'Dindar kişiyi kayırmak hak yemektir'

Memur atamalarında, nakillerde, üst görevlere atamada yaşanan haksızlıkları, alanın önde gelen akademisyenlerinden Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu ile konuştuk.

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 16 Eylül 2013 00:02, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
'Dindar kişiyi kayırmak hak yemektir'

Söyleşi Özeti: Günümüzde 3 milyonu aşkın kişi KPSS'ye girerek memur olmaya çalışmaktadır. Yine, memur olarak çalışanlar da zaman içinde ya nakil olmak istemekte ya da başka üst bir göreve talip olmaktadır. Ancak hem bazı memur alımlarında hem de nakil ve üst görevlere atama işlemlerinde, adaletten uzak işlemlere imza atılmaktadır. Memurlar.net olarak 13 yıldır, hangi görüşten olursa olsun haksızlıklara uğrayan kesimlerin sesini dile getirmeye çalıştık. Bu konuda sayısız tehdite maruz kaldık. Ancak yaptığımız haberlerin, halkın ortak vicdanını yansıttığını gördüğümüz için, doğru gördüğümüz yolda devam ettik.

memurlar.net olarak, bugün çok farklı bir söyleşi ile karşınızdayız. "Nepotizm" yani akraba veya yakın arkadaşları kayırma uygulamalarının dindeki yerini, bu alanın önde gelen akademisyenlerinden öğretim üyesi Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu ile konuştuk. Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu uzun yıllar Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyeliği görevini yürüttü. Hadis ve tefsir alanındaki çalışmaları ile tanınıyor. Şimdiler ise çalışmalarını Katar'da Hamad Bin Khalifa Üniversitesinde yürütüyor. Kırbaşoğlu hocamız İslam dünya görüşünde esas alınması gereken en üst değerin Adalet, onun ardından da ehliyet ve liyakat olduğunu belirtiyor, hak yiyen bürokrat, siyasetçi ve sendikacıların ahirette mutlaka hesaba çekileceğine dikkat çekiyor.

İşte söyleşimiz...

Söyleşi: Nezir Kardoğan

1- Bir atamaya yetkili amirin memur alırken veya bir memurun nakil talebine yaklaşırken veya şube müdürü gibi üst bir kadroya atama yaparken; liyakatli ve ehil kişi yerine, “bu adayın dünya görüşü bize yakın” şeklinde düşünerek, nepotizme başvurması dinen uygun mudur?

İslami Dünya görüsünde ferdi ve toplumsal ilişkilerde esas alınması gereken en üst değer ADALET, onun ardından da EHLİYET VE LİYAKAT gelir. Dünya görüşünün yakınlığı İslami değerler arasında yer alan bir değer değildir. Bilakis bu dini ayrımcılık anlamına gelir ki haksızlığın ta kendisidir. Hele hele sırf akraba, tanıdık ve yakın olduğu için birisini göreve almak, bu göreve ehil olanların hakkını yemek anlamına geleceği için günah ve haram olmaya aday bir uygulamadır.

Bir de beşeri ilişkilerde bir diğer altın kural – ki bu hem İslam'da hem de seküler yaklaşımda da geçerli bir kuraldır- esastır ki bunu da kısaca KİŞİ KENDİ İÇİN İSTEMEDİĞİNİ KARDEŞİ İÇİN DE İSTEMEDİKCE İMAN ETMİŞ OLMAZ (Hz. Peygamber(s.a.v) veya ÖYLE DAVRAN Kİ SENİN DAVRANIŞIN BAŞKALARI İÇİN DE KURAL VE ÖRNEK OLSUN (Kant felsefesi) şeklinde özetleyebiliriz.

2- Sözlü sınavlarda veya objektif kriterlerin olmadığı işlemlerinde, hakları yenen adayların, ayrımcılığa maruz kalan bu ülke vatandaşlarının, “hakkımı helal etmiyorum” sözlerinin dinde yeri nedir?

Tabii ki bu gibi durumlarda haksızlık yapanlar ahirette mutlaka hesaba çekileceklerdir. Ama bu gibileri daha bu dünyada hesaba çekmek ve bu amaçla kanuni mücadeleye başvurmak ve bu amaçla bütün kanun yollarını tüketmek de mazlum ve mağdurların görevidir, sadece "sızlanmak, söylenmek ve şikâyet etmek” yeterli değildir, bilakis “söylemek, haksızlığı haykırmak ve her türlü kanuni mücadeleye girişmek" de gerekir. Bunu yaparken NAMUSLULARIN EN AZ NAMUSSUZLAR KADAR CESUR OLMASI GEREKTİĞİ ASLA UNUTULMAMALIDIR.

3- Hz. Peygamber dönemindeki uygulama örnekleri ne şekildedir?

Hz. Peygamber kendi döneminde her türlü usulsüzlük, kayırma, iltimas ve haksızlıklara, hem de şiddetle karşı çıkmış, ilk üç halife de bu yoldan sapmamaya çalışmış, bu çizgiden sapma emarelerinin görüldüğü Hz. Osman döneminde ise bilindiği gibi toplumsal huzursuzluklar ve çatışmalar çıkmış, bu da Hz. Osman'ın katledilmesine kadar varmıştır. Dolayısıyla Hz. Peygamberin her idari adımının şeffaf, fırsat eşitliği ve adalet esasları üzerine atıldığını söyleyebiliriz. Zaten aksi olsaydı Muhammedu'l-Emin sıfatını verdikleri Hz. Peygamberin açığını yakalamak ve onu karalamak için hem müşrikler hem de münafıklar fırsatı kaçırmazlardı.

4- Çoğunun dindar olduğunu düşündüğümüz kamu erkini elinde bulunduran kişilerin özellikle atama işlemlerinde nelere dikkat etmesi gerekmektedir? Sadece dünya ve menfaat ilişkileri düşünülerek yapılan işlemler hakkında hangi uyarıda bulunmak istersiniz?

Dindar olduğunu düşünmekle hata ettiğimizi itiraf ederek işe başlayabiliriz zira bu gibiler dindar olsa zaten bu gibi gayr-ı ahlaki ve gayr-ı meşru yollara tevessül etmezlerdi. Bu gibiler dindar değil olsa olsa “Din(i)dar” olabilir ki dini bazı namaz abdest gibi ritüellere indirgeyen dar bakış açısının ülkemizde ne kadar yaygın olduğu herkesin malumudur. İşte bu daraltılmış, sağlıksız, sosyal boyutunu kaybetmiş bir iman ve İslam anlayışıdır ki, bir yandan dindar olduğunu söyleyen ama öte yandan İslama aykırı bu ve benzeri pek çok uygulamaya başvurmaktan çekinmeyen 'pişkin, din istismarcısı, ahlaksız' Müslüman tipinin yaygınlaşmasına yol açmıştır. Artık önümüzdeki dönemde genel olarak ahlaksızlıklar ve ahlaksızlarla olduğu gibi, “ahlaksız Müslümanlar(!!!)” ile de ciddi bir mücadeleye girebileceğimizi tahmin etmek zor olmasa gerektir. Tabii bu gibi ahlaksız Müslümanlarla sadece din, ahlak söylemi düzleminde değil her türlü kanuni mücadele yollarına da başvurarak mücadele etmek gerektiğini unutmamak gerekir. Aksi takdirde biz de BİZİM HIRSIZIMIZ, BİZİM AHLAKSIZIMIZ, BİZİM RÜŞVETCİMİZ, BİZİM YOLSUZLUK YAPANIMIZ demeye başlayabilir, biz de bu kokuşmuşluğun bir parçası olmaya başlarız.

Bir de şunu unutmamak gerekir ki İNSANLAR SÖYLEDİKLERİ KADAR SÖYLEMEDİKLERİNDEN, YAPTIKLARI KADAR YAPMADIKLARINDAN DA SORUMLUDURLAR.

Nitekim HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR sözü de bu amaçla söylenmiştir, yani fazilet mücadelesinin herkesin görevi olduğunu dikkatlere sunmak için.

5- Adalet ilkesi bir yönetici için ne anlam ifade etmelidir? Adalet ilkesinin Kur'an-ı Kerim'deki yeri nedir?

Davud Rehber'in GOD OF JUSTICE adlı eserinde Kur'an'da Allah'ın en önemli niteliğinin ya da sıfatının –Ehl-i Sünnet'teki gibi Kadir-i Mutlak'lıktan ziyade – ADALET olduğu sonucuna varmıştır. Bu bakımdan Adalet sadece kullar için değil onların Rabbi için de en önde gelen bir nitelik olarak ortaya çıkmaktadır. Yeryüzünde beşeri ilişkilerde de en üst değer ve ilke kuşkusuz adalettir, adalet olmalıdır. Yöneticilerin de ilk sıraya yerleştirmeleri gereken yönetim ilkesi ADALET ve adaletin mantıki sonucu olan eşitlik, tarafsızlık ve şeffaflık seklinde sıralanmalıdır. ADALET tıpkı namaz, oruç gibi FARZDIR, hatta farzlar arasında ilk sırada yer alır. Nitekim Kur'an da adaleti bütün Müslümanlara açık ve kesin bir şekilde emreder. Dolayısıyla adalet bir tercih meselesi ya da lüks değildir.ADALET MÜLKUN TEMELİDİR.

DÜZENLER KÜFÜRLE KAİM OLURLAR AMA ZULÜMLE ASLA.

Fakat bütün bu söylediklerimizden ve yaptığımız değerlendirmelerden bütün Müslümanların birer ADALET SAVAŞCISI olmakla mükellef olduğu sonucunu da çıkaramazsak, o zaman namazlı, abdestli hırsızların, ahlaksızların, rüşvetçilerin, sömürücülerin ve zalimlerin ekmeğine yağ sürmüş, onların din boyalı vurgun düzenlerini ayakta tutmaya katkıda bulunmuş oluruz. Bu durumda ise İslamın hakikatını ve mahiyetini tersine çevirmiş, Dr. Ali Seriati'nin tabiriyle DİNE KARŞI DİN davasına hizmet etmiş oluruz. O halde ilk yapmamız gereken bu gibilere karşı rahmetli ALİYA İZZETBEGOVİÇ'in de projesi olan MÜSLÜMAN HALKLARIN İSLAMLAŞTIRILMASI (Islamization of the Muslim Peoples) davasına bir an önce kolları sıvayıp girişilmesi olmalıdır.

Tabiatıyla bu gibi ahlaksızlıklar sadece Müslümanlara ve İslam dünyasına has olmadığı için, küresel ölçekte bir fazilet mücadelesine de girişmek ve bu amaçla HILFU'L-FUDUL kurumundan da ilham alarak, şerrin küreselleşmesine karşı ADALET VE FAZİLETİN KÜRESELLEŞMESİ için adalet ve fazilet duygusunu kaybetmemiş olan herkesle – ırkı, dili, dini, cinsi ne olursa olsun – bir küresel fazilet dayanışmasına girmek için de gereken çalışmalara hemen başlanmalıdır. Bu amaçla çözümü yönetimlerden beklemenin nafile olduğunu unutmayarak sessiz çoğunlukların – sivil toplum, sendika, platform, dernek v.b. seklinde - harekete geçmesi, bir yandan yöneticilere karşı baskı gurupları oluşturması, öte yandan da hukuki her düzlemde her türlü kanuni mücadeleye başvurmak önümüzdeki en etkili yol olarak durmaktadır.

Tekrar hatırlatmakta yarar var :

BİR ÜLKEDE VE TOPLUMDA NAMUSLULAR EN AZ NAMUSSUZLAR KADAR CESUR OLMADIKCA ADALET VE FAZİLET BİR ÜTOPYA OLARAK KALMAYA DEVAM EDECEKTİR.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber