Gayri resmi tarihten başka bir kesit: Atıf Hoca'yı astıktan sonra şapka giydirdiler

Kaynak : Star Gazetesi
Haber Giriş : 07 Aralık 2011 07:20, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Dersim'le ilgili tarihi açıklaması sırasında bahsettiği İskilipli Atıf Hoca hakkında tartışmalar sürerken, bu açıklamalarla aslında yakın tarihin en önemli bir başka tabusuna daha dokunuluyordu.. ?Şapka Devrimi Kurbanları'ndan İskilipli Muhammed Atıf Hoca, düşüncesinin bedelini canıyla ödeyen yakın tarihin en önemli şahsiyetlerinden biriydi.. Zira Şapka Kanunu çıkmadan 18 ay evvel yazdığı bir kitapçıktan dolayı bu cezaya çarptırılacak, hiçbir itiraz hakkı tanınmadan asılarak idam edilecekti. Peki İskilipli Atıf Hoca'nın böyle bir cezaya mahkum edilmesine neden olan kitapta ne vardı? Atıf Hoca ile birlikte aynı akıbeti paylaşan diğer isimler kimlerdi? Son sözünde ?Katil ve zalimlerle mahşerde hesaplaşacağız' diyen Atıf Hoca hakkında bilinmeyenlere ışık tutmaya çalışacağız. Ümidimiz; sadece Dersim trajedisi değil, yakın tarihte yaşanan ancak tabu haline getirilen her şeye dokunulması.

Sıcak bir yaz günüydü.. Tarihler Ağustos'un 27'sini gösteriyor.. Anadolu illerinden birinde, Kastamonu'da ülkenin Reis-i Cumhur'u Mustafa Kemal Atatürk konuşuyor; elindeki ?Panama' şapkayı meydandaki kalabalığa göstererek, Cumhuriyet dönemi tarihi nutuklarından birini daha irad ediyor.

?...Efendiler, uygar ve milletler arası kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz! Ayakta iskarpin veya potin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bu serpuşun adına ?şapka' denir. Redingot gibi, Bonjur gibi, simokin gibi işte şapkamız! İsterseniz bildireyim ki: Bu kadar yüksek ve önemli, sonuca varmak için gerekirse bazı kurbanlar da verelim!... Bunun ehemmiyeti yoktur..? İşte Mustafa Kemal'in ?Gerekirse kurbanlar verelim, ehemmiyeti yoktur.? dediği bu devrim, aslında milleti çok yakından ilgilendiren, bizzat şeklini şemalini değiştirecek adım olduğundan oldukça ses getirecektir. 27 Ağustos'ta Kastamonu'da ilan edilen Şapka için Bakanlar Kurulu, 2413 numaralı kararname ile devlet memurlarına şapka giyme mecburiyeti getirir. (02 Eylül 1925). Ardından Konya Milletvekili Refik Koraltan Bey ve arkadaşları 15 Kasım 1925 tarihinde şapka dışında başlık giyilemeyeceğine ilişkin kanun teklifini TBMM'ye verirler. Bursa Milletvekili Nureddin Paşa (sakallı), tasarının Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na (anayasa) aykırı olduğunu ileri sürse de dikkate alınmaz ve 671 sayılı ?Şapka İktisası Hakkında Kanun? 25 Kasım 1925'te kabul edilir. 28 Kasım 1925 günü de 230 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girer.

?Frenk Mukallitliği ve Şapka'

Bu arada Atıf Hoca da Şapka Devrimi'nden bir buçuk sene önce ?Frenk Mukallitliği ve Şapka? isimli 32 sayfalık bir kitapçık yayınlamıştır. Yasa gereği, kitabını yayınlamadan önce Maarif Vekâleti'ne (Milli Eğitim Bakanlığı) göndermiş, vekâletten izin, hattâ takdir almıştır. Hoca eserinde, Batı taklitçiliğine dikkat çekiyor, hadislere dayanarak, ?Bir kavme benzemeye çalışan onlardandır? diyordu.

Kelepçeli yolculuk

İskilipli Muhammed Atıf Hoca bu eserinden dolayı 9 Aralık 1925 günü Laleli'deki evi arandıktan sonra hakkında ?tevkif müzekkeresi' bile kesilmeksizin İstanbul Polis Müdürlüğü'ne götürülür. Burada iki gün aralıksız devam eden sorgusundan sonra ?Şapka isyanı amillerinden' sayılarak Ankara İstiklal Mahkemesi'nin emri ile Galata Limanı'ndan kelepçeli olarak bindirildiği bir kömür gemisi ile Giresun'a gönderilir. Giresun'da 16-18 Aralık'ta yapılan muhakemede suçsuzluğu, masumluğu ortaya çıkar. Atıf Hoca buna rağmen mahkeme heyetinin de seyahat ettiği Akdeniz yolcu gemisiyle yine kelepçeli olarak İstanbul'a getirilir. 21 Aralık'ta İstanbul'a gelebilen Atıf Hoca, evine gönderilmek yerine polis merkezine götürülerek hücreye atılır. Atıf Hoca'nın buradan serbest bırakılması beklenirken, 24 Aralık'ta, 28 sanıkla birlikte bindirildiği bir trenle Ankara'ya gönderilir. Burada diğer sanıkların aksine tek kişilik hücreye konulur. 20 Ocak 1926'da duruşmalara başlanır. 26 Ocak'taki duruşmada kimi sanıklarla yüzleştirilir.

Bolulu Nizamettin Saraç Bey anlatıyor: Bir tesadüf eseri olarak Atıf Hoca'nın muhakemesinde de bulundum. Muhakemeyi, reis sıfatıyla Kel Ali adıyla maruf Ali Çetinkaya yürütüyordu. Büyük bir hışımla hocaya dönerek, ?Sen şapka aleyhinde bulunmuşsun!? dedi.

Bayrakla muhteşem savunma

Hoca, sakin ve vakur (ağırbaşlı) bir tavırla, ?Evet efendim. Şapka Kanunu çıkmadan iki sene önce, şapkanın bir Müslüman kisvesi (giysisi) olmadığına dair bir risale yazmıştım? dedi. Kel Ali, ?Şimdi ne yapıyorsun?? diye sordu. Hoca, ?Kanunlara itaat ediyorum? cevabını verdi. Bunun üzerine Kel Ali hiddetle bağırarak, ?Sen bilmiyor musun ki şapka da bezdir, fes de bezdir?? deyince hoca sükûnetle, ?Evet biliyorum, ancak hey'et-i hakimin (hakim heyetinin) arkasındaki bayrak da bezdir, lütfen o bezi kaldırınız da yerine bir İngiliz bayrağı asınız? karşılığını verdi. Kel Ali hiddetlenmişti. ?Ne diyorsun?? diye bağırdı. Hoca, ?Şapka bir alamettir; âdet ile alamet arasındaki farkı düşünerek o risaleyi yazmıştım? dedi. Bunun üzerine celse tatil olundu ve savunmasını yapmak için mahkeme bir gün sonraya ertelendi. Ve nihayet 2 Şubat 1926 günü, mahkemede müdde-i umumi (savcı) Necip Ali(Küçüka) Bey iddianamesini ve ceza taleplerini okudu. Tek idam isteği, Babaeski müftüsü Ali Rıza efendi hakkındaydı.

?Delil bulunamadı ama bu kitap bugünkü devrim ruhuna aykırı'

Bazı çevrelerin Atıf Hoca'nın şapkaya muhalefetten dolayı asılmadığı iddiaları ise en başta Atıf Hoca hakkındaki iddianame ile yalanlanıyor. İşte o tutanaklara göre Atıf Hoca hakkında istenen cezanın nedeni ve karar;

İDDİANAME: CELSE (2 ŞUBAT 1926 SALI)

Reis Ali Çetinkaya (Kel Ali)

Savcı Necip Ali (Küçüka)

Azalar Kılıç Ali ve Reşid Galip

Savcı Necip Ali: Mesela Rize'de çıkmış hadisede Rizeli asileri tahrik etmek suçuyla yakalanmış kişilerin evleri arandığında Hoca Atıf Efendi'nin ?Şapka ve Frenk Mukallitliği' adındaki kitabı ortaya çıkarılmıştır. (...) Atıf Efendi gerçekten de o bilinen meşhur kitabını 1340'da (M.1924 ) yazdığını ve Maarif Vekaleti'nin özel izni ile neşrolunduğunu iddia etmektedir. Yaptığımız araştırmalara göre, bu beyanı doğrudur. Atıf Efendi'nin kitabı elden ele o kadar çok dolaşmış ve o kadar ehemmiyetle okunmuştur ki, mesela ?şapka emri çıktı, ne yapacağız?' denildiği zaman bazı mihraklar tarafından ?Hocaefendi'nin kitabını okuyunuz? diye telkinde bulunulmuştur. (..) Atıf Hocaefendi'nin neşretmiş olduğu eserlerden, Neşr-i Şer'i, Terakkiyat-ı Diniyye, Şapka ve Frenk Mukallitliği kitapları incelendiğinde görülecektir ki; inkılap ruhuyla bugünün ruhuyla, TC ruhuyla hiçbir zaman bağdaştırılması mümkün değildir.?


4 Şubat 1926 Perşembe sabahı. Görevli ?Muhammed Atıf' diye bağırdı. Hoca ağır adımlarla, dualar mırıldanarak sehpaya yürüdü. Kılıç Ali'nin öfkesi ise bitmemişti.

2 Şubat 1926 günü, mahkemede müdde-i umumi (savcı) Necip Ali(Küçüka) bey tarafından okunan iddianamede tek idam isteği, Babaeski müftüsü Ali Rıza efendi hakkındaydı. Atıf efendi ise, 10 senelik sürgün (kürek) cezası istenen mazlumlar arasındaydı.Mahkeme son müdafaaları dinlemek ve hükmünü vermek üzere ertesi güne tehir olundu (ertelendi).

?Sarıklılar gelsin' diye anons edildi

Ertesi sabahın (3 Şubat 1926) ilk ışıklarıyla mazlumlar topluca İstiklâl Mahkemesi'ne götürüldüler. Jandarma topluluktan öncelikle Babaeski Müftüsü Ali Rıza ve Atıf Efendileri mahkemeye aldı. Jandarma ikinci defa kapıyı açtığında ?sarıklılar gelsin? dedi. Ali Haydar Efendi başta olmak üzere eski tabirle ilmiyeden ne kadar zevat varsa içeriye girdiler. 10 dakika sonra sarıklılar geri döndü fakat dönemeyen iki kişi vardı: Atıf Hoca ve Ali Rıza Efendi. Ardından da karar açıklandı: ?(...) Frenk Mukallitliği ve Şapka adındaki kitabı yazdığı ve muhtelif bölgelere göndererek halkı isyana teşvik ettiğinden dolayı 7/12/1341(M.1925)tevkif edilen Fatih Dersiamlarından Hoca Atıf (..) ve diğer arkadaşları haklarında yapılan muhakemeleri neticesinde: İskilipli Atıf ve Babaeski eski Müftüsü Ali Rıza Efendilerin salben(asılarak) idamlarına... karar verildi.? Kararın açıklandığı an, Hoca'nın ağzından çıkanları, o günün tanıklarından Tahiru'l-Mevlevi aktarıyor: ?Zalim ve katillerle elbette mahşer gününde hesaplaşacağız.? Posta müvezzii İskilipli Atıf Hoca'nın evine hapishane müdürünün ağzıyla yazılan şöyle bir telgraf teslim ediyordu: ?Hoca Atıf vefat etmiştir. Cevaben bildirilir.?

?Hasır şapkalı zat bağırıyordu'

Muhakemeyi takip eden yazar Şevket Süreyya Aydemir tanıklığını şöyle anlatıyor: ?Hükümlüler arasında sarıklı bir müderris göze çarpıyordu. Müderrisin başında fes ve sarık vardı. Cübbesi ve kıyafeti temizdi. Suçu, o sıralar yayınlanan şapka kanununa muhalefet etmekti. Fakat bu suç, bir takım ithamlarla da karışınca mahkemeden en ağır hükmü yemişti. Artık son saatlerini yaşıyordu. Hocanın yüzü sakindi. Metanetini muhafaza ediyordu. Yalnız dudakları kımıldıyor ve galiba bir dua okuyordu. Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat, bu hükümle de kanmamış gibiydi. Bağırıyor, çağırıyordu. Acaba Hoca'yı bir tekmeyle merdivenlerden aşağıya yuvarlayacak mı diye bekledim. Fakat olmadı. Müderris, bu sözler üzerine kendisine değilmiş gibi bekledi. Sonra sağanak geçince yürüdü. Muhafızların arasında merdivenlerden indi. Önümüzden geçerken gene dudakları kımıldıyordu.? Ve

4 Şubat 1926 Perşembe... Sabahın ilk saatleri... Eski meclis binası yakınlarındaki Karaoğlan Çarşısı... Metin bir şekilde, dilinde dualarla idam sehpasına gelen Atıf efendi, kelime-i şehadetle, bu dünya defterinin kapısını kapıyor ve ?yevme tüble's serair? (bütün sırların açığa çıkacağı gün) olarak Kur'an'da bildirilen dar-ı ahiretin özel bir bekleme salonu olan şehadet kapısını çalıyordu. O gece, rüyasına girdiği hanımına ?Ben artık gidiyorum. Sakın ağlamayın. Yalnız bana yedi Yasin okuyun? diyordu...

Hukuk katliamı yapıldı

Hiç şüphesiz Atıf Hocanın yargılama süreci skandallar zinciriyle doluydu.İlk skandal, İskilipli Atıf Hoca'nın Şapka Kanunu'nun çıkmasından 1,5 yıl kadar önce bastırdığı kitapçıktan yargılanıp idama mahkûm edilmiş olmasıydı. İkinci skandal ise bir gün önce Savcı Necip Ali'nin 3-15 yıl ağır hapis cezası istediği İskilipli Atıf Hoca'yı, mahkeme başkanının, son anda idama mahkûm etmiş olmasıydı. Böylece hem bir kanunun geçmişe doğru işletilmesi gibi temel bir hukuk kuralının ihlali, hem de savcının talebinden derece değil, mahiyet itibarıyla ?farklı? bir ceza verierek hukuk da katledilmişti.

Rüyada davet alınca müdafasını yırtarak çöpe attı

Necip Fazıl Kısakürek ?Son Devrin Din Mazlumları? adlı eserinde özetle şunları yazmıştı: Mahkeme Reisi maznunlara hitap etti: Yarın müdafalarınızı hazırlayınız! Maznunlar, mıhlı hapishaneyi boyladılar. Yatsı namazından sonra Atıf Hoca yatağına oturdu ve müdafaasını yazmaya başladı. Bir aralık, günlerdir uykusuz, sabahlara kadar namaz ve niyazla vakit geçiren Atıf Hoca hafifçe daldı. Giyimli olduğu halde, başı taş duvarda, ellerinde yarım kalmış müdafaası, gözleri yumulu, kendinden geçti. Arkadaşı Tahir-ül-Mevlevî bu manzaraya bakarak mırıldandı: Zavallı âlim ve fazıl, büyük bir adam! Bu muydu ilim ve faziletinin mükâfatı? Atıf Hoca'nın uykusu uzun sürmüyor.. Yüzünde derin ve ince bir tebessüm.. Ne o hocam çabuk uyanıverdin? Atıf Hoca sakin: Uykudan murad hasıl oldu! Yani?... Yani beklediğim rüyayı gördüm.

Atıf hoca doğrulmuş ve müdafasını karaladığı kağıtları elinde büzmüştür: Kainatın fahrini gördüm. Bana ?yanıma gelmek dururken ne diye müdafaa karalamakla uğruşayorsun' dedi. Ne diyorsun? Beni idam edecekler Allah'ın sevgilisine kavuşacağım.. Rüyanın sadık olduğuna hiç şüphem yok.?

Kılıç Ali'nin öfkesi asmakla dinmedi

SON anlarında kurbanının yanında bulunmayı adet edinmiş bulunan İstiklal Mahkemesi üyesi Kılıç Ali'nin ilk işi, Atıf Hoca'nın idamının hemen ardından sarığını çıkarttırmak olmuştu. Bununla da yetinmeyen Klıç Ali, son nefesini veren İslam alimine darağacındayken elindeki şapkayı giydirmişti. Hafız Cevdet Soydanses ve Dr. Rıza Nur bu durumu şöyle anlatıyor: ?İskilipli Hocanın asılmasında tam boynuna ilmek geçirilirken, Kılıç Ali de sarığı alıp başına bir şapka geçirmiş. ...Ve küfürler etmiş. Zavallı bu şekilde saatlerce teşhir edilmiş.?

Ailesinin yaşadığı büyük dram

Atıf Hoca'nın yeğeni Bahaddin İmal,?Hoca'nın eşi Zahide hanımla, kızı Melahat, idamından sonra İstanbul'dan İskilip'e geldiler. Zahide hanım köyde hanımlara Kur'an okuttu. Kızı Melahat, babasının evden götürülmesi ile akli dengesinde gelgitler yaşamış. ?Bu halim doğuştan değil. Babamı gözlerimin önünde evden alıp götürmeleri büyük bir korku meydana getirdi. Bu hâl yaşadıklarımın eseri' demiş? diye anlatıyor.

?Gördüğüm manzara beni mıhladı'

ATIF Hoca'yı idam sehpasında görenlerden biri de, yakın arkadaşı Tahir ül Mevlevi'dir. Tahir bey, sabah namazı sonrası eski Meclis binasının önüne gelince, gördüğü manzarayı şöyle anlatır: ?Birdenbire gözüme ilişen manzara, beni olduğum yere mıhladı. Evet, eski Meclis önündeki meydanın ortasına iki tane sehpa dikilmiş, onların arasına da iki vücut çekilmişti (Atıf Hoca ve Ali Rıza efendi).Elimde olmadan gözlerimden yaşlar akarken dudaklarımdan da meşhur bir mersiyenin matlaı (taziye konulu kaside beyti) olan:'Uluvvün fi'l hayati ve fi'l memat / Le-hakkun ente ikdü'l mucizat' (Sen hayatta da, ölümünde de yücesin. Gerçekten sen mucizelerden birisin) beyti döküldü.?

Atıf Hoca Kimdir?

1876'da İskilip'in Tophane köyünde doğan Muhammed Atıf, Rüştiye'yi İskilip'te bitirdi. 17 yaşında geldiği İstanbul'da son Osmanlı Âlimlerinin rahle-i tedrisinden geçti. Kabataş Lisesi Lisan Öğretmenliği'ne atandı. Medaris Müfettişliği'ne, bugünün tabiriyle YÖK Başkanlığı'na getirildi. Alemdar, Mahfil ve Sebilürreşad dergilerinde yazmayı sürdürdü. Milli Mücadelede, İzmir'in işgaline karşı protestoya imza attı. ?Frenk Mukallitliği ve Şapka'yla birlikte 9 eseri bulunan Atıf Hoca 4 Şubat 1926'da idam edildi. Mezarı 2008'de bulunabildi..


4 Mart 1925'te çıkarılan Takrir-i Sükun Yasası ?İki tarafı keskin kılıç' gibidir. Pek çok vilayetin meşhur meydanı darağaçlarına sahne olurken, muhalif yayın organları da bir bir kapatılacaktır.

CUMHURİYETİN ilanından sadece 4 ay sonra, 3 Mart 1924 tarihi Anadolu halkı için ciddi bir kırılma noktası olmuştu. Bu tarihte 431 sayılı kanunla kaldırılan Hilafet, aynı gün uygulamaya sokulan ?Medreselerin kapatılarak vakıf mallarına el konulması'nı içeren Tevhid-i Tedrisat Kanunu(430 sayılı) ve Şer'iyye ve Evkaf Vekaleti'nin İlgası Kanunu (429 sayılı kanun) sadece Türkiye'de değil İslam Dünyasında da büyük yankı uyandırmıştır.

Bu tarihten 10 ay sonra da 13 şubat 1925'te Doğu'da ?Şeyh Said isyanı' yaşanır.. Her ne kadar ?Dış mihrak' kışkırtması ?İngiliz parmağı' iddiası ortaya atılsa da gerçek farklıdır. Başbakan İsmet İnönü, isyanın ?dini kurtarmak adına yapıldığını' belirterek, ?Şeyh Said İsyanını doğrudan doğruya İngilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı hakkında kesin delil bulunamamıştır? diyecektir.(Cumhuriyet 17-18 Şubat 1925) Çok geçmez Bakanlar Kurulu önce 25 Şubat, ardından 2 Mart 1925'te toplantılar yapar. Bölgede Sıkıönetim ve askeri çözüm kararı çıkar. Başbakanlıkta Fethi Okyar Bey'i ?yumuşuk' bulan sertlik yanlıları İsmet İnönü'yü Başbakanlığa önerir. Mustafa Kemal'in de talebiyle Fethi bey yeni güven oyu almış bir başbakan olmanın farkına bile varamadan istifa ederek görevi İnönü'ye devreder. Kanuni düzenlemelere gidilir. ?Dini bir görüntü altında ayaklanmanın ve dinin siyasete alet edilmesinin vatanada ihanet suçu olduğu ibaresi' ?Hıyanet-i Vataniye' kanununa eklenir. Daha da önemlisi Takrir-i Sükun Kanunu yürürlüğe sokulur. 4 Mart 1925'te çıkarılan 578 sayılı ?Takrir-i Sükun'yasası hakkında Şevket Süreyya Aydemir şunları yazacaktır; ?O güne kadar ve bütün milli mücadele boyunca bu kadar şümullü ve hükümete bu kadar kesin yetki veren bir kanun çıkarılmamıştır. Kanun, geçici ve olağanüstü yargı organları olarak gene İstiklal Mahkemelerini getiriyordu. Bu kanun iki tarafı keskin öyle bir kılıçtı ki, hükümet ve rejim onu ya inkılapları yerleştirmek için olağanüstü bir dayanak olarak kullanacak, yahut bizzat hükümeti sert bir diktatörlüğe sürükleyecekti...? Takrir-i Sükun Kanunu aynı zamanda ?3. İnönü Zaferi' olarak da anılacaktı.

Ayakkabı alamayanlar şapka için kuyruğa girdi

671 sayılı ?Şapka İktisası Hakkında Kanun?un yürürlüğe girmesiyle İstiklal Mahkemeleri'nin bir numaralı gündemini şapka oluşturacaktır. Yurt çapında tedbirler artırılır. Gazetelerde ?Şapkanın fesi yendiği' haberleri görülür olmuştur. Tedbirler sıkıdır. Şapka giymeyenler hakkında 10- 15 yıla kadar hapis, hatta idam cezaları verilebilmektedir. O kadar radikal tedbirler alınır ki, şapkaya karşı en sert tepkinin gösterildiği illerden Rize ise Hamidiye zırhlısınını bombalarna maruz kalacaktır. Tepkiler ağır cezalarla bastırılınca, dükkanlar önünde şapka kuyrukları oluşmaya başlar.. Adeta karaborsaya düşmüştür. Öyle ki şapka bulamayanlar kadın şapkasına bile razı olurlar.

Hakko: Varlığımızı şapkaya borçluyuz

BEYOĞLU'NDA küçük bir şapka dükkanı açan Vitali Hakko, Vakko'yu nasıl zirveye taşıdığını şöyle anlatmıştı;

?Şapka devrimi, kıyafet devrimi olmasaydı ne Şen Şapka, ne de Vakko alabilirdi. Şapka reformuyla, çarşafın ve fesin atılmasıyla, ilk aklıma gelen şey şapka yapmak oldu. Kapalıçarşı'da bir dükkan açmıştık. Şapkaları gece hazırlar gündüz satardık.Cumartesileri kuyruk olurdu. Öyle kuyruk olurdu ki, izdihamı önlemek için polis çağırırdık..? Şapka Kanunu, başta Erzurum olmak üzere Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Trabzon ve Gümüşhane'de protestolarla karşılanır. Gezici İstiklal Mahkemeleri bu şehirlerde dolaşarak şehir meydanlarında idam kararlarını tatbik ederler.

?Basın havasızlıktan boğuluyordu'

BASIN üzerinde de ciddi baskılar başlar. Çıkarılan ?Sansür talimatnamesi'nin ardından da İstanbul'da yayımlanan, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf, İstiklal, Toksöz, Orak Çekiç, Aydınlık ve Sebilürreşad isimli gazete ve dergiler kapatılır. Kapatma furyası bunlarla kalmaz. Sada-yı Hak, Kahkaha, Presse du Soir, Sayha, Tanin ve Resimli Ay ard arda kapatılır. Ocak 1923'te İzmit'de, Şubat 1924'te de İzmir'de basınla görüşen Mustafa Kemal, basına, ?Cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale? olma görevini verirken, Türkiye'nin yönetimi artık muhalefetsiz bir iktidarı öngörmekte, İsmet Paşa'nın ifadesiyle, ?Muhalefet ihtilal? olarak görülmektedir. Recep Peker'in ifadesiyle de, muhalif basın ?Yılan yuvasıdır ve tahrip edilerek susturulmalıdır.? Takrir-i Sükun'un uygulandığı dönemi değerlendiren Zekeriya Sertel; ?Gazeteler telefonla verilen emirlerin dışına çıkamazlardı. Tek kelime ile, halk nefes alamıyordu. Havasızlıktan ve hürriyetksizlikten boğuluyordu? ifadesiyle anlatacaktı.

Gazetecilikten 10 yıl men edilen Ahmet Emin Yalman gelinen noktayı; ?Abdülhamit döneminde sürgüne gönderilenlere bile bir çalışma bir vazife bir geçinme imkanı vermek adetti. Candan bağlı bulunduğum bir reijimin beni bu kadar unutması çok acı bir şeydi? diye anlatacaktı. Nisan 1925'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın İstanbul Şubesindeki polis aramasını, ?polis baskını' başlığı ile veren gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın tutuklanacaktı. Daha da ilginci mahkeme başkanının sorduğu soru ve Hüseyin Cahit'in verdiği cevaptı.?Mahkeme başkanı Yalçın'a ?Memlekette irtica vardı, isyan vardı böyle bir zamanda niçin sustunuz?? diye soracak, Hüseyin Cahit de; ?Takri-i Sükun çıkıyor dediler, bunu kabule mecburdum, sustum. Şimdi susuşum bir suç oluyor. Susmakla hizmet ettiğimi sanmıştım. Halbu ki gazeteyi kapatmalıymışım? cevabını verecekti. Açık olan şuydu; basından sadece devrimleri ve CHP'yi öven haberler isteniyordu.

Kararlar delile göre değil hissiyatla veriliyordu

DAHA çok rejime muhalefet edenlerin tepesinde ?Damokles'in Kılıcı' gibi sallanan İstiklal Mahkemeleri, kanunla kurulmuş olasalar da hukuki değillerdi. Zira, mahkeme heyeti hukukçulardan değil, meclis üyeleri arasından oy çokluğuyla seçiliyordu. Sanıkların avukat tutmaları, şahit çağırmaları veya temyize gitme hakları yoktu. Sanıklar genel hukuk prensiplerinin tersine, suçsuz olduklarını ispatlamakla yükümlüydüler, bunu yapıncaya kadar suçlu kabul ediliyorlardı. Kararlar delillere göre değil, her açıdan ?sorumsuz' kılınmış olan hâkimlerin vicdani kanaatine göre verilirdi ve temyiz edilemezdi. Verilen cezalar (idam dahil) derhal infaz edilirdi. Faaliyette bulundukları dönemde 67 bin kişinin yargılandığı ve (asker kaçakları hariç) yaklaşık 1.700 kişinin idama mahkûm edildiği İstiklal Mahkemeleri 4 Mart 1927'de hukuken sona erdiler ancak kuruluş kanunu ve ekleri 1949'e kadar yürürlükte kaldı.

Bir çok ilde görülen resim

Şapka ve Takrir-i Sükun Kanunu'ndan sonra, şapkaya muhalefet edenler için gezici İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Pek çok ilin meşhur meydanı şapka giymeyen ya da protesto eden kişilerin asıldığı darağaçlarına sahne oluyordu. Dönemin gazeteleri için bu resim artık normal görülüyordu.

?Güzel Ahlak'ı yazdı 21 yaşında asıldı

İBRAHİM Edhem, 1904 Ankara doğumlu bir gençti. Ankara Sultanisi'nde 10. sınıfa kadar okuduktan sonra ayrılıp kendisini dinî ilimler sahasında yetiştirmeye çalışan, bir aydındı. Cumhuriyet kurulmadan Ayasofya ve Sultanahmet de dahil camilerde peş peşe vaazlar verir. ?İslamiyet'te Ahlâk ve Kadınlarda Tesettür? adlı küçük boy 59 sayfalık bir risaleyi 5 bin adet bastırarak fikirlerini kamuoyuyla paylaşır. Cumhuriyet'in ilanına kadar bir sorun çıkmaz. 6 Ocak 1924 günkü yani Şeyh Said isyanından yaklaşık 1 yıl önceki yargılamada bir yıl hapis cezasıyla yetinilir. 43 gün hapis yattıktan sonra af kanunuyla serbest kalır. Şeyh Said isyanını sonrası ise isyanın ?tertipçisi, faili ve amili? olduğu gerekçesiyle yeniden İstiklal Mahkemesi'nde yargılanır. 7 Temmuz 1925 günü Urfa'da asılarak idam edilir

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber