24 Nisan 1915'te o kararı almasaydık, helak olurduk

1915 olaylarının 101'inci yıldönümünde tarihi gerçekler bir kez daha gündemde. Peki, 24 Nisan 1915'te aslında ne oldu? Yazar İsmail Küçükkılınç kaleme aldı.

Haber Giriş : 26 Nisan 2017 11:45, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
24 Nisan 1915'te o kararı almasaydık, helak olurduk

İSMAİL KÜÇÜKKILINÇ

Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Harbi esnasında Ermeni ahaliye yönelik aldığı tehcir kararı, Diaspora Ermenileri ve onların tezlerini destekleyenlerce "Ermeni Soykırımı" şeklinde tavsif ve bunun resmi tarihi olarak da 24 Nisan 1915 tarihi kabul edilmektedir. Ancak bu tarih ve bu tarihli kararın ne Ermeni ahali ile ne de "Tehcir Kararı" ile doğrudan bir alakası mevcuttur.

Ermenilerin ve destekçilerinin tehciri "soykırım" şeklinde tavsif etmeleri ve bu istikamette inanılmaz bir propaganda faaliyetine girişmeleri, bizleri infiale sevk etse de ölçüsüzleştirmemelidir.

Her masum, bigünah insanın hayatını kaybetmesi bir Müslüman'ın kalbine iğne batırılmış gibi sızı verir, vermelidir. Tehcir Kararı'nın tatbikinde hasıl olan netice acıdır, acıtıcıdır; çünkü kahir ekseriyeti bize saldırmamış, saldırma imkan ve fırsatı olmayacak yaşlı, kadın ve çocuklar hakkında "ağır" bir karar vermiştik. Eli silahlı günahkarların hemen hiçbiri bu karardan etkilenmedi. Onların çoğu, çoğu masum olan etnikdaşları/dindaşları adına işleyecekleri yeni günahlar için korunaklı yerlerdeydi. Alınan bu karar, hiçbir surette meşru müdafaa değildir, ancak alınmadığı takdirde de biz helak olacaktık. Biz helak olmayalım diye başkaları zarar gördü. Merhametimizi esirgemediğimiz, zerre miskal kötü davranmadığımız, hatta yardım ettiğimiz insanlar bile zarar gördü. Bizim derdimiz hayatta kalmaktı. Hayatta kalmamız başkalarının hayatını kaybetmesine vabeste değildi ama maalesef başkaları hayatlarını kaybetti.

24 Nisan 1915 kararı tehcir kararı değildi, Taşnak, Hınçak, Ramgavar gibi ayrılıkçı Ermeni örgütlerine karşı gösterilen meşru müdafaa idi.

Tehcir Kararı, Türk tezlerinde daha ziyade meşru müdafaa veya önleyici meşru müdafaa/tedbir olarak kabul edilmektedir. Meşru müdafaa, kişinin kendisini öldürmek için harekete geçmiş veya geçeceği muhakkak olan birine karşı hayatta kalmak için verdiği "dengeli" cevabın adıdır. Kişi, dengeli mukabeleden dolayı pişman olmak, üzüntü duymak gibi insani/ahlaki bir vecibe ve hassasiyete "mecbur" değildir. Ancak "ıztırar hali" kişinin kendisini öldürmeye çalışan birinin hareketinden kurtulmak için masum bir başkasına zarar vermesini ifade eder. Kişinin kendisini öldürmek kastıyla takip eden silahlı şahıslardan hayatta kalmak umuduyla kaçarken mecbur kalıp bir çocuğu ezmesi ıztırar halidir. Kişi, insani hasletlerden tamamen mahrum değilse bu durumda hiç olmazsa üzüntü duymak gibi bir ahlaki vecibe ile mükelleftir.

Bağımsızlık mücadeleleri bir halkın, etnik unsurun bütün fertleriyle giriştiği ve neticeye ulaştırdığı mücadeleler değildir. O unsura ait komitacı bir güruhun başlattığı, devam ettirdiği ve neticeye ulaştırdığı mücadelelerdir. Bu komitacı güruhun beyin takımı ise, çoğu zaman eli hem kalemli hem de silahlı aydınlardan teşekkül eder. Mora İsyanı, Tuna (Bulgaristan) İsyanı ve Makedonya İsyanı'nda komitelerin beyin takımı entelektüel kalibresi yüksek aydınlardan ve çoğu tahsilli teröristlerden mürekkepti. Ermeni Taşnak ve Hınçak ayrılıkçı terör örgütlerinin beyin takımı alelade kişilerden oluşmuş değildi. Osmanlı topraklarındaki komitacıların propaganda ve basın faaliyetlerinde hele de büyük devletleri etkilemede başarılı oluşları, kültürel-siyasi-entelektüel çaplarının ortalamanın üzerinde olduğuna işaret, hatta delalet eder. Bir doktor komitacı sadece makası, steteskopu değil; silahı da, kalemi de kelamı da aynı kuvvette kullanabilmektedir.

Ermenilerin komitacı güruhu, şayet bağımsızlık hayaline kavuşan diğer unsurlar gibi başarılı olurlarsa adına hareket ettikleri çoğu masum sivil unsurları, yani Ermeni ahaliyi de "bağımsızlık" özlemiyle buluşturacaklardı.

1915 şartlarında birkaç istisna haricinde ülke genelinde Ermeniler, meşru müdafaaya hak verdirecek bir harekete girişmiş değillerdi. Buna rağmen Osmanlı Hükümeti, harekete geçmemiş insanları da tehcir kapsamına dahil etti. Sebebi şuydu: Ermeni ahali, bir savaş ortamında artık bizatihi varlığı sebebiyle bir tehdit ve tehlike arz etmekteydi. Çok önceleri böyle bir durum söz konusu olmadığı gibi bilakis o unsur aynı zamanda "millet-i sadıka" idi. Ermeni unsurunun içinden çıkan, ayrılıkçılık düşüncesiyle ve şiddetle temayüz eden komitacı güruh, adına hareket ettiği belli oranda nüfusa sahip o unsura istinaden, onları gerekçe göstererek bağımsızlık talep ediyordu. Kısaca ve genelleştirerek tekrar edersek, Ermeni etnik ayrılıkçı hareketinin başarıya ulaşabilmesi için:

a) Bir bölgede az veya çok gayrimüslim bir etnik unsur var olmalıydı. Oranın önemi yoktu. % 50 de olabilirdi, %15 de...

b) O etnik unsur adına hareket eden bir komitacı güruhu bulunmalıydı. Bu güruhun adedi ve üye sayısından ziyade tesiri ve ağırlığı mühim ve tayin edici idi.

c) Komitacı güruh, şiddet faaliyetlerine başlamalı ve "biz de varız, bizi de görün" diyerek ilgili veya nüfuzunda oldukları devletlere mesaj vermeliydi. Faaliyetin her zaman ve her merhalede ille de silahlı isyan boyutunda olması da şart değildi. Kimi zaman komitacıların mebus, avukat, doktor olanları, eli silahlı üyelerden ve birliklerden daha aktif ve başarılı olabiliyordu. 9 Şubat 1914 Yeniköy Ermeni Özerklik/Islahat Projesi/Anlaşması'nı imzalatanların çoğunluğu esasen Ermeni komitelerinin eline daha az silah alan entelektüel beyni idi.

d) Bir savaş hali mevzubahis olmalı ve Osmanlı Devleti bir büyük devletle harbe tutuşmalıdır.

Başka ülkelerde mezkür şartlar ayrılık için yeterli olmayabilirdi ama Müslüman bir millet ve devlet içinde bulunan Hıristiyan bir unsur için bu şartlar yeterliydi. Bu, Rumeli'de tecrübe ve tatbik edilmiş bir olguydu. Hasılı bir nüfusun tamamının ayrılıkçı faaliyetlerde bulunması gerekmiyordu.

Ayrılıkçı komitelerin resmi ve idari mümessilleri, silahlı birliklerin tedhiş faaliyetlerini neticeye ulaştırmak ve bunları pazarlık malzemesi olarak öne sürmekle temayüz eden ama kendilerini de mümkün mertebe kamufle eden daha rafine ve tehlikeli unsurlardır. Bunlar olmadıkça silahlı birlikler tek başlarına bağımsızlık neticesini temin edemez. I. Dünya Harbi başladığında Ermenilerin eli silahlı komitacılarının çoğu tedbirini alıp sınır ötesine kaçmış ve öldürücü darbe için Ruslarla birlik olmuştu. 24 Nisan 1915'te tevkif edilen Ermenilerin salt "aydın" vasıflarından dem vurup onların mühim bir kısmının ayrılıkçı Ermeni örgütlerinin beyin takımını teşkil ettiğine, hatta bazılarının gerek Osmanlı topraklarında gerekse de Kafkasya'da Azeri Türklerine karşı tedhiş eylemlerinde bulunduklarına temas etmemek, bir milletin zekasıyla alay etmek demektir. 24 Nisan 1915 kararı tehcir kararı değildi; Taşnak, Hınçak, Ramgavar gibi ayrılıkçı Ermeni örgütlerine karşı gösterilen bir meşru müdafaa idi. Ermeni ahalinin tehciri farklıdır.

Tehcir esnasında ister on bin isterse bin Ermeni hayatını kaybetmiş olsun. Bu bir acıdır ve üzüntü duymamak mümkün değildir.

I. Dünya Harbi'nde her şey 93 Harbi'ni çağrıştırıyordu. 93 Osmanlı-Rus Harbi'nde Ruslar Osmanlı'dan kuvvetli oldukları, ona üstünlük sağladıkları, Bulgarları himaye ettikleri için Bulgar komitacılar etnik homojenliği tesis için Müslüman sivil katliamına başlamıştı. Üzücü olan Bulgar komitacılara belli oranda Bulgar ahalinin de yardım etmesiydi. Şayet 1. Dünya Harbi'nde işler tersine gitseydi Ermeni komitacılar, inanılmaz bir Müslüman katliamına girişecek ve neticede mevcut Ermeni nüfusu da çok kolay şekilde bağımsızlığa kavuşacaktı. Bunu temin edecek esas şey ise oranı ne olursa olsun mevcut Ermeni nüfusu olacaktı. Çünkü nüfusunun % 80'ininden fazlasını Müslümanların, hatta etnik Türklerin teşkil ettiği Batı Trakya, sırf % 15'lik Hıristiyan nüfus hatrına Osmanlı'dan koparılmıştı. Hasılı çoğu masum Ermeni ahali, birkaç istisna haricinde Osmanlı askerini arkadan vurduğu, ordunun ikmal yollarını kestiği, yani bir suçun faili olduğu için değil, bizatihi varlığı bir tehlike ve tehdidi tevlit ettiği için ıztırar hali sebebiyle tehcir edilmiştir.

Osmanlı Devleti, Ermeni ahalinin "Anadolu" topraklarında varlığının devamı halinde sadece bu toprakları kaybetmeyeceğini, bu topraklarda meskün Müslüman ahaliyi de kaybedeceğini biliyordu. Rumeli'de yapılanlar, Anadolu'da da yapılacakların habercisiydi. Tehcir; Ermeni komitacıların, onların destekçilerinin belli sayıdaki Ermeni nüfusu gerekçe göstererek o yerlerin bağımsızlığını temin etme düşüncelerinin, bağımsızlık etnik homojenliği ve Müslüman ahalinin imhasını da içerdiğinden, açık, yakın ve tahakkuku muhakkak görülen tehlikeyi, yani Anadolu topraklarını Müslümansız bırakma ihtimalini izale için vuku bulmuştur. Bir zarar tehlikesinden kaçınmak için masum birinin, yani Ermeni ahalinin tehcirine müracaat edilerek onlara "zarar" verilmiştir. Haklı bir karar olan Tehcir Kararı'nın maksadı ile yollarda vuku bulan ve mazur görülmesi mümkün olmayan faciaların karıştırılması, daha doğrusu aynileştirilmesi ahlaki bir meseledir ve tehcirin "soykırım"ın kılıfı olduğunun dile getirilmesi, sadece İTC ve İttihadçılara değil, İslam'a, Müslümanlara ve tehcir bölgesindeki başta Kürt kökenliler olmak üzere tüm Osmanlı-Türk vatandaşlarına karşı duyulan onmaz bir kinin ve düşmanlığın tezahürüdür.

Tehcir esnasında ister 10.000, isterse 1.000 Ermeni hayatını kaybetmiş olsun, bu bir acıdır ve üzüntü duymamak mümkün değildir. Tehcir Kararı ile çoğu masum Ermeni ahali yerlerinden edilmeseydi "kadim gelenek" olanca vicdansızlığı ve merhametsizliğiyle Anadolu topraklarında da tekrarlanacak, Erzurum ya da Sivas Ermenistan'ın başkenti olacak, bu şehirlerde tek bir Müslüman kalmayacak, bugün Erivan bizim için ne ifade ediyorsa bu şehirler de aynı şeyi ifade edecekti. Etnik ayrılıkçılık ve bağımsızlık için Müslümanların toptan imhasının meşru kabul edildiği bir çağda yaşıyorduk ve tehcir kararını alan ve icra eden Talat Paşa başta olmak üzere İttihadçılar bu neticeye mani olmak istemişlerdi.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber