Son yirmi senedir yaşanan bir dizi çok önemli gelişme hem bizim ülkemizde hem
de batı toplumlarında bakanlık kavramının yeniden düşünülmesini gerekli kılmış
durumda; benim burada söylemek istediğim bakanlıkların yeniden örgütlenmesi
ya da daha etkin çalışabilmeleri için neler yapmaları gereği hakkında değil,
doğrudan bazı bakanlıkların varlığı hakkında.
Bu yazıyı yazmadan önce üzerinde çok düşündüğüm bu konuyu sizler ile de paylaşmak
istiyorum, ama burada amacım asla şu ya da bu bakanlığı ya da bakanı hedef almak
değil, üstelik bu önerim bizim coğrafi sınırlarımızı da çok aşan bir öneri,
mesela Fransa ya da Yunanistan için de geçerli olması düşünülebilecek bir öneri.
Konuyu önce kuramsal daha sonra da daha pratik bazda ele almaya çalışacağım.
Batı türü liberal demokrasilerde bakanlıklar siyaset yapmak için var olan birimlerdir;
iştigal alanı siyasete yani çoğulculuğa aykırı bakanlıkların bakanlık olarak
örgütlenmesinin anlamsız olduğu temel varsayımdan hareketle bu yazıyı kaleme
almayı düşünüyorum.
Bir kamusal alanın ya da konunun siyasete uygun olması ise mutlaka ve mutlaka
meşru bir karşıtını zorunlu kılıyor; zaten politika, siyaset kelimesinin kökeninde
eski Yunanca'da çoğulculuk kavramı yatıyor yani çoğulculuk olmadan siyaset de
olmuyor.
Buradan hareket ile üzerinde meşru anlamda siyasetin yapılamadığı ya da yapılagelen
siyasetin artık anlamsızlaştığı alanlarda bakanlıkların kurulması,çalıştırılması
günümüzde hızla meşruiyetini kaybediyor. Çağdaş liberal demokrasilerde, küreselleşme
sürecininin de büyük etkisi ile siyasetin hem tanımı hem de iştigal alanı çok
daraldığından/değiştiğinden geleneksel olarak siyaset yapma birimi olarak tanımlanan
bakanlıkların da yeniden düşünülmesi gerekiyor.
1990'lı yıllarda kısa bir süre basın hayatımıza giren “Yeni Yüzyıl” gazetesinde
kaleme aldığım bir yazıyı çok iyi hatırlıyorum ve bu yazıda yeni kurulan bir
bakanlık ile geleneksel bir bakanlığın liberal demokrasilerde ne kadar anlamsız
olduğunu yazmış ve çok tepki almış idim.
Söz konusu yeni bakanlık “İnsan Hakları Bakanlığı” idi ve böyle bir bakanlığın
ihdas edilmesinin liberal demokrasilerde ne kadar saçma olduğunu o tarihte yazmaya
çalışmış idim; “İnsan Hakları Bakanlığı” gibi bir kavramın meşru olabilmesi
için insan hakları üzerinden de siyaset yapılabilmesinin meşru olması gerekiyor,
yani bir partinin az işkenceyi, düşük voltajda elektriği mahkumlara vermeyi,
diğer bir siyasal partinin de belirli suçlar için mesela bölücülük ve devlete
karşı işlenen suçlar için daha fazla işkenceyi, daha fazla voltajı savunabilmesi
meşru ve normal olabilmeli.
Bu temelde politika yapabilmek artık imkansız olduğu, insan hakları standartları
küresel sistem ya da en azından bizim de parçası olduğumuz Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi sistemi içinde son derece belirgin ve mahkeme kararlarına (AİHM)
bağlı olduğu için “İnsan Hakları Bakanlığı” gibi bir girişimin saçma olduğu
ortada zira bu alan meşru siyasete yani çoğulculuğa kapalı.
Kültür Bakanlığı da kanımca yine bu tür bir bakanlık örgütlenmesi zira kültür
şayet yurttaşların yaşam ile kurdukları bağlar anlamına geliyor ise bu alan
üzerinden siyaset yapmak da son derece anlamsız hatta insan haklarına aykırı
bir konu; devletin yurttaşlarının yaşam tarzlarına yani kültürlerine müdahalesi,
ya da belirli yaşam tarzlarına sübvansiyon aktarması laik ve demokratik bir
düzende kabul edilebilecek bir konu değil. Müzelerin, sarayların korunması gibi
bugün Kültür Bakanlığı'nın görev alanlarına giren konular için de bir bakanlık
anlamsız zira yeniden üretilebilmesi olanaksız değerler mesela Efes üzerinden
siyaset yapmak aptalca olduğu için bakanlık örgütlenmesi de çok anlamlı değil;
müzelerin korunması gibi konuların TBMM ya da Cumhurbaşkanlığı makamının iştigal
alanına alınması daha doğru.
Son günlerde çok tartışılan Adalet Bakanlığı için de benzer bir görüş ileri
sürmek mümkün zira adalet günümüzde artık kriterleri uluslararası sözleşmeler
ile belirlenen bir alan ve bu alan da büyük bir hızla yerel demokrasinin müdahale
alanına kapanıyor ve çok da iyi oluyor. Günümüzde artık yerel demokrasilerin
mesela adil yargılanma hakkı konusunda söyleyecek bir şeyi pek kalmıyor ve bu
gelişme adalet kavramını ve böylece de adalet bakanlıklarını büyük bir hızla
siyaset dışına taşıyor.
Günümüzde hala meşru anlamda siyasetin yapılabildiği alanlar yani farklı partilerin
meşru olarak farklı şeyleri söyleyebilecekleri alanlar dış politika, eğitim,
maliye (azımsanmayacak ölçüde kısıtlama burada da var) gibi konular.Çevre, ulaştırma
gibi konular hızla ulusal denetimin dışına çıkıyor ve buralarda da artık bakanlık
kavramı anlamını yitiriyor.
Bu konular kolay kabullenilebilecek konular değil ama yavaş yavaş bu konuları
da tartışmak gerekiyor.
eser karakaş/referans