İmsak
Güneş
Öğle
İkindi
Akşam
Yatsı

FETÖ ile idari mücadelede hukuksal sınır sorunu

Olağanüstü hal olağanüstü hukuk dönemidir; ama sonuç itibarıyla "hukuksuzluk" değil "bir hukuk dönemi"dir, hukukun askıya alındığı bir dönem değil. Olağanüstü hal döneminde de, yapılan işlemlerde haklar öğretisine (hukuka) uyulmalıdır. Kendisi hakkında verilen bir karar karşısında kişinin izleyeceği iç hukuk yolları belirsiz kalırsa, kişiler mağduriyetlerini giderebilecek merci ya da kurum bulamazlarsa, sorun siyasal, sosyal veya hukuki olmaktan başka, doğrudan insani bir sorundur. İnsan ve insanilik ise her şeyden daha değerlidir.

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 09 Mayıs 2017 10:15, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
FETÖ ile idari mücadelede hukuksal sınır sorunu

İlk baştan tutumumuzu net olarak ortaya koyalım: Fetö hareketi tarihin en büyük fitne ve ihanet hareketidir. Bu nedenle, ne pahasına olursa olsun, imha edilmelidir. Fetö devletten kovulmalıdır. Bu ahlaksız örgüt için kullanılan haşhaşi kavramı çok doğru olmakla birlikte, onları anlatmakta yetersizdir. Haşhaşiler galiba Fetö hareketinden daha onurlu idi. Onlar en azından yüzbinlerce insanın hakkını gasp etmemişler ve başkalarının kutsallarını sömürmemişlerdi. Sızmadılar, sadece kendilerini gizlediler ve hedeflerini böyle etkisiz hale getirdiler. Fetö türü sızma ve ele geçirme hareketine benzer bir harekete tarihte rastlanmadığı gibi, dünyanın hiçbir ülkesinde de görülmedi. Seksen milyonun bekası için, Türkiye Cumhuriyeti'nin varolması için Fetö devletten sökülüp atılmalıdır. Bu ülkenin, bu milletin geleceği için başka da çare yoktur.

Yine hemen başta, analizimizin, Fetö ile idari mücadeleyi konu aldığını belirtelim. Adli işlemler en sonunda mahkemeye intikal edeceği için, adli makamlar, soruşturma aşamasında, işin gerektirdiğini kurallara uygun olarak yapmak zorundadır. Adli işlemler "göz önünde" gerçekleşir ve şu veya bu şekilde kamuca denetlenir. Fakat idari işlemler kamudan uzaktır, sadece idare içinde gerçekleşir. İdarenin bir işleminin, örneğin açığa alma veya ihraç işleminin şu veya bu şekilde izlenmesi ve denetlenmesi bu açıdan problemlidir. OHAL sürecinde idari yargı yolu tam olarak işlememektedir. Bu nedenle, idari işlemlere özellikle eğilmek, idari işlemlerdeki sorunları dile getirmek, bu işlemlerin muhatap ve mağdurlarına kulak vermek gerekir.

***

Bu arada satır arasında, sosyal bilimcilere bir hususu hatırlatalım: Fetö hareketinin gelişim çizgisini, mensuplarını, eleman devşirme ve sadık kılma biçimini, siyasal sisteme sızma taktiklerini vs. tüm ayrıntılarıyla incelemek, sayısız akademik araştırma yapmak lazımdır. Bazı Fetö karşıtı siyasal grupların "biz önceden demiştik, zaten biliyorduk" tarzı, gerçekte politik karşıtlıktan doğan olumsuzlayıcı tutumlarını yeterli açıklama olarak görmemek lazımdır. İşin boyutu çok daha derin ve çok daha tekniktir. "Homo cemaaticus" kimdir, nasıl bir zihin yapısına sahiptir, neye nasıl ve niçin inanır, nasıl yetiştirilir, toplumsal dünya ile ilişkisi ve bağlantısı nedir? Bütün bunlar bize, sosyologlar ve sosyal psikologlarla ilahiyatçılar için mükemmel bir veri ortamına işaret etmektedir.

***

Özellikle 15 temmuzdan bu yana, devlet katında Fetöye karşı büyük bir mücadele sürdürülmektedir. On binlerce kamu çalışanı tasfiye edilmiştir. Nasıl tarihte ve siyaset sahnesinde Fetö hareketinin bir benzeri yoksa, Türkiye Cumhuriyeti'nin onları tasfiye edişinin de benzerine rastlamıyoruz. Devlet Fetö virüsünden arındırılmaya çalışılmaktadır. Bunu, aklıselim sahibi herkes de desteklemektedir. Güvenli gelecek için de desteklemelidir de! Buraya kadar herhangi bir sorun yoktur.

Ancak süreç ilerledikçe, ilk başlarda büyük bir titizlikle yapılan virütik Fetö elemanı seçiminin gittikçe problemli hale geldiği görülmektedir. Fetöcü olmadığı çevresince bilinen kamu çalışanlarının da, Fetö mensupları ile bir şekilde yolu kesişti diye açığa alındığı yahut ihraç edildiği ve böylece mağduriyetler yaşandığı öne sürülmektedir. Bu iddia yahut haberler Fetö kaynaklı algı operasyonlarına bağlanmamalıdır. Çok sayıda tanığı olduğu öne sürülen idari işlem hatalarından söz ediyoruz.

Çeşitli kurumların uygulamalarından edinilen bilgi ve duyumlardan sonuç olarak çıkarılan ihraç kategorileri şöyle sıralanabilir:

1.Fetö bağlantısı Bylock veya diğer aidiyet göstergeleri ile belgelenebilenler. Onların büyük bir kısmı, basından öğrendiğimiz kadarıyla aynı zamanda adli takibat altındadır.

2.Kuşku veya ihbar üzerine açığa alınıp soruşturma bile yapılmadan, adli işleme de konu olmadan kendini ihraç listesinde görenler.

3.Kişisel bilgi ve duyumlarla, Fetö ile bağlantısı çevresince bilinen, ama herhangi bir adli işleme tabi tutulmadan açığa alınıp ihraç edilenler.

4.Fetö ile bağlantısı bilinen, idari olarak da soruşturmaya tabi tutulan, açığa alınan sonra da ihraç edilenler.

5.Fetöcü olmadığı bilinen, Fetöcülerle yolu bir şekilde kesişen, ama Fetö ile bu kesişme dışında herhangi bir bağlantısı olmayan, açığa alınan veya alınmadan ihraç edilenler.

***

Bu tablo üzerine birkaç söz söyleyelim, olası sonuçlarını ve sonra da nedenlerini keşfe çalışalım.

Bazı aklıselim sahibi kalemler "Fetö ile mücadele, tıpkı geçişteki Ergenekon/Balyoz davaları gibi sulandırılıyor" tarzı yorum ve ikazlarla bu tablodaki problemli duruma dikkat çekmektedir. Fakat böyle bir benzerlik kurmakla, problemin trajik boyutu yeterince açık ve net olarak ortaya konamamaktadır.

Doğrudur, kamuoyunda kabul gören kanıtlarla başlayan Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlar, zaman geçtikçe ve ilgili ilgisiz birçok kişiyi "dalgalar halinde" kapsadıkça, makul zihinler ne düşüneceğini bilemez oldu. İstiklal mahkemelerinde bile, zulüm mahkemeleri olan sıkıyönetim mahkemelerinde bile yaşanmayan "sahte kanıt" olayının, bu çağda ve bu davalarda yaşanacağına, Türk yargı sisteminde böyle bir kumpas kurulacağına çok kişi inanmadı. Ama bütün bunların, Türk hukuk tarihinde asla yaşanmayan çirkinliklerin, Fetöcüler eliyle ve yargı erkinin tüm mensuplarınca organize şekilde yapıldığını çok sonraları anladık. Yargı sisteminin birilerince ele geçirilebileceği ve siyasal maksatlarla kullanılabileceği kimsenin aklına gelmemişti. Bu nedenle, geçmişte kamuoyu kumpas iddiaları karşısında ne düşüneceğini bilememişti.

Fetö operasyonlarına gelelim... Belki fetö örgütü gerekçeli işlemlere ilgisiz kişileri de bulaştırarak mağdurlar cephesini genişletmek isteyen kriptolar olabilir. Ama bahse konu ortadaki sorun, "sulandırmak"tan daha büyüktür.

Devleti bu örgütten arındırma sürecinin, sözü edilen kumpas davalarından niceliksel olarak farkı şudur: Kumpas davaları sınırlı sayıda askeri personeli kapsamaktaydı. Dava, adli yönüyle ortada idi. Fetö davalarında kamuoyuna doğrudan temas eden "açığa alma" yahut "ihraçlar" ise idari işlemlerdir ve çok geniş bir kitleyi ilgilendirmektedir. İşlemlerin hukuksallığı ile ilgili çok spekülasyon yapılmaktadır. Geniş bir kesimi bilfiil ilgilendiren konularda kamu vicdanını yaralayıcı kararlar alınırsa, kamuoyu "devleti Fetö'den arındırma" söylemini bir süre sonra ciddiye almamaya başlar. Böylece bu mücadeleyi yürüttüğünü öne sürenlere inanılmaz ve söz konusu arındırma başarılamaz. Çok daha önemlisi, sapla saman birbirine karıştığında, kurunun yanında yaş da yandığında, Türkiye bir mağdurlar cennetine dönecektir. Mağdur, uğradığı haksız fiilin öfkesini her daim içinde taşır. Bunların sayısının çok olması, kızgın bir kitle demektir. Bu da kamu düzeni için büyük bir tehdittir. Kızgın bir kitle birileri tarafından düzenlenecek olan toplumsal operasyonlara yatkın bir topluluktur ve kolaylıkla tahrik edilebilir.

Kişiler açısından da bakalım: Fetö soruşturmalarında yaşanan haksız veya hukuka tam uymayan işlemler, mağdurlar için bir insanlık trajedisi, bir "insan hakkı" sorunudur. Söz konusu soruşturmalar ve icra edilen işlemler, ülkenin ve toplumun geleceği içindir. Haklı bir mücadele yürütülürken, mazlumlar kitlesi oluşturmamak lazımdır. Bir mazlum bin zalimden daha değerlidir.

***

Bu tablonun nedenleri ne olabilir?

Kriptoları bir yana bırakalım. Onlar, haklı ve doğru işlem yapıyormuş görüntüsü altında, geniş bir mağduriyet kitlesi yaratmak için, kasten haksız-hukuksuz adımlar atabilir. Ama asıl sorun, gerçekten devletin ve milletin yanında olup da mağduriyet tablosuna yol açanlardır.

Kamuoyunda rahatsızlık yaratan, bir süre sonra da kamu vicdanını yaralamaya aday bu işlemlerin en büyük nedeni, ehliyetsiz yöneticilerdir. Bunlardan bir kısmını şöyle tasvir edelim: Soruşturma yapmasını bilmeyen, idare hukuku ile ilgili hiçbir bilgiye sahip olmayan, üstüne üstlük bu konuda uzmanlardan hukuksal yardım da almayan acemiler yahut kendini beğenmişler... O yöneticiler ki, kendine ulaşan önemli bilgileri hukuksal zemine nasıl oturtacaklarını bilemezler, bir idari işlemin mantığını anlayamazlar. Onlar, görevlerini, devlet adamı sorumluluğuyla, hak ve hukuka uygun şekilde icra edemezler; bu çerçevede bir irade ortaya koyamazlar ve inisiyatif alamazlar.

Sorunu büyüten diğer yönetici tipi ise, Fetö ile gerçekten mücadele etmek isteyen, bunun için bir şeyler yapmaya çalışan, ama neyi nasıl yapacağını bilemediği için de ortalığı kırıp döken, mücadele etmeyi "açığa alma ve ihraç etme" sayısıyla bağlantılı görenlerdir. Onlar yetersizler veya kendini beğenmişler dışında, gerçek manada cahiller grubunu oluşturur. Bu kategoriye, kraldan fazla kralcı olan yönetici tipini de ekleyelim. Her iki tip de, aşağıda bahsettiğimiz en temel hukuk kaidelerini bile gözetmeden, önlerine getirilen listedeki kişileri uluorta cezalandırmayı "devletin kendilerine verdiği görevi yerine getirmek" olarak görürler. Oysa aynı devlet aynı idareciye "hak ve hukuka riayet" yükümlülüğü de yüklemiştir. Yani yetkin olmayan, cahil veya gösteriş meraklısı idareciler, kişileri gerçekten haksızca mağdur ederler. Devletin onlara verdiği yetki, onların ellerinde zulme dönüşür.

Devleti Fetö'den temizlerken masumlara yaşatılan zulmün faili olarak, iş başındaki hükümeti görmek haksızlık olur. Yöneticilere "önünüze geleni atın" diyen bir hükümet söz konusu değildir. Teorik olarak da düşünelim... Herhangi bir hükümet toplumu ne kadar ahenkli idare ederse, bu, o kadar onun yararınadır. Bu nedenle, seçimlerin söz konusu olduğu bir siyasal işleyişte hiçbir hükümet halkına bilerek ve isteyerek zulmetmez. İşlerin kurallara uygun yürütülmesini ister. Pratikte de durum aslında budur. Şimdi işbaşında olan hükümet özellikle itiraz komisyonunu faaliyete geçirmemekle, haksızlığın devamında pay sahibi olarak görülecektir; ama sözü edilen hukuk ihlallerine doğrudan yol açan, devletin üst düzey yönetici grubu değil, kişilerin mensup olduğu kurumların bizatihi kendisidir, kurumların yöneticileridir.

Ne yapacağını bilemeyen idareci nasıl adım atar?

"Önce ihraç edelim, sonra gereğine bakarız" diye düşünür ve böyle yapar. Oysa "gereğine bakılana kadar" bir insan derin bir acı yaşamış olmaktadır. Bu, en değerli varlık olan insana yapılan bir zulümdür. Deneyimsiz idarecinin iyi niyeti zulmü ortadan kaldırmamaktadır. Bir kurumda Fetö ile mücadelenin göstergesi açığa alma ve ihraç sayısı değil, doğru kişilerin kurumdan tart edilmesidir. Bu da hukuksal zeminde yapılabilir ve yapılmalıdır. Düşünelim: İdarecinin göstergeyi yükseltme kaygısı ile yol açtığı mağduriyetler nasıl giderilecek? Bu nedenle hayatı zindana çevrilenlerin, hayatı kararanların hakkı ne olacak?

Kamu vicdanı yanlış uygulamalardan şimdilik sadece rahatsız; ama belirttiğimiz gibi, bir süre sonra yaralanabilir. Bu da geleceğimiz için çok kaygı verici olur.

***

Fetö'yü devletten idari olarak arındırma işlemlerinde gözlemlenen sorunların en başta geleni şudur: Kişilerin en temel haklarının, savunma hakkının kullanımında sorunlu işleyiş.

Konuyu açalım: Açığa alınan yahut ihraç edilen kişinin, bu şekilde cezalandırılmadan önce, kendine yöneltilen suçlamaları tam ve net biçimde bilme/öğrenme, bunlara karşı özgürce savunma yapma hakkı olmalıdır. Kamuoyunda yaygınlaşan kanaatlere göre, hiçbir suçlama yöneltilmeden, daha doğrusu suçlamanın ne olduğu telaffuz bile edilmeden, dolayısıyla savunma hakkı verilmeden açığa alınan veya ihraç edilen çok sayıda mağdur vardır... Bir diğer kanaat de şudur: Bazılarının göstermelik bir soruşturmaya tabi tutulduğu, ama net suçlamaların yöneltilmediği, kişinin kendini neye karşı savunacağını bilemediği bazı idari cezalandırmaların da yaygın olduğu...

İddianın dışında, çoğu kişinin tanık olduğu bir tablo vardır ki, o da şudur: Açığa alınma veya ihraç işlemlerine karşı, hangi hukuk yollarına başvurulacağı belirsizdir. Mağdur olduğunu düşünen kişi, hangi hukuk yollarını tüketeceğini bilememektedir.

Şöyle bir senaryodan yola çıkalım: A şahsının, Fetöcü olduğu var sayılarak önce açığa alındığını, doğru düzgün bir soruşturma yapılmadan da ihraç edildiğini var sayalım. Sonra bu kişi hakkında, savcılıkça yapılan inceleme sonucu, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş olsun....Bunun sonuçları ne olur?

İdare, kendisi idare hukuku esaslarına uygun bir soruşturma yürütmediği için işlem sakattır. Aynı idare adli makamların kararını "bekletici neden" olarak görmediği için, kendi işlemini yapmıştır ve bu nedenle ilk bakışta bir sorun yok gibidir. Bu kişiye isnat edilen suç adli yargıya da konu teşkil etmektedir. O takdirde şöyle bir tablo doğmaktadır: Adli bakımdan suçsuz bulunmuş, idarece cezalandırılmıştır... Birincisi, iki işlemin aykırılığı nasıl giderilecektir? İkincisi, bu kişi "adli makam bana bir suç isnat edilemeyeceğine karar verdiğine göre, idari makam beni hangi gerekçeyle ihraç etti?" diye sorma hakkına sahiptir. Üçüncüsü, suçlu bir kişi mi işlem dışı bırakılmıştır, suçsuz bir kişi mi cezalandırılmıştır? Kesin olan şu ki, ortada bir mağduriyet vardır ve bu kişinin mağduriyetinin giderilmesi, hem hukuksal hem de insani bir zorunluluktur. Bu yapılsa bile, bu kişinin yaşadığı derin trajedi, ağır travma nasıl telafi edilecektir? Şayet idare usulüne uygun soruşturma yapsaydı; tebliğ aşamasından suç isnadı bildirimine ve savunma almaya kadar, idari soruşturmanın tüm gereklerini yerine getirseydi, sonra ihraç teklifini yapsaydı, bu kişi işlemin bizatihi kendisinin değil, suçlama ve kanıt değerlendirmenin yanlış/haksız olduğunu iddia edecekti. Ardından da iç hukuk yollarını tüketmeye koyulacaktı.

***

Fetö'yü devletten çıkarma işleminde, temel haklar, hukukun temel ilkeleri gözetilmelidir. En zalim darbe dönemlerinde bile, bu ülkede, kişilerin hak arama yolları açıktı. Yönetenlerin keyfi olması muhtemel uygulamalarına karşı, temel hukuk süreçleri işlerliğini sürdürmekteydi. En zalim darbe dönemlerinde bile, kişiye suçlaması bildirilmekte ve savunma hakkı verilmekteydi. Bu süreçte hakkın ve adaletin tecelli edip etmediği başka bir şeydi; ama kişilere bu hak "verili" idi.

Olağanüstü hukuk dönemlerinde, idareci, "ne nedir önce anlayalım" kabilinden, kuşkulu kişileri açığa alabilir. Bu, doğal bir görev refleksi olarak görülebilir. Ama akabinde, kişiye uygulanan idari tedbirin gereği yapılmalı, soruşturma, suçlama, savunma süreci eksiksiz işletilmelidir. Verilecek kararların adil olması temenni edilir elbette; adil midir değil midir, bu, tek tek işlemlerle ilgilidir. Ama bu en temel süreçler bile işletilmeden yapılan işlemler kamu vicdanını gerçekten sızlatır. Bu tablo, yukarıda belirttiğimiz gibi, "sulandırma"yı aşan bir şeydir.

***

Bazı adımların atılmaması durumunda, bu süreç gelecekte ciddi sorunlara yol açabilir. Belki bir çırpıda sayacaklarımız tüm sorunları çözmeyecek ama, en azından birkaç öneri sunalım.

1) Hükümet hemen ve acilen, Fetö işlemlerindeki idari aksaklıkları ve hukuksuzlukları, problemleri tespit edecek bir araştırma yapmalıdır. Böylece idari olarak Fetö ile mücadelede yaşanan problemler ve bunların, mazlum yaratmayacak şekilde ve hukuka uygun biçimde nasıl çözüleceği belirlenmeli, yol haritasının ne olması gerektiğine ilişkin usul tespiti yapılmalıdır. Çünkü bu Fetö hareketi idari dava ve problemler tarihimizdeki sorunlardan hiçbirine benzememektedir. Bu noktada mağduriyetlerin tüm sorumluluğunu idari kademeye yüklemek insafsız bir hüküm gibi de durmaktadır. Kurum yöneticilerinin, bu problem konusunda rehberliğe ihtiyaçları olduğu kuşkusuzdur.

2)Yönetici atamalarında liyakat her zaman lazımdır; ama bu dönemde, her zamankinden daha büyük ölçüde liyakate ihtiyaç var. Çünkü olağan dönemlerde idareciler sadece işleyişi idare ederler; olağanüstü dönemlerde ise, insanların hayatlarını etkileyecek kararlar almak zorunda kalırlar. Kişinin liyakati kararın doğruluğunun garantörü gibidir. Liyakat, kişinin özgür vicdanla görev ve sorumluluk alabilmesinin en temel koşuludur. Liyakatli olmayan bir idareci inisiyatif de kullanamaz. Öyleyse sormak hakkımız: şimdi değilse ne zaman?

3) Olup bitenler konusunda toplum sürekli ve açık biçimde bilgilendirilmelidir. Bir kararname yayımlanınca "şu kadar kişi kamudan çıkarıldı" demek bilgilendirme değildir. Bazı yorumlarda, KHK'larda yer alan ve ihraç edilen isimlerin, kurumların amirlerince daha önce bildirilen isimler olduğu, Başbakanlığın ayrıca bir inceleme yapmadığı öne sürülmektedir. Bu iddia şayet doğruysa, vahim bir durum olarak görmek lazımdır. Kişilerin kaderi, kurum amirlerinin iki dudağı arasına sıkıştırılamaz. Çağdaş ve evrensel hukukta bunun herhangi bir karşılığı yoktur.

4)Eleman alımlarında yandaşlığın, torpilin, mülakatın vs. artık ortadan kalkması gerekir. Bir eleman alımında en başarılı kişiler istihdam edilecekse, yani puanlamadan ve yarışmadan amaç buysa, herkese eşit imkan sağlanmalıdır. Güvenlik araştırması başka bir idari işlemdir; devlet onu elbette yapmalıdır. Ama alım sınavını sonuçlandırma sürecinde, Fetöcü avlamak gerekçesiyle sübjektifliğe, yandaş kayırıcılığına kapı aralamamak lazımdır. Herkes bu ülkenin evladıdır. Fetöcüler mülakatla avlanmaz. Daha önemlisi, liyakat sahibi kişiler neye yakınlık duyarlarsa duysunlar, hak ederek istihdam olacakları için, daha özgür vicdanla görev yaparlar. Esas sorun, devleti tahrip edecek şey, kişilerin politik yakınlıkları değil, devlet içinde yasadışı biçimde örgütlenerek devlet yetkisini bu örgütlenme lehine kullanmalarıdır. Yine sormak gerek: Torpilsiz-yandaşsız alım şimdi değilse ne zaman?

Olağanüstü hal olağanüstü hukuk dönemidir; ama sonuç itibarıyla "hukuksuzluk" değil "bir hukuk dönemi"dir, hukukun askıya alındığı bir dönem değil. Olağanüstü hal döneminde de, yapılan işlemlerde haklar öğretisine (hukuka) uyulmalıdır. Kendisi hakkında verilen bir karar karşısında kişinin izleyeceği iç hukuk yolları belirsiz kalırsa, kişiler mağduriyetlerini giderebilecek merci ya da kurum bulamazlarsa, sorun siyasal, sosyal veya hukuki olmaktan başka, doğrudan insani bir sorundur. İnsan ve insanilik ise her şeyden daha değerlidir.

Prof. Dr. Milay KÖKTÜRK

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber