Yüksekögretim E- Kongresi Birinci Aşama Sonuçları
Yükseköğretimin yeniden şekillendirilmeye çalışıldığı bugünlerde, YÖK yasa taslağına ilişkin görüş alışverişinde bulunmak amacıyla yapılan Yüksekögretim E- Kongresinin birinci aşaması sonuçlandı. Bir kısmı sitemizde de yayımlanan "Üniversiteler için 'kısa ve özlü bir çerçeve yükseköğretim yasası' en uygun modeldir", "Başarılı Üniversiteler ve Öğretim Üyeleri Ödüllendirilmelidir" ve "Yükseköğretim Uluslar arası hüviyet kazanmış ve halen yabancı dille eğitim yapılan üniversiteler hariç Türkçe olmalıdır" gibi başlıklarda çeşitli önerilerin yer aldığı sonuçları görmek için tıklayın.
Yeni YÖK Yasa taslağı çalışmalarına Öneriler
"Yükseköğretim e-kongresi / BİRSES - 2004"
(www.birses.org, www.birses.net, www.birses.com)
e-kongre sekreteri: Selami SERHATLIOĞLU, Yard.Doç.Dr.
e-posta: [email protected], [email protected]
Web: www.birses.com, www.birses.net, www.birses.org
Tlf: 0-424-2333555/1388, Faks: 0-424-2376773
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi, ELAZIĞ
Giriş
Önemli bir ihtiyaçtan kaynaklanan YÖK'te değişiklik talepleri toplumun beklentileri ile birleşerek bir zorunluluk halini almıştır. 1981 de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası, yüksek eğitimin yaygınlaşmasına fayda sağlarken uygulamada haklı eleştirilere yol açmıştır. Türk Üniversite hayatı Cumhuriyet döneminden günümüze kadar yaşanan gelişmelere paralel olarak değişime uğramış olup, bundan sonrada günün gereklerine göre değişmeye ve gelişmeye devam etmelidir.
YÖK tartışmaları 1982 Anayasası'nın kabulünün hemen ardından başlamış olup, Üniversitelerin daha özgür, demokratik, verimli bir yönetim yapısına kavuşturulması için günümüze kadar bir çok reform, öneri ve taslaklar hazırlanmıştır. Bu da göstermektedir ki, YÖK yasasının miadı dolmuştur ve YÖK ile akademik özerkliğin sağlanması mümkün değildir.
Farklı Üniversitelerde görev yapmakta olan biz gönüllü öğretim elemanları bir sivil platform oluşturarak BİRSES (www.birses.org, www.birses.net ve www.birses.com) sitesinde Yükseköğretimin uygulamadaki sorunlarını ve çözüm önerilerini "Internet ortamında" özgürce tartışarak görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmaya ve ilgililer ulaştırmaya çalışmaktayız.
Yeni bir Yükseköğretim Kanunu hazırlamak ve yasalaştırmak belli kişi ve kurumların yetkisinde olup, son sözü elbette TBMM söyleyecektir. Demokrasilerde bun aksi asla düşünülemez!
Üniversitelerimizin tüm toplumun ortak varlığı olduğu gerçeği ile bizleri de yakından ilgilendiren "bu önemli sorunumuzun" tartışılması ve çözümünün aranmasında kendi payımıza düşeni yapmak bağlamındaki önerilerimizi aşağıda sunuyoruz.
Yeni YÖK Yasa Tasarısı Taslağı Çalışmalarına Önerilerimiz :
Anayasamızda Yükseköğretimle ilgili maddeler sadeleştirilmelidir.
Anayasa'da, yükseköğretimin ayrıntılarına girmek değişim ve gelişim sürecindeki
ülkemizde yeni kurullar oluşturulması ve bunların ilişkilerine kadar varan kuralların
Anayasa'ya konulması, toplumun dinamizmini ve gelişmesini zorlaştırmaktadır.
Bizim ihtiyacımız kısa ve özlü anayasadır. Anayasamızda Yükseköğretim ile ilgili
130 ve 131'inci maddeleri sadeleştirilerek amaç ve temel ilkelerin yazılması
yeterli olacaktır. Yapılacak düzenlemelerde, yetkiler şahıslarda değil, kurullarda
toplanmalı ve önemli kararlar kurullarda alınmalıdır.
Yükseköğretim kurumlarının kanunla kurulması anlayışından vazgeçilmelidir.
Özel girişimciler belirlenen gerekli koşullarını yerine getirerek serbestçe
yükseköğretim kurumu kurabilmelerinin hiçbir sakıncası olmamalıdır.
Eğitim kurumlarını kamu okulları ve özel okullar şeklinde ayrı değerlendirmek,
yanlış olur.
Özel okul ve özel üniversiteler ülkemiz eğitimine hizmet eden kurumlar olarak
görülmelidir.
Üniversiteler için "kısa ve özlü bir çerçeve yükseköğretim yasası'
en uygun modeldir.
Yükseköğretimde köklü bir iyileştirme yapılmak isteniyorsa Anayasa değişikliği
ve ardından her üniversitenin kendi misyonu ve vizyonunu ortaya koyabileceği
ana unsurları düzenleyen, kısa, ayrıntıdan uzak, yükseköğretimdeki farklılaşmayı
ve çeşitliliği dikkate alan, yeni bir çerçeve YÖK yasası en uygun modeldir.
Üniversitelerimizin geçirdiği evreler göz önüne alındığında, 53 devlet ve 23
vakıf üniversitesi bulunan ülkemizde yeni Yükseköğretim yasasında en yaralı
ve köklü değişikliği sağlamak için; YÖK'ün üniversitelere doğrudan müdahale
eden değil, onları dışarıdan denetleyen bir koordinasyon kurulu haline getirilmesinin
yararları daha iyi anlaşılacaktır.
Özel statülü devlet üniversitesi, mütevelli heyetiyle yönetim, işletme hakkının
devri gibi yeni açılımlara müsait hale getirilmelidir. Çok kısa bir çerçeve
yasası çıkarılmalı ve yükseköğrenimin ana unsurları düzenlenmelidir.
Eğitim, öğretim, akademik yükselmelerde tüm üniversitelerin uyması gereken asgari
koşullar Çerçeve yükseköğretim yasası ile belirlenmelidir.
YÖK ve ÜAK birbirinden ayrılarak YÖK ve ÜAK'nın görev ve yetki alanları kesin
hatlarla belirlenmelidir. ÜAK Avrupa'da olduğu gibi sadece üniversite rektörlerinden
oluşturularak tüm akademik konularda en yetkili karar organı haline getirilmelidir.
Tek tip üniversite yerine ihtisas alanlarına göre yeni bir yapılanmaya gidilmelidir.
Çerçeve yükseköğretim yasasına uygun olarak her üniversitenin kendi Yükseköğretim
Kanunu niteliğinde bir yasa veya yönetmeliği olmalıdır.
Akademik konularda olduğu gibi idari ve mali konularda da yetkiler rektörlere
değil, üniversite üst kurullarına verilmelidir.
İdari ve Mali özerklik sağlanmalıdır.
Avrupa Birliği Ve Dünya İle Bütünleşmede Özerklik Şarttır.
Tek tip üniversite anlayışından kurtulmak için Üniversitelerin idari yapılarının
ayrıntıları, çerçeve yasanın ana esaslarına uymak şartıyla üniversitelere bırakılmalı
ve 'Girişimci üniversite' nosyonu yerleştirilmelidir.
Yapılan sınavları kazanan hiç kimse yükseköğretimden mahrum bırakılmamalı, etkin
burs mekanizması kurulmalı ve belirli bir kontenjan dahilinde dar gelirli öğrenciler
ücretsiz okutulmalıdır. Üniversiteler yasalar çerçevesinde kendi ek kaynaklarını
oluşturabilmelidirler.
Araştırmalara gerekli kaynaklar bulunmalıdır.
Sosyal ve ekonomik faydaya dönük, çözüm üreten araştırmalara öncelik verilmeli
ve teşvik edilmelidir. Araştırma ağırlıklı üniversiteler, fakülteler ve bölümler
oluşturarak, bu birimlere ek sorumluluk ve kaynak sağlanabilmelidir.
Üniversitelerimizde bilimsel ve fikri verimliliğin artırılmasının yolları
aranmalıdır.
Üniversitelerimizde mevcut sıkıntıların başında bilimsel ve fikri verimliliğin
düşük seviyede olması gelmektedir. Bunda elbette üniversite öncesi eğitim ve
öğretimin payı büyüktür. İlköğretim çağından itibaren ezberci bir sistemin kıskacında
yetişen ve uzun sınav maratonu boyunca yorulan gençlerimizin yıllar boyunca
kazanmış oldukları ezberci ve kolaycı yaklaşımı hemen terk ederek akademik hayatlarında
bilimsel yönden üretken olmalarını beklemek gerçekçi değildir. Bu sebeple eğitim
sisteminin baştan aşağı gözden geçirilerek, gençlerin yeteneklerini ortaya çıkaracak,
araştırmaya, muhakemeye ve gözleme dayalı bir çalışma disiplinin kazanılmasını
sağlayacak tedbirler alınmalı ve üniversitelerimizde bilimsel verimliliğin artırılması
için başarıyı ödüllendiren bir sistem getirilmelidir.
Başarılı Üniversiteler ve Öğretim Üyeleri Ödüllendirilmelidir.
Üniversiteler arasında rekabetin teşvik edilmesi bilimsel yeniliklere elbette
hız katacaktır. Ancak, bu yapılırken, üniversiteler arasında bölgesel farklılıklardan
kaynaklanan eşitsizliklerin bir an evvel giderilmesi yönünde tedbirler alınmalıdır.
Aksi halde, yeni kurulmuş bulunan veya bölgenin mahrumiyetinden dolayı gelişmesini
tamamlamamış olan üniversiteler haksız bir rekabetin içine sokulmuş olacaklardır.
Üniversiteler arasında gerçek bir rekabet ortamının sağlanması ise, ancak yarı
özel bir yönetim sistemi oluşturulmasıyla mümkündür.
Öğretim üyesi başına düşen bilimsel faaliyetler gibi objektif kriterler göz
önünde bulundurularak üniversitelerin performanslarının değerlendirilmesi yararlı
olacaktır. Üniversiteler bu değerlendirmelerin sonuçlarına göre sıralanarak
başarılı olanların bütçe imkanları artırılmalı ve bu üniversitelerde görev yapan
öğretim elemanlarının ücret seviyeleri de yükseltmeler yapılmalıdır.
Yükseköğretim Uluslar arası hüviyet kazanmış ve halen yabancı dille eğitim
yapılan üniversiteler hariç Türkçe olmalıdır.
Dil, millî kültürün temel öğesidir. Dilin, milleti oluşturan en önemli unsurlardan
biri olduğu gerçeği hepimizce bilinmektedir. Toplumu birbirine bağlayan dil,
önemini yitirdikçe bireyler arasındaki bağ zayıflar, bunun sonucu ulusal bütünlükte
çözülme ve ayrılma isteklerine kadar gider. Dilin bu önemli nitelikleri dolayısıyla
Türkçe eğitimi, hem çocuklarımız hem de toplumumuz açısından hayati önem taşımaktadır.
Anayasamızda da Türkçe'nin resmi dil olduğu açıkça ifade edilmiştir. Buna rağmen
ülkemizde yabancı dil konusundaki zorlamalar Türkçe'mizin önünü kesecek boyutlara
ulaşmaktadır. Resmi ve Anadilimiz dururken yabancı dille eğitim yapmanın gelecekteki
olumsuz sonuçları göz önünde bulundurularak, sadece uluslar arası hüviyet kazanmış
ve halen yabancı dille eğitim yapılan üniversiteler hariç Yükseköğretim Türkçe
olmalıdır.
Rektörlük Seçimleri Tam Demokratik olarak Yapılmalıdır
Rektörlerin atama ile değil de seçimle gelmeleri söz konusu ise bu seçim tam
demokratik olmalı, yani en fazla oyu alan Rektör olarak atanmalıdır. Güzide
kurumlarımız üniversitelerdeki seçim ilkesinin ciddiye alınması ve bu arada
bugünkü 'rektör seçimi' adı altında oynanan komediye de son verilmesi gerekmektedir.
Rektörlük seçimleri Anayasamızın 94. Maddesindeki TBMM Başkanı seçimi ve 102.
maddesinde Cumhurbaşkanı seçimine benzer şekilde düzenlenebilir; Rektör adaylarının
sayısına alt veya üst sınır getirilmemeli, Rektörler ard arda olmamak koşulu
ile en fazla iki dönem için seçilebilmeli, Rektörlük seçimleri gizli oyla çok
turlu olarak yapılmalı, birinci tur oylamada o üniversitenin kadrolu toplam
öğretim üye sayısının yarıdan bir fazlasının oyunu alan aday Rektör seçilmeli,
ilk turda hiçbir aday gerekli oyu alamazsa ikinci tur oylamaya geçilmeli, ikinci
tura en fazla oy alan ilk üç aday katılmalı ve bu turda da toplam öğretim üye
sayısının yarıdan bir fazlasının oyunu alan aday Rektör seçilmeli, ikinci turda
hiçbir aday gerekli oyu alamazsa üçüncü tur seçimlere geçilmeli, üçüncü tur
seçimlerine ikinci turda en fazla oyu alan ilk iki aday katılmalı, ancak üçüncü
turda yarıdan bir fazlanın oyu aranmamalı, üçüncü tur seçime katılan iki adaydan
en fazla oyu alan seçimi kazanmış olmalı ve doğrudan Rektör olarak atanmalıdır.
Böylece, mevcut öğretim üyelerinin en az yarısının oyuyla seçilmiş bulunan rektör,
küçük bir azınlık grubunun psikolojik baskısından da kurtulmuş olacaktır.
Dekanlık, bölüm başkanlığı ve Anabilim Dalı başkanları da seçimle belirlenmelidir.
Araştırma görevlileri TUS benzeri merkezi bir sınavla alınmalıdır
Bütün Üniversitelerde Araştırma Görevlilerinin tümünün Atamaları TUS (Tıpta
Uzmanlık Sınavı) benzeri Merkezi sınavlarla yapılmalıdır.
Araştırma görevlilerinin fen, sağlık ve sosyal bilimlerin her alanında TUS benzeri
merkezi bir sınavla alınmaları ile lisansüstü eğitiminde somut bir fırsat eşitliği
sağlanmış olacaktır.
Böylece adam kayırmacılığında önü kesilecek, lisans eğitimini bitirmiş her Türk
gencine hak ettiği üniversitede kariyer yapmaya olanak verecek ve Anayasamızın
emrettiği eğitimde fırsat eşitliği sağlanmış olacaktır.
Yabancı dil akademik hayatın her safhasında bir problem olmaktan çıkarılmalıdır
Akademik yükselmelerde Uygulanan Zorunlu Yabancı dil sınavları kaldırılmalıdır.
Yabancı dil öğrenme ile yabancı dil sınavları bir birinden farklıdır. Hiçbir
akademisyen yabancı dil öğrenmeye/öğretmeye karşı olamaz (mümkünse birden fazla
yabancı dil öğrenilsin). Ancak, İngiliz'in İngiliz'den istemediği ağır gramer
özellikli yabancı dil sınavlarını akademisyenlerin önüne engel olarak koymak
büyük yanlışlıktır. Öğretim elemanlarına mutlaka bir yabancı dil sınavı uygulanacak
ise; bu sınav akademik hayatın başında ve sadece bir kez (yüksek lisans veya
doktora öncesi, okuduğunu anlamaya yönelik yani; Türkçe'den yabancı dile/yabancı
dilden Türkçe'ye tercüme şeklinde) yapılmalı, sonraki hiç bir kariyer basamağında
artık yabancı dil sınavı yapılmamalıdır.
Anayasamızda Türkçe'nin resmi dil olduğu açıkça ifade edilmiştir. Buna rağmen
ülkemizde yabancı dil konusundaki zorlamalar Türkçe'mizin önünü kesecek boyutlara
ulaşmaktadır.
Türkçe'miz hem yazım ve hem de iyi bir bilim dilidir. Resmi ve Anadilimiz dururken
yabancı dille eğitim yapmanın gelecekteki olumsuz sonuçları çok iyi değerlendirilmelidir.
Akademik Yükselmelerde Yapılacak Düzenlemelerde Doktora Esas Alınmalıdır
Akademik hayatın en zorlu ve önemli basamağı doktora dönemidir. Doktora döneminde
elde edilen bilgi ve tecrübeler, büyük ölçüde akademisyenin gelecekteki başarılarını
da belirleyecektir. Halbuki, Üniversitelerimizde akademik hayatın dönüm noktası
olarak doçentlik kabul edilmekte ve tüm gayretler bir an evvel doçent olma yönünde
sarf edilmektedir. Son yıllarda yapılan yeni düzenlemeler doktora eğitiminin
değerini daha da düşürmüş olup, günümüzde doktora eğitimi çoğu zaman ciddi bir
denetimden uzaktır. Bu durum, doktora öğrencisinin zayıf yetişmesine sebep olmakta
ve akademik hayatı boyunca sıkıntı çekmesine yol açmaktadır. Doktora eğitimi
orijinal bilimsel çalışmaların gerçekleştirildiği zaman dilimi olmanın ötesinde,
akademik kişiliğe sahip olmanın gerektirdiği özelliklerin de kazanıldığı hassas
bir dönemdir. Yabancı dil öğrenmeden kongrede bildiri sunmaya kadar pek çok
faaliyet bu dönemde gerçekleştirilir. Elbette öğrenme devam eden bir süreçtir.
Ancak, doktorasını bitiren akademisyen artık kendi alanında bilgisine başvurulacak
uzman bir kişidir. Ayrıca, doktora sonrası öğrenmeye devam edebilmek için de
iyi bir doktora eğitimi almış olmak şarttır.
Merkezi Doçentlik Sınavları Kaldırılmalıdır.
Günümüzde uygulanmakta olan "Merkezi Doçentlik Sınav"larına son verilmelidir.
İlk kez 1946 yılında yürürlüğe giren 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu ile belirlenen
doçentlik sınavına yönelik düzenlemeler günümüze kadar dört kez çeşitli değişikliklere
uğramasına rağmen hala istenen düzeye ulaşamamıştır. Merkezi Doçentlik Sınavı
uygulamada bir sürü adaletsizliklerin yaşandığı kendine özgü, apayrı, farklı,
tuhaf ve gelişmiş ülkelerin hiç birinde örneği bulunmayan bir "Unvan sınavı"
dır.
Doçentlik; öğretim üyeliğinin akademisyenliğin tam ortasında bir basamaktır.
Doçentlik unvanının bir altı yardımcı doçentlik, bir üstü ise profesörlüktür.
Her ikisinde de böyle bir sınav yoktur. Sadece, kadro ilanı şartı ile her üniversitenin
kendi yönetmeliğindeki belli kriterlerin göz önüne alındığı atamalardır.
Yardımcı doçent, Doçent ve Profesörlüğe yükseltme ve atanma aynı prosedüre tabi
tutulmalı ve Merkezi Doçentlik sınavlarına son verilmelidir. (Şimdiki sistemde
yardımcı doçent ve profesörlüğe yükselme ve atanma nasıl yapılıyorsa, Doçentliğe
yükseltme ve atanma da aynı şekilde olmalıdır.
Yardımcı Doçentlik kadroları daimi statüde olmalıdır.
Üniversitelerimizdeki Yardımcı Doçentlerin yıllardan beri devam eden özlük sorunları
çözümlenmelidir. Yardımcı doçentler; mastır, doktora eğitimini tamamlanış, bilimsel
çalışmaları değerlendirilerek kabul edilmiş akademik formasyona sahip öğretim
üyeleridir. Ancak okutup mezun ettikleri öğrencilerinin bile, rutin olarak 1.
dereceye kadar terfi edebildikleri halde yardımcı doçentler 3. dereceden yukarıya
asla çıkamamaktadırlar. Oysa bizler bunun, her şeyden önce memuriyetten gelen
en doğal bir özlük hakkı olduğunu düşünüyoruz.
Yine bu akademisyenler, yardımcı doçent kadrosunda değil de her hangi bir kamu
kuruluşunda çalışıyor olsa idiler; tüm diğer devlet memurlarında olduğu gibi
her üç yılda bir derece ve her yılda bir kademe ilerlemesi alabilecekken, üniversitelerde
yardımcı doçent olarak görev yaptıkları için bu haktan mahrum bulunmakta yani
bir noktada yardımcı doçent olduklarından dolayı cezalandırılmaktadırlar. Özellikle
Anadolu'daki üniversitelerin eğitim yükünü üstlenen ve sayıları on bir binin
üzerinde olan yardımcı doçentler, 2 yada 3 yıllık uzatmalarla en çok 12 yıl
görev yapmakta bu sürenin sonunda sorgusuz - sualsiz kapının önüne konulabilmektedirler.
Ülkemizde yetişmiş insanları harcamak bu kadar kolay olmamalı.
Hepimiz biliyoruz ki bir öğretim üyesinin yetişmesi için büyük bir emek ve uzun
bir süreç gerekmektedir. Pahalı bir yatırımdır. En verimli çağında kapı önüne
konulmak yerine diğer öğretim üyeleri gibi yardımcı doçentlerin de daimi kadroda
olmaları gerekir.
Akademik yükseltmelerde süre kısıtlaması olmamalıdır.
Doktora sonrası bir bekleme süresinin getirilmesi, genç akademisyenlerin çalışma
azmini kırar.
Yardımcı doçentlik, doktorada geçirilen uzun ve yorucu çalışmaların sonunda
bir anlamda bireyin ödüllendirilmesi demektir. Burada amaç insanların önünü
tıkamak değil, objektif kriterler ve standartlar ortaya koyarak genç akademisyenleri
rekabete ve verimliliğe teşvik etmek olmalıdır. Bireyleri belli bir amaç olmaksızın,
sadece bekletmiş olmak için bekletmenin kendi başına hiçbir anlamı ve olumlu
bir sonucu olmayacaktır.
Doçentlik sınavına müracaat için bekleme süresinin getirilmesi de anlamsızdır.
Çalışıp kendini kanıtlayan, yeterli yayını olan akademisyenler, çeşitli gerekçelerle
bekletilmenin aksine yükselmeleri hızlandırılmaları teşvik edilmelidir. Amerika'da
26 yaşında profesör olan ünlü Türk bilim adamı Oktay Sinanoğlu, bu yasaya göre,
acaba en genç hangi yaşta profesörlük payesi alabilirdi? Sisteme göre Sinanoğlu
Türk üniversitelerinde belki de 40 yaşından önce asla profesör olamazdı.
Doçentlikle ilgili bir düzenleme yapılacaksa bu konuda atılacak ilk adım doçentlik
sınavı için objektif değerlendirme kriterleri getirilerek, özellikle sözlü sınavın
tamamen ortadan kaldırılması olmalıdır.
Hiçbir gelişmiş ülkede bilim adamlarının önüne süre engeli konulmamaktadır.
Yeni yasa hazırlanırken; Akademik yükseltmelerde ve bir üst unvana atanmada
süre değil bilimsel yayınlar ve performans esas alınmalıdır. Amerika'da ve Avrupa'da
26 yaşında profesör olunabilirken bizde neden bilim adamalarının önüne süre
engeli konuluyor, anlaşılır gibi değildir.
Akademik yükseltmelerde belirli bir süre koymak yerine liyakat ve performans
esas alınmasının ülkemizde bilimsel gelişmeyi artıracağı gün gibi aşikardır.
Dolayısıyla her kademedeki akademik yükseltmelerde olduğu gibi, Doktora sonrası
Doçentlik sınavına müracaatta da hiçbir süre tahdidi olmamalıdır.
Her kademedeki Tüm öğretim Elemanlarının Özlük Sorunları çözümlenmelidir.
Akademik kariyerlerin tüm basamaklarındaki atamalar ve yükseltmeler Lisans-üstü
giriş, araştırma görevlisi, yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlük vs.
daha önceden oluşturulmuş ve ilan edilmiş açık, adil, şeffaf, öngörülebilir
kurallara bağlı olarak yapılmalıdır.
Şu andaki uygulama ve hazırlanan taslakta öğretim elemanları içinde sadece Doçent
ve Profesörlerin iş güvenceleri vardır. İş güvencesi, Anayasamızda ve İLO sözleşmelerinde
her çalışan için temel bir hak iken, Yardımcı Doçentlerin, Araştırma Görevlilerinin,
Öğretim Görevlilerinin, Okutmanların ve Uzmanların bu güvenceden mahrum bırakılmaları
kabul edilemez.
Tüm öğretim elemanlarının işe alınmaları, akademik unvan elde etmeleri ve kadrolara
atanmaları önceden belirlenen ve bilinen Akademik Performans Değerlendirme Kriterler'ilerine
göre yapılmalıdır. Daha açık bir ifadeyle, üniversitelerde araştırma görevlisi
istihdamında, yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlüğe yükseltilmede, objektif
nesnel performans kriterleri oluşturulmalı ve bu kriterler dikkate alınarak
akademik unvanlar kazandırılmalıdır.
Öğretim elemanlarının ücret politikalarında iyileştirilmeler yapılmalıdır.
Yükseköğretim sisteminin kalitesini dünya standartlarına yaklaştırmayı amaçlayan
bir reform taslağında, aynı zamanda ücretlerle ilgili düzenlemelerinde olması
gerekir.
Biz biliyoruz ki üniversite camiasının ekonomik gücü son yıllarda giderek azalmıştır.
Oysaki akademisyenlik, bireyin kendini yenilemesini ve bilgisini sürekli tazelemesini
gerektirir. Ayrıca, toplumun gözünde belli bir saygınlığı olan üniversite hocalarının
statülerine uygun bir yaşam standardına ulaşmaları en tabii haklarıdır.
Gelecekte kaliteli öğretim elemanları yetiştirebilmenin önlemlerini bu günden
almalıyız. Akademisyenlik mesleğin kalitesini, statüsünü ve çekiciliğini artırmalı
bunun içinde mutlaka ücretlerde iyileştirme yapılmalıdır. Akademik personel
ücretleri arasındaki mevcut "eşitsizlikler" ve "adaletsizlikler"
mutlaka giderilmelidir.
Yetkili kurullarda öğrenciler temsil edilmelidir.
Öğrencilerin en azından kendilerini ilgilendiren kararların alındığı kurullarda
temsil edilmesi gerekir.
Üniversite sivil Toplum ilişkilerine önem verilmelidir.
Gelişmiş demokrasilerde sivil toplum örgütlerinin önemi aşikâr iken, yeni tasarıda
yüksek öğretim kuruluna eğitim sendikalarından da temsilcilerin alınması uygun
olacaktır.
Özet
1. Anayasamızda Yükseköğretimle ilgili maddeler sadeleştirilmelidir.
2. Üniversiteler için "kısa ve özlü bir çerçeve yükseköğretim yasası' en
uygun modeldir.
3. Yükseköğretim kurumlarının kanunla kurulması anlayışından vazgeçilmelidir.
4. Yetkiler şahıslardan ziyade kurullarda toplanmalı, ve önemli karaları kurullar
almalıdır.
5. Üniversitelerin İdari ve Mali özerklikleri sağlanmalıdır.
6. Araştırmalara gerekli kaynaklar bulunmalıdır.
7. Yükseköğretim Uluslar arası hüviyet kazanmış ve halen yabancı dille eğitim
yapılan üniversiteler hariç Türkçe olmalıdır.
8. Yabancı dil akademik hayatın her safhasında bir problem olmaktan çıkarılmalıdır
9. Rektörlük Seçimleri Tam Demokratik olarak Yapılmalıdır
10. Dekanlık, bölüm başkanlığı ve Anabilim Dalı başkanları da seçimle belirlenmelidir.
11. Araştırma görevlileri TUS benzeri merkezi bir sınavla alınmalıdır
12. Akademik Yükselmelerde Yapılacak Düzenlemelerde Doktora Esas Alınmalıdır
13. Yardımcı doçent, Doçent ve Profesörlüğe yükseltme ve atanma aynı prosedüre
tabi tutulmalı ve Merkezi Doçentlik sınavları kaldırılmalıdır.
14. Yardımcı Doçentlik kadroları daimi statüde olmalı ve yardımcı doçentlerin
özlük sorunları giderilmelidir.
15. Akademik yükseltmelerde herhangi bir süre kısıtlaması olmamalıdır.
16. Her kademedeki Tüm öğretim Elemanlarının Özlük Sorunları çözümlenmelidir.
17. Öğretim elemanlarının ücret politikalarında iyileştirilmeler yapılmalıdır.
18. Yetkili kurullarda öğrenciler temsil edilmelidir.
19 - Yetkili kurullarda idari personelde bir şekilde temsil edilmelidir.
20. Üniversite sivil Toplum ilişkilerine önem verilmelidir.
SONUÇ
Hazırlanacak yeni yükseköğretim yasa tasarısında, mevcut eksikliklerin ve olumsuzlukların
azami derecede giderilebilmesi ve yasanın yürürlülüğe gireceği ilk günden itibaren
eleştirilere uğramaması için; YÖK, ÜAK ve MEB'nın yanı sıra, sivil toplumun
ve üniversitelerimizdeki her kariyerde akademisyenlerin görüş ve düşüncelerinin
de dikkate alınabilmesine imkan verecek bir "Yükseköğretim Kongresi"
düzenlenmesi çok yararlı olacaktır. Sadece, rektörlük seçimleri ve ÖSS'de meslek
liseleri aleyhine olan durum gibi acil çözüm bekleyen hususlarda yeni düzenlemeler
gerçekleştirilebilir. Diğer konuların ise söz konusu Kongre çerçevesinde ve
geniş bir zaman dilimi içerisinde tartışılarak çözüme kavuşturulması uygun olacaktır.
Görüş ve önerilerimizin dikkate alınması ümidi ile saygılar sunarız.