Ö. Dinçer: 657, çalışma hayatını olumsuz etkiliyor

AK Parti'de Çalışma ve Milli Eğitim Bakanlığı yapan Prof. Ömer Dinçer, Maalesef Türkiye'de hala ciddi bir şekilde kamu yönetimi reformuna ihtiyaç var. Devlet personel rejimi hala çalışma hayatının kalitesini olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor, dedi.

Kaynak : Yeni Şafak
Haber Giriş : 17 Temmuz 2015 07:44, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Ö. Dinçer: 657, çalışma hayatını olumsuz etkiliyor

AYŞE BÖHÜRLER

2002-2008 yılları arasında Başbakanlık Müsteşarı olarak çalışan Ömer Dinçer parlamentoya girdikten sonra Çalışma Bakanı ve ardından Milli Eğitim Bakanı oldu. Devletin dar boğumlarını, içinden çıkılması gereken labirentlerini iyi bilen bir isim. Özellikle müsteşarlık döneminde Batı Çalışma Grubu'nun hedefindeki isimlerinden birisiydi. 2008'de milletvekiliyken, yayınlamaktan son anda vazgeçtiğimiz bir röportaj yapmıştık. BÇG'nin tüm toplantılarında ismi geçen birisi olarak ona yönelik taarruzların sebebi üzerinden başladığımız söyleşi, hazırladığı Kamu Yönetim Reform tasarı paketine odaklandı. Aradan 7 yıl geçti. O artık bir milletvekili değil. Eski bir müsteşar ve bakan kimliğiyle olan biteni yeniden konuşmak istedim. Az siyaset bol analiz içeren söyleşinin özetini okumaya buyurun.

Sizinle 2008 yılında bir röportaj yapmış ve hazırlamış olduğunuz ancak dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer tarafından geri çevrilen kamu reformu yasa tasarısının Türkiye açısından önemini konuşmuştuk. Hala kamu yönetimi reformuna ihtiyaç var mı?

Maalesef Türkiye'de hala ciddi bir şekilde kamu yönetimi reformuna ihtiyaç var. Her şeyden önce AK Parti'nin reform projesi tamamlanamadı. Reformun yerel yönetimler ayağında önemli gelişmeler kaydedilirken, merkezi idarede neredeyse hiçbir mesafe kat edilemedi. Dolayısıyla Türkiye'nin en önemli yönetim sorunu olan merkezileşme bütün haşmetiyle duruyor. Devlet personel rejimi hala çalışma hayatının kalitesini olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor.

REFORM HALA İHTİYAÇ

Eksik kalan ne oldu?

2004'te kamu yönetimi reformuyla ilgili projeyi gündeme getirirken hem yönetimin öğeleri hem de yönetimin fonksiyonları açısından ele almış ve farklı reform alanları tanımlamıştık. Yönetimin öğeleri açısından merkezi idarenin, mahalli idarelerin, düzenleyici ve denetleyici üst kurulların ve YÖK'ün vb. reformu söz konusuydu. Yönetimin fonksiyonları açısından bakıldığında ise planlama ve denetlemeye öncelik verilmişti. Devletin temel planlamaları yapması, standartlar oluşturması ve bunlar üzerinden denetim yapmasını sağlayacak bir çaba içerisine girmesi, denetim sistemlerini yeniden tanzim edip daha etkin ve verimli hale getirmesi düşünülmüştü.

İlerleme neden sağlanamadı?

İçinde yaşadığımız dünya sürekli değişiyor. Bu değişim kamu yönetimi alanında da değişim yapmaya zorluyor. Kısaca ülkemizde kamu yönetimi reformuna hala şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır. Hatta bu bir zorunluluk denilirse abartılmış olmaz.

Peki biz ne yaptık?

Bu dönemlerde devlet yönetiminin temel varsayımları üzerinde değişiklik yaptık. Bence bu çok önemliydi.

DEVLET ALGISINI DEĞİŞTİRDİK

Neydi bu varsayımlar mesela?

Varsayımlardan birisi şuydu. Türkiye'de devleti merkeze alan bir yönetim anlayışı hakimdi. Halk sorumlulukları olan bir kesim olarak öngörülüyor, bireylerin veya halkın hak ve özgürlükleri üzerinden herhangi bir değer atfedilmiyordu. Devletin hakları vardı, halkın sorumlulukları... Biz kamu yönetiminin yaklaşım tarzını değiştirip, halkı merkeze alan bir yönetim anlayışı ortaya koymaya, devleti de halka hizmet eden bir araç haline dönüştürmeye çalıştık.

Peki, bugün için biz bu değişimi başardık diyebiliyor musunuz?

Tam olarak başarıldı denilemese de 2003'den bu yana devletin tanımını ve algısını değiştirecek pek çok düzenleme yapıldı. Mesela halkın iradesi üzerindeki vesayet kaldırılmaya çalışıldı. MGK Genel Sekreterliği sivilleşti, askeri yargının yetki alanı daraltıldı, EMASYA Protokolü kaldırıldı. Yargıda ciddi reformlar yapıldı ve HSYK yapısı daha demokratik hale getirildi. Darbeciler yargılanmaya başladı, devletin şeffaflığı artırıldı, bilgi edinme kanunu, DGM'lerin kaldırılması, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, farklı dil ve lehçelerin seçmeli ders olması ve kamusal alanda kullanılabilmesi gibi... Özel ilgi bekleyen gruplara yönelik pozitif ayırımcılıklar yapıldı, terör mağdurlarının yaraları ve zararları tanzim edildi. Bütün bu çabalar devlet algısını değiştirmeye, sivil toplumu yapabilir kılmaya ve halkı güçlendirmeye yönelikti.

TOPLUM HENÜZ BENİMSEYEMEDİ

Hak sahibi olmak kadar haklarına sahip çıkmak da önemli. Vatandaşın hakkını arayacak mekanizmalar sağlıklı oluşturulabildi mi?

Demokrasi ve temel insan hak ve özgürlükleri üzerinde devletin kısıtlamaları olmamalıdır. Nitekim biz reform projesini yürütürken, temel kanun tasarısına 'kamu idaresinin amacı; ...vatandaşların temel insan hak ve özgürlüklerini kullanmasının önündeki engelleri kaldırmaktır' şeklinde bir madde yazmıştık. Bu ifade devrim niteliğinde bir kapsama sahipti. Kamu yönetiminin mevcut paradigmasını ters yüz ediyordu. Cumhurbaşkanı durumu gördü ve sadece bu ifade için sekiz sayfaya yakın gerekçe yazarak iade etti. Ama daha sonra bu alanda da önemli gelişmeler kaydedildi. Ama henüz bu düzenlemeler tüm toplum tarafından benimsendi ve herkes kendi hakkının farkında diyemeyiz. Çünkü özellikle zihniyet ve kültürel süreçlerdeki değişimler topluma geç sirayet ediyor. İnsanların bunun farkına varması ve bu yolları kullanarak tecrübe kazanması zaman gerektiriyor.

İLKESEL DURUŞ KORUNMALI

Buradaki tek sorun zihniyet anlamındaki değişimin algılanmaması mı? Uygulama sorunları yok mu hiç?

Siz özgürlük alanını genişletiyorsunuz, bunu yaparken idealist bir tavır sergiliyorsunuz. Ama beklenmedik bir durum ortaya çıkıyor. Mesela bir kişi veya grup, bu alandaki tanınan hakları ve getirilen serbestliği istismar ediyor. Maalesef bu tür bir istismar, 17-25 Aralık darbe teşebbüsünde yargıda görüldü, biliyorsunuz. Bu istismarlar idealist olarak yapılmış düzenlemelerin yeni bir takım tedbirlerle kısıtlanmasını yahut istismarı önleyecek yeni düzenlemeler yapmayı zorluyor.

Böyle durumlarda ne yapılmalı peki?

İlkesel olarak doğru olduğundan emin olunan düzenlemelerde birilerinin istismar etmelerine karşı daha sabırlı olunmalıdır. Bu tür süreçlerde, verilen hakları geri almak yerine ilkesel duruşu koruyarak, istismarcıları cezalandırmak ve istismarı önleyecek düzenlemeler yapmak gerekir. Çünkü hukuku sıklıkla değiştirdiğinizde hukuka güven kalmıyor.

Röoprtajın devamı için tıklayın.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber