EBS: Mutlak takdire bırakılmış bir yönetici atama sistemi, Devlete ve millete hizmet etmez

Eğitim-Bir-Sen, "Eğitim Yönetiminde Liyakat ve Kariyer Sistemi" isimli bir rapor yayımladı. Sendika, adalet ve liyakati esas alan bir model inşası için eğitim yönetiminin tarafları olan Milli Eğitim Bakanlığı, üniversiteler ve sivil toplum örgütlerine iş birliği çağrısında bulundu.

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 03 Kasım 2017 23:56, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
EBS: Mutlak takdire bırakılmış bir yönetici atama sistemi, Devlete ve millete hizmet etmez

Kamu görevlilerinin yönetim kademelerine atanmasında liyakat ilkesinin çiğnenmemesi gerektiği hususu memurlar.net'in her zaman önemsediği ve takipçisi olduğu bir mesele olmuştur. Kamu hizmetlerinde kalitenin garantisi olan liyakat alanında bir eğitim sendikasının farkındalık oluşturmak maksadıyla konuyu etraflıca ele alması ve bunu bir raporla kamuoyu ile paylaşmasını önemsediğimizi ifade etmek isteriz.

Geçtiğimiz hafta, YÖK Başkanlığı da doçentlik sınavları için bir çalışma başlattığını duyurmuş ve sözlü sınavlara yönelik olarak gelen çokça tepkiden dolayı, sözlü sınavın kaldırılması hususunu üniversitelere sormuştur.

Bu çerçevede, eğitim kolunda yetkili Eğitim Bir Sen, "sözlü sınavların, varoluş amacına aykırı olarak kayırmacılığın bir aracı haline dönüşmesine müsaade edilmemelidir." şeklinde önemsenmesi gereken cümlelerin yer aldığı bir rapor yayımlamıştır.

Rapordan bazı çarpıcı tespitler:

- Özellikle okul yöneticiliği için oluşan, her öğretmenin yapabileceği, kolay ve rahat bir görev olduğu algısı, eğitim sistemine zarar vermeye başlamış durumdadır.

- Bu anlayış, sadece eğitimde değil, kamunun diğer alanlarına da hakimidir. Eğitim yöneticiliği, dünya genelinde bir meslek iken, Türkiye'nin eğitim sisteminde, herhangi bir yöneticilik eğitimi almamış, asıl mesleği öğretmenlik olanların atanabildiği ve bu sorumluluğun "ikinci görev" olarak yürütüldüğü bir işten ibarettir. Bu durum, kimi zaman başarılı bir öğretmenin kaybedilerek, başarısız bir yöneticinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır

- Eğitimde yönetimin bilim, yöneticiliğin de profesyonel bir meslek olarak kabul edilmemesi halinde, yöneticilerin yönetsel etkililiği azalacağı gibi, yönetici başarısı da rastlantısal hale gelecektir.

- Eğitim yönetiminde sorunları çözecek sihirli bir değnek olarak Milli Eğitim Akademisi'ni sunma projesi, üniversite sayısının ülke genelinde 200'e yaklaştığı günümüzde; siyasallaşma, entelektüel özerkliğini yitirme, devlet dairesine dönüşerek akademisyenlerin memurlaşması ve içe kapanma gibi riskler yüzünden fonksiyonelliğini ve olabilirliğini yitirmiştir.

- Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim yöneticilerini sadece mülakat benzeri basit bir sınavla atamaktan vazgeçmelidir.

- Eğitim yöneticisi seçme süreçlerinin nesnel, şeffaf ve yargı denetimine açık olması için demokratik metotlardan yararlanılmalıdır. Liyakat ilkesinin gereği olarak, bilgi düzeyini ölçen yazılı sınavlar ile beceri ve tutumları değerlendiren sözlü sınav (bugünkü uygulamadan farklı bir mülakat) yapılmadan eğitim yöneticisi unvanı kimseye verilmemelidir.

- Tartışmaların odağında yer alan sözlü sınavların, varoluş amacına aykırı olarak kayırmacılığın bir aracı haline dönüşmesine müsaade edilmemelidir.

- En uygun kişinin seçilmesi yönünde nesnel standartların, kıstasların öngörülmediği, atamaya yetkili makamın (atanmış veya seçilmiş fark etmez) subjektif değerlendirmelerine ve mutlak takdirine bırakılmış bir yönetici atama sistemi, devlete ve millete hizmet edecek kapasitedeki yönetici kadrolarını sisteme kazandıramaz.

İŞTE EBS RAPORUNUN SONUÇ VE DEĞERLENDİRME BÖLÜMÜ

Zamanın ruhu, bizlere dünden çok farklı bir dünya sunmaya devam etmektedir. Tarihte hiç olmadığı kadar bilimde ve teknolojide yaşanan baş döndürücü gelişmelere, yeryüzünde katlanarak artan bilgi ve enformasyon birikimine eğitimciler ve okullar uyum sağlama telaşındadır. Öğrencilerin şartlarının ve özelliklerinin dönüşmesi karşısında, eğitim liderleri için yeni standartlara, yeterliliklere ve reformlara ihtiyaç duyulmaktadır. Değişim ve dönüşümün en zor ve sancılı yaşandığı alanların başında da eğitim gelmektedir.

Okulların yönetiminden sorumlu eğitim yöneticileri, okulları önceden belirlenmiş amaçlara uygun olarak yaşatan kişilerdir. Eğitim politikalarının uygulanmasından sorumludurlar ve eğitim sürecinin ülke çıkarları ve evrensel eğitim anlayışı doğrultusunda yürütülebilmesi için başarılı yönetim faaliyetlerinde bulunmak zorundadırlar. Bu da okullardaki insan ve madde kaynaklarının etkili ve verimli bir şekilde kullanılmasını gerektirmektedir. Türkiye'nin eğitim kurumlarında gün geçtikçe liyakatli, nitelikli, profesyonel ve vizyon sahibi yöneticilere olan ihtiyaç artmaktadır. Okul yöneticileri eskiden olduğu gibi, sadece mevzuatı uygulayan ve okul binasından sorumlu kişiler değildirler.

Türkiye kamu yönetiminin bir alt sistemi olan eğitim yönetimi, sahip olunan devlet anlayışını, toplumsal gelenekleri ve diğer sosyolojik pratikleri yansıtmaktadır. Türkiye'de çoğu alanda olduğu gibi eğitim yönetiminde de teorinin pratiğe uymadığını, liyakat ve kariyer ilkesinin sağlıklı işlemediğini kabul etmek gerekmektedir.

Türkiye'de belli başlı personel düzenlemelerinin yapıldığı tarihler, 1926, 1929, 1939, 1958, 1965-1970, 1982, 1983-1990'dır. Tüm bu tarihler, ülkenin karşılaştığı siyasal ve ekonomik dönüşüm ve krizlere denk düşmektedir. Söz konusu düzenlemeler, kalıcı çözüm arayışlarından çok, günü kurtarma endişesini yansıtmaktadır. Genel olarak kamu personel rejiminde, özelde de eğitim yönetiminde, uzun vadeli ve aşamalı olarak nitelik faktörünü ön plana alan sistemsel bir dönüşüm, hukuksal altyapısı ile birlikte oluşturulmak zorundadır.

Edward Deming, bir örgütün beklenen düzeyde performans gösterememesinin ve karşılaşılan sorunların yüzde 85'inin sistem hatasından kaynaklandığını, çalışanların payının ancak yüzde 15 olduğunu belirtmektedir. Klasik olarak kurgulanmış örgütlerde, yönetenlerin yetkisi diğer bütün çalışanlardan daha fazla olduğu için, ortaya çıkan ve sözü edilen performans düşüklüğünün tamamının sorumluluğu da yine yönetenlere ait olacaktır. Türkiye'nin eğitim yönetimindeki sorunlar, okul sisteminin örgütlenmesine dayanmaktadır. Dolayısıyla var olan okul örgütlenmesi sistemi içinde, yöneticiliğe seçme, atama ve yükseltme sorunu tali bir sorun olarak kalmaktadır. Bazı ülkelerde başarıyla kullanılan iyi kurgulanmış bir yönetici yetiştirme sürecinden geçen yönetici adaylarının "yönetilebilir" okullarda çalışmaları gereklidir. Türkiye'de en etkili yönetici yetiştirme programının bile okullarımızı etkili ve verimli çalışan kurumlar haline getirmesi olası değildir. Sorun, sistemin kendisindedir.

Eğitim yönetimi alanında Milli Eğitim Bakanlığı'na hakim olan yönetim felsefesi, aslında devlet örgütlenmesinin tamamına hakim olan yönetim anlayışından başka bir şey değildir. Bu yüzden de milli eğitimde mevcut düşünme biçimi devam ettiği müddetçe ve eğitim köklü bir yapısal reformdan geçirilmedikçe hiçbir şey değişmeyecek, her şey eskisi gibi kalmaya devam edecektir. Aristoteles, ahlaki eğilimlerin alışkanlık yoluyla gelişeceğini ve ancak adil eylemlerde bulunmak suretiyle adil olunabileceğini ifade etmektedir.

Demokratik ve kapsayıcı kurumlar inşa ederek, hukukun üstünlüğüne dayanan, çoğulcu, hesap veren, insan haklarına, eşitliğe ve özgülüklere değer veren, yönetimde keyfiliğe izin vermeyen, yeni teknoloji ve becerilere yatırım yapan bir devlet sistemine ve zihin dünyasına sahip olmak, sorunların çözümü için başlama çizgisi hükmündedir.

Eğitim yönetiminin taraflarından olan öğretmenler, eğitim yöneticileri ve denetim elemanlarından oluşan komisyonlardan alınan görüşler ve akademik araştırmaların incelenmesi sonucunda liyakat ve kariyer esaslı bir eğitim yönetimi sistemi için Türkiye'nin güçlendirmek zorunda olduğu dört temel alan tespit edilmiştir. Bunlara ilişkin geliştirilen öneriler şunlardır:

1. Eğitim yöneticilerinin yeterlilikleri ve mesleki standartları tanımlanmalıdır

Kamu yönetimi ve kamu personel rejiminde değişim ve yeniden yapılanmaya yönelik vurgular, Türkiye'nin neredeyse tüm kalkınma planlarında ve Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Ulusal Programlarda yer almıştır. Aynı şekilde Milli Eğitim Şüralarında eğitim yönetimine ve eğitim yöneticilerine yönelik çok sayıda nitelik artırıcı tavsiye getirilmesine rağmen bugüne kadar bu alanda kapsamlı değişiklikler yapılamamış ve köklü çözümler üretilememiştir.

Eğitim kurumları yöneticilerinin seçilme ve atanmasıyla ilgili 1926 yılında yayımlanan 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun'la başlayan, "Okul müdürleri yalnızca öğretmenlerden atanabilir" ilkesi, günümüzdeki hukuk metinlerinde de esas alınmıştır. Dünya örnekleri de genel itibarıyla bu yöndedir ve uygulamanın bu şekilde devamı, eğitimin doğasının bir gereğidir. Bununla birlikte, özellikle okul yöneticiliği için oluşan, her öğretmenin yapabileceği, kolay ve rahat bir görev olduğu algısı, eğitim sistemine zarar vermeye başlamış durumdadır. Öğretmenlik ve yöneticilik farklı beceriler gerektirmektedir. Eğitim yöneticiliği, uzmanlık gerektiren bir alandır. Dolayısıyla eğitim yöneticisi, okul yöneticisi olmayı seçenlerin profesyonel anlamda hizmet öncesi eğitimden geçmeleri zorunlu olmalıdır. En başta okul yöneticilerinin sahip olması gereken yeterlilikler belirlenmeli ve bunlar tescil edilmelidir.

Oluşturulacak ulusal standartlar, okul yöneticilerinin birer eğitim lideri olarak sahip olmaları gereken bilgi, beceri, deneyim, tutum ve yetkinliklere göre hazırlanmalıdır. Eğitim yöneticilerinin öğretmenlik becerileri ile birlikte; yönetim süreçleri, insan kaynakları yönetimi, demokratik okul yönetimi, farklılıkların yönetimi, stres yönetimi, çağdaş eğitim denetimi, eğitim ekonomisi, eğitim hukuku, örgütsel iletişim, çatışma yönetimi, takım kurma, yönetsel mevzuat, psikoloji, sosyoloji, etik liderlik, eğitimsel ve teknolojik liderlik gibi alanlarda yeterlilik sahibi olması beklenmektedir.

2. Eğitim yöneticiliği "ikinci görev" değil, meslek olmalıdır

Eğitim sistemini düzenleyen yasal metinlerde değişikliğe gidilerek eğitim yöneticiliği ayrı bir meslek haline getirilmelidir. Türkiye'de yöneticilik genel olarak bir uzmanlık alanı ve meslek olarak görülmemektedir. Bu anlayış, sadece eğitimde değil, kamunun diğer alanlarına da hakimidir. Eğitim yöneticiliği, dünya genelinde bir meslek iken, Türkiye'nin eğitim sisteminde, herhangi bir yöneticilik eğitimi almamış, asıl mesleği öğretmenlik olanların atanabildiği ve bu sorumluluğun "ikinci görev" olarak yürütüldüğü bir işten ibarettir. Bu durum, kimi zaman başarılı bir öğretmenin kaybedilerek, başarısız bir yöneticinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Öğretmenlik bilgi ve formasyonu, eğitim yöneticiliği için gereklidir ancak yeterli değildir.

Eğitim kurumu yöneticiliği, "ikinci görev" ve "görevlendirme" kapsamından çıkarılmalı; bir kadro unvanı olarak yeniden kurgulanmalıdır. Eğitim kurumu yöneticilerinin atama işleminin kolay ve zahmetsiz olması, diğer bir deyişle siyasi olması halinde bireyler, kendilerini seçilmiş bir meslek grubunun üyesi olarak hissedemeyecek ve eğitim yöneticiliği "sıradan" bir görev olmanın ötesine geçemeyecektir. Eğitim yöneticiliğine en iyiler yönlendirilmeli, mesleğin statüsü, ücret ve diğer boyutlarıyla cazip hale getirilerek özendirilmeli, görev, yetki ve sorumluluk dengesi sağlanmalıdır.

21. yüzyıl becerilerini öğrencilere kazandırması istenen okullar ve bu okulları yönetecek eğitim yöneticilerinden beklentiler artmıştır. Eğitim yöneticisi kavramının yerini "eğitim lideri"nin almaya başlamış olması da buna işarettir. Eğitim yöneticilerinin seçimi ve eğitimleri dünden çok daha önemli hale gelmiştir. Türkiye'de sık değişen yönetici atama uygulamaları nedeniyle okullarda kurumsallaşma sağlanamamakta, yönetici statü ve rolleri erozyona uğramaktadır. Bu itibarla Türk eğitim sistemi içerisinde, esnek ve kendisini geliştirebilen bir yönetici seçme-atama modeli oluşturulmalıdır. Bu model, katılımcı bir anlayışla tüm paydaşların önerilerinin alındığı ortak bir akılla geliştirilmelidir. Eğitimde yönetimin bilim, yöneticiliğin de profesyonel bir meslek olarak kabul edilmemesi halinde, yöneticilerin yönetsel etkililiği azalacağı gibi, yönetici başarısı da rastlantısal hale gelecektir.

Eğitim yöneticilerinin seçilmesi, atanması ve yetiştirilmesinde göz önünde bulundurulacak kriterler kanunla düzenlenmelidir. Bu sayede eğitimin yönetimi ve sistemin öznelerinin hak ve yetkileri yasal bir güvenceye kavuşturulmuş olacaktır.

3. Hizmet öncesi ve hizmet içinde eğitim liderleri yetiştirilmelidir

Eğitim yöneticisi olabilmek için hizmet öncesi eğitimden geçmenin zorunlu olmadığı Türkiye'de, istekli ve yetenekli öğretmenlerin seçilerek kapsamlı hizmet öncesi eğitim programları ile yöneticilik görevlerine hazırlanmaları ve ön deneyim kazanmaları her dönemde ihmal edilmiştir. Bazı insanların doğuştan iyi bir yönetici olduklarını ve bu yüzden de yöneticiliğin öğrenme yolu ile kazanılamayacağını savunan görüş sahiplerinin sıklıkla ifade ettikleri, "Yöneticiliğin okulu yoktur; yöneticilik kitaplardan öğrenilmez; iyi öğretmenlerden daima iyi yönetici olur" şeklindeki yanlış yargılar yıkılmadan, eğitim yöneticilerinin yetiştirilmesi konusunda Türkiye'de mesafe almak mümkün olamayacaktır. Eğitim kurumu yöneticiliklerine atanmak üzere seçilmiş olan adaylara, hizmet öncesi eğitim mutlaka zorunlu hale getirilmelidir. Yönetici adaylarının atamaları, yönetim bilgi ve becerileri okul yöneticiliği için yeterli düzeye getirildikten sonra yapılmalıdır. Bu itibarla, eğitim yönetiminde lisansüstü eğitim yapmış olmak, tercih nedeni olmalı ve teşvik edilmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim yönetimi alanında hizmet öncesi eğitimi benimsemeli ve üniversitelerin eğitim yönetimi bölümleriyle iş birliği içinde olmalıdır. Eğitim yöneticilerinin, özellikle okul yöneticilerinin yetiştirilmesi konusu, Türkiye'nin eğitim politikalarında öncelikli bir mesele olarak görülmelidir.

Türkiye'de eğitim yöneticisi yetiştiren akademik programlar, eğitim yönetimi ve denetimi alanında lisansüstü eğitim veren üniversitelerin bünyesinde yer almaktadır. Eğitim yönetimi ve denetimi alanının üniversitelerde 50 yıla yaklaşan bir geçmişi vardır. Gerçek problemlere odaklanmayan, eğitim liderleri, değişim önderleri yetiştirmeyi öncelemeyen ve geleneksel varsayımları sorgulamayan bir anlayışın hakim olduğu bu programların ciddi bir revizyondan geçme zamanının geldiği hususunda neredeyse herkes hemfikirdir. Ayrıca 170 çeşit dersin okutulduğu bu programlarda hala klasik öğretim yöntemlerinin kullanıldığı, kendi içinde bir tutarlılığa sahip olmadığı, üretilen bilginin eğitim sistemine ve okula tam anlamıyla dokunamadığı, uluslararası gelişmelere ayak uydurulamadığı, kuram ağırlıklı ve daha çok bilgi yüklemesine dayanan hedefler öngörüldüğü, yetişkin eğitiminin tamamen göz ardı edildiği, akademisyenlerin öncelik ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillenen program ve metotlarla yol alındığı yönünde itirazlar mevcuttur. Örneğin Türkiye'deki eğitim yönetimi ve denetimi yüksek lisans programlarının öngördüğü kazanımların 31'i bilgi, 9'u beceri veya davranış kazandırmayı hedeflerken; ABD'nin ISLLC (2008) standartlarının tamamı pratiğe yönelik olup beceri ve davranışları ifade etmektedir.

Türkiye'de eğitim kurumları yöneticileri, göreve geldikten sonra, ancak bireysel çabalarıyla kendilerini yetiştirme gayreti içine girebilirler. Hizmet içi eğitim programlarında yer alan kurslar hem nicelik/nitelik yönüyle yetersiz hem de katılımı kişinin isteğine bırakılmış durumdadır. Görevleri süresince herhangi bir hizmet içi eğitim faaliyetine katılmayan yöneticilerin görevlerine devam etmelerinin önünde bir mani de yoktur. Halihazırda görevleri başında olanlar dahil, eğitim yöneticilerinin üç yılda, asgari 100 saat zorunlu hizmet içi eğitim almaları sağlanmalı ve bu eğitimler mümkün olduğunca her yıla dağıtılmalıdır.

Eğitim yöneticilerinin yetiştirilmesi konusunda üzerinde uzlaşmaya varılacak bir öğretim metodolojisi ve model ortaya konulmalıdır. Bu modelde eğitim kurumu yöneticileri, sürekli eğitim ilkesi gereği, ihtiyaçları doğrultusunda desteklenmeli, yönetim kuramlarının yanında, görev yaptıkları eğitim kurumunun özellikleri ve sorunlarını dikkate alan bir yetiştirme ve geliştirme sisteminin parçası olarak görülmelidir. Ayrıca öğrencilerin akademik başarısını artırıcı, öğretmenlerin ve diğer okul çalışanlarının iş doyumunu sağlayıcı, okulun güvenliğini ve okul ikliminin sağlığını koruyucu bir eğitim içeriği oluşturulabilmelidir.

Eğitim yönetiminde sorunları çözecek sihirli bir değnek olarak Milli Eğitim Akademisi'ni sunma projesi, üniversite sayısının ülke genelinde 200'e yaklaştığı günümüzde; siyasallaşma, entelektüel özerkliğini yitirme, devlet dairesine dönüşerek akademisyenlerin memurlaşması ve içe kapanma gibi riskler yüzünden fonksiyonelliğini ve olabilirliğini yitirmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı'nın emrinde çalışacak Milli Eğitim Akademisi'nin ulaşabileceği kalitenin düzeyi, ancak ve ancak bir "Hizmet İçi Eğitim Dairesi Başkanlığı" kadar olabilecektir.

4. Objektif ve adil bir seçme ve atama sistemi kurulmalıdır

Kamuda veya özel sektörde herhangi bir göreve aday olan kişinin, o işi/mesleği icra edebilecek asgari düzeyde bilgi, beceri, deneyim, tavır, tutum ve yetkinliğe sahip olması beklenir. İstenilen mesleki yeterliliklerin adaylarda olup olmadığını anlamanın ve doğru kişiyi seçmenin yolu da sınavlar aracılığıyla yapılacak ölçme ve değerlendirmeden geçmektedir.

Eğitim yöneticisi, hizmet öncesi eğitim almadan ve özellikle sınavsız olarak atanması halinde, en başta öğretmenlerin ve okul çevresinin (yerel yönetim birimleri ve sivil toplum örgütleri) saygısını kazanmakta zorluk çekecek ve kabul görmede sıkıntılar yaşayacaktır.

Eğitim kurumlarına yönetici seçiminde, belli bir süre öğretmenlik tecrübesi, eğitim yönetiminde yüksek lisans derecesi, yazılı sınav başarısı ve atamadan önce belli bir süre eğitim kurumları yöneticiliği yeterlilik eğitimini başarıyla tamamlamış olmak gibi asgari şartlar aranmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim yöneticilerini sadece mülakat benzeri basit bir sınavla atamaktan vazgeçmelidir.

Eğitim yöneticisi seçme süreçlerinin nesnel, şeffaf ve yargı denetimine açık olması için demokratik metotlardan yararlanılmalıdır. Liyakat ilkesinin gereği olarak, bilgi düzeyini ölçen yazılı sınavlar ile beceri ve tutumları değerlendiren sözlü sınav (bugünkü uygulamadan farklı bir mülakat) yapılmadan eğitim yöneticisi unvanı kimseye verilmemelidir.

Eğitim kurumları müdür başyardımcıları ve müdür yardımcılarının seçilmesi, belli bir süre öğretmenlik yapmış olanların başvuruda bulunabileceği adaylar arasından önce yazılı sınav, ardından mülakatta alınan sonuçların aritmetik ortalamasının alınmasıyla ortaya çıkan puan üstünlüğüne göre yapılmalıdır. Bu şekilde seçilen adaylar, belli bir süre eğitim kurumu yöneticiliği konusunda kapsamlı bir eğitime tabi tutulmalı, söz konusu eğitimi başarıyla tamamlayıp yeterlilik sertifikasını almak atama şartı olmalıdır.

Eğitim kurumu müdürlüklerine ise kariyer ilkesinin bir gereği olarak, sisteme yarışma sınavı ile giren müdür başyardımcıları ve müdür yardımcıları arasından iş başarımı değerlendirme kriterleri ve yazılı sınav sonuçlarına göre atama yapılmalıdır. Eğitim kurumu müdürlüğü ile müdür başyardımcılığı ve yardımcılığı farklı yeterlilikler gerektirdiğinden, burada da atama öncesi eğitimi tamamlayıp yeterlilik sertifikasına sahip olmak atama şartı olarak aranmalıdır.

Tartışmaların odağında yer alan sözlü sınavların, varoluş amacına aykırı olarak kayırmacılığın bir aracı haline dönüşmesine müsaade edilmemelidir. Bunun için de yetkin komisyon üyeleri, psikoteknik değerlendirme, yapılandırılmış sorular ve yargı denetimi gibi temel şartlar sağlandıktan sonra mülakat uygulaması hayata geçirilmelidir. Sağlıklı bir sözlü sınav yapılamaması, eğitim yöneticilerinin sadece yazılı sınavla seçilmeleri gibi bir sonucu doğuracak, bu da adayların temsil, kişilik özellikleri ve iletişim becerileri gibi niteliklerinin ölçülememesi ve değerlendirme dışı kalması anlamına gelecektir.

"Eğitim kurumu müdürünün inhası" gibi, yönetimde keyfiliklere yol açan durumlara son verilmelidir. Eğitim kurumları yöneticilerinin, yarışma sınavlarıyla seçileceği bir sistemde "inha" müessesesi zaten anlamını yitirmektedir. Bu itibarla, 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin bu alanı düzenleyen 37. maddesi bütünüyle değiştirilmelidir.

Eğitim yönetiminde karar alıcı ve siyasi makamlar olarak anılan müsteşar, müsteşar yardımcısı, genel müdür, daire başkanı ve il milli eğitim müdürlerinin, eğitime geniş perspektiften bakabilen yöneticiler arasından seçilmesi ve bu makamların "istisnai kadrolar" kapsamına alınarak Bakan ile gelip Bakan ile gitmeleri sağlanmalıdır. Bu unvanların dışında kalan merkez teşkilatı şube müdürü, taşra teşkilatı ilçe milli eğitim müdürü, il/ilçe milli eğitim şube müdürü, eğitim kurumu müdürü, müdür başyardımcısı ve müdür yardımcısı için iş analizi ve görev tanımları yapılmalı, bu pozisyonlar için aranan yeterlilikler objektif olarak belirlenmelidir. Bu görevlere kurum içinden, eğitim politikalarına hakim, eğitim sistemini bilen, eğitim yönetimi deneyimi olan, eğitimsel ve yönetsel yönden yeterliliklerini ispatlamış kişiler seçilmelidir.

En uygun kişinin seçilmesi yönünde nesnel standartların, kıstasların öngörülmediği, atamaya yetkili makamın (atanmış veya seçilmiş fark etmez) subjektif değerlendirme-lerine ve mutlak takdirine bırakılmış bir yönetici atama sistemi, devlete ve millete hizmet edecek kapasitedeki yönetici kadrolarını sisteme kazandıramaz.

Kurulacak sistem, eğitim yöneticilerine kariyer basamakları öngören, göreve gelme-nin ehliyet ve liyakate dayalı olduğu, görevde kalmanın da başarıya göre değerlendi-rildiği bir sistem olmalıdır.

Yukarıda raporun sonuç ve değerlendirme bölümüne yer verilmiştir. Eğitim Yönetiminde Liyakat ve Kariyer Sistemi raporunun tümü indirmek için tıklayınız.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber