Prof. Görür uyardı: Marmara depremi denizin altından geliyor

Pazartesi Sohbeti'nin bu haftaki konuğu Prof. Dr. Naci Görür ile "Söylemekten dilimde tüy bitti, acilen önlem almalıyız, her an deprem olabilir!'' dediği Marmara depremini konuştuk

Kaynak : Habertürk
Haber Giriş : 29 Ağustos 2016 06:20, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Prof. Görür uyardı: Marmara depremi denizin altından geliyor

O bir yerbilimci... İşine aşık bir akademisyen. Türkiye'de "deprem'' denilince ilk akla gelen isim. Özü sözü bir, lafı dolandırmayanlardan.

Hayatını adadığı İstanbul Teknik Üniversitesi'nden emekli olduktan sonra akademik hayata neden devam etmediğini sorduğumda şöyle bir gülümsedi: '"Emekliliğim gelince vakıf üniversiteleri vitrin için istediler beni ama Türkiye'de akademik dünyanın durumu ve kalitesi beni çok rahatsız ettiği için kabul etmedim. Ülkemde performans maalesef uluslararası standart ve ölçüde değil. Emekli olmadan kendi üniversitemde profesörler ve doçentler arasında bir araştırma yaptırmıştım. 80 kişiden ancak 4 kişi uluslararası ölçülere uyabildi. İnanın bizim üniversitelerimiz üniversite değil!'' Ama yine de kendi deyimiyle "evde oturamayan bir yer bilimci'' o. Şimdilerde 3S Kale enerji grubunun başında. Kendi ifadesiyle tam da faylarla uğraşıyor, sıcak suyun peşinde. Türkiye'nin jeotermal enerji bölgelerinde elektrik üretmek için sıcak su arıyor. O kadar aşık ki işine, sıcak su yüzeye fışkırdığında gözyaşlarını tutamıyor. Pazartesi Sohbeti'nin bu haftaki konuğu Prof. Dr. Naci Görür ile "Söylemekten dilimde tüy bitti, acilen önlem almalıyız, her an deprem olabilir!'' dediği Marmara depremini konuştuk.

-Yaklaşık 10 yıl önceki meşhur deprem raporundan sonra bir arpa boyu ilerleyebildik mi?

"Evet" demeyi isterdim ama hayır. 1999 depremlerinden 2 yıl önce Teknik Üniversite, Maden Teknik ve Zürih ETA bir çalışma başlattı. Rahmetli Aykut Barka da projenin içindeydi. Marmara podi-project kapsamında Marmara Bölgesi'nin jeolojisi, jeofizik özellikleri ve depremselliği incelendi. Raporun birçok sayfasında özellikle o bölgenin depremselliği dile getirilirken, bölgenin çok tehlikeli olduğu, enerji biriktirdiği yazıldı. "Bu bölge çok risklidir, enerji birikmiştir ve deformasyonu çoktur!'' denildi ve yapılaşma için uyarılarda bulunuldu.

-Bu rapor kimlere sunuldu?

Gerekli yerlere iletildi. Gerekli yerlere gidince ne oluyor peki? Ben size kendimden örnek vererek anlatayım. 1999-2015 arasında yaptığım bütün çalışmaları en gerekli yerlere gönderdim. Hiçbir tepki almadım. Soran bile olmadı. Marmara'da Teknik Üniversite, İtalyan, Fransız ve TÜBITAK'ın işbirliğiyle yapılan araştırmalar, zaten tektir ve ben o araştırmaların genel koordinatörüydüm. Ve bizden başka da araştırma yapan yok zaten. Bugün de yok.

-Deniz araştırmalarını kastediyorsunuz...

Evet. Marmara faylarını inceleme. Hiçbir yetkili gelip de "Yahu siz ne yapıyorsunuz?'' demedi. 2015'e kadar diyen olmadı. Deprem şu anda denizin altından geliyor. Karadaki çalışmaları jeologlar yerinde inceliyor, numuneler alıyor vs..

-Neden deniz?

Kuzey Anadolu fayının bir özelliği var. Bu fay, depremleri doğudan batıya taşıyor. Bir deprem oluyor, o noktanın batısı bir sonraki deprem için hedef haline geliyor; bu kadar açık. Bir noktada oluyor, yıkımı veriyor hasarı, ötesinde kalan bölge bir dahaki deprem bölgesi. Buna deprem göçü denir. Kuzey Anadolu deprem fayı 1939'da Erzincan'ı 7.4 ile yerle bir etti, 40 bin kişi hayatını kaybetti. Ondan sonra batıya doğru göç etti. Niksar, Erbaa, Tokat, Reşadiye, Adapazarı, Gölcük derken Marmara'da durdu. 1939'dan 1999'a kadar 7'nin üzerinde depremle kıra kıra devam etti.

-Hepsi bekleniyor muydu yani?

Hepsi biliniyordu. Yer bilimciler bas bas bağırdı, kimse duymadı bile. Tınmıyoruz bile. Ne zaman ki İstanbul bölgesi tehdit altına girdi, "deprem'' endişesi başladı. Bu Doğu'da olsaydı, biz şu anda bile bunu konuşmuyor olurduk. Acı ama gerçek bu. "Niye deniz?" diye sordunuz, ona devam edeyim. Kıra kıra geldi fay. Gölcük'ü geçti, Marmara'da durdu. Durunca biz 1999'da bağırdık nefesimizin çıktığı kadar "Aman Marmara'ya dikkat'' diye... Prof. Dr. Celal Şengör de vardı. Türkiye'yi temsilen gidip NATO ile görüştüm. O zaman ben TÜBİTAK'ta deniz araştırmaları koordinatörüydüm..

-Sonra ne oldu?

1999-2015 yılı araştırmalarını Marmara'da biz yaptık, NATO şemsiyesi altında. 7 yabancı, 2 Türk gemisi kullandık. MTA'nın sismik gemisi ve Deniz Kuvvetleri'nin bir gemisi... Ve denizaltıları kullandık. 16 yıl boyunca bilimsel yönden süper ilerleme kaydettik. Marmara, dünyanın hiç bilmediği bir iç denizken bugün dünya literatüründe en fazla araştırma yapılan deniz haline geldi. Müthiş kaliteli araştırmalar yapıldı. Bütün bunları yaparken hiçbir Türk hükümeti bu araştırmalarımızı desteklemedi ve tek kuruş da para vermedi.

-Neden? İstemediniz mi?

İstemez miyiz? Sadece bir Başbakan Yardımcısı, Cemil Çiçek çağırdı, afet yetkilileriyle bir araya getirdi bizi, konuyla yakından ilgilendi, bütün sözleri verdi ama el sıkışıp ayrıldıktan sonra ne olduysa oldu, tamamen iletişim koptu.

-Ne istiyordunuz? Ne yapılmalıydı?

Denizaltı gözlem istasyonu kurulmalıydı. Hala da kurulmalı. TÜBİTAK'a proje verdik, değerlendirmeye bile almadılar. DPT'ye gittik, proje sunduk, desteklemediler. Müthiş bir aymazlık. Bizi mi sevmiyorlar? Tamam başkasına destek versinler de bizden başka yapan, araştıran yok ki... Belediyelere gittik. İstanbul Belediyesi'nden bir miktar destek aldık, 500 bin TL kadar. Hatta çok acıdır. 1984 yılında Uzakdoğu'da deprem olup da tsunamiler ortaya çıkınca Avrupa Birliği alarma geçti. Dediler ki: "Böyle bir tehlike ile Doğu Akdeniz'de karşılaşabiliriz. Şimdiden denizaltı gözlem istasyonları kuralım.'' Bunun için proje oluşturdular. Hemen biz de müracaat ettik. AB projenin içerisine bizi de aldı. Maddi destek verildi, gemi tahsisi yapıldı, teknik destek sağlandı...

-Güzel yani...

Güzel değil, anlatayım. Araştırmalar yaptık, nerelere gözlem istasyonu kurulması gerektiğini belirledik. Avrupalılar dediler ki: "Siz karşımıza üniversite olarak çıktınız. Bizim buna devam etmemiz için hükümetinizle muhatap olmamız lazım.'' Biz bize adres olabilmesi için bile muhatap bulamadık. Aklınıza gelecek her kapıyı çaldık. "Para pul da istemiyoruz, isminizi verin'' dedik. En son İstanbul Valisi Muammer Güler, "Bari bizim adresimizi verin!'' dedi. Onu verdik ama olmadı tabii, bu kadar büyük çaptaki iş böyle yürütülür mü?

-Niye olmuyor bu işler? Kötü niyet mi aymazlık mı?

Devlette bu işi bilen yok da ondan. Devletin depremin sorumlusu diye seçtiği mekanizma işlemiyor. Araştırmacı yok ki. Afet İşleri var biliyorsunuz, çok başarılılar ama Kızılay gibi çalışıyorlar. Ama aynı kuruma deprem araştırmalarını veremezsiniz. Onlar olay olduktan sonra başarılı. Deprem verilerini, araştırmalarını yorumlamak çok başka. Bir-iki arkadaş vardır depremden anlayan ama o kadar. TÜBİTAK'a bile verseler anlardım ama onlar bile zor yaparlardı, inanın.

-Ne olması lazım? Ayrı bir birim mi kurulması lazım?

Çok basit. Deprem araştırma yönü var, bir de risk yönetimi ve afet yönetimi var. Rahmetli Erdal İnönü zamanında kanun hükmünde bir kararname ile bir "Deprem Konseyi'' kuruldu. O konseyin ilk üyesiydim. Önce depremselliği ve problemleri ortaya koyduk. Sonra konsey iptal edildi maalesef, herhalde bizleri beğenmediler, "Bunlar bizden değil!'' diye düşündüler herhalde. Halbuki biz orada para pul almadan tamamen gönüllü sistemde çalışıyorduk.

-Deprem Konseyi mi kurulmalı tekrar?

Bir yapılanma şart. Hükümet bu işten anlayanlara kulak vermeli, liyakat çok önemli. Deprem oluyor, beni arıyorsunuz; Şener Üşümezsoy'u, Oğuz Gündoğdu'yu, Ahmet Ercan'ı... Üstelik bu arkadaşların birçoğu araştırmalarda yer bile almadılar ama çıkıp konuşuyorlar... Bu söylemler ne kadar bilgiye, veriye, belgeye dayalı, o da belli değil. Bir de Kandilli Rasathanesi çıkıp bir şey söylüyor o kadar. Bir de Afet İşleri... Onların sadece elinde doneler var. Hükümet de zannediyor ki bu sismik ağı elinde bulundurmak, "Şu saatte şu büyüklüğünde" demek deprem araştırması yapmak. Yok öyle bir şey. Teknik Üniversite, elinde bu ağa sahip olmadığı halde dünyanın en iyi jeologlarına sahip. Başta Celal Şengör, Yücel Yılmaz, Arar Okay... Araştırma yapmak ayrı bir şey, deprem istasyonu işletmek ayrı bir şey.

-16 yıllık araştırma sonucu yapılması gereken nedir?

Acilen denizaltı gözlem istasyonu kurulmalı. Araştırmaya dayalı bir istasyon. Dünyanın her tarafında var. Bu niye önemli? Marmara'nın tabanında faylar boyunca gazlar çıkıyor. Bu su ve gazlar depremin olduğu derinliklere yakın yerlerden geliyor, fay boyunca... Kendim de denizaltıyla bin 300 metreye daldım. Günde 7 saat o fayı inceledim. Su çıkışlarını gördüm. Bunların izlenmesi çok önemli. O iki fayın yakınına hassas aletler konulmalı. Sıcaklık, tuzluluk, hareket, basınç ölçen...

-Yani gelen depremi oradan hissedebiliriz?

Evet, bravo! Fiziksel ve kimyasal analizler yapan sensörleri yerleştirdiğiniz zaman o ağ size önceden haber verebiliyor, fark ediyorsunuz anormal bir durumu. Denizaltı gözlem istasyonu bu demek zaten, dünyanın her tarafında var artık, bizde maalesef yok daha.

-Ne kadar maliyeti?

10 milyon Euro civarında. Online size bilgi geliyor. Birdenbire değişiklik olduğunda, "Ne oluyor?'' diye sorduğunuzda deprem geliyor demektir. Dilimde tüy bitti anlatmaktan artık. Kimse maalesef hala duymuyor, duymak istemiyor. Oysa çok önceden yakalamak mümkün. Ben dedim ki: "Pes ediyorum artık.'' O derece beyaz bayrak çektim, isyan ediyorum. İnanılır gibi değil yaşananlar. Her hükümetin kendine özgü bir depremcisi var. O depremcilerin de maalesef depremle ilişkisi yok.

-"Hadi gelin deprem için yardım edin!'' deseler?

Deprem konusunda ne isterlerse koşa koşa giderim. Çok endişeleniyorum ülkem için. Ayrıca görevim bu. 15 Temmuz olayları insanları ona buna göre ayırma olaylarının miladı olur diye umut ediyorum. Bakın ben Amerika'da da İngiltere'de de kalabilirdim. Bu ülkenin insanıyım, vatanseverim, vatan toprağı için gözüm dolar benim. Bizleri istemediler, dilerim ki bu son bulsun. Bütün bu çalışmalar işe yarasın, araştırmalar yerini bulsun.

"EN AZ 7.2 BÜYÜKLÜĞÜNDE"

-Marmara'da deprem olacak...

Kocaman bir "Evet". Üstelik 1999 depremleri Marmara'daki fayları tetikledi. İki artı iki dört. 250 yılda gerilecekken o kabuk, o depremler sayesinde çatırdıyor, yani her an deprem olabilir. Süre kısaldı. Üstüne basılan bir yayı düşünün. Marmara altındaki kabuk basınçta duruyor, boşalacak ki rahatlayacak. En az 7.2 şiddetinde bir kırılmadan bahsediyorum.

-Ne yapar İstanbul'a?

Çok büyük hasar verir. İkinci Boğaz köprüsünden doğu-batı yönünde bir çizgi çiz. Üstünde kalan alanlar yani Sarıyer- Tarabya-Rumelihisarı ve muadili yerler, beklediğimiz Marmara depremini 1999 depremi gibi hisseder. Tabii çürük binalardan bahsetmiyorum bile.

-Yani korkunç...

Evet, çok yoğun hisseder. Diğer bölgelere gelince, yani o çizginin altındaki alanlar, 1999 depremini hissettiklerinden kat kat kat daha fazla hisseder, daha açık konuşmaya gerek var mı?

-Ya tsunami?

Olacak. Aslında her büyük depremden sonra Marmara'da muhakkak olmuştur. Deprem olunca denizaltı heyelanları olur ve hacim değişikliğiyle birlikte bu sefer tsunami başlar. Olası depremde en az 10 metrelik dalgalar oluşur.

-Melih Gökçek, "Ben inanmıyorum ama sismik dalgalarla oynayarak deprem yapmaya çalışacaklar'' dedi. Böyle bir şey mümkün mü sahiden?

Sayın Gökçek'in "İnanmıyorum'' demesine çok memnun oldum çünkü yakıştıramazdım kendisine. Bu iddialar tamamen zırva. Olmaz böyle bir şey. Neden? Suni deprem mümkün evet. Yüzlerce insan zıpladığında bile hafif sarsıntı yaratılabilir. Büyük taş ocaklarında dinamit patlatılır ve deprem oldu sanılır, küçük deprem gibi algılanır verilerde, sadece 1-2 büyüklüğünde. Marmara'da 7.2 büyüklüğünde deprem yaratmak için kaynağı nereden üreteceksin? Hiroşima'ya atılan bombanın birkaç yüz katı bomba atarsan belki... Ona da emin değilim. Mantığı yok.

BALÇİÇEK İLTER

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber