'Ben gidip gavur toparaklarında esir hayatı yaşayamam'

Cumhurbaşkanı Erdoğan: (15 Temmuz gecesi) Otel sahibi arkadaşımız, 'Benim hızlı bir yatım var. Buradan sizi yakın adalara götürebilirim.' gibi bana bir teklif de yaptı. Dedim ki 'Serkan, bak' dedim; 'benim vatan topraklarında ölmem varken, ben gidip gavur topraklarında, orada esir hayatı yaşayamam.

Kaynak : Anadolu Ajansı
Haber Giriş : 11 Nisan 2017 21:24, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kuvvetler ayrılığı prensibinde yasama, yürütme, yargı erklerinin bulunduğunu belirterek, "Tek adamlık dediğimiz zaman ne anlaşılır? Yasama, yürütme, yargıyı adeta bir kişi almış götürüyor, yönetiyor, bu anlaşılır. Burada ise böyle bir şey söz konusu değil. Burada sadece yürütmenin bir kişide toplanması, bu da cumhurbaşkanıdır. Şu anda ise durum nedir? Şu andaki durumda, bir çift başlılık var. Cumhurbaşkanı var, başbakan var." dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sağlık Bilimleri Üniversitesi'nde düzenlenen A Haber-ATV ortak yayınındaki Gençlerle Büyük Buluşma programında, üniversite öğrencilerinin anayasa değişikliği ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine ilişkin sorularını yanıtladı.

Şanlıurfa'da bugün muhteşem bir miting düzenlediklerini ve Şanlıurfa'dan çıkışlarının kolay olmadığını anlatan Erdoğan, yayına yetişebilmek için otobüsle değil makam aracıyla havalimanına gittiklerini söyledi.

Bir öğrencinin, "Son gündemde sürekli yeni sistemin, tek adamlık getireceği söyleniyor. Bu konuyu, bize yeni anayasayı referans alarak açıklayabilir misiniz?" sorusu üzerine Erdoğan, şu yanıtı verdi:

"Şunu çok iyi kavramamız lazım. Kuvvetler ayrılığı prensibinde malum yasama, yürütme, yargı erkleri var. Tek adamlık dediğimiz zaman ne anlaşılır? Yasama, yürütme, yargıyı adeta bir kişi almış götürüyor, yönetiyor, bu anlaşılır. Burada ise böyle bir şey söz konusu değil. Burada sadece yürütmenin bir kişide toplanması, bu da cumhurbaşkanıdır. Şu anda ise durum nedir? Şu andaki durumda, bir çift başlılık var. Cumhurbaşkanı var, başbakan var."

- "Kılıçdaroğlu, onların bu tek adamlığından bahsediyor mu?"

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün hem Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanı hem de ülkenin cumhurbaşkanı, aynı şekilde İsmet İnönü'nün hem partinin genel başkanı hem de cumhurbaşkanı olduğunu hatırlatan Erdoğan, şöyle devam etti:

"Acaba şu anda 'partimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal'dir' diyen Kılıçdaroğlu, onların bu tek adamlığından bahsediyor mu? Hayır. Gelelim şu andaki duruma. Şu andaki durumda cumhurbaşkanı var, başbakan var. Fakat dikkat edin başbakan bir partinin genel başkanı, aynı zamanda o da yürütmenin başı. Onun için tek adamlık ifadesi kullanılıyor mu? Kullanılmıyor. Şu andaki yeni süreçte ne olacak? Bu süreçte bir defa cumhurbaşkanı, başbakan ikilemi ortadan kalkıyor ve sadece cumhurbaşkanı olacak. Cumhurbaşkanının altında da en yakın çalışma arkadaşları içinde bir, iki bilemedin üç kendisine başkan yardımcısı olacak. Bu başkan yardımcılarıyla yürüyecek. Yani güçlendirilmiş bir başkan, onun yanında güçlendirilmiş bir yasama organı, parlamento olacak. Aynı şekilde güçlendirilmiş bir yargı olacak. Bunların birbirleriyle herhangi bir ilişkisi, bağlantısı bu noktada söz konusu değil. Yasama kendi görevini yapacak. Yürütme olarak başkan daha güçlü bir şekilde kendi görevini yapacak. Yargı da kendi görevini yapacak. Dolayısıyla asla bir tek adamlık söz konusu değil. Yani bir kral, böyle bir yetki, bu başkanda yok."

Türkiye'deki gelenekler, adet ve örflerden kaynaklı olarak böyle bir hazırlığın yapıldığını anlatan Erdoğan, bu hazırlıkla beraber geleceğe yüründüğünü söyledi.

Daha seri, daha süratli gitmek istediklerini dile getiren Erdoğan, "Şu 14 sene içinde ayağımız birçok yerden kesilmeye çalışıldı, prangalar takıldık. Bunları aşamadık. Önceki dönemlerle mukayese edilmeyecek hizmetleri yaptık. Ama daha fazla şeyler yapılabilir. Daha fazla şeylerin yapılabilmesi için yürütmenin güçlendirilmesi lazımdı. Şimdi bu düzenlemeyle bu geliyor. Ben halkımızın bunu göreceğine inanıyorum. Asla, kata tek adamlıkla bu işin alakası yoktur." diye konuştu.

- Milletvekili sayısının 550'den 600'e çıkarılması

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Yeni sistemde milletvekili sayısı 550'den 600'e yükseltilecek. Bu sayede meclisin temsil gücünün arttırılacağı söyleniyor. Bu artış, seçim kanununda yapılacak değişikliklerle desteklenmeli mi sizce? Ne gibi değişiklikler yapılabilir?" sorusuna karşılık, şu yanıtı verdi:

"Senato ve milletvekilinin olduğu, çift kamaralı döneme şöyle bir baktığımızda o zamanlar 600'ün üzerinde milletvekili ve senatör vardı. Hatta kontenjan senatörleri. Hatta bunların yanında eski parlamentodan, senatodan gelmiş geçmiş olanlardan, hatta onlar için baya hoş olmayan benim de edebime şu anda uymayan ifadeler de kullanılırdı. Onları da parlamentoya alırlardı. Onlarla birlikte 600'ün çok çok üzerinde bir parlamento söz konusuydu. Şu anda ise Türkiye'nin nüfusu, 80 milyon oldu. "

Erdoğan, Avrupa ülkelerindeki parlamentoların durumuna ilişkin şu bilgileri verdi:

"Örneğin şu anda Almanya'da nüfus 82 milyon. Milletvekili sayısı 667. Milletvekili başına düşen kişi 123 bin. Fransa nüfus 66 milyon, milletvekili sayısı daha da pik yapıyor 925. Milletvekili başına düşen 75 bin. İspanya'da nüfus 44 milyon, milletvekili sayısı 616. Milletvekili başına düşen kişi 64 bin. İtalya'nın 60 milyon nüfusu var, 952 milletvekili var. 63 bin kişiye bir milletvekili düşüyor. İngiltere'nin 65 milyon nüfusu var, parlamentoya bakın 1449. 45 bin kişiye bir tane düşüyor. Türkiye'nin nüfusu 80 milyon, milletvekili sayısı 550. 143 bin kişiye bir milletvekili düşüyor."

Bunu dengelemek adına milletvekili sayısını 600'e çıkarmak istediklerini anlatan Erdoğan, "Hem illerin temsili noktasında daha adil bir yaklaşım olsun, hem de bütün bunlarla beraber öyle iller var ki faraza İstanbul diyelim ki 120- 130 bin kişiyle bir milletvekili çıkarıyorsa, öyle illerimiz var ki ismini vermeyeceğim bakıyorsunuz 10-15 bin kişiyle bir milletvekili çıkarıyor. Bu adil değil. Bu adil paylaşımı bu yeni düzenlemeyle getirmiş olacağız." dedi.

- "İstanbul'u tertemiz ettik, çöp dağlarından, hava kirliliğinden kurtardık"

Erdoğan, 1994-1999 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Başkanlığı yaptığını hatırlatarak, belediye başkanı adayı olduğu dönemde rahmetli Mehmet Ali Birand ile bu mekanda böyle bir toplantı yaptıklarını anlattı.

O toplantıda öğrencilerin İstanbul'un sorunlarına yönelik ne gibi projeler üreteceğine ilişkin sorularını yanıtladığını aktaran Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:

"Susuz İstanbul'u içinizde bilen yok. Çöp dağlarını bilen var mı? Yok. Siz tabi o günleri görmediniz. 23 yıl geçti. Buradaki yaş ortalaması bunun altındadır. Bu günleri yaşadık. Burada yaptık o programı. O programlar çok verimli oldu. Hamdolsun bir, iki yıl arasında İstanbul'u tertemiz ettik, çöp dağlarından, hava kirliliğinden kurtardık. Doğalgazı 50 bin evden, süratle 100-200 bin katlayarak, 1 milyon 250 bine çıkardık. O tabi İstanbul'u ciddi manada rahatlattı. Asıl önemli olan suydu. Ben CHP'den teslim aldım İstanbul'u. CHP'li belediye başkanı, İstanbul'a nasıl su getirileceğinin farkında değildi. 'Yağmur bulutlarına bomba atarız. Oralardan bu şekilde su temin ederiz' gibi, akla hayale gelmez projeleri kendilerine göre uyduruyorlardı. Hatta bir ara 'Kuruçeşme'ye Yalova'dan su getiririz, bu şekilde çözeriz' diyorlardı. Yalova'dan gemiyle gelen su ancak Beşiktaş çevresini idare ederdi. İstanbul'u geneli mümkün değildi."

Göreve geldikten sonra Istranca Dağları'nı deldiklerini, 180 kilometreden İstanbul'a su getirdiklerini ifade eden Erdoğan, süratle bir taraftan da ishale hatlarının, bir taraftan şebekelerin yapıldığını söyledi.

Evlerin o dönemde bidonlardan geçilmediğini, suyun küvetlere doldurulduğunu anlatan Erdoğan, o dönemde su istasyonları sektörünün oluşturulduğunu, su istasyonlarının daha sonra yavaş yavaş kapandığını ve vatandaşlarının musluktaki suyu kullanmaya başladığını belirtti.

Erdoğan, bir hışımla başladıklarını, İstanbul'a bu hizmetleri getirdiklerini, o günden bu güne aynı zihniyetle halka hizmet etmeye devam ettiklerini kaydetti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Batıda bir uzlaşmayı yakalayabiliyorlar. Bizde maalesef bunu yakalayamadık. Sonunda işte iş geldi, Başbakanımız ile Sayın Bahçeli'nin mutabakatı, görevlendirdikleri arkadaşların yaptıkları güzel bir çalışma neticesinde bu 18 madde ile iş bağlandı ve 18 madde ile gönül arzu ederdi ki burada CHP de olsun ama olmadı. 18 madde ile şimdi milletin karşısına çıktık ve milletin karşısında bu anlatılıyor mu? Maalesef, anlatılmıyor. Zira bakıyorum ki ana muhalefetin başındaki zat bir defa 18 maddeyi okumamış, inanın bilmiyor. Öyle yanlış şeyler anlatıyor ki." dedi.

Erdoğan, Sağlık Bilimleri Üniversitesi'nde düzenlenen A Haber, ATV ortak yayınındaki Gençlerle Büyük Buluşma programında, bir öğrencinin "Geçen yıl mart ayında gençlikle buluşma yaptınız. Gençlik Anayasa İstiyor kampanyasına atıfla MHP'yle ortak anayasa yapılabileceğinin mümkün olduğunu söylemiştiniz. Neden şimdi böyle bir girişimde bulundunuz. Bir de 'Yalnızlığımı biliyorum' şeklinde bir ifade kullanmıştınız. Dualar, milyonlar arkanızdayken size bunu hissettiren neydi?" şeklindeki soruyu şöyle cevapladı:

"Öncelikle Türkiye'nin bir anayasaya ihtiyacı olduğu malum. Türkiye'deki siyasi partiler, meydanlarda son seçimler de dahil olmak üzere millete ne söz verdiler? Yeni anayasa. Peki yeni anayasa sözünü verenler başbakanlığım dönemim de dahil, bu konuda bir adım attılar mı? Hayır. Anayasayla ilgili 60 maddeyle ilgili bir yere kadar gelindi fakat, 60 madde üzerinde görevlendirdiğimiz arkadaşlar çalıştılar, mutabık kaldılar, fakat son anda baktık ki CHP, geri vitese taktı. Hayır dedi. HDP'yi zaten söylememe gerek yok. O dönemde MHP'yle bu konuları arkadaşlarımız yine görüşmeye devam ettiler. Fakat, 'illa da 4 partinin katılması gerekir, katılmadığı takdirde biz yokuz', dediler. Zaten 4 partinin görevlendirdiği kişiler bu çalışmayı yaptı. Hepsi paraf ettiler. Hepsinin burada onayı var. Niye bu işi uzatıyoruz, gelin işte onlar paraf ettiler, ön çalışmaları yaptılar biz de buna hemen onayları verelim, bu işin ilk etabı olan 60 maddeyi geçirelim. Maalesef, yani siyasetin uzlaşma boyutunda bunlar yoklar. Hep rekabetten uzak, ahlaki olmayan yollara tevessül etmek suretiyle Türkiye siyasetini kirlettiler. 60 maddeyi arkadaşlarımız çalışıyor, işte ben mesela o zaman Mehmet Ali Şahin, Ahmet İyimaya ve Abdulhamit Gül arkadaşlarımızı görevlendirmiştim. Bu arkadaşlarımızın üçü de iyi hukukçudur. Diğer partiler de üçer kişi görevlendirdiler ve bu çalışmalar yapıldı ama ne yazık ki 60 madde paraf edildiği halde mutabık kalınamadı ve orada bu iş tıkandı. Tabii tıkanınca ne yazık ki yeniden işte seçim süreçleri başladı vesaire. Malum işte kasım olayı, haziran olayı, bu süreçleri yaşadık tabii Türkiye keşke o süreçleri de yaşamamış olsaydı."

- "Siyasetin o mutabakat dilini o dayanışma dilini özlüyorum, ona hasretim"

Ülkenin yönetiminde zaman kaybına tahammülünün olmadığını kaydeden Erdoğan, şöyle devam etti:

"Bunu aşmamız lazım. Ha yalnızlıktan bahsedince, ben siyasetin o mutabakat dilini o dayanışma dilini özlüyorum, ona hasretim. Batı dünyasını biraz bilirim. Gerek belediye başkanlığım dönemi gerekse yani şurada 12 yıl Başbakanlıkta geçti, ondan sonra da 2-2,5 yıl malum Cumhurbaşkanlığı dönemi ve tüm dünyayı şöyle büyük oranda dolaştım. Buralarda neler oluyor, neler bitiyor bunları gören, bilen birisiyim. Bütün bunları görünce bakıyorum ki bunlarda bir mutabakat denilen bir anlayış var. Yani, siyaset aynı zamanda bir uzlaşma sanatıdır. Bunu yapıyorlar. Fakat bizde niye olmuyor? Bizde siz 'beyaz' diyorsunuz, o kalkıyor 'siyah' diyor. Ya beyaz işte bu, görüyorsun ama yok. Kim diyor bunu? O önemli. 'Bunu Erdoğan demişse tam aksini söyleyeceksin.' Böyle siyaset olmaz ki ama batıda öyle değil. Batıda bakıyorsun bir uzlaşmayı yakalayabiliyorlar. Bizde maalesef bunu yakalayamadık. Sonunda işte iş geldi, Başbakanımız ile Sayın Bahçeli'nin mutabakatı, görevlendirdikleri arkadaşların yaptıkları güzel bir çalışma neticesinde bu 18 madde ile iş bağlandı ve 18 madde ile gönül arzu ederdi ki burada CHP de olsun ama olmadı. 18 madde ile şimdi milletin karşısına çıktık ve milletin karşısında bu anlatılıyor mu? Maalesef, anlatılmıyor. Zira bakıyorum ki ana muhalefetin başındaki zat bir defa 18 maddeyi okumamış, inanın bilmiyor. Öyle yanlış şeyler anlatıyor ki. Lokantaların kapatılmasına varıncaya kadar, muhtarlıkların kaldırılmasına varıncaya kadar, hiç mi hiç burada alakası olmayan şeyler. Böyle siyaset olmaz ki. Yalnızlık noktasına gelince burada gönül arzu ediyor ki o mutabakatta beraber olalım yoksa benim kendi yol arkadaşlarımı kast etmiyorum, yol arkadaşlarımla bugün de beraberim inşallah ölene kadar da beraber olacağız."

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun SSK Genel Müdürü olduğu dönemde rahmetli gazeteci Savaş Ay'ın programında yaptığı açıklamalar ve o dönemdeki hastanelerden görüntüler izletildi.

Görüntülerin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, gençlere şöyle seslendi:

"Çok acı ama buradan alacağımız ilhamla geleceği nasıl inşa etmemiz gerekir bunu ifade etmem lazım. Ben belediye başkanlığım öncesi, Tokat'a gidiyorum seçim çalışmaları için. Oraya giderken sabah namazını Bolu dağında kıldık, yola devam ediyoruz. Bolu dağını şöyle Ankara'ya doğru döndüğünüzde oranın meşhur bir Kargasekmez'i vardır. Kargasekmez bir boğazdır fakat kışı çok serttir. Tabii sabah namazının ardından da buz tutmuş ve bizim arabamız beş arkadaşız kaymaya başladı, dönüyoruz ve bariyerlere vurduk, vurduğumuz andan itibaren karşıdan gelen Urfa Cesur otobüsünü gördüm, o otobüse vurduğumuz hatırlıyorum ondan sonra bayılmışız. Hemen bizi aldılar, en yakın yer Düzce, Düzce'ye götürdüler. Düzce'dekiler bize müdahale edemedi, sadece birer serum bağladılar. Ambulans yok ve bizi adeta panelvan tipi araçlardan 5 arkadaşı oraya yatırdılar, aracın içindeki yere koltuk filan bir şey yok. Arkadaşlarımızdan durumu en iyi olan serumları elinde tutuyor ve biz o halimizle Bolu'ya geldik. Şimdi Bolu'da bizi ilk götürdükleri hastane, devlet hastanesi. Devlet hastanesi sordu, 'Siz memur musunuz, işçi misiniz?'. Aramızda da memur yok o zaman. İşçi olduğumuzu öğrenince biz sizi kabul edemeyiz dediler ve oradan bizi SSK'ya götürdüler. Neyse SSK'da tedaviye alındık."

Erdoğan, belediye başkanlığı gerekse de başbakan olduktan sonra arkadaşlarına "Bir defa 4 ana sorununu çözmemiz lazım: Eğitim, sağlık, adalet, emniyet. Bu 4 ana sorunun üzerinde bunu çözüp Türkiye'yi yükseltmemiz lazım." dediğini aktardı.

Sağlığın büyük önemi olduğunu vurgulayan Erdoğan, Kanuni Sultan Süleyman'ın "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" mısralarını hatırlatarak, şunları söyledi:

"Bir sağlıklı nefese Devlet-i Aliyeyi Osmaniye'yi feda etmeyi göze alan bir siyaset anlayışı. Bu bizim için çok önemli. Öyleyse biz, işe buradan başlayalım. Okullardan, fiziki imkanlar ve bütçemizin biz geldiğimiz zaman bütçenin bir numarası savunmaydı. biz bunu değiştiriyoruz dedik. Bir numaraya eğitimi koyacağız. Fiziki imkanlar, çünkü sınıflarda 70 ila 100'e kadar öğrenci alıyor o zaman. Dedik ki bunu bir defa ortalamayı 30'a çekmemiz lazım. Onun için fiziki mekanları sür'atle arttırmamız gerekiyor. Örneğin 12 senede 270 bin derslik ilave ettik. Şu anda da ortalama 30'un altına dahi düşmüş vaziyette. Öğretmen açığımız da var. Yoğun bir şekilde de öğretmen yetiştirmemiz, öğretmen almamız lazım. Bu konuda da yine yoğun bir çalışmanın içine girdik ama dedik ki sağlık felaket. İşte hastanelerin hali ortada. Beyefendi Genel Müdürlük yapıyor, ne diyor 10 yıl önce daha iyiydi, şimdi daha kötüyüz. Bir de şöyle de bir ifade kullanıyor. 'Bütün vatandaşların tabii ki hastaneye gitme özgürlüğü var' diyor. İyi ki söyledin, lütfettin. Ne demek ya. Hastane ne için var? Bunun için var. Kapılarda kuyruklar, kalabalıklar, ne halde görüyorsunuz. Doktor ilaç yazar, reçetedekilerin ikisini alırsın, üçünü alamazsın veya hiçbirini alamazsın. Çünkü o zamanlar böyle eczaneye gidip ilaç almak yok. Onları biz getirdik. Dedik ki böyle böyle hayır arkadaş, vatandaş istediği eczaneye gidecek, ilacını alacak. Bir şey daha yaptık. Dedik ki bütün hastaneler birleşecek, çünkü bakıyoruz SSK o zaman işçi sendikalarının benim dediği hastaneler. Emeklilere ait olan Emekli Sandığının hastaneleri var. Bazı bakanlıkların kendilerine ait hastaneleri var. Ben bunu anlatırken gençler, özellikle nereden nereye geldik, bunu bilin diye anlatıyorum. Bunlar gözden kaçmış olmasın. Çünkü hafıza-i beşer nisyan ile maluldür."

Sağlıkta yaptıkları dönüşümü vurgulayan Erdoğan, "Attığımız bu adımlarla beraber biz bütün bu hastaneleri birleştirdik. Şu anda biliyorsunuz devlete ait kurumlardaki yarı devlet olan kurumlar da dahil, hepsini bir çatı altına topladık, bununla da yetinmedik, eğer özel sektör vakıf hastaneleri, vesaireleri bu tür teşebbüsler olursa onlarla da şu anda Sosyal Güvenlik Kurumu dediğimiz SGK ile anlaşmalar yapar ve anlaşmalar yapmak suretiyle oralarda da tedavi olabilirsin. Ameliyatında oralarda da olabilirsin. Bunun da önünü açtık. Derdimiz ne biliyor musunuz? Benim vatandaşım, o çileleri çekmesin." dedi.

Yeni yapılan şehir hastanelerinden görüntüler izletilirken Erdoğan, modern cihazlarla donatılan bu hastanelerin 30 büyük şehrin hepsinde olacağını dile getirdi. Bazı hastaların yanına gittiğinde kendisine dua edildiğini aktaran Erdoğan, şunları aktardı:

"Hastaların yanına gittiğimde nasıl dua ediyorlar. Nasıl kucaklıyorlar. Yani evladım, benim böyle bir evim yok. Siz bize bu kadar lüks yerleri hazırladınız. ben hiç ameliyatımın bile farkında değilim. Tertemiz. Evladı yanımda olacak, yakında birisi mi olacak hepsi yanına geliyor, lüks, modern burada bir defa psikolojik olarak hasta ne yapar, tedavisini olur. Bunları gördük. Fakat dikkat ediyorum bu zata (Kılıçdaroğlu'na), yani hiç umurunda değil. Dertli değil. Suçu da nereye atıyor, siyasetçiye atıyor. Sen ne işe yararsın. SSK'nın genel müdürüsün. Eğer bütçeden bahsediyorsan bütçeyi kim hazırlayacak? Bütçeyi siyasetçi hazırlamaz. Bütçeyi altındaki bürokrat hazırlar, kime sunar? Siyasetçiye sunar. Bağlı olduğu bakanına sunar. Bakan o bütçeye bakar, der ki bu niye böyle, bu niye şöyle. Ben bak 14 senedir, bunun 12 senesi başbakan olarak geçti böyle yürüttük. 2,5 senedir de Cumhurbaşkanı olarak, 4.5 sene İstanbul'un Büyükşehir Belediye başkanıydım, 2.5 milyar dolar borçla devraldım. 1,2 milyarla devrettim. Yatırımlar hiçbir dönemle mukayese edilmeyecek derecede hamdolsun fazla."

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, darbe girişimi gecesine ilişkin, "Yanımıza arkadaşlar geldi, dediler ki, 11 buçuk gibi dediler bana, 'Kılıçdaroğlu VIP'den geldi ve bir yere gitti dediler', onlar da bilmiyorlar. Tabii biz bunları sonra öğreniyoruz. Bak şimdi çok daha enteresan görüntüler çıktı. O esnada meğerse tankların önüne gelen o ışıldaklı araçla darbecilerle orada konuşuyorlar, görüşme yapıyorlar ve darbecilerle ne konuştunuz, ne görüştünüz? 12 dakika telefon görüşmesi var, ne görüştün?" dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sağlık Bilimleri Üniversitesi'nde düzenlenen A Haber-ATV ortak yayınındaki Gençlerle Büyük Buluşma programında, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken iş adamı Üzeyir Garih'in kendisini ziyaret ettiğini ve sohbet esnasında kendisine, insanı, bilgiyi ve parayı iyi yönettiklerini, başarının sırrının da bu olduğunu belirttiğini söyledi.

Bunları yönetenlerin başarıyı yakaladığını anlatan Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun SSK Genel Müdürü olduğu dönemde gazeteci Savaş Ay'ın yönettiği bir programda, kurumuna yönelik eleştirilere verdiği yanıtlara dikkati çekerek, şöyle devam etti:

"Beyefendi şimdi sen Genel Müdürsün. Bu konuda çalışmanı yaptın mı? Yok. Yapmadığın için de bir kere senin başarıyı yakalaman mümkün değil. Zavallı siyasetçiler de herhalde 'adam bulduk' deyip getirip seni oraya koydular, ama sen '10 yıl önce daha iyiydik şimdi daha kötüyüz' diyoruz. İşte neymiş, 'nüfus şöyle artmış ancak bunlarda böyle artış olmadı.' Yav kardeşim planlama denilen olayı kim yapacak sen yapacaksın. Planlama denilen olayı siyasetçi yapmaz. Hazırlıkları yapacak, gelip siyasetçinin önüne koyacaksın. Bu mekanizma böyle çalışır. Bunlar bu başarıyı sürdüremedikleri için o çileleri, Savaş Ay'ın o programındaki o çirkinlikleri aman yarabbim o serum şişeleri, kanlı çarşaflar, onlarda yatan benim insanım o çileleri çekti. Bunlar yüzünden. Orada bir de yavru var onun hemen sol yanında. O yavrunun kolu da yanlış yapılan iğne yüzünden o zamanda kangren oldu. O şekilde kolunu kestiler. Bu tür olaylar yaşanıyor."

Erdoğan, bunların şimdi aşıldığını, sağlıkta böyle problemler kalmadığını vurguladı.

- "İsteyen istediği hastaneye gidiyor, ilacı alabiliyor"

İlaç almada da sorun kalmadığının altını çizen Erdoğan, "İsteyen istediği hastaneye gider. İlaç noktasında kimsenin bir sorunu yok, istediği eczaneden gider ilacını alır. Şimdi daha da ileri gittik. En son geçenlerde Sayın Başbakan'la da konuştuk. Kanserde bir ilaç noktasında şey vardı, dedik ki kanserde bile ithal ilaçlara ödenen para noktasında bu konuda da bence vatandaşlarımıza yardımcı olalım, bunun dahi bedelini devlet olarak ödeyelim. Şu anda geldiğimiz nokta sağlıkta bu. Türkiye'ye bırakın illeri, ilçelerde bile 3 çeşit hastanemiz var. Şehir, normal bir de gün hastaneleri dediğimiz hastaneler var. O yatak sayısı 20'nin altında olan, büyük ilçelerde yapılan hastaneler. Bu hastaneler artık tüm halkımızı yürüyüş mesafesine şey yapıyoruz. O zaman ambulans yok. Kendi hemşiresi ölmüş, gönderecek ambulansı yok. Şu anda biz hamdolsun bire 20, 30, 40 ambulanslar var ama eskiden köpeklerin çektiği kızakların üzerinde hastalar götürüyordu. Şimdi biz paletli ambulanslarla dağlara tırmanıyoruz. Hatta bizim helikopter, jet ambulanslarımız var. Buralara durup dururken gelmedik. Bunlar modern bir ülkenin hamdolsun yakalamış olduğu bir hedeftir. Türkiye şu anda bu hedefi yakalamıştır. Batıyı zaten kıskandıran, sinirlendiren kusura bakmayın kudurtan bu." diye konuştu.

- CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun darbe gecesi görüntüleri

Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun darbe girişimi gecesi Atatürk Havalimanı'ndan kaçış görüntülerinin hatırlatılıp, "Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşında kurşun yemeyi tercih ederken, kendisi kaçmayı tercih etti. Bunu nasıl yakıştırıyor kendisine?" sorusuna ilişkin de bunun izahının çok kolay olduğunu ve kendileriyle beraber on binlerce kişinin de orada olduğunu anımsattı.

Marmaris'ten çıkarken önce Facetime'dan duyuru yapıp, tüm halkı meydanlara çağırdığını hatırlatan Erdoğan, şunları aktardı:

"Orada bir kurnazlık daha yapıyor. İşi gücü budur zaten. Yalanı çok iyi söyler. Türkiye'de yalanı bunun kadar başarılı söyleyen yoktur. Enteresan, diyor ki 'beni haberdar etseydi koruma müdür benim müdürüme haber etseydi o zaman ben de onu orada beklerdim' diyor. Hale bak. Tüm millet, on binler orada. Kendisi ise VİP'te duruyor. İlginç olan şey şu. VİP'te tanklar var. Kendisine ışıldaklı bir araç geliyor orada konuşmalar falan oluyor. Oradan ışıldaklı arabaya biniyor. Saat 23.15. Bakırköy'e gidiyor. Sonra öğreniyoruz ki Bakırköy Belediye Başkanının evine gitmiş. Daha sonra bugün bir köşe yazarı diyor ki, kendisinin ifadesi, o da otellerde yer bulamamış. Öyle mi? Kendisi de bunu teyit ediyor. Çıkış anları da orada. On binler orada. Biz de çıktık. Biz helikopterle önce Dalaman'a geldik. Ben pilotuma 'ne diyorsun, buradan Dalaman'a rahat gider miyiz, falan. Dedi ki 'Cumhurbaşkanım benim açımdan hiçbir şey yok. 15 dakikada oraya varırım. Uçağımız güçlü. Ama alçak uçuş yaparım. Ama sağ sol yapar. Ne yapar Dalaman'a ulaşırız.' Bu arada da tabi otel sahibi arkadaşımız, 'benim hızlı bir yatım var. Bundan sizi yakın adalara götürebilirim' diye teklif yaptı. Dedim ki 'Serkan. Bak' dedim. 'Benim vatan topraklarımda ölmem varken, ben gidip gavur topraklarında esir hayatı süremem.' "

Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha sonra damadı, eşi, kızı ve torunlarıyla oradan çıkıp, Dalaman'a ulaştıklarını söyleyerek şöyle devam etti:

"Üç ayrı noktada tabii o gece bizim uçağımız var. Çünkü hedef saptıracağız. Dalaman'daki uçakla hareket ediyoruz. Ama ben pilota, Ankara'ya mı İstanbul'a mı gideceğiz söylemiyorum. 'Sen her iki şehrin ortasını al ve ona göre hareket et.' Ben sana son anda nereye gideceğimizi söyleyeceğim. Yola çıkıyoruz. Kendisine, İstanbul'da, Ankara'da bu kadar baya büyük kalabalık olduğunu öğrenince... Ama kulenin de işgal altında olduğunu öğreniyoruz bu arada. Ve biz İstanbul'a karar veriyoruz. Tabi İstanbul'da o esnada pist karanlık. Pilot diyor ki, 'Pist karanlık.' 'Peki sen karanlık piste inemez misin?' dedim. 'İnerim ama riski var' dedi. 'Nedir riski dedim?' 'Tank, otobüs koymuş olabilirler. Bundan endişeliyim. 'Riske etmemek lazım', dedi. Dedim ki 'Bizim uçağımız şu anda bir defa çok kısa mesafede hemen havalanabilen bir uçak. Veya önce pistin üzerinde şöyle bir dolaşırız. Ona göre kendi farlarınla beraber burayı aydınlatır, ona göre bakarız.' 'Ben şimdi yani siz bunu dedikten sonra inerim.' dedi. Peki dedik. Hemen İstanbul Emniyet Müdürümüz Mustafa Bey'le irtibat kurduk uçakta. Dedim 'Mustafa ne durumda?' 'Kuleyi biz fazla vakit almaz bu işgalcilerden kurtarırız Sayın Cumhurbaşkanım' dedi."

Erdoğan, hemen kulenin boşaltıldığını, kule sağlama alınınca pistin hemen aydınlatıldığını ve indiklerini belirtti.

Daha sonra Devlet Konuk Evinde kendilerini bekleyen vatandaşların arasına karıştıklarını ifade eden Erdoğan, şunları iletti:

"İçeride tabi 1. Ordu Komutanımız Ümit Bey ve İstanbul Valimiz Vasip Bey. Onlarla oturup durum değerlendirmesi yaptık. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanımız Berat Bey orada birlikte bir değerlendirme yaptık. Bir basın açıklaması yaparak, çünkü durumu kontrol altına alalım ve yönetelim. Mesele o. Tabii üzerimizde F-16'lar, helikopterler geldi geçti. Tabii biliyorsunuz o ses hızının üstünde bir hızla geçiyor ve geçtiği zaman da tabi konuk evinin camlarını falan patlattılar ve yaralananlar oldu. Orada vekaleten 1. Ordu Komutanımıza Genelkurmay Başkanlığı görevini verdik. Süreci oradan idare etmeye başladık. Yanımıza arkadaşlar gelip, 11 buçuk gibi dediler bana, Kılıçdaroğlu VİP'den gelip, bir yere gitti' dediler. Onlar da bilmiyorlar. Tabi biz bunları daha sonra öğreniyoruz. Şimdi çok daha enteresan görüntüler çıktı ve o esnada meğerse tankların önüne gelen o ışıldaklı araçla, darbecilerle orada konuşuyorlar, görüşme yapıyorlar ve darbecilerle ne konuştunuz, görüştünüz? 12 dakika telefon görüşmesi var. Ne görüştün? Hani sen Feto'nun gazetesine röportaj vermiştin. Geçen akşam bir radyo kanalında bir görüşme yaptım. Dedi ki bana, 'Benim de onunla görüşmem var. Bana da aynı şeyi söyledi. Darbe olursa tankların üzerine ilk ben çıkarım' dedi bana. E peki bu ne perhiz ne lahana turşusu? Niye kaçıp gittin? Hadi gelseydin ya bak orada on binlerce insan var. Sen de onların arasına karışsaydın. Bu iş kürek işi değil, yürek işi yürek. Çekti gitti. Dedim ya yalan bunda diz boyu. Ben zaten buna diyorum, bu yalan makinesi. Böyle bir durum var. İşte görüntü ortada. İspat, delil burada. Onun için de tabi yani CHP'nin çok çabuk bundan kurtulması lazım. 16 Nisan zaten bunun işaretidir."

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 7 Ağustos'ta Yenikapı buluşması yaptıklarını hatırlattı.

Yenikapı için yapılan davete MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin olumlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ise ilk başta olumsuz cevap verdiğini ifade eden Erdoğan, "Sonra ne olduysa herhalde çok baskı oldu. Bu baskılar neticesinde, Cumartesi biliyorsunuz Yenikapı buluşmasını yaptık, cuma günü bize dönüş oldu. Katılıyor diye ve katıldı. Ve Yenikapı'da birlikte olduk. Aradan bir müddet geçti, tekrar, 'Ben Yenikapı buluşmasını kabul etmiyorum' mealinde ifadeler kullanmaya başladı. Çünkü ruhunda bu yok. Zaten biz de ne olacağını biliyorduk ama hiç olmazsa vatandaşımız, 'Ya Cumhurbaşkanı sadece kendisi, Bahçeli, Yıldırım oraya davet edildi' demesin, adil anlayış ortaya koyalım. Madem ki bir birlik, beraberlik' diyoruz. Onun için bu daveti yaptık. Fakat neticesi malum. Bana göre güzel de oldu. Ancak daha sonra her zaman olduğu gibi çark etti." ifadelerini kullandı.

- "Millet seni sevmiyor"

"Kendisi, 'Tankların önünde dururum diyordu' ancak yaptıkları ortada" diyen Erdoğan, şunları kaydetti:

"7 kez seçim kaybetmiş. Ne diyor? 'Yüzde 40'ı tutturamazsan, çekilirim' mealinde ifadeler kullanıyor. Zaten bırak yüzde 40'ı, yüzde 30'a ulaşamadı ki. Hep 25, 26, daha aşağısı. Hep buralarda kaldı. Daha yukarı çıkamadı. Niye? Millet seni sevmiyor, benimsemiyor. Gerçek ortada. Milleti öyle akşam başka sabah başka yalan konuşmakla aldatamazsın. Milletin feraseti yüksektir. Milletle alay edilmez. Hele hele bizim milletimizle hiç edilmez. O sizi gözlerimizden tanır, anlar. Bu milletin feraseti farklıdır. O gece oraya geliş, öyle sıradan herkesin karı değil. Bir grup bakıyorsun havalimanı, bir grup Şehitler Köprüsünün üzerinde. Bir grubu daha Yenibosna o tarafta. Ankara'da bir bakıyorsun bir grup külliyenin o tarafta. Bir grup parlamentonun çevresinde. Bir grup 'Özel Harekat bombalandı' diyor, oraya gidiyor. Yav bu millet ölümü korkutmuş. Bu millet şehadete inanmış, onu kavramış. Onun için bu İstiklal Marşını her gencimizin çok iyi kavraması lazım. İstiklal Marşımızı gerçekten ruh dünyasına sindiren her genç, evelallah Sabri gibi, Safiye kardeşimiz gibi hepsi tankların üzerine gider. Şimdi Safiye Hanım tankların üzerine gitti diye bazıları diyor ki 'Ya bu ne biçim kadın?' İki çocuğunu evde bırakıyor oraya gidiyor. Tutuyor kolundan savuruyor falan. Hiç, zerre kadar taviz vermiyor. Niye? Bunlar Nene Hatunların torunları. Vatan Caddesinde yaşanan olay... Orada bacımız şehit oldu, paramparça oldu. Yılmadı. Beyiyle, çocuklarıyla görüştüm. Hiç. Baktım onlar da aynı ruh dinamizmini taşıyor. İşte Büyükşehir Belediyesinin önünde olanla, orayı işgal hareketi... Bizim yine aynı şekilde Prof. İlhan kardeşimiz. Yine oradaki şeyde şehit oldu. Tüm mesele 'ben Rabbimin o şehadet müjdesine kavuşmak istiyorum' dediler ve yürüdüler. Bunun da hakkını verdiler. 249 şehit, 2 bin 193 gazi. Bu, bir imanın gereğidir. İmandır o cevher ki ilahi ne büyüktür. İmansız olan paslı yürek, sinede yüktür. Ne diyor öbür tarafta. 'Arkadaş alçakları yurduma uğratmadı sakın. Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın. Doğacaktır sana vaat ettiği günler hakkın. Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın.' İşte o gövdesini, göğsünü tanka siper yaptı. Sabri atıyor kendini tankın altına. 'Ne olur ne olmaz?' düşünmüyor. Oradan kurtarıyor. İkinci tank geliyor, kendini onun da altına atıyor. Yaralanıyor vesaire. Durmuyor. Bakın şu anda bile o yaralı haliyle tedavi görüyor. Tutmuşlar yürüyüşler yapıyorlar."

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber