Türkiye'de kamu çalışanları arasında yıllardır süregelen ücret adaletsizliği tartışması, kariyer meslek mensuplarına yönelik yapılacak iyileştirmenin geri çekileceği iddialarıyla yeniden alevlendi. Fakat tartışmalar çoğu zaman yüzeyde kalıyor; rakamlar, iddialar ve yanlış bilgiler arasında asıl mesele gözden kaçıyor: Devletin omurgasını oluşturan müfettiş ve uzman kadrolarının giderek zayıflaması.
Son 15 yılda hakim ve savcıların maaşları yirmi yedi kat artarken, doktorların gelirlerinde otuz altı kata varan bir yükseliş yaşandı. Akademi ve eğitim alanında görev yapan araştırma görevlileri, öğretmenler ve hemşirelerin maaşları da otuz iki ile otuz dört kat arasında yükseldi. Aynı dönemde asgari ücret otuz beş kat arttı. Buna karşın, devletin denetim ve analiz mekanizmasını ayakta tutan uzman ve müfettiş kadroları yalnızca yirmi bir katlık bir artış gördü.
Aradaki fark, sadece ücret dengesizliğinin değil, yıllardır biriken ve büyüyen bir yapısal sorunların göstergesi niteliğinde.
Nitelikli personel yetişiyor ama devlet elinde tutamıyor
Bu mesleklere giriş, Türkiye'deki en zor kariyer süreçlerinden biri. Adaylar yıllarca çalışıyor, ağır yazılı sınavlardan geçiyor, yabancı dil şartlarını sağlıyor ve uzun bir meslek içi eğitim sürecine tabi tutuluyor. Devlet tarafından "en nitelikli personel" olarak tanımlanan bu kadrolar, sistemin en hassas noktalarında görev yapıyor.
Vergi kaçakçılığından kamu zararı riskine, mali incelemelerden soruşturma süreçlerine, planlama süreçlerinden devletin yasal mevzuatının hazırlanmasına kadar devletin sağlıklı işlemesi için kritik olan denetim ve düzenleme faaliyetlerini yürütüyorlar. Ancak maaş bordrosu, devletin bu söylemiyle çelişiyor: Bu kadrolar yıllardır gelir artışında en geride bırakılan grup oldu.
Bu tablo doğal olarak ciddi sonuçlar doğurdu. Tecrübeli personelin önemli bir bölümü özel sektöre geçerken, yeni mezun gençler artık bu meslekleri tercih etmiyor. Usta-çırak geleneği zayıfladı, kurumların hafızası eridi ve kamu denetim kapasitesi giderek daraldı.
Gündemdeki düzenleme bir lütuf değil, gecikmiş bir onarım
Kamuoyunda tartışılan düzenleme, bazı iddiaların aksine bir "lüks zam" ya da "ayrıcalıklı artış" değil; yıllardır ihmal edilen bir kadroya yönelik gecikmiş bir iyileştirme niteliği taşıyordu.
Üstelik taslak, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda tüm siyasi partilerin oy birliğiyle kabul edilmişti. Bu, meselenin siyasi bir ayrışma değil, devlet aklıyla ilgili bir konu olduğunu gösteriyordu.
Tam da bu nedenle, düzenlemenin geri çekileceği yönündeki iddialar yalnızca bir maaş artışının değil, devletin kendi kapasitesini güçlendirme çabasının da sekteye uğraması anlamına geliyor.
Geri adım, gelecekte çok daha büyük bir maliyet doğurur
Eğer bu iyileştirme yıllar önce yapılmış olsaydı, bugün yüzlerce deneyimli müfettiş ve uzman hala kamuda görev yapıyor olabilirdi. Daha fazla usulsüzlük tespiti yapılır, daha fazla kamu zararı engellenir, devletin kontrol mekanizması çok daha güçlü olurdu. Gençler kariyer tercihini özel sektörden değil, kamudan yana kullanırdı.
Kaybolan yılları geri getirmek mümkün değil; ancak bugün atılacak adımlar geleceği doğrudan etkiliyor. Çünkü devlet, denetim ve düzenleme gücü zayıfladığında yalnızca mali kayıplara uğramaz; şeffaflık, hesap verebilirlik ve kamu düzeni de yara alır.
Devletin omurgası, nitelikli kadrolarla ayakta durur
Müfettişler ve uzmanlar, devlet çarkının görünmeyen ama en kritik dişlilerini oluşturuyor. Onların güçlendirilmesi, sadece bir meslek grubuna yapılacak iyileştirme değil; devletin kendi omurgasını sağlamlaştırmasıdır.
Bu nedenle tartışılan düzenlemenin geri çekilmesi, ülkenin uzun vadeli çıkarları açısından doğru bir adım olmayacaktır.
Devletin denetim gücünün, teknik kapasitesinin ve kurumsal hafızasının ayakta kalabilmesi için bu kadroların desteklenmesi zorunludur.
Sonuç açıktır:
Devletin omurgası güçlü olacaksa, müfettiş ve uzmanlara yapılacak iyileştirme geri çekilmemeli; bilakis kararlılıkla hayata geçirilmelidir.