olduğunu veya vicdan azabı çektiğini hiç zannetmiyorum. Zira, bu devlet halen başta Gazze ve Kudüs olmak üzere bölge insanı üzerindeki zalim politikalarını devam ettiriyor.

İsrail'in bölgede keşfedilen doğalgazı Avrupa pazarına ulaştırabilmesi için iki seçeneği bulunuyor. Birincisi, klasik yöntem dediğimiz boru hatları tesis etmek suretiyle ulaştırmadır. İkincisi ise LNG (sıvılaştırılmış doğalgaz) tesisi kurmaktır. Maliyet hesabı yapıldığında, boru hattı ile ulaşımın diğer alternatife göre 7 kat daha ucuz olduğu görülüyor. Zira, boru hattı alternatifinde maliyet yaklaşık 2,5 milyar dolar civarında oluyor ve geri dönüşü yaklaşık 4 yılda tamamlanıyor. Oysa LNG alternatifinde maliyet 10 milyar dolara ulaşıyor ve geri dönüş süresi de 15 yılı buluyor. Bu yönüyle İsrail, Türkiye'nin şartlarını bir bir kabul ederken elbette bir taşla birkaç kuş vurmak istiyor. Ancak şunu da belirtmeden geçmek istemem. Türkiye, yaklaşık 6 yıldır bu konuda çok kararlı bir duruş sergiledi. Bu duruş neticesinde önce özür geldi ve diğer şart olan tazminat ödemelerinin de yakın zamanda gerçekleşeceği anlaşılıyor. Ancak Türkiye'nin şartlarından biri ve en önemlisi de Gazze üzerindeki ablukanın kaldırılmasıdır. Zira, Mavi Marmara gemisinin yola çıkış amacı zaten budur. Bu sebeple, müzakereler sürdürülürken ablukanın kaldırılması şartı yerine getirilmeden el sıkışılmaması gerektiğini düşünüyor ve bunu arzuluyorum.

İran'da doğalgaz konusunda tahkime kadar gittik ve dava Türkiye lehine sonuçlandı. Burada durum tam olarak neydi?

Türkiye en pahalı gazı İran'dan alıyor ve bunun sebebi 1996 yılında imzalanan 'al ya da öde' anlaşmasından kaynaklanıyor. Türkiye, doğalgaz ithalatını İran, Rusya ve Azerbaycan'dan yaparken, en pahalı gazı 490 dolarla İran'dan alıyor. Yılda 10 milyar metreküp doğalgaz sevkiyatıyla ilgili 8 Ağustos 1996'da imzalanan anlaşmayla İran'dan fahiş fiyatla doğalgaz satın alınmaya başlandı ve bu süreç halen devam ediyor. Türkiye ise konuyu biraz geç olsa da tahkime taşıdı. Tahkimin ilk aşaması doğalgaz arzına ilişkindi ve bu aşama Türkiye'nin aleyhine sonuçlandı. Ancak bundan daha önemlisi ikinci aşamaydı. İkinci aşama ise fiyat ile ilgiliydi. Türkiye, ikinci aşamayı geçtiğimiz günlerde kazandı. Uluslararası Tahkim Mahkemesi, İran'dan alınan doğalgazın fiyatının 2011 yılından itibaren yüzde 10-15 indirilmesine karar verdi. Bunun ülkemiz açısından sevindirici bir gelişme olduğunu söylemek mümkün ancak Türkiye'nin bir an önce doğalgaz ithal kaynaklarını artırması gerektiği de unutulmamalıdır.

Rusya ile yaşanan krizden dolayı Akkuyu Nükleer Santrali projesi sekteye uğrar mı? Uğrarsa Türkiye'nin önlemi ne olur?

Ben, yaşanan krizden, bu neviden büyük projelerin etkilenmeyeceğini düşünüyorum. Zira bu tip büyük yatırımlarda çıkar sağlayacak tek ülke Türkiye değildir. Belki de Türkiye'nin sağlayacağı faydadan daha fazlasını karşı taraf sağlıyor. Nitekim, krizden sonra konuya ilişkin Rus tarafından yapılan açıklamalar da aynı savı destekliyor. Rusya tarafının sadece şu ana kadar Akkuyu nükleer santrali için 3 milyar dolar harcadığı ifade ediliyor. Bu gerçek karşısında, Rusya'nın böyle bir projeden vazgeçmesi akılcı gözükmüyor. Bir an için Rusya'nın projeden vazgeçtiği varsayılsa dahi, böyle bir durumda başta Japonlar olmak üzere nükleer santrali tamamlamaya talip olacak birçok devletin var olduğu hususu da unutulmamalıdır.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber