Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, 6'lı Masa'nın ortak politikalar metninde eğitim alanında açıkladıkları önerileri Yeni Şafak'a değerlendirdi. Bakan Özer eğitimin tüm dünyada tartışılan ve sürekli iyileştirmelerin yapıldığı bir alan olduğunu söyledi. "İsterdim ki yapılan önerilerde faydalanabileceğimiz öneriler olsun veya farkına varamadığımız noktalara referans versin" diyen Özer, "Bir bütün olarak baktığımızda bunu görmediğimiz gibi zaten yaptıklarımız da öneri olarak sunuluyor. Bu, birçok açıdan çok üzücü bir durum. İyi açıdan bakarsak yaptıklarımızın görülmediği şeklinde yorumlayabiliriz. Ki bu da vahim bir durumdur çünkü öneri getirdiğiniz eğitim alanında sahayı bilmediğiniz, sahadan ne kadar uzak olduğunuza işaret eder. Diğer açıdan zaten biliniyordur, ancak görmezlikten geliniyordur. Bu da vahim bir durumdur, en azından emeğe saygısızlıktır. Sonuç olarak yeni hiçbir şeyin olmadığını, dolayısıyla bu önerileri öne sürerek bizlerin ne kadar başarılı olduğumuzun da zımnen tescili bir belgedir diyebilirim" diye konuştu. Bakan Özer, 6'lı Masa'nın eğitimle ilgili önerilerine tek tek cevap verdi.
ÇOK DAHA DEMOKRATİK VE KAPSAYICI HALE GETİRDİK
"Milli Eğitimi bir ideolojik çatışma alanı olmaktan çıkaracağız."
İddianın tam tersi 2002 öncesi eğitim alanı ideolojik çatışma alanıydı. Son
20 yılda uyguladığımız politikalarla eğitim sistemini çok daha demokratik ve
kapsayıcı hale getirdik. 28 Şubat'tan kalan başörtüsü yasakları ve katsayı uygulaması
gibi antidemokratik ve ideolojik uygulamaları bu dönemde sonlandırdık. İmam
Hatip ortaokulunun kapatılmasını sağlayan ideolojik dayatmayı sonlandırarak
bu okulları tekrar açtık. Müslüman toplumun Kur'an-ı Kerim, Hz. Peygamberimizin
hayatı ve dini bilgileri öğrenme taleplerini ilk kez tüm okullarda karşılayabilme
imkanı getirdik. Eğitimi toplumun tüm kesimlerinin beklentilerini yansıtan bir
yapıya kavuşturduk. Türkiye'de eğitim sistemini 2000'li yıllar öncesindeki ideolojik
çatışma ve dayatmalardan kurtardık. Kısaca, ilk kez eğitim sistemi toplumsal
taleplere duyarlı ve demokratik hale geldi ve geçmişin ideolojik dayatmalarından
kurtarıldı. Eğitim sistemi son 20 yılda daha eşit, kapsayıcı ve kaliteli hale
geldi.
EĞİTİM KARTI ÇOCUKLARIN ETİKENLENMESİNE YOL AÇAR
"Eğitim Destek Kartı ile anaokulundan üniversiteye kadar devlet okullarındaki
ihtiyaç sahibi öğrencilerin kırtasiye, çanta, kıyafet ihtiyaçlarını ve internete
erişimlerini ücretsiz karşılayacağız."
Zaten ihtiyaç sahibi tüm öğrencilerimizi ücretsiz ders kitapları ve yardımcı
kaynaklara ilaveten burslarla destekliyoruz. Diğer taraftan her türlü ihtiyaçlarını
da karşılıyoruz. Ancak kart, karne gibi uygulamalar çocukların etiketlenmesine
yol açtığı için zaten sorunludur. Destek ihtiyacı olan çocuklarımızın ihtiyaçlarını
son 20 yıldır onları ayrıştırmadan zaten gerçekleştiriyoruz. Aile ve Sosyal
Hizmetler Bakanlığımız da bu konuda çok sayıda destek programı uyguluyor.
4 MİLYAR KİTABI ÜCRETSİZ DAĞITTIK
"Okul öncesi, ilköğretim ve orta öğretimdeki tüm öğrencilere yardımcı
kitaba ihtiyaç duymayacak şekilde ders kitaplarını yerel esnafa ve ekonomiye
katkıda bulunacak şekilde ücretsiz temin edeceğiz."
Bu iddia o kadar belirsizlikler içeriyor ki sorundan ziyade örtülü farklı bir
gündem varmış hissi uyandırıyor. Zaten tüm ders kitapları ve yardımcı kaynakları
ücretsiz temin ediyoruz. 20 yıldan beri tüm kademelerdeki öğrencilerimize ders
kitaplarını ücretsiz sağlıyoruz. Bu sürede 4 milyara yakın kitap öğrencilerimize
ücretsiz dağıtıldı. Diğer taraftan eğitime temel olan ders kitaplarının yanında
bu yıl 160 milyona yakın yardımcı kaynağı da ücretsiz şekilde tüm öğrencilerimize
ulaştırdık. Bu yolla tüm öğrenci ve öğretmenlerimize yeni kaynaklar üretiyor
ve ücretsiz dağıtıyoruz. Ve bunu yaparken hiçbir öğrenci ayrımı da yapmıyoruz,
ders kitapları ve yardımcı kaynakları tüm öğrencilerimize dağıtıyoruz. Burada
ne sorun görmüşler ki muğlak ifadelerle sanki çözüm üretmeye çalışmışlar.
TÜRKİYE DİJİTALLEŞMEDE ÖRNEK ÜLKE KONUMUNA ULAŞTI
"MEB'i dijitalleştirecek ve eğitim teknolojilerinin geliştirilmesinde
öncü ve ön açıcı bir kurum haline getireceğiz."
Türkiye, eğitimde dijitalleşme konusunda son 20 yılda zaten örnek bir ülke konumuna
ulaştı. Salgın döneminde eğitimlerimizi dijital platformlar aracılığıyla kesintisiz
sürdürebilen birkaç ülkeden birisi olduk. Eğitim Bilişim Ağı (EBA) na ilaveten
son bir yılda üç yeni dijital platform geliştirdik. Öğrencilerden sonra geliştirdiğimiz
yeni Öğretmen Bilişim Ağı (ÖBA) ile artık öğretmenlerimizin mesleki ve kişisel
gelişimlerini de dijital platformlardan destekliyoruz. Bu uygulama sayesinde
2020 yılında öğretmen başına düşen 44 saatlik eğitim saatini 2022 yılında 250
saate yükselttik. Diğer taraftan özellikle tüm dünyada bireyselleştirilmiş eğitime
odaklanılırken bu alanda da yeni bir dijital platform olan Öğrenci/Öğretmen
Destek Sistemi (ÖDS) ni geliştirerek 2022 yılında uygulamaya koyduk. Ayda 15
milyon öğrenci ve öğretmenin kullandığı ÖDS'yi sürekli geliştirmeye devam ediyoruz.
Diğer taraftan 2022 yılında geliştirdiğimiz Matematik Dijital Platformu ile
matematiğin kolaylıkla öğrenilmesine destek oluyoruz. 2023 yılında üç yeni dijital
platform daha geliştirerek eğitim sistemimize kazandıracağız. Bunlar Türkçe
Dijital Platformu, İngilizce Dijital Platformu ve tüm halk eğitim kurslarına
uzaktan erişim imkanı getirecek olan Halk Eğitim Merkezi Bilişim Ağı (HEMBA)
dır. Kısaca yeni kurduğumuz yeni dijital platformlarla da yalnız öğrencilerimizi
değil öğretmen ve velilerimizi de destekliyoruz. Tüm eğitim kademelerimizde
en güçlü dijital altyapı ve zengin içeriklere sahip ülkelerden biri konumundayız.
ÇALIŞAN, ÇALIŞMAYAN AYRIMI YAPILMIYOR
"Okul öncesi eğitimi çalışan ebeveynlerin ihtiyaçlarını da gözeterek
"tam gün tam destek" ilkesi çerçevesinde düzenleyeceğiz."
Okul öncesi eğitim en kritik eğitim kademelerinin başında gelmektedir. Okul
öncesi eğitim sadece bilişsel becerileri değil ayrıca bilişsel olmayan becerileri
de geliştiren ve güçlendiren bir eğitim kademesi olduğu için uzun vadeli getirisi
maksimum yatırım maliyeti minimum olan bir eğitim kademesidir. Bu nedenle Bakanlık
olarak son bir yılda öncelik verdiğimiz alanların başında okul öncesi eğitimin
yaygınlaştırılması gelmektedir. Bakanlığımız çalışan-çalışmayan ebeveyn ayrımı
yapmaksızın tüm çocuklarımızın okul öncesi eğitime ulaşması hedefiyle çalışmalarını
yürütmektedir. Hal böyleyken, erken çocukluk eğitiminin sadece "çalışan ailelerin
çocuklarının bakım yeri" olarak görülmesi bu eğitim kademesi için yapılacak
en büyük haksızlıktır.
HER YÜZ ÇOCUĞUN 99'U OKUL ÖNCESİ EĞİTİM ALIYOR
"Altyapıları oluşturarak okul öncesi eğitimi 1 yıl zorunlu tutarak
ücretsiz sağlayacak ve isteğe bağlı olarak 3 yaş ve üzerine erken çocukluk eğitimi
imkanı sunacağız."
2022 yılında bir yıl gibi kısa sürede 6 bin 4 anaokulu kapasitesi oluşturduk
ve 5 yaşta okullaşma oranını %65'den %99'a yükselttik. 2000'li yıllarda bu oran
sadece %11'di. Dolayısıyla 5 yaşta isteyen her öğrencimizin en az bir yıl okul
öncesi eğitim alabileceği altyapıyı zaten oluşturduk. Türkiye'de okul öncesi
eğitim bizim zamanımızda yaygınlaştı. 2000'li yılların başında her 100 çocuğun
sadece 11'i okul öncesi eğitim alırken bugün 99 çocuğumuz bu eğitimi alıyor.
3 yaş ve 4 yaşta eğitime katılımı da büyük ölçüde artırdık. Dolayısıyla bu iddia
da yapılanları ve gelişmeleri göz ardı eden, zaten yapılmışı yapılacak olarak
gösteren bir iddia.
YÜZDE 90'I SINAVSIZ YERLEŞİYOR
"Ortaöğretime geçişlerde sınav odaklı değil süreç odaklı bir sistemi
geliştirecek, öğrencinin öğrenim sürecindeki notlarını, performansını, ilgisini,
yeteneğini ve becerilerini dikkate alarak fırsat eşitliği ve adaleti çerçevesinde
bir yönlendirme yapacağız. Liselere Giriş Sınavlarında yıldan yıla değişen uygulamalara
son verecek, LGS sınavını süreç içinde kaldıracağız."
Liseye geçişte zaten öğrencilerin %90'ı sınavsız bir şekilde kayıt bölgelerindeki,
yani kendilerine yakın okullara yerleşebiliyor. Liseye geçenlerin sadece yaklaşık
%10'u sınav puanı ile bir liseye yerleşiyorlar. Bir başka deyişle sınavsız okullara
yerleşmede memnuniyet arttıkça sınav zaten giderek değerini yitiriyor. Son yerleştirmede
sınavsız okullara yerleşen öğrencilerin %94'ü ilk üç tercihinden birisine yerleşti.
%55'i ise birinci tercihine yerleşti. Aslında bu veriler bile geliştirilen sistemin
ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor. Sistem yıldan yıla değiştirilmediği gibi
sürekli iyileştirilerek memnuniyet sürekli artırılıyor. Burada söz konusu iddianın
örtük amacına da dikkat çekmek isterim. LGS sınavı kaldırıldığında nasıl bir
yerleştirme sistematiği geliştirileceği ve bunun tüm velilerin adalet duygusunu
zedelemeden nasıl başarılacağı cevapsız bırakılıyor. Bunu açıklasınlar da retoriğin
ötesinde gerçeklerle örtüşen nasıl bir yöntem uygulayacaklarmış bir görelim.
SİSTEMİN BAŞIRISI SÜRECİN KALİTESİNE BAĞLI
"Eğitim kademelerinin süreleri ile ilgili de köklü değişiklik öneriliyor:
"Zorunlu eğitimi 1 yılı okul öncesi eğitim, 5 yılı ilkokul, 4 yılı ortaokul,
3 yılı ise lise olmak üzere 1+5+4+3 şeklinde uygulayacağız."
Eğitim sisteminin başarısı, kademelerin sayısı ya da süresine değil sürecin
kalitesine bağlıdır. Eğitim kademelerinin süresi ile ilgili tasarruflar genellikle
örtük siyasi amaçların ifadesi olmuştur. Yakın tarihimizde 8 yıllık kesintisiz
eğitim gibi bunun açık örneklerini görmekteyiz. Hem sistemde sürekli değişiklik
yapılmasından şikayet edeceksiniz hem de kendiniz rasyonel bir karşılığı olmayan
köklü değişiklikler önereceksiniz. Bu tam bir tutarsızlıktır.
LİSELERİN ÜÇ YILA İNDİRİLMESİ 10 YIL ÖĞRETMEN ATANAMAMASINA YOL AÇACAKTIR
"Öğretmen atamaları ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ile ilgili
de öneriler bulunuyor: Ataması yapılmayan öğretmen havuzunu eriteceğiz. Öğretmen
başına düşen öğrenci sayısını OECD ortalamasına ulaşmayı hedefleyeceğiz."
Bakanlık olarak her bir kurum için öğretmen normu ve ihtiyacını sürekli takip
ediyoruz. MEB her yıl bu verileri kullanarak ihtiyacı olan branşlarda öğretmen
ataması gerçekleştiriyor. Bu kapsamda 2000'li yıllarda öğretmen sayısı 500 binler
seviyesinde iken 750 bin öğretmen ataması yapılarak bu sayı 1,2 milyona çıkartılmıştır.
Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilk kez OECD ortalamasına ulaştı. 2002
yılı itibarıyla ilköğretimde 28, ortaöğretimde 22 olan öğretmen başına öğrenci
sayısı 2022 yılında ilköğretimde 15'e ortaöğretimde ise 13'e indi. Burada çok
önemli bir ayrıntı var. Ülkemizde son 20 yılda öğrenci sayısında devasa artışa
rağmen öğretmen başına düşen öğrenci sayısı OECD ortalamasına ulaştırılabilmiştir.
Bunu başaran ülke sayısı çok azdır. Türkiye bunu başarmıştır. Öğretmen atama
sayılarının siyasi malzeme haline getirilmesi en başta bu mesleği yapan öğretmenler
için büyük bir haksızlıktır. Ayrıca önceki önerilerinde bulunan 1+5+4+3 sistemi
önerisi öğretmen atamasına dönük planlamaları da kökten sarsacak mahiyettedir.
Diğer taraftan, öneriler kendi içinde tutarsızlık göstermektedir. Liselerin
dört yıldan üç yıla düşürülmesi bir taraftan yaklaşık 85.000 öğretmeni norm
fazlası yaparken diğer taraftan en az 10 yıl liselere yeni öğretmen atanamamasına
yol açacaktır. Bu durumda iddia edilen ataması yapılmayan öğretmen havuzu nasıl
eritilecektir? Bu bile geliştirilen önerilerin bir birleri ile tutarlı olmadığını,
önerilerin nelere yol açabileceğinin hesaplanmadığını göstermektedir.
ÜNVANLARI GERİ Mİ ALINACAK?
"Öğretmenlerimizin kurumsal ve toplumsal niteliği ve saygınlığını
artırmayı temel önceliğimiz yapacağız. Öğretmenlik Meslek Yasasını değiştirecek,
öğretmenlerin özlük haklarını iyileştirecek, öğretmenleri öğretmen, uzman öğretmen
ve başöğretmen şeklinde gruplayan uygulamaya son vereceğiz."
Bu öneriler de retorikten öteye geçmiyor. 14 Şubat 2022'de çıkarılan Öğretmenlik
Meslek Kanunu ile öğretmenliğin özel bir ihtisas mesleği olduğu ilk kez vurgulandı
ve yine ilk kez öğretmene mahsus özel bir kanun düzenlenerek öğretmenlerimize
verilen açık değer bir kez daha vurgulanmış oldu. Çalışma koşulları, işin mahiyeti
ve diğer birçok husus açısından devlet memurlarından ayrılan öğretmenlerin tüm
süreçlerini kapsayan müstakil bir kanun çıkarıldı. Böylece 60 yıldır birçok
politika belgesinde yer bulan bir hedefe ulaştık. Dünyanın birçok ülkesinde
öğretmenlik mesleğine giriş ve meslekte ilerlemeye ilişkin düzenlemeler mevcut.
Kariyer uygulamasının amacı öğretmenleri gruplandırmak değil, tam tersine öğretmenin
artan kıdeminin yanında katıldığı mesleki gelişim çalışmalarını özlük haklarıyla
desteklemektir. Kanunla birlikte, 2023 yılında 583 bin 653 öğretmenimiz uzman
veya başöğretmen oldular. 10 yıllık kıdeme sahip uzman öğretmenlerimize yaklaşık
2 bin 400 TL, uzman öğretmen olduktan sonra 10 yıllık kıdeme sahip başöğretmenlerimize
ise 4 bin 900 TL ek iyileştirme yapılmasını sağladık. Diğer taraftan bu sürece
%99 katılımın olması öğretmenlerimizin de bu süreçten ne kadar memnun olduklarını
gösteriyor. İnşallah yeni iyileştirmelerle öğretmenlerimizi desteklemeye devam
edeceğiz.
20 YILDA YAPILANLARIN GÖRMEZDEN GELİNMESİ
"Eğitim kurum ve süreçlerini cinsiyet, etnik köken, din, dil, yerleşim
yeri, sağlık durumu, sosyo-ekonomik koşulları ayırt etmeden, fırsat eşitliği
ve adaletini ve herkesin nitelikli eğitim hakkını garanti altına alan kapsayıcı
bir anlayışla düzenleyeceğiz."
Bu iddia son 20 yılda bu kapsamda yapılanların görmezden gelinmesinden başka
bir şey değildir. Aslında bu iddia şu anda gelinen noktayı değil, tamda 2000'li
yılların başındaki resmi betimliyor. Eğitimde fırsat eşitliği olabilmesinin
birinci aşaması eğitime erişebilmektir. Açıkça belirtmek gerekir ki, Türkiye
2000'li yıllara girerken, eğitimde kitleselleşme ve evrenselleşme açısından
özellikle OECD ülkelerinin oldukça gerisinde kalmıştır. Birçok OECD ülkesi söz
konusu evrenselleşme sürecini 1950'li yıllarda büyük ölçüde tamamlayarak kalite
süreçlerine odaklanmaya başlarken Türkiye'nin bu sürece geçişi çok daha geç
olmuştur. Bu iddia sahipleri öncelikle Türkiye'nin bu 70 yıllık gecikmesini
açıklamalıdır. 2002 yılı ile birlikte başlayan dönem, eğitimde kitleselleşme
ve eğitimin OECD ülkeleri ile rekabet edebilir hale gelmesi için dönüşümlerin
başladığı ve gerçekleştirildiği tarihi bir dönem olmuştur.
Bu dönem boyunca eğitimde hemen her göstergede çok büyük gelişmeler yaşanmıştır.
İlköğretim dışındaki tüm eğitim kademelerinde erişim sorunu olduğu için bu dönemin
başlangıç evresinde eğitime erişimin artırılmasına ağırlık verilmiştir. Özellikle
okullaşma oranlarının nispeten düşük kaldığı il ve bölgeler önceliklendirilerek
yeni okullar ve yeni derslikler yapılmıştır. Bu süreçte problemin kaynağına
inme cesareti gösterilmiş, yatırımlar Türkiye'nin sadece bir bölgesinde yoğunlaşmamış,
tüm bölgeleri kapsayacak şekilde gerçekleştirilmiştir. Geçmişte okullaşma problemleri
ile anılan il ve bölgelerde okullaşma oranları diğer bölgelerle benzer seviyelere
ulaşmıştır. Böylece eğitimde kitleselleşmenin yurt sathına homojen bir şekilde
yaygınlaştırılması sağlanmıştır.
Türkiye gibi büyük ölçekli bir eğitim sisteminde eğitime erişimin artırılması
büyük yatırımların yapılmasını gerektirmektedir. Bu dönüşümü gerçekleştirebilmek
adına okul sayıları ve derslik sayılarını artırmak amacıyla devasa yatırımlar
yapıldı. Bu dönemde yapılan yatırımların dengeli bir büyüme sağlayacak şekilde
yönetilmesi de ayrıca önemlidir. Bu süreçte yapılan yatırımlar özellikle dezavantajlı
bölgeleri önceliklendirerek farkların azalması sağlanmıştır. Bu öylesine dinamik
bir dönemdir ki yapılan yatırımlar çok kısa bir süre içerisinde sonuçlara da
yansımaya başlamıştır. Böylece, okul öncesinden yükseköğretime kadar eğitimin
tüm kademelerinde okullaşma oranları önemli oranda artmıştır. Örneğin, 2000'li
yıllarda yaklaşık yüzde 11 seviyesinde olan 5 yaş okul öncesi eğitimde okullaşma
oranı bugün yüzde 99'a; ilkokulda yüzde 99,63'e; ortaokulda yüzde 99,44'e; yüzde
44 seviyesinde olan ortaöğretimde okullaşma oranı ise bugün yüzde 97'ye ulaşmıştır.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez eğitim kademelerinin tamamında okullaşma oranları
%97'nin üzerine çıkmıştır. Eğer son 20 yılda yapılan yatırımlar yapılmamış olsaydı
ülkemiz Cumhuriyetin ikinci yüzyılını, yani Türkiye Yüzyılını ıskalayacaktı.
KIZLARIN OKULLAŞMA ORANI YÜZDE 99
"Kız çocuklarının eğitimle buluşturulmasına özel vurgu yapılıyor: "Kız
çocukların okullaşma ve okula devam oranını artıracak her türlü çabayı gösterecek,
gerekli destek ve teşvikleri sağlayacağız."
Gerçekten inanılır gibi değil. Tüm bu iddialar son 20 yılda ülkemizde eğitimde
gerçekleşen dönüşüme gözlerini kapatmış. Ya kasıtlı bir şekilde ya da daha acınası
bir şekilde gördükleri halde görmemezlikten gelme çabasından başka bir şey değil
bu iddia. Bu iddia son 20 yılda bu amaçla gece gündüz demeden çalışan eğitim
camiamızın emeklerine karşı da saygısızlıktır. Tüm bu sorunlar son 20 yılda
çözüldü. Bunu OECD raporları görüyor, ancak içerdeki bazı kesimler görmezlikten
geliyor. Son 20 yıldaki eğitim seferberliği cinsiyetler arasındaki farklılıkların
da azalmasına çok önemli katkı sağladı. Nitekim 2000'li yılların başlarında
ilkokul çağında yaklaşık 1 milyon kız çocuğu okul dışında kalmıştır. Erkeklerle
aralarında yaklaşık yüzde 7'lik fark bulunurken bölge ve il bazlı bakıldığında
daha vahim bir tablo ortaya çıkmaktadır: bazı illerde 6-14 yaş arasındaki kız
çocuklarının yüzde 50'sinin okul dışında olduğu görülmektedir. Bu sorunun çözümü
için dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti hükümetleri tarafından
eylem planları, ulusal ve uluslararası projeler ve çeşitli sosyal politika uygulamaları
hayata geçirildi. Bir taraftan yeni okullar ve derslikler inşa edilirken diğer
taraftan farkındalığı artırmak adına konuyla ilgili toplumsal seferberlik çalışmaları
yürütüldü. En önemlisi başörtüsü yasakları kaldırıldı. Yürürlüğe alınan çok
sayıda sosyal politikanın istikrarlı bir şekilde uygulamada kalması sağlandı.
Bu kapsamda örneğin ekonomik gerekçelerle kız çocuklarını okula gönderemeyen
ailelere Şartlı Eğitim Yardımı (ŞYT)yapıldı. Dezavantajlı çocuklarımızın ve
kız çocuklarımızın eğitime erişimlerini desteklemek ve eğitimde fırsat eşitliğini
güçlendirmek için 20 yılda 525 Milyar TL sosyal yardım yapıldı. Diğer taraftan
2012 yılında 4+4+4 eğitim reformuyla birlikte zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması
neticesinde bugün ilköğretimden ortaöğretime kız çocuklarının okullaşma sorunu
büyük ölçüde çözüldü. Bugün ilköğretimde kız çocuklarının okullaşması yüzde
99'lar seviyesindedir. Ortaöğretimde 2000'lerin başında sadece yüzde 39,2 olan
kız çocuklarının okullaşma oranı bugün yüzde 96'lara ulaşmıştır. Yükseköğretimde
de benzeri bir iyileşme yaşandı. Örneğin, 2007 yılında 18-22 yaş erkeklerin
net yükseköğretim okullaşma oranı yüzde 22,4 ve kızların oranı ise yüzde 19,7
idi. Bugün bu oranlar erkekler için yüzde 40,5 iken, kızlar için yüzde 46,3
düzeyine yükselmiştir. Bulgular, tüm eğitim kademelerinde kız çocuklarının okullaşma
oranlarının oldukça yükseldiğini göstermektedir. Kız çocuklarının okullaşmasına
yönelik yapılan çalışmaların olumlu neticelerini ulusal ve uluslararası performans
sınavlarında da görüyoruz. Hem ulusal olarak gerçekleştirilen LGS ve YKS hem
de uluslararası olarak yapılan TIMSS ve PISA gibi sınavlarda kız öğrencilerin
performansının sürekli yükseldiği, dahası bu sınavlarda kız çocukların erkek
çocuklarına nazaran başarılı performanslarındaki süreklilik dikkat çekmektedir.
Bu durum Türkiye'de geçmiş yıllarda dezavantajlı durumda bırakılan kız çocuklarına
yönelik son 20 yılda uygulanan politikaların artık bu ülkede kız çocuklarının
eğitim sorununu kökünden çözdüğünü göstermektedir.
ÜCRETSİZ YEMEK UYGULAMASI KESİNTİSİZ DEVAM EDİYOR
"Devlet okullarındaki öğrencilere ücretsiz süt, su ve öğle yemeği vereceğiz."
Eğitimde fırsat eşitliği çok kapsayıcı sosyal politikaları gerektirir. Bunlarla
ilgili somut bir öneri geliştirmeden sadece süt, su ve yemek konusu ile ilgili
sorunlardan bahsetmek sahadan ne kadar kopuk olduklarının da bir başka işareti.
Son 20 yılda yukarda değindiğim yatırımlar ve dönüşümlerin odak noktasını eğitimde
fırsat eşitliği oluşturmaktadır. Eğitimde fırsat eşitsizliklerinden en fazla
etkilenenler sosyoekonomik seviyeleri dezavantajlı olanlar ve kız çocuklarıdır.
İşte bu sorun son 20 yılın ana politika alanını oluşturmuştur. Özellikle bu
grupları desteklemek üzere Şartlı Eğitim Yardımlarından burs imkanlarına, ücretsiz
taşımadan ücretsiz yemek imkanlarına, ücretsiz ders kitaplarından ücretsiz yardımcı
kaynaklara kadar çok sayıda sosyal politika son 20 yılda kesintisiz bir şekilde
uygulanmıştır. Bu desteklerin bugünkü maliyeti biraz öncede değindiğim gibi
525 Milyar TL'dir. Bu sosyal politikaların istikrarlı bir şekilde uygulanmasıyla
eğitimin tüm kademelerinde okullaşma oranları %97'nin üzerine çıkartılmıştır.
Diğer taraftan şu anda 1,8 milyon öğrenci ücretsiz yemek imkanından yararlanırken
bu sayıyı 2023 yılında 5 milyona çıkartacağımızı ifade etmiştik. Bunun ilk aşamasını
6 Şubat'ta ikinci dönemin başlamasıyla ilk kez tüm okul öncesi eğitim öğrencilerine
ücretsiz öğle yemeği vererek başlıyoruz. Sonra bu imkanı kademeli bir şekilde
yaygınlaştıracağız.
2 BİN 325 KÖY OKULU AÇTIK
"Kapatılan köy okullarını yeniden açacak, taşımalı eğitim uygulamasına
son vereceğiz."
Bu öneri de yapılanları görmezlikten gelen ve zaten yapılanı yeniden yapılacaklar
listesinde göstermeye çalışan bir durum. 2022 yılında zaten köy okullarını açmaya
başladık ve 2.325 köy okulunu açtık. Diğer taraftan köy okullarına bir ilave
yaparak tüm köy okullarına halk eğitim merkezi kurarak köydeki vatandaşlarımızın
tarımdan hayvancılığa, el sanatlarından istihdam becerilerini artırmaya yönelik
istedikleri kursları alabilmelerini sağladık. Sadece 2022 yılında bu kurslardan
170 bin vatandaşımız yararlandı. Bu okulların açılışını da Sayın Cumhurbaşkanımızın
teşrifleriyle Külliyede gerçekleştirdik. Yani duymamaları, görmemeleri mümkün
değil. 2023 yılında Mart ayının sonunda da 10 hane ve üzeri yerleşime sahip
tüm köy okullarını açacağız. Bir başka deyişle bunlar yeni öneri olamaz, zaten
yaptık, yapıyoruz.
2022 YILINDA 7 MİLYAR BÜTÇE GÖNDERDİK
"Her okula Milli Eğitim Bakanlığınca denetlenecek okul temelli bir
bütçe verecek, okullara öğrenci başına kaynak aktaracağız. Okul Aile Birliği
adı altında bağış, yardım ve benzeri suistimale açık ödemeleri kaldıracağız."
Bu öneri de diğer öneriler gibi zaten yapılanı yapılacak gibi gösterme çabasından
başka bir şey değil. Her eğitim-öğretim yılında zaten okullarımıza bütçe gönderiliyordu.
2022 yılında okul temelli bütçeye dayalı yeni bir sistematik geliştirerek okullarımızın
temizlik, kırtasiye, küçük onarım ve donatım ihtiyaçlarını karşılamak üzere
ilk kez tüm okullarımıza ihtiyacı fazla olana daha fazla olmak üzere doğrudan
bütçe gönderdik. 2022 yılında bu kapsamda 7 Milyar TL bütçe gönderdik ve okullarımızı
çok daha güçlü hale getirdik. Bağış yardım gibi iddialar da giderek azaldı.
Bu kapsamdaki tüm iddiaları da detaylı bir şekilde inceleyerek gerekli işlemleri
yaptık. Bu uygulamamızı devam ettirerek okullarımızın kendi ihtiyaçlarını karşılama
kapasitesini artırmaya devam ediyoruz.
MESLEK LİSELERİNİN ÜRETİM KAPASİTESİ 10 KAT ARTTI
"Bütün Organize Sanayi Bölgelerine sektörlerin ihtiyaçları doğrultusunda
yatılı Mesleki ve Teknik Liseler açacak, bu okulları, Milli Eğitim Bakanlığı
ve Organize Sanayi Bölgesi yönetimiyle işbirliği içinde yöneteceğiz."
Bu öneri de öncekiler gibi yaptıklarımızı yapılmamış gibi yapılacaklar listesinde
gösterme gayretinden öte bir anlam ifade etmiyor. Son yıllarda en ağırlık verdiğimiz
alanların başında mesleki eğitimin güçlendirilmesi gerekiyor. Mesleki eğitimi
28 Şubatın katsayı uygulaması cenderesinden kurtararak yeniden ekonomik kalkınmamızın
itici gücü olarak işgücü piyasamızın aradığı insan kaynağını yetiştirir hale
getirdik. Attığımız adımlarla mesleki eğitime başarılı öğrencilerin yönelimi
arttı, meslek liseleri üretim kapasitesini 10 kat artırdı. Meslek liseleri artık
patent, faydalı model, tasarım ve marka tescilleri alan ve bunları ticarileştiren
AR-GE merkezlerine döndü. Meslek liseleri artık ihracat yapıyor. Diğer taraftan
özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerimizin çırak, kalfa ve usta ihtiyacını
karşılayan mesleki eğitim merkezlerine yönelik yaptığımız iyileştirmeler sonunda
159 bin olan çırak ve kalfa sayısı bir yılda 1 milyon 400 bine yükseldi. Tüm
OSB'lerde meslek liselerine ilaveten mesleki eğitim merkezleri kurarak sektörlerin
kümelendiği OSB'lerdeki sektörel ihtiyaçları karşıladık. Tüm OSB'lerde mesleki
eğitim merkezlerini iki yıl önce yani 2021 yılında kurduk. Diğer alanlarda olduğu
gibi bu alanda da gelişmeleri takip etmedikleri görülüyor.