Tarımda yetiştirilmiş eleman sıkıntısı!

Bazı sorunları doğru anlayıp doğru çözümler bulmak için epey geriye gitmek lazım. Tarımda bugünlere nasıl geldik? Neden hala kendimize has tarım sistemi oluşturamıyoruz? Kendi tarımımızı başkaları mı yönlendiriyor? Bugünkü şartlarda tarımda milliliği niçin bir türlü tutturamıyoruz?

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 02 Ekim 2019 00:05, Son Güncelleme : 01 Ekim 2019 23:41
Tarımda yetiştirilmiş eleman sıkıntısı!

Türkiye ABD'den buğday alımına 1960 yıllarda, "Public Law 480" yasası, yani "Artık Gıda Maddeleri Yardımı Yasası" uyarınca başladı. Bu yasa; 2. Dünya savaşından sonra ABD'nin çiftçileri korumak için uyguladığı tarımsal destekleme programları sonucunda ortaya çıkan aşırı ürün stoklarını; gıda sıkıntısı çeken, döviz kıtlığı yaşayan az gelişmiş ülkelere destek olmak ve kalkınmalarını teşvik etmek amacıyla, genellikle yedi yıl ödemesiz, 30 yıl vadeli krediler veya hibe şeklinde verilmiş olan gıda yardım programıydı. O yıllarda, Tarım Bakanlığı uzmanlarımız Meksika'yı yeni keşfetmişti, ya da tarım uzmanlarımıza Meksika keşfettirilmişti.

1965 yılında, tahıl üretimini artırmak için ve bu yasanında nimetlerinden faydalanmak için "Buğday üretimini Geliştirme Projesi" adı altında, USAID (Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı) destekli 3,5 milyon dolar, 40 yıl vadeli kredi alındı. Bu projenin ilk aşamasında yurt dışından getirilen tohumluklar ülkemizde denendi ve Meksika buğdaylarının yerli buğdaylara nazaran iki kat verimli olduğu tespit edildi. Bunun üzerine 1966 yılında Meksika'dan 60 ton tohumluk getirildi. Devamında 1967 yılında "Milli Tohumculuk İstişare Komitesi" Meksika tohumlarının ülkemizde ekim alanın yaygınlaştırılması görevini üstendi.

Rockefeller Vakfıyla, 1968 yılında "Buğday üretimini genişletme projesi" kapsamında buğday ıslahı konusunda genç bilim adamlarının yetiştirilmesi amacıyla anlaşma imzalandı. Bu anlaşma kapsamında Rockefeller Vakfı, 1968-2000 yılları arasında, ileride Türkiye'nin tarım politikalarını belirleyecek yaklaşık 100 civarında bilim adamımızı destekledi. Projeye Rockefeller Vakfının finanse ettiği CIMMYT (uluslararası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezi) ve Oregon Eyalet üniversitesi de destek verdi.

Bu proje kapsamında Türkiye'de Buğday Eğitim ve Araştırma merkezi kuruldu. Bu merkezin başına Ahmet Demirliçakmak getirildi. Bu Merkeze, 1970 yılında Bill Wright "Eş Müdür" olarak, Rockefeller Vakfı tarafından getirildi. 1971 yılında CIMMYT'den Michael Prescott ve Arthur R. Klatt programa dahil oldular. Oregon Eyalet Üniversitesi adına ise Floyd Bolton bu programa dahil oldu. Vakıf daha sonraki yıllarda Charless Monn adlı ekonomisti Buğday Eğitim ve Araştırma Merkezine getirdi.

Bu yardım ve eğitim desteğinde amaçlanan neydi?

Türkiye 2. Dünya savaşına girmemiş, toprakları bombalanmamış, bakir topraklara sahip, su imkanları oldukça fazla, tarımsal açıdan, ıslah ve teknik çalışmalar yapılırsa gelecek vadeden bir ülke olarak görülüyordu. İyi bir müttefik, iyi bir stratejik bölge ülkesiydi. Artan nüfusuyla iyi bir Pazar, birçok kurumu gibi, tarımsal yapısı da kurumları da daha şekillenmemişti. Botanik açısından iyi bir gen havuzuydu. Yetişmiş insana ihtiyaç vardı. Tarımı yönlendirmeye müsaitti. İyi yönlendirilebilirse uzun yıllar değerlendirilebilirdi. Bu anlayışın aşkına yabancı vakıflar ve üniversiteler uzmanlarımıza çok cömert davrandı.

Türkiye'den 1968-2000 yılları arasında buğday ıslah eğitimi amacıyla Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilen CIMMYT'ye araştırmacılar gönderildi. Rockefeller Vakfı, bu araştırmacılardan zeki olanlarına ABD'nin çeşitli üniversitelerinde mastır ve doktora imkanı sağladı.

Ülkeye yetişmiş/yetiştirilmiş eleman olarak dönen bu ekip nasıl çalıştı? Neler yaptı ve yapıyor?

Bu araştırmacılara daha sonra, Araştırma Enstitülerinde bitki ıslahçısı ve idareci olarak uzun yıllar görevler verildi. Birçoğu bu süreçte tarımda üst düzey bürokrat olarak görev yaptı. Ülkenin tarım politikalarını belirledi. Türkiye'deki bitki ıslah stratejisini ve tarım stratejisini bu merkezde öğrendiklerine ve öğrenim gördükleri ülkelerin tarım anlayışına göre belirlediler.

Enstitülerde, Üniversitelerde projeler ve programlar yaptılar, TÜBİTAK'ta hakemlik yaptılar, öğrenci ve araştırmacı yetiştirdiler. Ülkesel tüm projelerde belirleyici, bürokraside belirleyici, uluslararası organizasyonlarda temsilci ve çalışma gruplarında söz sahibi oldular. Tarımla ilgili firmaların ve kurumların ilk kuruluşlarını yönlendirdiler, tarımsal sivil toplum kuruluşlarının ilk oluşumunu sağladılar, tarımsal alanda bugün hala büyük çoğunluğu değiştirilmeyen/değiştirilemeyen mevzuatları oluşturdular.

Özellikle teknik kurumları yönlendirecek kurum içi ekipleri oluşturdular, bunu oluştururken de kendi anlayışlarına ve kendi hedeflerine uyumlu olanları tercih ettiler. Bu kurumları, bu oluşturdukları ekipler vasıtasıyla, birbirleriyle, görünmez bir ağla bağlıymış gibi hareket ettiler. Birçok tarım komisyonunda çoğunluğu sağlayacak ve istediği kararları çıkaracak şekilde eleman yerleştirme pozisyonlarını hep korudular.

Öğrendiklerini ve tecrübelerini, ülkesinin değerleriyle değerlendirerek kullanmak ve yerli, milli tarımı öncelemek yerine, yabancının, ülkeye yabancı kalan anlayışında ısrar ettiler. Oysa bunlar sistem kurucuydu, ta o zamandan bu süreç boyunca yerliyi ve milliyi öncelemeleri gerekirdi.

O günden, bugüne, bu eğitimleri almış zatlar, eğer yerli ve milli tarım anlayışla hareket etselerdi, şimdi birçok üründe %50'leri geçen ithalatı konuşmuyor olurduk. Dünya çapında birkaç tarım firmamız, markalarımız, dünya çapında çeşitlerimiz, uluslararası tarımsal organizasyonlarda söz sahipliğimiz olurdu.

Dönüp baktığımızda bu kadar emek bu kadar masraf soncunda gelinen nokta, ülkesel ve yerli kaynakları ülkenin yerli tarım politikası şeklinde değil de adeta kendilerini yurtdışında yetiştiren anlayıştan yola çıkarak ülke tarımını global tarım politikalarına entegre etmekle vazifeliymiş gibi bir sonuçla karşılaşıyoruz. Onları yurt dışında yetiştirenler belki emellerine ulaştılar ama bilinmeli ki çiftçilerimizin onlardan hala alacağı var!

Nasıl ki bunların, ülkeye yabancı kalan, yerli tarımı ve çiftçiliği öldüren uygulamaları ve yapılanmaları yanlışsa, aynı şekilde liyakati öncelememek ve konu dışı görevlendirmelere yönelik uygulamaları devam ettirmekte yanlıştır. Çünkü liyakati ve konu ile ilgili bilgisi eksik olan bürokratlar, bunların avucuna düşmektedir.

Bu bilgiler ışığında tarımsal yapımızı yenilememiz ve tarım şuralarını gerçekleştirmemiz yararlı olacaktır.

M. Murat GÜN

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber