Ziraat mühendisleri, 'keşke bu tecrübeyi yaşasak' diyor mu?

Çiftçilerin alıştıkları, çiftçilik anlayışını değiştirirken çok keskin davranmak ne kadar yararlı olabilir? İlçelerde çalışan mühendisler yeterli mi? Sorumlu tutuldukları işlere yetişebiliyorlar mı? Bu güne kadar ilçelerde hiç görev yapmayan mühendisler; "keşke bizlerde bu tecrübeyi yaşasak/yaşasaydık" diyorlar mı? Tohum tüccarları sattıkları tohum çeşitlerini ne kadar tanıyorlar? Birliğe üye olmayan, üye olmak istemeyen, üreticilerin Üretici Belgeleri'nin iptal edilmesi yasal mı yada yasal olabilir mi?

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 16 Ocak 2017 11:20, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Ziraat mühendisleri, 'keşke bu tecrübeyi yaşasak' diyor mu?

ÇİFTÇİ, MÜHENDİS VE TÜCCAR HALLERİ

M. Murat GÜN

Arza hacet yok, halim sana ayandır,

Dile gerek yok, sessizliğim sana beyandır,

Söze lüzum yok, susuşum sana figandır.

Çiftçi, o gün çok yorulmuş olsa da ekim işini yağmurlar bastırmadan, kazasız belasız bitirmenin haklı mutluluğunu yaşıyordu, ekim mibzerini temizlerken. Eskiden bu kadar çabuk yorulmazdık, diye söylendi, yanındakilere. Mutlu olduğunu düşünüyordu ama aslında yavan bir huzur taşıyordu içinde, tıpkı dört mevsim meyve veren ama meyvesinin tadı tuzu olmayan bir bitki gibi hissiz, hissediyordu kendini! Galiba bu makineler bizi topraktan uzaklaştırıyor, toprakla aramıza mesafeler koyuyor, diye düşündü. Bir an eskiye gitti aklı; çocuktu o zamanlar, elle serpme ekim yaparlardı. Ekim yaparken babası; bir avuç tohum serper toprağa; "bu kuşa" derdi, bir avuç daha serper; "bu da kurda" derdi, elini torbaya daldırır, bir avuç daha alır ve toprağa serper; "bu da bana" derdi, ve toprağı tohuma doyurmaya devam ederdi. O zamanlar öyleydi, toprak tohuma doyardı. Toprak; kuşu da, kurdu da bizi de doyururdu. Toprak ana cömertti, emzirirdi bütün evlatlarını, kendine verileni kat kat, misliyle geri verirdi. Tohumda hile olmadığı için, sertifikalı, sertifikasız tohum diye bir ayrım yoktu. Yabancı tohum çeşidi getirmek bu kadar yaygın olmadığı için, aynı türden, gerekli gereksiz çeşit çeşit tohum yoktu. Bu kadar çok suni gübre, kimyasal vb. kullanılmıyordu. Teknoloji ve makineleşme bugünkü gibi değildi. Mibzerle tane tene ekilmiyordu tohum. Hatta börtü-böcek ve kuş yemesin diye özel tuzaklar kurulmuyor, tohumlar ilaçlanmıyor, boyanmıyordu. En fazla tarlanın ortasına bir korkuluk dikilir, ona da kuşlar konar, üzerine yuva yapar, etrafı seyrederlerdi. Çiftçi de, toprak da, tohum da, üstüne düşen vazifeyi tüm doğallığıyla yerine getirirdi. Her şey doğal ortamına uygun olduğu için, "Organik Tarım" diye bir aldatmaca da yoktu zaten. Böyle dalgın düşünürken çiftçi, oğlunun; "baba tüccar geldi seni görecek" diye seslenişiyle irkildi. Bu sene ektiği tohumun hepsini bu tüccardan almıştı. Çiftçi, tohumların; verimi yüksek, hastalıklara dayanıklı, çabuk çıkış gösteren, kısacası iyi cins olduğunu, ayrıca sertifikalı olduğu için de destek alacağını, her fırsatta, tüccarın ağzından duymaktan pek haz duymuyordu artık.

Masa ve sehpanın üzerinde vazolar ve bol miktarda çiçek, tam karşısında, bir çok kurumsal başarı belgeleri ve plaketler dizili vitrin, etrafta, başarı ve tebrik dilekleri içerikli kartlar iliştirilmiş buketler ve çelenkler bulunan, iyi döşeli odasında, çalışmaya mı dinlenmeye mi ayarlı tam emin olamadığı rahat koltuğunda otururken tebrik telefonları yağıyordu. Meslektaşları; çabalarına değdi, bir yerden başlamak gerekiyordu, diyorlardı. Öyle ya, çok çabalamıştı; çalmadığı kapı kalmamıştı. Sonunda istediğini koparmıştı. Ama gittiği kapıların hiç birinde; çalışma planı hakkında, projelerinin olup olmadığı hakkında, hedefi ve başarı kıstası hakkında pek soru sorulmamıştı. Sorular, çok bildik sorulardı. Görüşmelerde konuşulan konuların meslekle alakalı kısımları da vardı ama çok ehemmiyet arz etmiyordu. Olsun, sonunda başardım diyordu, orta şekerli kahvesini yudumlarken. Anadolu'nun ücra bir köşesinde de olsa "makam makamdır" diyordu, resmi gazetenin ilgili sayısının ilgili sayfasına bakarken bilgisayar ekranında. Farklı bir haz, farklı bir güç hissetti içinde. Bu hazzı yaşamalı, bu gücü kullanmalıydı. Derken bi anda, sağ yanağında bir acı hissetti. Sert bir cisim çarpmıştı sanki. Makam edinme mutluluğunu abarttığı için ilahi bir tokat mı yemişti?! Halbuki daha yeni oturmuştu o koltuğa, daha ısıtmamıştı bile koltuğu. Nasreddin hoca misali peşin mi ödenecekti hesap. Gözü tüllendi, bir beyazlık gördü ve bedeninde bir soğukluk hissetti. Gözlerini hafifçe araladığında, uğultu halinde bir ses çınladı kulağında; "geldik mühendis bey".

Çift kabinli yeşil pikap, daracık köy yolunda arkasında toz bulutu, etrafında çoban köpeklerinin çemkirişleri eşliğinde, Lunaparklardaki atlıkarıncanın inişli çıkışlı dönüşü misali yol alıyordu. Bu arada bozuk yollardan dolayı uyku mahmuru mühendis beyin sağ yanağı cama çarpıp çarpıp duruyordu. Yaklaşık 70 km yol gelmişler ve nihayet öğlen üzeri köye ulaşmışlardı. Mühendis bey bu köye ilk defa geliyordu. Görevli olduğu ilçeye yeni tayin olmuştu. Daha önce biraz daha uzak bir ilçede çalışıyordu. Mühendis ve ekibi (bir mühendis, bir teknisyen, bir şoför) hemen çalışmaya koyuldular. Çiftçilere, son günlerin flaş konusu, "tarımsal destekler ve ekimde dikkat edilecek hususları" anlatacaklardı. Yol da gelirken nasıl anlatacağını düşünüp durmuştu. İl'deki toplantıda anlatıldığı gibi mi anlatsam? Köylü-çiftçi anlar mı? Mesela; "Havza bazlı ürün desteği" diye başlasam! Yok yok, ekim hususunda kısa bir açıklamadan sonra direk şu ürünlere destek var der, mevzuyu bitiririm, diye düşündü ve öylede yaptı. Bütün bunları 25 dakikada anlatıverdi. Kafasını kaldırdığında köylülerin kendisine pel pel baktığını gördü. Hayret! Hiç soru gelmemişti. Çok mu iyi anlatmıştı, acaba? Yoksa! Hayır! Anlamadım demesin kimse! Beş yıl öğretmenlik yapmıştı, mühendisliğe geçmeden önce. Dolayısıyla anlatımına güveniyordu. Tam yüzünde işini halletmenin gururunu yansıtan tebessüm belirecekti ki, yaşlı bir köylü amca "mühendis bey bu söylediğin türlerin hiçbiri bu köyde ekilmiyor" diyerek sessizliği bozdu. Tabi bu söz sadece sessizliği bozmamıştı. Mühendis bey ne diyeceğini bilemedi, bu sefer roller değişmişti. Pel pel bakma sırası Mühendis beye gelmişti. Bu bugün yediği ikinci tokattı. Tokatlar gittikçe sertleşiyordu. Önceki tokatı kimse görmemişti. Ama ikincisi için yapacak bir şey yoktu.

Tohum tüccarı, bu sene, belge düzenleme yetkisi almış artık kendi tohumunu kendisi belgelendirebiliyordu. Oysa önceki yıllar tohumlarının, tohumluk özelliklerinin yetersiz gelmesinden dolayı çok sıkıntı çekmişti. Ama maşallah! bu yıl tüm ürünleri sertifika almış, hiç yetersiz çıkan çeşidi olmamıştı. İyi kazanmıştı. İşler iyi gidiyordu. Şimdiye kadar niye düşünmemişti bu yetki alma işini! Aslında biraz endişelenmişti. Tıpkı dükkanı açarken endişelendiği gibi. Öyle ya; sen tut, onca yıl oku, Fransız dili ve Edebiyatını bitir, gel tohumcu ol. Olsundu, dil bilmesi de işe yaramıştı, Fransa'dan çeşit getirebilirdi. Bu tohum işinde iyi para vardı. Sonuçta "ziraat işi, ziraatçılarındır" diye bir şart mı vardı?! Elbette ki yoktu. Öyle ise endişeler boşunaydı. Nitekim Memlekette, parası olan Doktor, müteahhitlik yapabiliyordu da, kendisi niye tohumculuk yapmasındıki?! Kendi kendine ne kadar kabiliyetli olduğunu düşündü ve gururlandı. Emekli bir mühendis danışmanlığında, iki tane işçi, bir kaç anlaşmalı çiftçi, bu iş tamamdır. Şimdi hazırlık yapmalıydı. Haftaya tohum çalıştayı vardı. Kulisleri iyi değerlendirmeliydi.

Sonbahar yağmurları ekinlere iyi gelmiş, kışa girerken bitki çıkışları gerçekleşmişti. Çiftçi sık sık tarlaya gidiyor ekinlerin durumuna bakıyordu. Bu sene tüccardan aldığı sertifikalı tohumu ekmişti. Tohum tüccarı garanti vermişti; verimde artış olmazsa tohum parası almayacaktı. Kar yağmadan ekinlerin son durumunu bir daha görmek istedi. Tarlaya vardığında gözlerine inanamadı. Ekinler çıldırmıştı! Bitki çıkışı gerçekleşmiş, hatta her zamankinden daha erken çıkmış ve boylanmaya başlamıştı. Bu iyi haberdi; verimin yüksek olacağına işaretti. Kendini daha güçlü hissetti. Tüccara olan güveni de artmıştı. Nihayet kar yağışları başlamış, ekinlerin üzerini beyaz yorgan gibi örtmüştü. Çiftçi, bol ve bereketli günlerin kendini beklediğini düşünerek bütün bir kışı mutlu ve huzurlu geçirdi.

Karların erimeye başlamasıyla, ekinleri ziyaret etme vakti gelmişti. Bu sefer tüccarı da çağırmış, beraber tarlaya doğru yola koyulmuşlardı. Karların büyük bir kısmı erimiş, ekinler beyaz yorganın altından kollarını bacaklarını baharın neşesine sunuyorlardı. Manzara müthişti. Derken çiftçi kendi tarlasının bulunduğu alana geldi. Tarlasına baktı, bir an tereddüt etti, bu tarla benim mi? diye. Acaba yanlış mı geldim? Diye düşündü. Doğru gelmişti, bu tarla onundu. Ama ekinler! dedi. Nasıl olur? Evet, ekinler yanmıştı. Peki, bitişik tarlalarda niye böyle bir yanma olmamıştı? İlahi bir ceza mıydı? Ekinleri vuran don, şimdide gördükleri manzara karşısında, çiftçi ve tüccarı vurmuş, yan yana duran, sükuta gömülmüş iki heykeli andırıyorlardı. Bir süre sonra köpek havlamaları ile irkildiler. Fiziki olarak hareket ediyorlardı ama beyinlerindeki don çözülmemişti. Bir şey söyleyecek oluyor söyleyemiyorlardı. Ruh sağlıkları için mevcut durumu kabullenmekten başka seçenekleri kalmamıştı.

Ertesi gün çiftçi yanına bir mühendis alarak tekrar tarlasına inceleme yapmaya gitti. Mühendis tespitinde çeşidin aşırı soğuğa dayanıksız olduğunu dile getirdi. Daha ayrıntılı bilgi için bu çeşidi ıslah eden araştırıcı ile görüşmesi gerektiğini söyledi. Çiftçi, çeşidi ıslah edene bir türlü ulaşamıyordu. Tüccar da ortalıkta yoktu. Bari biri bir açıklama yapsa diyordu. Oysa bitkilerin sonbaharda çıkışı ve gelişmesi çok iyiydi, diyordu. Neden soğuktan yandığı ile ilgili sorularına cevap bulamıyordu. Çeşit hakkında internetten araştırma yaptı. Kendisi gibi mağdurlardan biri soğuktan etkilenmesi ile ilgili gerçeği öğrenmiş ve aynen şu yorumu yapmıştı; "bu çeşit, kışa girmeden hızlı gelişme gösterdiği ve erken sapa kalktığı için kar örtüsü tamamen bitkiyi örtememekte, sap kısmının hızlı gelişmesi ile kış donlarından çok fazla etkilenmektedir...." hay senin sapına diyecekti ki, demedi. Öylece sap gibi kaldı. Böyle kalmak kendi tercihi değildi.

Ertesi gün ilçeye gitti. Müracaatta bulunacaktı. Derdini anlattı, görüşmeler yaptı. Arazisindeki ziyanı hakkında Mühendisin hazırladığı raporu sundu. Yetkililer Üretici belgesini görmek istediler. Belgeyi uzattı yetkiliye. Yetkili yaptığı kontrolün ardından belgesinin iptal edilmiş olduğunu söyledi. Nasıl olur? dedi çiftçi. İlgili Birliğe, hala üye olmadığı için belgesinin iptal edilmiş olduğunu anlatmaya çalıştı, yetkili. Çiftçi şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşıyordu. Oysa her şey güzel başlamıştı, sonbaharda. Yeşeren tohum, umutları güçlendirmiş, beklentileri büyütmüştü. Uğradığı zararla ilgili dilekçesi komisyonda görüşülmek üzere kabul edilmişti. Ama diğer faaliyetler için üye olması gerektiği anlatıldı. Çiftçi, köyüne doğru yol alırken bir taraftan da olanları düşünüyordu. Otuz yıl çiftçilik yap, ilk defa kendi tohumundan farklı tohum kullan, üzerinde yıllarca çalışılmış, ıslah edilmiş, verimli, kaliteli bir çeşit diye anlatsınlar sana, ancak zayıf yanlarını anlatmasınlar. Sende acemi bir çiftçi gibi al, bütün tarlalara ek. Sonra, sonrası hüsran. Ardından, bu sorunu çözelim derken, İlgili Birliğe üye değilsin diye, bir nevi çiftçi (üretici) sayılma, öbür taraftan hayatında tarla görmemiş tüccar, parayı bastırıp üye olsun çiftçi (üretici) sayılsın. Tuhaf. Ne büyüksün be birlik?!

Çiftçinin dilekçesi, mühendis'in önüne gelmiş işlem görmek için bekliyordu. Evraklar ve dosyalar onun en yakın mesai arkadaşları idi. Mühendisin, memurlukta 9.yılıydı, 10. yılı iple çekiyordu. Çünkü yıllık izni 30 gün olacaktı. Mühendis, o sırada tayin formu dolduruyordu, 5. ci kez tayin istiyordu. Acaba tayini çıkacak mıydı? İlçe de tek mühendis kendisi kalmıştı. Çiftçi kayıt sistemi işleri, arazi kontrolleri, bilirkişilik işleri, kısaca İl'deki şubelerin bütün işlerini ilçede tek başına, hepsi onun sorumluluğunda idi. Sayısız tecrübe yaşıyordu. O kadar ki, hafızasında bu kadar çok tecrübeyi kaydedecek bellek kalmamıştı. Bu yüzden son yaşadığı tecrübeler hafızaya kaydedilmeden, kayıp kayıp düşüyordu. O sırada yan taraftaki açık olan bilgisayardan tanıdık cümleler duyunca ona yönelip izlemeye başladı. Tam olarak duyduğu cümle şöyleydi; "bu çalışma için, tüm ilçelerden, o yörenin su durumunu bildiren verileri aldık; taban suyu seviyelerinin ne durumda olduğunu, toprağın su tutma kapasitesinin ne olduğunu tek tek, ilçe yetkililerine tespit ettirdik. Sonra bunları su işlerinden aldığımız verilerle örtüştürdük ve..." diyordu. Mühendis düşünmeye başladı, böyle bir konuda çalışmışlar mıydı? Bir yazı hatırlıyordu ama emin olamadı. Nasıl emin olsundu ki; yoğunluk, hatırlamasını bile etkiliyordu. Derken, odanın açık kapısının tıklatıldığını duydu. Kimin geldiğini görmek için ayağa kalkması gerekiyordu. Zira önündeki dosya yığınından gelenlerin sadece tepe kısmını görebiliyordu. Her ne kadar elektronik ortama geçseler de, dosyalar elle tutulup gözle görünen özellikleri nedeniyle, işlemsel yaşamımızın en işlevsel unsurlarıydı. Yani vazgeçilemezdi. Gelenler, tüccar ve çiftçiydi. İl'de yapılacak tohum çalıştayına katılıp katılmayacağını soruyorlardı. Katılmaya karar verdiğini söyledi. Belki bu vesileyle biraz dinlenirdi.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber