Öğrenciler neden hukuk fakültesini seçiyor

Türkiye'nin önde gelen hukuk fakültelerinin parlak öğrencileri neden hukuk fakültesini seçtiklerini anlatıyor

Kaynak : Habertürk
Haber Giriş : 30 Ocak 2015 08:45, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Öğrenciler neden hukuk fakültesini seçiyor

Anıl EMRE

Söz hakkı gençlerde. Türkiye'nin önde gelen hukuk fakültelerinin parlak öğrencilerine bırakıyoruz sözü: İstanbul Üniversitesi'nden Banu Atlı (22), Feray Fırıncıoğulları (21) ve Bayram Gönenç Başaran (22). Koç Üniversitesi'nden Hakan Kızılkum (23), Cem Tecimer (21) ve Ayşegül Kula (23) ile genç akademisyen Zeynep Elibol. Bilgi Üniversitesi'nden ise Aslınur Avgın (21), Hilal Temel (22) ve Sinan Erkan (21). Banu yeni mezun olmuş, Aslınur, Sinan ve Cem 3. sınıfta okuyor, diğerleri ise son sınıf öğrencileri. Neden hukuk seçtiklerini, fakülte deneyimlerini, kariyer planlarını, hayallerini ve hukuk öğrencisi olmayı anlattılar...

NEDEN HUKUKU SEÇİYORLAR?

Klişe ama önemli bir soruyla başlıyorum. Neden hukuk? Genelde aile etkisi göze çarpıyor. Banu'nun anne ve babası hakim, "Adliyeler oyun alanımız gibiydi" diyor. Evde hep hukuki tartışmalar dinleyerek büyümüş. Gönenç'in babası ise avukat. İlkokuldan beri gittiği yazıhanesinde babasının hep insanların sorunlarını çözdüğüne, etrafındakilere yardımcı olduğuna şahit olmuş. Aslınur sosyal bilimlere yatkınlığı sebebiyle avukat olan babasının izinden gitmiş, benzer yatkınlıkları olan Cem de ailesindeki hukukçuların seçiminde rol oynadığını söylüyor. Ayşegül'ü ise 'güçlü bir kadın figürü' olan avukat teyzesi etkilemiş. Hilal'in ailesinde hukukçu yok, ancak seçiminde, sık sık hukuku bilmenin öneminden bahseden babasının etkili olduğunu anlatıyor. Hakan ve Feray sosyal bilimlere olan yatkınlıklarını mesleğe çevirmek amacıyla hukukta karar kılmış. Sinan'ı hukuka yönelten ise felsefeye olan merakı ve sorgulayıcı yapısı.

"ÖZGÜRLÜKTEN MAHRUMİYETİN TELAFİSİ YOK"

Gelecek planlarını soruyorum. Bu eğitimlerini hayatta nasıl kullanacaklar? Feray avukatlık istiyor. Alanını deniz ticareti hukuku olarak belirlemiş, uzmanlaşmanın onu daha öne çıkaracağını düşünüyor. Gönenç'in gönlünde ise akademisyenlik yatıyor: "Fakültede derse ilk girdiğim andan beri hocalarımızdan çok etkilendim. Öğrendiğim bir şeyi başkasına aktarabildiğim zaman, onlar da aydınlandıkları zaman çok mutlu oluyorum." Banu ise ailesinin izinden gitmek istiyor. Tam bir idealist: "Bir ihtilafı çözmek, insanları orta yolda buluşturmak, adaleti tesis etmek benim için çok kutsal bir uğraş." Ancak hayat, her genç bireye yaptığı gibi ona da idealizmini sorgulatmaya başlamış. "Hakimlik mesleğindeki aksaklıklara aşina oldukça aslında saf bir idealist olduğumu fark ettim bu yüzden avukatlığa da kapıyı kapatmadım" diyor.

'MEZUNİYET YAKLAŞTIKÇA HAYALLER SORGULANIYOR'

Benzer sorgulamalardan Koç Üniversitesi öğrencileri de geçiyor. 3. sınıfa kadar akademisyenlik konusunda kararlı olan Ayşegül'ün sabit fikirleri esnemeye başlamış: "Mezuniyet yaklaşıp hayatınızı nasıl idame ettireceğinizi düşünmeye başladığınızda akademik hayata dair hayaller de sorgulanmaya başlıyor." Hakan'ın hikayesi de Ayşegül'e benzer: "Kamu hukukuna ilgi duyuyordum ve akademisyen olmak istiyordum. Ancak yazları staj yaptıkça iş yaşamına ısındım. Hayatımın bir noktasında kendi ofisimi kurmayı planlıyorum, kendi kendimin patronu olma hayalim var." Cem ise akademisyenlikte kararlı: "Birinci sınıfın yazında katıldığım program, kariyerime bakışımdaki şekillenmede büyük rol oynadı. Özel hukuk ile uğraşmayacağımı o programda anladım. Birey ile devlet arasındaki ilişkiyi inceleyebileceğim bir hukukçulukla ilgileniyorum."

'ROBERT MEZUNUYUM' ADLİYE KORİDORLARINDA NE İŞİM VAR?'

Son yıllarda hukuk fakültelerinin parlak öğrencileri çoğunlukla geleneksel anlamda dava avukatlığına değil, yazı dizimizde önde gelenleriyle konuştuğumuz, çokuluslu şirketlerle çalışan, şirket evlilikleri ve yüksek meblağlı projelerin sözleşmelerinin hazırlanmasında hukuki danışmanlık veren ve yoğun İngilizce kullanılan hukuk ofislerine yöneliyor. Bu alan maddi anlamda tatmin edici olduğu kadar uzun çalışma saatleriyle de oldukça yorucu. Bilgi Üniversitesi öğrencilerine bu alana sıcak bakıp bakmadıklarını sorduğumda, sınıflarının büyük çoğunluğunun bu alanı istediğini anlatıyorlar. Hilal, öğrencilerdeki değişen avukat algısını şu sözlerle açıklıyor: "Bizim idealize ettiğimiz avukat figürü elinde çantası adliyelerde koşturan avukat değil, iş dünyasından insanlarla müzakerelere giren, milyar dolarlık işlerde çalışan danışman avukat." Bu tarz hukuk bürolarından birinde yaz stajı yaparken orada çalışan başarılı bir avukatın kendisine aktardığı şu sözlerden çok etkilendiğini belirtiyor: "Robert Kolej mezunuyum, bu kadar iyi İngilizcem var, bu liseden mezunsanız niye adliyelerde koşturursunuz ki?" Çok geç saatlere kadar çalışılan, sıklıkla sabahlanan bir iş temposunu kabulleniyor mu peki? "Hızlı düşünen, başarılı insanlarla çalışmaktan keyif alıyorum. Stres ve rekabet beni rahatsız değil motive ediyor."

DANIŞMAN AVUKATLAR KONUŞTU!

Tüm arkadaşları Hilal gibi düşünmüyor. Aslınur, bu tarz ofislerden birine yapılan fakülte gezisinde gözlemlediği yaşam tarzını sorgulamadan edemiyor: "Ofiste uyuyoruz, ofiste duş alıyoruz, sürekli sabahlıyoruz sözleri gözümü korkuttu. İnsan hayatına, ailesine nasıl zaman ayıracak? Avukatlardan birinin masasında çocuğunun fotoğrafları vardı, peki çocuğunu gerçekte ne zaman görüyor?" Kendisi 'insanların hayatına daha çok dokunabileceği' bir alanda çalışmak istiyor ve akademisyenliğe avukatlıktan daha sıcak bakıyor. Sinan da şirketler hukuku alanına pek ısınamamış: "Bilimsel çalışmalarımı destekleyecek bir iş ortamı istiyorum. Makineleşmeye karşıyım." Şimdilik kararsız olsa da avukatlıkla akademik araştırmalarını bir arada götürebileceği bir yaşam tarzına sıcak bakıyor. Üç öğrencinin de ortak hayali bir gün Türkiye'de hukuk politikası oluşturulmasına katkıda bulunabilecek hukukçular haline gelebilmek.

FARK YARATMAK İÇİN GEREKENLER

Bugün İstanbul Barosu'na kayıtlı yaklaşık 32 bin avukat var. Her yıl binlerce mezun havuza katılıyor. Böylesine yüksek bir rekabet öğrencilerin gözünü korkutuyor mu? Feray temkinli: "Bu bizi biraz umutsuzluğa sevk ediyor ama belli bir alanda uzmanlaşma düşünceniz varsa içiniz biraz daha rahatlıyor çünkü alan daralıyor." Banu ise rekabetin düşünüldüğü kadar yüksek olmadığı görüşünde: "Mezun sayısı çok ancak her fakülteden nitelikli mezun verilip verilmediğini tartışırım. Nitelikli yetişen avukat yine öne geçebiliyor bence."

Bu kadar kalabalık bir piyasada öne çıkabilmek önemli. Bir öğrencinin fark yaratmak için neler yapması gerektiğini soruyorum. "Çok iyi bir İngilizce" hepsinin ilk cevabı. Bunda yukarıda bahsettiğimiz hukuki danışmanlık şirketlerinin ileri derecede İngilizce'yi ön şart olarak koyması büyük bir etken. Öğrenciler belli bir alanda uzmanlaşmanın önemi konusunda da mutabık. Hakan, hukukun 'kocaman bir dünya' olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Bir noktadan sonra uzmanlaşmak, belli bir konuyu en iyi bilen insanlardan biri olmak bence olmazsa olmaz artık." Yüksek lisans yapıp seçilen uzmanlık alanında derinleşmek ve imkan varsa yurtdışında böyle bir deneyim edinmenin katacağı vizyon konusunda da hemfikirler.

Hukuk dışı eğitimin de çok önemli olduğu kanısındalar. Banu'ya göre hukuk hayatın tüm alanlarına temas ediyor: "Bir hukukçunun sadece hukuktan anlaması artık yeterli değil. Başarının formülü hukuku çok iyi bilmek, daha sonra da hukuk dışı konularda kendini geliştirebilmek." Hilal de kendinden örnek veriyor: "Hukukla birlikte ekonomi de okuyorum, çift anadal yapıyorum. İnsanın kendine farklı alanlarda yatırım yapması çok önemli. Bir sözleşme müzakere ediyorsanız, hukuk formasyonunuz ne kadar güçlü olursa olsun işin ticari boyutundan bihaberseniz başarılı olamazsınız."

Akademisyenlik isteyenler azımsanmayacak sayıda. Bu alanda başarılı olmanın sırrını Koç Üniversitesi'nin genç akademisyenlerinden, insan hakları ve uluslararası hukuk alanlarında çalışmalar yapan Zeynep Elibol'a sorduğumda, "Hiçbir zaman büyümemek" olarak yanıtlıyor: "Bir çocuk gibi her şeyi merak etmek, bu merakınızı sürekli canlı tutabilmektir. Öğrenci ruhunuzu kaybetmemeli, profesyonel öğrenci haline gelmelisiniz."

'BU MUYMUŞ AVUKATLIK DEMEMEK ELDE DEĞİL TÜRKİYE'DE'

En çok cevap almak istediğim sorulardan biri de Türkiye'de gördükleri çeşitli hukuksuzlukların mesleklerine olan şevklerini kırıp kırmadığı. Mesleklerini sorguluyorlar mı? Çoğunun cevabı "Evet". Aslınur: "Birinci sınıfta anayasa dersi alıyorsunuz, bir olay oluyor, bakıyorsunuz ki anayasada yazılanlar tamamen ihlal edilmiş. Öğretilenle alakası yok. Bu noktada sorgulama, 'Boşuna mı okuyorum.' düşüncesi kaçınılmaz oluyor."

Peki ya mesleğin saygınlığı? Müstakbel meslektaşları toplumda saygın bir konumdalar mı? Feray bu konuda çok tepkili: "Maalesef avukat olacağımı söylediğim anda mesleğimin yalancılıkla eşdeğer olduğu gibi olumsuz tepkilerle karşılaşıyorum. Bu algının oluşmasındaki etkenlerden biri de niteliksiz eğitim. Hiçbir hatırı sayılır hukuk eğitimi almadan mezun olanlar var. Bu da saygınlık sorunu yaratıyor. Niteliksizliğinin yanında art niyetle davranan da çok avukat var." Bunun adliyelerde avukata bakışı da etkilediğini düşünüyor: "Maalesef mahkeme kalemlerinden icra dairelerine her yerde avukatı hesaba almama durumu söz konusu ve bu çok ciddi moral bozukluğuna yol açabiliyor. Bu muymuş avukatlık dememek elde değil Türkiye'de."

'HUKUK ADANMIŞLIK GEREKTİRİYOR'

Kendilerinin yolundan gidecek gençlere tavsiyelerini soruyorum. Hukuk seçecek olanlar neleri göze almalı? Hepsinin ortak görüşü, başarının sırrı hukuku sevmek ve çok çalışmayı göze almak. Ayşegül bunu 'adanmışlık' olarak tanımlıyor: "Yoğun çalışma gerektiren bir alan ve kendinizi adayabilecek kadar sevmeniz gerekiyor. Belki neyi istediğini anlamak bizim tercih yaptığımız yaşlarda pek mümkün değil ama zorla okunmamalı en azından." Feray da katılıyor: "Sevmeden asla yapılabilecek bir iş değil. Zora gelemeyen, çalışmaktan hoşlanmayan, kendini disipline edemeyen insan için hukuk gerçekten keyif olmaktan çıkar, işkenceye dönüşür." Banu ekliyor: "Hukuk ses kaydından, fotokopiden, arkadaş notundan çalışılmaz. Oturup o kalın kitapları okumayı göze almalılar." Ayşegül, hukuk eğitiminin genel kanının aksine ezberletmek değil, sorgulatmak üzerine olduğunu önemle vurguluyor.

Tabii bir diğer tavsiyeleri de bu kadar yoğun çalışırken hayatı da es geçmemek. Peki bu tempoda mümkün mü? Feray: "Sosyal yaşama vakit ayırmak gayet mümkün. Sınav zamanları daha yoğun olabiliyor ama normalde belli bir çalışma düzeni oturttuktan sonra her şeye vakit bulabilirsiniz."

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber