İstanbul'da lise öğrencileri bağımlılık tehdidi altında

Psikiyatrik hastalıkların tedavisi konusunda Türkiye’de düzenlenen en geniş kapsamlı kongre olan "Uluslararası Psikofarmakoloji Kongresi"nin 5'incisi, 30 Ekim-3 Kasım 2013 tarihleri arasında Belek'teki Cornelia Diamond Hotel ve Kongre Merkezi'nde gerçekleştiriliyor.

Kaynak : İhlas Haber Ajansı
Haber Giriş : 02 Kasım 2013 16:06, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
İstanbul'da lise öğrencileri bağımlılık tehdidi altında

Sosyal Psikiyatri Amerikan Derneği Başkanı ve eski Amerikan Ortopsikiyatri Derneği Başkanı Prof. Dr. Andres Pumeirega, 2010 yılında meslektaşları ile birlikte İstanbul'da 32 bin lise öğrencisi üzerinde yaptıkları intihar düşüncesi ve kimyasal madde bağımlılığı konusundaki istatistiksel çalışmada, ABD kadar olmasa da Türkiye'de de uyuşturucu bağımlılığının tehlikeli seviyelere ulaştığının ortaya çıktığını söyledi. Pumeirega, öğrencilerin yüzde 30'unun alkol, yüzde 40'ının sigara ve yüzde 13'ünün bağımlılık yapıcı kanun dışı madde kullandıklarının tespit edildiğini söyledi.

Basın toplantısında söz alan psikiyatrist Prof. Dr. Bengi Semerci ise, hiç kimsenin çocuğunun kültür ve sosyal seviye tanımaksızın uyuşturucu madde bağımlılığı tehlikesinden muaf olmadığının altını çizdi. Prof. Dr. Semerci, eskiden daha çok varoşlar, sokak çocukları ve çocuk esirgeme kurumlarında kalan çocukların işlediği düşünülen suçların artık maddi durumları ve kültür seviyesi yüksek ailelerin çocuklarını da vurmaya başladığının altını çizdi.

Psikofarmakoloji Derneği tarafından düzenlenen "5. Uluslararası Psikofarmakoloji Kongresi" yoğun bilimsel programıyla dikkat çekti. Psikofarmakoloji Derneği'nin sloganı ise "Aklımız Beyinde" oldu. Dünyanın dört bir yanından uluslararası bilim dünyasının tanınmış isimlerinin konuk olduğu kongrede; Amerika, Kanada, Malezya, İtalya, Almanya, Yunanistan, İsviçre, Kırgızistan, Gürcistan, İsrail, Hollanda, İngiltere, Belçika, Hırvatistan, Rusya gibi birçok ülkeden bilim adamları sunumlar yapıyor.

Bağımlılık, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, şizofreni, depresyon, kaygı bozuklukları ve ruh sağlığını olumsuz etkileyen birçok konuda paneller, konferanslar ve öğrenciler için kursların düzenlendiği kongreye bine yakın hekim katılırken, Türkiye'den 200'e yakın ve dünyadan söz sahibi 60'a yakın konuşmacı ve oturum başkanı kongrede görev alıyor. Son gelişmelere ilişkin konferanslar, psikiyatrik hastalıklardaki kanıt-hastalık ilişkisi oturumları, klinik ve laboratuvarlardaki güncel konuları içeren sempozyumların programın ana başlıklarını oluşturduğu kongrede; dünyanın önde gelen meslek kuruluşları ile 5 paralel salonda 1 konferans, 1 beyin fırtınası, 1 yuvarlak masa, 1 söyleşi, 17 ortak panel, 25 kurs, 6 uydu sempozyumu ve 26 panel gerçekleştiriliyor. Kongrede tüm dünyadan 500'e yakın poster ve sözel bildiri sunumu yapılıyor.

DEPRESYON TEDAVİSİNDE YENİ BİR DÖNEM Mİ BAŞLIYOR?

Konuyla ilgili olarak düzenlenen basın toplantısının açılış konuşmasını yapan Kongre Başkanı Prof.Dr. Mesut Çetin, artık depresyonu saatler içinde tedavi etmek artık mümkün olduğunu söyledi. Depresyonun, dünya nüfusunun yaklaşık beşte birini etkileyen ve intihar ile sonuçlanma riski olan önemli bir sağlık sorunu olduğunun altını çizen Prof.Dr. Çetin, "Dünya Sağlık Örgütü, 2020 yılında depresyonun, stres ve kalp-damar sistemi ile ilişkili komplikasyonlar nedeniyle ölüme yol açan hastalıklar arasında ikinci sırada olacağını öngörmektedir. Buna rağmen, günümüzde tüm dünyada depresyon tedavisi için kullanılan antidepresan ilaçların etkilerinin ortaya çıkması için 3-4 hafta gibi uzun bir süre beklenmesi gerekmektedir. Depresyon hastaları bu süre içinde ilaçtan fayda görmediğini düşünerek ya tedaviyi bırakmakta veya özellikle intihar eğiliminin yüksek olduğu bu hastalıkta bekleme süreci ciddi bir risk oluşturmaktadır" dedi.

"1970'LERDEN BU YANA BEYİNDEKİ İKİ FARKLI SİSTEMİ ETKİLEYEN İLAÇLAR KULLANILIYOR"

Halen tüm dünyada 1970'lerden bu yana beyindeki iki farklı sistemi etkileyen ilaçların kullanıldığını ifade eden Prof. Dr. Çetin, şunları söyledi:

"2000'li yılların başında ise bu iki sistemin dışında beynimizdeki bir başka sistem üzerinden etki yapan ilaçlar üzerinde çalışmalar yapılmaya başlamıştır. Söz konusu ilaç ile diğer ilaçlarla tedaviye cevap vermeyen vakalarda birkaç saat gibi kısa bir süre içerisinde antidepresan etki elde edilmiştir. Aslında piyasada başka bir amaçla satılmakta olan bu ilacın hızlı etkisinin mekanizması 2010 yılı Ağustos ayında açıklanmıştır. Amerika'nın saygın üniversiteleri ve Amerikan Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsünde (NIMH) yürütülen bu çalışmalar, geçtiğimiz yıl büyük ilaç şirketlerinin de dikkatini çekmiş ve bu mekanizma üzerinden etki gösteren ilaçların üretilebilmesi için çalışmalar başlatılmıştır."

Her şey yolunda giderse ve söz konusu ilaçların depresyon tedavisinde kullanılabilmesi için yasal düzenlemeler yapılabilirse hem mevcut tedaviye dirençli vakalarda iyileşme sağlanabileceğini hem de ilaçların etkisinin saatler içinde çıkacağını hatırlatan Prof. Dr. Mesut Çetin, "Depresyon tedavisinde devrim niteliğindeki bu çalışmaların detayları 30 Ekim-03 Kasım 2013 tarihlerinde Antalya'da yapılmakta olan 5. Uluslararası Psikofarmakoloji Kongresi'nde Çocuk ve Ergen Psikofarmakolojisi Sempozyumu'nda; konunun uzmanları Kanada'dan Alberta Üniversitesi Nörokimyasal Araştırmalar Departmanı Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Glen Baker ve aynı departmandan Prof. Dr. Serdar Dursun; ABD'den Harvard Tıp Fakültesi Psikiyatri Departmanı'ndan Prof. Dr. Dost Öngür ile Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Feyza Arıcıoğlu tarafından deneyimler aktarıldı ve konu enine boyuna tartışıldı" diye konuştu.

KİMYASAL MADDE BAĞIMLILIĞI GİTTİKÇE YAYILAN KÜRESEL SALGIN

Kimyasal madde bağımlılığının Türkiye'de ve dünyada yayılmaya devam eden bir küresel salgın haline geldiğini söyleyen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Temple Üniversitesi Psikiyatri Kliniği Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alican Dalkılıç ise, ABD'de hayat boyu kimyasal madde kullanımı oranının 18-22 yaş grubunda yüzde 44'e ulaştığını hatırlattı. Prof. Dr. Dalkılıç, "Ülkemizde kimyasal madde bağımlılığı henüz Avrupa ve ABD seviyelerinde olmamakla birlikte bizim çalışmamızda İstanbul'daki liseli gençler arasında en az bir kez kullanım oranları şöyle çıkmıştır: Sigara (yüzde 45.5), alkol (yüzde 32.5), esrar (yüzde3.3) ve diğer bağımlılık yapıcı maddeler (yüzde 13.4). Kimyasal madde kullanımının yol açtığı zararlar sağlık, üretim kaybı ve suç ile ilgili kayıplar da göz önüne alındığında, sadece ABD için yıllık 600 milyar dolara ulaşmaktadır. Ayrıca paraya çevrilemeyen aile içi geçim sorunları, okul ve iş sorunları ve travmanın kullanıcı ve çevresindekiler üzerindeki olumsuz etkilerini de unutmamak gerekir. ABD'de en yaygın engellenebilir ölüm nedeni olan sigara yılda 193, diğer kimyasal maddeler 193 ve alkol 235 milyar dolarlık kayba neden olmaktadır. Kimyasal madde kullanımı konusunda toplumsal bilgilendirme ve koruyucu kampanyalar, önleyici tedavilerin yaygınlığı, tedaviye kolay ve çabuk erişim sağlık risklerini ve ekonomik kayıpları azaltmaktadır. Avrupa ve ABD'de madde bağımlılığı konusunda değişik girişim, program ve tedaviler denenmiş, etkili program ve tedaviler belirlenmiştir. Bunlardan uygun olanları ülkemizde şimdiden uygulanmaya başlanabilir" ifadelerini kullandı.

"DÜNYADA EN ÇOK KİMYASAL MADDE YAKALANAN İKİNCİ ÜLKE"

Kimyasal madde üretici ve tüketici bölgelerinin ortasında yer alan coğrafi konumu sebebiyle Türkiye'nin kimyasal madde transferinin ana yolları üzerine bulunduğunu, Türkiye'nin dünyada en çok kimyasal madde yakalayan ikinci ülke olmasına rağmen kimyasal madde kullanımını sadece güvenlik yöntemleri ile kontrol etmeye çalışmanın yeterli olmadığını kaydeden Prof. Dr. Dalkılıç, "Kimyasal madde kullanımı, riskleri ve tedavileri ile ilgili olarak gençlerin, ailelerin ve toplumun bilinçlendirilmesi konusunda sağlık çalışanlarının yanı sıra medya kuruluşlarına, gazeteci, yazar ve diğer aydınlara önemli görevler düşmektedir" dedi.

İSTANBUL'DA LİSE ÖĞRENCİLERİN KİMYASAL MADDE BAĞIMLILIĞI VE İNTİHAR MEYİLLERİ

Sosyal Psikiyatri Amerikan Derneği Başkanı ve eski Amerikan Ortopsikiyatri Derneği Başkanı Prof. Dr. Andres Pumeirega ise, İstanbul'da 2010 yılında 32 bin lise öğrencisi üzerinde yaptıkları intihar düşüncesi ve bağımlılık yapan yasa dışı kimyasal madde bağımlılığı konusundaki raporunu açıkladı. Çalışmanın İstanbul'daki toplam öğrenci sayısının yüzde 20'sine tekabül ettiğini ve düz lise, meslek ve Anadolu liselerini kapsadığını, rastgele öğrenciler seçildiğini söyleyen Prof. Dr. Pumeirega, "Kullanılan madde oranları ABD'deki kadar yüksek değil ama İstanbul'daki değişime işaret ediyordu. Alkol kullanım oranı yüzde 30, sigara yüzde 40, bağımlılık yapıcı kanun dışı esrar da dahil yüzde 13'e kadar çıkıyordu. Birden çok madde kullanan gençler var. Bunlara yönelik alınacak önlemler var. Giriş maddeleri dediğimiz sigara ve alkol kullanan gençler için koruyucu girişimler, planlamalar düzenlenmeli. Aynı zamanda bu bilgiler üzerinde intihar düşüncesini araştırdık. Bundan da ortaya çıkan sonuçlar aslında kimyasal madde bağımlılığıyla ilgiliydi. Bununla ilgili de benzer programlar geliştirilebilir. Depresyon gibi psikiyatrik sorunlarla ilgili şikayetler sosyal risk faktörleri. İntihar düşüncesi araştırmasında bu düşünceye sebep olan faktörler arasında göç, kimyasal madde kullanımı da önemli faktörlerden birisiydi. Burada önemli olan intihar düşüncesinin risk faktörleri ve kimyasal madde bağımlığı arasındaki benzer faktörlerin azaltılabileceğinin ortaya çıkmasıydı" diye konuştu.

"KİMSENİN ÇOCUĞU UYUŞTURUCU BAĞIMLILIĞINA UZAK DEĞİL, SUÇTAN MUAF DEĞİL"

Gençlerdeki madde bağımlılığı konusunun basında bugüne kadar ya sokak çocukları, tinerci diye tabir edilen çocuklar ya da genç erişkin denilebilecek genç sanatçılar grubunun maddeye bulaştığı zaman haber olduğunu ve bunun madde bağımlılığıyla mücadeleyi zora soktuğunu söyleyen psikiyatrist Prof. Dr. Bengi Semerci, bu haberler sebebiyle ebeveynlerin, "Benim çocuğum sokak çocuğu değil, sanatçı değil, o zaman risk altında değil" düşüncesine kapıldığını söyledi. Prof. Dr. Semerci, "Öte yandan normal dediğimiz aile çocuklarında hızla artıyor. Parası olan, pahalı ilaç ve maddelerle küçük yaşta tanışmaya başlıyor. Bazı bölgelerde çok kolay ulaşılabiliyor. Ben gitsem bulamam ama onlar öğreniyor. Ailenin aklında hiç böyle bir ihtimal, tehlike olmadığı için gözden kaçıyor. Müdahale edilemiyor" dedi.

"HER YIL 200 BİN ÇOCUK HAKKINDA CEZA DAVASI AÇILIYOR"

Ruhsal sıkıntıların madde bağımlılıklarını, suç ve toplumsal sorunları beraberinde getirdiğine dikkat çeken Prof .Dr. Semerci, "Aynı sıkıntı suçla ilgili de var. Suç işleyenler hep sokak çocukları ve yuva çocukları değil. Normal çocuklar da yapıyor ama onlar karakola geldiğinde aileleri tarafından daha kolay geri alınabiliyor. Daha büyük suç işlediklerinde, cinayet gibi suçlarda, asıl büyük problem, geri dönüşü olmayan kaybedişler ortaya çıkıyor. Kimsenin çocuğu, benimki de dahil, bunlardan muaf değil. Diğer suçlanan çocuklarla birlikte aynı sistem içinde yaşıyorlar. Gençlik döneminde yasal olarak suç kabul edilen davranış yaşı da oldukça düştü. Geçen yıl 18 yaş altı ceza davası açılan çocuk sayısı yaklaşık 200 bin. Her yıl 200 bin çocuk hakkında ceza davası açılıyor. Belki hüküm giymiyorlar, hapishaneye koymuyoruz ama karakolda olması rapor süreçleri, mahkeme süreci yaşaması demek. Bunlar toplandığında ona bir çeşit yol gösterici sistem demek. Bir yerde yanlış yapıyoruz. Çocuklar oraya gelmeden çocukları korumayı öğrenmemiz, onlardan önce kendimizi yargılamamız gerekiyor. Oradan baktığımızda tabii ki çocukların kişisel problemleri burada bir etken ama tek etken bu değil. Başka sonuçlarla birleşmediğinde suç yoluna uzanmıyor" ifadelerini kullandı.

"AİLE KAVRAMI ÖNEMLİ"

Bu konuyla ilgili çözüm sürecinde ailenin çok önemli olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Semerci, "Aile kavramı çocuğun korunması açısından çok önemli. Aile boşanmış bile olsa, önemli olan çocuğun kontrol edilebiliyor olması. Yoksul semtlerdeki ailelerin çocukları suç işlerdi, eskiden öyle bir anlayış vardı. Şimdi görüyoruz ki çok normal saydığımız, iyi okullarda okuyan, maddi ve kültürel durumu iyi olan ailelerin çocukları da suç işliyor. Bu, denetimi kaybetmekten geçiyor. İhtiyaçlarının gerektiğinden fazla karşılanması, hiç karşılamaması kadar kötü bir uygulamadır. Çevresel faktörler de önemli. Yaşadığınız yerde suç kavramı çok normalize edildiyse suça karışmak kolaylaşıyor. İstanbul'da bazı bölgelerde suç işlemek iyi bir şey, önemli bir beceri, herkes yapamıyor. Yaşadığı çevre ve ailede bunu başka yapan varsa çocuğun ulaşımı daha kolay oluyor. Bir diğer faktör okul. 2 bin-3 bin çocuğa bir rehber öğretmen düşüyor. Bu da öğrencinin izlenmediğini gösteriyor. Çocuğun sıkıntılarının tespit edileceği yer okuldur. Riskleri belirlemeleri gereken yer rehber öğretmenlerdir ama sayıları çok yetersiz. Burada koruyamadığımız çocukları mahkemede de koruyamıyoruz. İlerleyen yıllarda koskoca adamlar olarak çıkıyorlar karşımıza. Yargılıyoruz ve rehabilite bekliyoruz. Islah evlerinde sadece yemek veriyoruz, yer veriyoruz ama rehabilite edemiyoruz. Onun yerine sadece o çevreden uzaklaştırmakla yetiniyoruz" dedi.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber