İmsak
Güneş
Öğle
İkindi
Akşam
Yatsı

Memura 'al kararı buradan defol git' sözü hakaret sayıldı

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Kaymakamlıkça verilen bir görevi yerine getirmek üzere gittiği bankada yüzüne dosya fırlatılarak 'al kararı buradan defol git' sözüne muhatap memura, hakaret suçunun oluştuğuna karar verdi.

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 15 Ocak 2022 14:58, Son Güncelleme : 11 Ocak 2022 13:59
Memura 'al kararı buradan defol git' sözü hakaret sayıldı

Gölbaşı Kaymakamlığı'nda şef olarak görev yapan kamu görevlisi, olay günü kurul halinde 3091 sayılı Yasa kapsamında infaz işlemi yapmak üzere Gölbaşı ..bank Şubesine gitmişlerdir.

Burada müdürün odasında otururken, banka müdürü söz konusu taşınmazın maliki olmadıklarını kiracı olduğu ileri sürerek mevcut evrakı imzalamamıştır.

Mülk sahibi olan sanık olay yerinde bulunmakta olup memura yönelik 'Sen kim oluyorsun da buraya geliyorsun, ne vasıfla buraya geldin, defol git, burası benim malım, ben mal sahibiyim' demiş ve evrakı 'Al şu kararı defol git' diyerek üzerine atmıştır.

Gölbaşı (Ankara) (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesince 6000 TL adli para cezası verilmiştir.

Yargıtay 18. Ceza Dairesince itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Ceza Genel Kurulu; "Sanığın kullanmış olduğu ifadeler ile kendisine verilen evrakı katılanın yüzüne fırlatması şeklindeki eyleminin bir bütün halinde herhangi bir düşünce açıklaması niteliğinde olmadığı, eylemin şekli, yapıldığı yer ve ortam gözetildiğinde kamu görevlisi olan katılanın, görevini yerine getirmesini etkilemeyi ve saygınlığına zarar vermeyi amaçlayıp küçültücü nitelikte olduğu, dolayısıyla eylem sonucu katılanın onur, şeref ve saygınlığı rencide edilerek hakaret suçunun unsurlarıyla oluştuğuna" hükmetmiştir.

T.C.

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

E:2017/1187

K:2020/88

Kararı Veren

Yargıtay Dairesi : 18. Ceza Dairesi

Mahkemesi :Sulh Ceza

Sayısı : 116-384

Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan sanık ...'in, TCK'nın 125/3-a, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 6000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin Gölbaşı (Ankara) (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesince 05.06.2014 tarih ve 116-384 sayı ile verilen hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 18. Ceza Dairesince 03.10.2017 tarih ve 39685-10189 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 10.11.2017 tarih ve 260466 sayı ile;

"...Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşa yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.

Kamu görevlisine görevinden dolayı yapılan hakaret suçuna ilişkin; 5237 sayılı TCY'deki düzenleme, 765 sayılı TCY'den farklı olup, 765 sayılı Yasa uygulamasında 'memur' kavramına yer verilerek, memura görev sırasında herhangi bir nedenle hakaret edilmesi hali dahi nitelikli hal olarak düzenlenmiş iken, 5237 sayılı Yasada memur kavramını da içerecek şekilde 'kamu görevlisi' kavramına yer verilerek, yalnızca kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret edilmesi nitelikli hal olarak kabul edilmiştir. Görev sırasında ancak görevinden dolayı olmayan hakaretler ise, 125. maddenin 1. fıkrasında düzenlenen basit hakaret olarak kabul edilerek, soruşturulması ve kovuşturulması da mağdurun şikayetine bağlı tutulmuştur.

'Görevinden dolayı' hakaretin kabulü için de yapılan kamu görevi ile hakaret eylemi arasında nedensellik bağının bulunması gerekmektedir. Hakim her somut olayda nedensellik bağının bulunup bulunmadığını araştırarak, sonucuna göre, eylemin, suçun basit haline mi yoksa nitelikli haline mi uyduğunu saptayacaktır. Bu saptama yapılırken, hakaret eylemlerine muhatap olan kamu görevlisinin faile karşı doğrudan veya dolaylı görev yapması koşulu aranmayacaktır. Zira, hakaret doğrudan görevle ilgili olabileceği gibi, görevin yerine getiriliş yöntemi ya da sonuçları ile ilgili de olabilir.

Bu açıklamalar çerçevesinde, maddi olayda, Gölbaşı Kaymakamlığı'nda şef olarak görev yapan katılan ...'un, olay günü kurul halinde 3091 sayılı yasa kapsamında infaz işlemi yapmak üzere Gölbaşı Denizbank Şubesine gittikleri, burada müdürün odasında otururken, banka müdürünün, söz konusu taşınmazın maliki olmadıklarını kiracı olduğu ileri sürerek mevcut evrakı imzalamadığı, bu sırada mülk sahibi olan sanık ...'inde olay yerinde bulunduğu ve katılana yönelik 'Sen kim oluyorsun da buraya geliyorsun, ne vasıfla buraya geldin, defol git, burası benim malım, ben mal sahibiyim' diyerek, evrakı 'Al şu kararı defol git' diyerek üzerine attığı şeklinde gerçekleşen eylemde, sanığın eyleminin, katılan ...'un onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, rahatsız edici ve nezaket dışı hitap tarzı niteliğinde olduğu ve hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı" görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.

CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 18. Ceza Dairesince 21.11.2017 tarih ve 7107-13333 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1- Sanığa atılı kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığı,

2- Suçun oluştuğu sonucuna ulaşılması halinde Yerel Mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilirken gösterilen gerekçenin, hapis cezasının paraya çevrilmesi sırasında gösterilen gerekçeyle çelişip çelişmediği, yasal, yeterli ve dosya kapsamıyla uyumlu olup olmadığı,

3- Seçenek yaptırım içeren suçta hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi isabetsizliğinin, kararın bozulması gerektiği sonucuna ulaşılması halinde bozma nedeni, kararın bozulmaması gerektiği sonucuna ulaşılması halinde ise eleştiri nedeni yapılıp yapılamayacağı,

Hususlarının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Katılan ... ile tanıklar ..., ... ve ... tarafından düzenlenen 13.12.2013 tarihli tutanağa göre; aynı tarihte saat 10.00'da 3091 sayılı Kanun uyarınca infaz işlemi yapmak üzere Denizbank Gölbaşı Şubesi'ne gidildiği, şube müdürünün odasında mal sahibi sanık ...'in kararın infazı sırasında "Sen kim oluyorsun, ne vasıfla buraya geldin? Defol git, burası benim malım, ben mal sahibiyim, çık git!" diyerek katılana hakarette bulunduğu ve karar kendisine uzatıldığında katılanın yüzüne fırlattığı anlaşılmaktadır.

Katılan ... aşamalarda; Gölbaşı Kaymakamlığında beş yıldır şef olarak görev yaptığını, tanık Mehmet'in 3091 sayılı Yasa kapsamında kendilerine şikayet dilekçesi verdiğini, bu kişinin Ziraat Bankası'nın bulunduğu arazinin sahibi olduğunu, Denizbank'ın merdivenlerine havalandırma penceresi açıldığı ve bunun da kendi mülküne tecavüz niteliğinde olduğu için kaldırılmasını istediğini, muhatap olarak banka gösterildiği için müdürün ifadesini aldıklarını, müdürün mülk sahibi olmadıklarını ancak genel müdürlük izni ve mülk sahibinin bilgisi dahilinde pencereyi açtıklarını söylediğini, daha önce keşif gününde sanığın "Bana sen kimsin, ne vasıfla geldin?" diyerek hakaret ettiğini, yapılan keşif sonucu kaymakamlıktan tecavüzün menine dair karar çıktığını, bu kararın infazı için tekrar bankaya gittiklerini, müdürün odasına girip olayı izah ettiklerini, müdürün de "Biz mülk sahibi değiliz. Tebligatı almak istemiyoruz." dediğini, daha sonra sanığın odaya gelerek "Sen kim oluyorsun, ne vasıfla buraya geldin, defol git, burası benim malım." dediğini, kendisinin de kararın kaymakam beye ait olduğunu söylediğini, ancak sanığın dinlemediğini, ısrarla bağırmaya devam ettiğini, memurlar ve müdürün sanığı sakinleştirmeye çalıştığını, sakinleşmeyen sanığa kararı verdiğini, sanığın imzaladığını ancak suratına fırlattığını, odadan çıkarken de "Bir daha benim malıma gelmeyin, burası benim malım defolun gidin." diye hakaretlerine devam ettiğini,

Tanık Yusuf aşamalarda; Gölbaşı Kaymakamlığında kadastro memuru olarak görev yaptığını, katılanla beraber Denizbank'ın bulunduğu binaya 3091 sayılı Yasa gereğince tespit yapmak için gittiklerini, banka müdürünün odasına girip oturduklarını, katılanın müdüre evrakları verdiğini, müdürün kendilerini ilgilendirmediği söyleyerek evrakları imzalamadığını, odada mal sahibi sanığın da olduğunu, katılanın sanığa "Bunları imzala." diyerek evrakları verdiğini, sanığın "Ben size buraya gelmeyin demedim mi? Defol git." diyerek evrakları katılanın yüzüne fırlattığını, kendisinin ise sanığa karşısındakinin bayan olduğunu bu şekilde davranmaması gerektiğini söylediğini,

Tanık Fevzi aşamalarda; olay günü katılanla bankaya gittiklerini, banka müdürünün kendilerini sanığa gönderdiğini, sanığın da "Evrakları buraya getirmeyin demedim mi?" diyerek atıp "Defolun gidin!" dediğini, sanık evrakı atınca katılanın da evrakı ona doğru attığını, katılanın hakaret içeren herhangi bir sözünü duymadığını,

Tanık Mehmet aşamalarda; olay tarihinde 3091 sayılı Kanun uyarınca verilen kararın tebliği için katılanla birlikte Denizbank Şubesi'nin bulunduğu binaya gittiklerini, katılanın banka müdürüne kararı tebliğ etmek istediğini, Banka müdürünün "Ben mütecaviz değilim." diyerek kararı tebellüğ etmediğini, bunun üzerine sanığa kararın tebliğ edildiğini, sanığın "Hadi şimdi defolun gidin." dediğini ve evrakları üzerine attığını, katılanın da "Bir karar daha var, bunun tebliği gerekiyor." diyerek masaya bir karar daha bıraktığını, sanığın bunu da tebliğ aldığını, tebliğ aldıktan sonra yine "Defolun gidin." dediğini, sanık birinci imzayı attıktan sonra katılanın diğer evrakları imzalaması için sert bir şekilde attığını,

Tanık ... soruşturma aşamasında; Ziraat Bankası'nın bitişiğinde yer alan ve içerisinde Denizbank'ın bulunduğu binanın jeneratör bacası ile ilgili olarak mülk sahibinin şikayette bulunmuş olduğunu, olay tarihinde katılanın karar tebliği için işyerine geldiğini, kendisinin kararın binanın yapımı ile ilgili olduğunu, banka ile ilgili olmadığını anlayınca tebliğ almayacağını söylediğini, sanık ve katılanın da odada olduklarını, sanığın katılana "Ben sana daha önce söyledim, tebligatı bana yapacaksın, bunları neye karıştırıyorsun?" diye biraz yüksek sesle söylediğini, sanığın tebligat metnini alıp sehpaya attığını, bir kağıt da katılanın sehpaya fırlattığını, ses tonlarının yükseldiğini, ancak karşılıklı olarak birbirlerine hakaret etmediklerini,

Kovuşturma aşamasında ise tartışma esnasında hangi kelimeleri kullandıklarını duyamadığını,

Beyan etmişlerdir.

Sanık aşamalarda; Denizbank Şubesi'nin içinde kiracı olarak bulunduğu dükkanın sahibi olduğunu, tanık Mehmet'in şikayeti nedeniyle görevli memurların her defasında bankayı muhatap alıp bu şube müdürünü ve çalışanlarını rahatsız ettiklerini, olaydan bir gün önce katılan ile görüştüğünü, bu olay nedeniyle kendisini muhatap almalarını, bankada çalışanları rahatsız etmemelerini söylediğini, kendisine "Tamam Bülent Bey, siz saat 09:30'da orada olun biz tebligatı size yapacağız." dendiğini, ertesi gün tanık Mehmet ve kardeşi ile memurların geldiğini, tebligatı imzalatmak için doğrudan bankanın müdürüne gittiklerini, müdürün de "Mal sahibi burada bizim sorumluluğumuz olmadığı için mal sahibine imzalatın." dediğini, kendisinin de katılana "Ben size dün geldim. Neden bana imzalatmıyorsunuz da kiracıma imzalatıyorsunuz." dediğini, katılanın ise "Ne değerli malınız varmış, malınız başını yesin!" diyerek tebligat parçasını attığını, kendisinin tebligatı alıp imzalayarak katılana iade ettiğini, "Lütfen burayı terk edin, bir daha buraya gelmeyin, buranın mal sahibi benim, muhatabınız benim." dediğini, katılan ile tanık Yusuf ve memurların peş peşe çıktıklarını, çıkarlarken tanık Yusuf'un kendisine "Parayı kazanmışsın, malı kazanmışsın ama adam olamamışsın." dediğini, şikayetçiye hakaret etmediğini, kiracısının rahatsız edilmesini istemediğini,

Savunmuştur.

Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.

1- Sanığa atılı kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığı;

Doğal haklardan kabul edilen ifade hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde, vazgeçilemez ve devredilemez bir niteliğe sahiptir. Öğretide değişik tanımlara rastlanmakla birlikte, genel bir kabulle ifade/düşünce hürriyeti, insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkan ve özgürlüğüdür. Demokrasinin "olmazsa olmaz şartı" olan ifade hürriyeti, birçok hak ve özgürlüğün temeli, kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağıdır. İşte bu özelliğinden dolayı ifade hürriyeti, temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilerek, birçok uluslararası belgeye konu olmuş, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda da ayrıntılı düzenlemelere tabi tutulmuştur.

Bu bağlamda;

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 19. maddesinde;

"Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malümat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını gerektirir.",

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 10. maddesinin birinci fıkrasında;

"Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir." hükümlerine yer verilmiştir

Anayasamıza bakıldığında;

25. maddesinde "Düşünce ve kanaat hürriyeti" başlığı altında;

"Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz."

26. maddesinde, AİHS'nin 10. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeye benzer şekilde;

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir." hükümleri yer almıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konuya ilişkin olarak; "İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen 'haber' ve 'düşünceler' için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu alanda getirilen her 'formalite', 'koşul', 'yasak' ve 'ceza', izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır." şeklinde görüş belirtmiştir (Handyside/ Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 07.12.1976). Görüldüğü gibi, Sözleşme'nin 10. maddesinin birinci fıkrası ile Anayasa'nın 25 ve 26. maddelerinde ifade (düşünce) hürriyeti en geniş anlamıyla güvence altına alınmıştır.

Günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, istisnalar dışında, geniş bir yelpazeyle düşünceyi açıklama korunmakta ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmek suretiyle özgürlüğün sağladığı haklardan en geniş şekilde yararlandırılmaktadır.

Ne var ki; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır.

Bu bağlamda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" başlıklı 125. maddesi;

"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,

b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,

c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,

İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz

(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.

(5) Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır." şeklinde düzenlenmiştir.

Bu düzenleme ile 765 sayılı TCK'dan farklı olarak hakaret ve sövme ayrımı kaldırılmış, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek hakaret suçunu oluşturan seçimlik hareketler olarak belirlenmiştir (Mahmut Koca- İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.430).

Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir.

Eleştiri ise herhangi bir kişiyi, eseri, olayı veya konuyu enine, boyuna, derinlemesine her yönüyle incelemek, belli kriterlere göre ölçmek, değerlendirmek, doğru ve yanlış yanlarını sergilemek amacıyla ortaya konulan görüş ve düşüncelerdir. Genelde beğenmemek, kusur bulmak olarak kabul görmekte ise de eleştirinin bir amacının da konuyu anlaşılır kılmak, sonuç çıkarmak ve toplumu yönlendirmek olduğunda kuşku yoktur.

Her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.

Kamu görevlilerinin, görevlerini yerine getirirken fonksiyonlarını etkilemeyi ve saygınlıklarına zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı saldırılara karşı korunmaları zorunlu olmakla birlikte, demokratik bir hukuk devletinde, kamu görevini üstlenenleri denetlemek, faaliyetlerini değerlendirmek ve eleştirmek de kaynağını Anayasadan alan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sonucudur. Eleştirinin sert bir üslupla yapılması, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu ise de eleştiri yapılırken görüş açıklama niteliğinde bulunmayan, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler kullanılmamalı, düşünceyi açıklama sınırları içinde kalınmalıdır.

AİHM'e göre, öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler eğer bir değer yargısı içermekte ve somut bir olgu isnadından bahsedilemeyecekse, değer yargılarını destekleyecek "yeterli bir altyapı"nın mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulmaktadır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı AİHM tarafından da ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir.

Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Olay tarihinde Gölbaşı Kaymakamlığında görev yapan katılanın, taşınmaz mal zilyetliğine yönelik tecavüzlerin önlenmesi görevi kapsamında işlem yapmak üzere yanında tanıklar Yusuf, Fevzi ve Mehmet olduğu halde Gölbaşı Denizbank Şubesi'ne gittiği, burada müdür olarak görev yapan tanık Okan'ın odasına geçtikleri, taşınmaz sahiplerinden olan sanığın da orada bulunduğu, katılanın, tanık Okan'dan ihtilafla ilgili birtakım evrakı imzalamasını istediği, ancak tanığın, olayla bankanın bir ilgisi bulunmadığı gerekçesiyle imzadan imtina ettiği, bunun üzerine katılanın sanıktan imzalamasını istediği, sanığın ise bu duruma sinirlenerek katılana hitaben "Sen kim oluyorsun da buraya geliyorsun, ne vasıfla buraya geldin, defol git, burası benim malım, ben mal sahibiyim." dediği ayrıca imzaladığı evrakı da "Al şu kararı defol git." diyerek katılanın üzerine attığı olayda; sanığın kullanmış olduğu ifadeler ile kendisine verilen evrakı katılanın yüzüne fırlatması şeklindeki eyleminin bir bütün halinde herhangi bir düşünce açıklaması niteliğinde olmadığı, eylemin şekli, yapıldığı yer ve ortam gözetildiğinde kamu görevlisi olan katılanın, görevini yerine getirmesini etkilemeyi ve saygınlığına zarar vermeyi amaçlayıp küçültücü nitelikte olduğu, dolayısıyla eylem sonucu katılanın onur, şeref ve saygınlığı rencide edilerek hakaret suçunun unsurlarıyla oluştuğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı; "Hakaret suçuyla korunan hukuki yarar, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, suçun oluşabilmesi için, muhataba yönelik davranışın küçük düşürücü olması gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda göreceli olup zamana, yere ve duruma göre değişim gösterebilir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşlara yönelik her türlü ağır eleştiri, kaba, nezaket dışı veya rahatsız edici nitelikteki sözler hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemeli, sözler 'açıkça' onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek vasıfta somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövme fiilini oluşturmalıdır. Diğer taraftan kendilerine belirli idari yetkiler verilmiş kamu görevlilerinin, icraatlarına, söz ve davranışlarına getirilen eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterme yükümlülüğü bulunduğu da AİHM içtihatlarında sıklıkla vurgulanmıştır. Bu doğrultuda somut olay değerlendirildiğinde, sanığın kullanmış olduğu 'defol git' şeklindeki sözler ile katılanın üzerine imzaladığı evrakları fırlatması şeklindeki eylemi her ne kadar kaba, nezaket dışı ve rahatsız edici olsa da katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadı veya sövme boyutuna ulaşmadığından hakaret suçunun unsurlarıyla gerçekleşmediği kanaatine ulaşıldığından çoğunluk görüşüne katılmam mümkün olmamıştır."

Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi ise; "Sanığın eyleminin hakaret suçunu oluşturmadığı" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının;

a- Sanığa atılı kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığına ve Yerel Mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilirken gösterilen gerekçenin, hapis cezasının paraya çevrilmesi sırasında gösterilen gerekçeyle çelişip çelişmediği, yasal, yeterli ve dosya kapsamıyla uyumlu olup olmadığına yönelik uyuşmazlık konuları bakımından REDDİNE,

b- İlk iki uyuşmazlık konusunda ulaşılan sonuç karşısında seçenek yaptırım içeren suçta hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi isabetsizliğinin bozma nedeni yapılıp yapılamayacağına ilişkin uyuşmazlık yönünden değişik gerekçeyle KABULÜNE,

2- Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 03.10.2017 tarihli ve 39685-10189 sayılı onama kararındaki "Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı," ibaresi çıkarılarak yerine "TCK'nın 50. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı olarak tercih edilen seçenek hapis cezası adli para cezasına çevrilmiş ise de aleyhe temyiz olmadığından bozma yapılamayacağı," ibaresinin EKLENMESİNE, diğer kısımlarının aynen bırakılmasına,

3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 11.02.2020 tarihinde yapılan müzakerede birinci ve ikinci uyuşmazlık konuları açısından oy çokluğuyla, üçüncü uyuşmazlık konusunda ise oy birliğiyle karar verildi.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber