Okullarda şiddeti çözemeyiz!
Durum çok mu umutsuz?
Hayır.
Sorun nerede öyleyse?
Sorun bizde.
Sorun gerçeklerle yüzleşmekten korkmamızda...
Doğrusu, okullardaki şiddete bakarken hayatımızdaki şiddetten gözlerimizi nasıl
kaçırabiliyoruz, anlamıyorum.
Oysa nicedir bir "tehdit toplumu" olup çıktık!
Herkes birbirini tehdit ediyor, herkes işini tehditle çözmeye çalışıyor. Yalan
mı?
Çoğunluk sırtını bir "dayı"ya ya da "baba"ya dayamayı tek gerçek güvence
sayıyor, gücü gücü yetene, tokadı aşk ediyor.
Yalan mı?
Ama aynı şeyleri çocuklar yapmaya kalkışınca feryat figan ediyoruz.
Ortalık çete kaynıyor. Hepimiz suspusuz.
Sonra okul önlerinde de çocuklar çete kurunca dehşete düşülüyor.
Kimse aynaya bakıp "bizim gibi yetişkinlerin dünyasından elbet günün birinde
böyle çocuklar çıkacaktı" demiyor da, ekran kahramanı Polat Alemdar'ı
suçluyor...
Bu kadar kaçak dövüşüyor olmamız, çözüm ararken bu kadar ucuz yollara
başvurmamız beni umutsuzluğa düşürüyor.
***
Geçenlerde yetişkinler, yetkililer ve uzmanlar ilköğretim öğrencilerine
hayatlarında şiddetin yerini sordular ve çok utandılar. Kendilerine yine "mafya
dizileri"ne dair öyküler anlatılmasını bekliyorlardı.
Oysa toplantıya katılan çocukların hemen hepsi "yalnız öğretmenlerimiz değil,
okul güvenlik görevlileri bile düzenli olarak bize dayak atıyor" dedi...
Bu kadar çok dayak yiyen çocukların kendi aralarında şiddetsiz bir dünya
kurmaları mümkün mü? Buna inanır mısınız?
***
Ve kabul etmeliyiz ki bu toplumda çok ciddi boyutlarda "erkek şiddeti" var.
Bu gerçeği mutlaka görmek, önce bu gerçekle yüzleşmek gerekiyor.
Karınca ezer gibi kadınları, çocukları, hatta eşcinselleri ezip duruyor bu
şiddet!
İçinizden, iyi de bu şiddetin okullara yansıması ne diye soruyorsunuz,
biliyorum.
Bir örnek olarak, geçenlerde bir sempozyumda Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişi
Münevver Mertoğlu'nun dikkatimizi çektiği noktayı sizlere de sunayım.
İstanbul'da görevli kadın öğretmen sayısı erkek öğretmenlerden daha yüksek ama
şiddete başvuran öğretmenler arasında erkeklerin sayısı kadın öğretmenlerden iki
kat daha fazla...
***
Sonra "toplumdaki dağılma -çözülme" konusu var.
Bu konuda medyanın, ana babaların ve gariptir ama kendini "uzman" olarak
görenlerin de aklına sadece iki şey geliyor: Ya aile kurumunun çözülmesinden söz
ediyorlar ya da popüler kültürün olumsuz etkilerinden...
Oysa çocukları en kötü etkileyen şey sınıflar ve bireyler arasındaki ortak
kültür öğelerinin giderek azalması ve toplumsal dayanışmanın kaybolmasıdır.
Yoksa okullarda şiddet her zaman vardı, hep olmuştur!
Hatırlıyorum, ensemde bıçak serinliğini ilk hissettiğimde 9 yaşındaydım. Aklı
fikri kitaplarda ve olağandışı boyutlarda uslu bir çocuktum. Ama bir apartman
boşluğunda okulumdan yaşça büyük çocuklar tarafından pusuya düşürülmüştüm.
Bugünkü vakaların çoğunda olduğu gibi gerekçe "kız meselesi"ydi.
Ancak bugünkü manzara çok farklı!
Bizim zamanımızda sokak evimizin bahçesi gibiydi...
Tanıdıktı, tanışıktı sokak. Belirsizliklerin değil, ortak kültürün alanıydı.
Suça değil, yaramazlığa açıktı.
Şimdi çocuklar ailede yalnız, okulda yalnız, sokakta yalnız...
Üzerine bir de itilmişlik, yoksulluk, gelecekten umutsuzluk ve hızla artan
sosyopatik özellikler eklendi mi, şiddetin kapıyı çalması kaçınılmaz oluyor.
Çocukların "ruh"ları korkunç üşüyor ama hiçbirimiz umursamıyoruz, fark
etmiyoruz.
Düşünsenize, biz çocukken "kan kardeşliği"yle duygulanırdık... Şimdi bunun
yerini "suç kardeşliği" alıyorsa durum gerçekten vahim demektir.
haşmet babaoğlu/vatan