Yargı da, üniversite de demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin güvenceleridir.
Güven kurumlarıdır. Bu özellikleri bu kurumların mensuplarına özel sorumluluk
yükler. Her biri topluma her yönüyle örnek olmak sorumluluğu altındadır.
Bu açıdan bakıldığında Van 100. Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın
tutuklanması ve sonrasında yaşanan tartışmalar iki kurumu da sorumluluk altına
sokmuştur.
Rektörler Komitesi'nin bildirisine baktığımızda, gelişmelerin, "Prof. Dr.
Aşkın'ı savunmanın Cumhuriyet'i savunmakla eşanlamlı olduğu"nu kanıtlaması
gerekir.
Yargı açısından bakıldığında ise, yargı sürecinin "Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın
tutuklu yargılanması gereken, her an kaçacak çete reisi tehlikeli bir zanlı"
olduğunu kanıtlaması gerekecektir.
İkisi birden olmayacağına göre, sonuç ya üniversiteyi ya yargıyı mahcup edecektir...
Abartılı tutumlar
Van olayında iki kurumun da abartılı tutum sergiledikleri öne sürülebilir.
Yargı cephesine bakıldığında, bir üniversite rektörünün, usul hukukunu devre
dışı bırakacak şekilde, çıkar amaçlı suç örgütü oluşturmakla suçlanması ve apar
topar tutuklanması, kuşku uyandırıcıdır.
Rektör Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın, yurtdışındayken evinin basılıp aranması da
bu cümleden sayılabilir.
Bu kuşkular, üniversitelerin bir süreden beri dile getirdiği Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Rektörü'nün, daha önceki dönemde üniversitede hâkim olan radikal
İslamcı akımlarla mücadele etmesi, üniversiteyi demokratik, laik, hukuk devleti
ilkelerine göre yönetmeye çalışması, yerel güç odaklarıyla mücadele etmesi nedeniyle
etkisiz kılınmak istendiği görüşüne güç vermektedir.
YÖK'e ve rektörlerin çoğunluğuna hâkim olan görüş budur.
Tutuklama ve bu kararın verilmesinden önce YÖK ve Danıştay'ı devre dışı bırakan
"çete suçu"nun öne sürülmesi, yargı mekanizmasını ağır bir sorumluluk
altına sokmuştur.
Yargılama sonucunda rektörün üzerine atılı iddialardan beraat etmesi halinde,
tutuklu yargılanması başta olmak üzere gördüğü muamele, yargı açısından sıkıntı
yaratacaktır.
Üniversitenin tepkisi
Rektörler Komitesi bildirisinde ifadesini bulan üniversitenin tepkisi ise rektörü
hukuk yollarından savunma çerçevesini aşmış durumdadır. En azından "Cumhuriyet'le
rektörün savunulması" eşdeğerde görüldüğüne göre sürecin sonunda bu büyük
iddiayı kanıtlayacak bilgi ve belgelerin ortaya çıkması gerekir.
Yargılama süreci sonucunda aksi kanıtlanırsa, bu kez, üniversite Cumhuriyet'in
savunulması açısından sıkıntıya düşecektir.
Her iki kurumun tutumu bu açılardan abartılıdır.
Müsteşarın durumu
Üniversitenin tutumu açısından dikkat çeken bir konu da Başbakanlık Müsteşarı'nın
durumudur. YÖK, Başbakanlık Müsteşarı Prof. Dr. Ömer Dinçer'i "intihal
(aşırma)" yaptığı gerekçesiyle öğretim üyeliği mesleğinden çıkardı.
Bu kararın zamanlaması da soru işareti doğurdu. YÖK'ün bu kararı, Prof. Dr.
Yücel Aşkın'ın tutuklanmasına bir misilleme olarak mı aldığı sorusu gündeme
geldi. Bu soruyu yönelttiğimiz YÖK yetkilileri ise şu bilgiyi verdiler:
"Misilleme iddiası doğru değildir. Çünkü, Ömer Dinçer'le ilgili toplantı
tarihi üç hafta önce belirlenmişti. Kendisine, Rektör Prof. Dr. Aşkın'ın tutuklanmasından
bir gün önce tebligat yapıldı ve savunması istendi. Bu tebligat yapıldığında
Aşkın'ın tutuklanacağı bilinmiyordu, bilinemezdi. Bu ayrı işleyen bir süreçti."
Sert girilen bu mücadelenin, süratle siyaset alanından çıkarılıp hukuk alanıyla
sınırlandırılması ve sakince sonucun beklenmesi gerekiyor.
fkret bila/milliyet