Bilindiği üzere, her yıl Yükseköğretim Kurulu tarafından öğretim elemanı ve
öğrenciler temelinde çeşitli istatistiki veriler yayımlanmaktadır. Verilerin
yer aldığı sayfaya ulaşmak için TIKLAYINIZ.
Şimdi, haberimize konu olan "YÖK Araştırma Görevlisi Alımlarını Artırmalı"
başlıklı iddiamıza dayanak olacak basit iki veriyi aşağıda tablolar halinde
gösterelim.
Şimdi bu tablodan birkaç kısa sayısal bilgi verelim.
-Devlet üniversitelerinde toplam öğretim elemanı sayısı 2020-2021 akademik
yılından bu yana 151 bin 791'den 153 bin 988'e yükselmiştir. Toplam öğretim
elemanı sayısı bu süre içerisinde yalnızca 2197 kişi artmıştır. Sistem
dışarıdan alımı büyük oranda sınırlandırmış, büyüme iç yönlü olmuştur.
-Devlet üniversitelerinde toplam öğretim üyesi sayısı (profesör, doçent ve
doktor öğretim üyesi) 73 bin 947'den 92 bin 106'ya yükselirken, aynı dönemde
diğer öğretim elemanı sayısı (öğretim görevlisi ve araştırma görevlisi) 77 bin
844'den 61 bin 882 seviyesine gerilemiştir. Özellikle, araştırma görevlisi
sayısı 46 bin 706 iken 2024-2025 akademik yılında 33 bin 545'e düşmüştür.
Görüldüğü gibi, akademide kadro yapılanması yukarı yönlü bir ivme kazanmış;
bölümlerde araştırma görevlisi sayısı her geçen gün azalırken profesör, doçent
ve doktor öğretim üyesi sayısında ciddi artışlar yaşanmıştır. Akademinin ilk
basamağı ve hatta can damarı olarak ifade edebileceğimiz araştırma görevlisi
sayısındaki düşük Yükseköğretim Kurulunun son yıllarda izlediği içeriden yükselmeyi
teşvik eden politikasının da bir sonucudur.
Sistem yukarı yönlü ve tabanı boşaltacak bir şekilde tepede yoğunlaşmaya doğru
gitmektedir. Birkaç sene içerisinde bu politika devam ettiği sürece, daha doğrusu
üniversiteler YÖK tarafından araştırma görevlisi kadrosuyla ciddi şekilde desteklenmezse;
aynı zamanda bölümler her geçen gün yaşlanacak ve akademik performans da giderek
düşecektir.
Malumlarınız olduğu üzere, ülkemizde profesör kadroları daimi statüde olduğu
için kişinin bu kadroya atanması halinde akademik performans olarak zorunlu
şekilde faaliyet göstermesini gerektiren bir yasal mevzuatımız bulunmamaktadır.
Bu durumdan dolayı, güvencenin beraberinde getirdiği "konfor" insanımızın
genelinde üretimi büyük oranda düşürmektedir. Örneğin, 45 yaşında Profesör kadrosuna
atanan bir kişi emeklilik yaşı olan 67 yaşına kadar 22 yıl boyunca sadece ders,
danışmanlık ve takdir edilirse idari görevler dışında zorunlu olarak yüklenmesi
gereken başkaca bir sorumluluk bulunmamaktadır.
Daha da farklı bir gerçeği söylemek gerekirse; bugün itibarıyla ülkemizdeki
profesör sayısı araştırma görevlisi sayısını geçmiştir. Bu durum bir
yandan pozitif gibi gözükse de, akademi genç ve başarılı insanlarla süreklilik
içerecek şekilde alttan desteklenmezse ilerleyen yıllarda bunun acı sonuçlarını
hep birlikte göreceğimizden kimsenin şüphesi olmasın.
Sonuç olarak, akademik kadro politikası ve mevcut durum ciddi bir alarm vermektedir.
Başta YÖK olmak üzere ilgili merciler sistemi dinamik kılacak ve genç insanları
akademiye çekecek politikalar üretmek zorundadır.