Ankara Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz, bugünden itibaren başlatılacak olan "Hırsızı Önleme Hattı" sayesinde hırsızlık olaylarının yüzde 50'den fazlasının yaşanmayacağını söylüyor.
* Emniyet Genel Müdürlüğü'nün önceki hafta açıkladığı rapora göre Ankara'nın
suç oranında azalma var. Diğer büyük başkentlerle karşılaştırıldığında da Ankara
hep daha az tehlikeli bir şehir çıkıyor. Bunun sırrı ne?
Buna neden olarak salt polisin aşırı yoğun çalışması gösterilemez. Mesela vatandaşımızın
katkısı ihmal edemeyiz. Ankaralılar'dan yoğun olarak ihbar alıyoruz. Daha önemlisi
aldığımız ihbarlardaki doğruluk payı çok yüksek. Üzülerek söylüyorum; yolda
bir olay olduğu zaman dönüp bakmayan insan grupları var. Tamam, bakmayın, bulaşmayın
ama en azından bir 155'e telefon açıp bildirin. İşte Ankaralılar bu vatandaşlık
bilincini gösteriyorlar.
* Bu bilinç niye başka bir kentte değil de Ankara'da bu kadar göze çarpıyor?
Toplum psikolojisini de iyi bilen biri olarak sizin gözleminiz nedir?
En önemli neden Ankara'nın siyasi bir merkez olması. Askerden, yargı organlarına,
siyasetçilere, genel müdürlüklere kadar pek çok resmi yapıyı içinde barındıran
bir kent. Ciddi bir memur kesiminin olması sayesinde Ankara'da sosyal ve ekonomik
açıdan uçlar birbirine daha yakın. İnsanlar arasındaki ara o kadar açık değil.
* Yani asıl suçlu ekonomi sistemi mi?
Polis burada önemli nokta, o ayrı, o kabul. Müsaade ederseniz şöyle bir vurgulama
yapmak istiyorum. 1960'lardan 1990'ların ortalarına kadar olan süreç içinde
ülkemizdeki nüfus artışı çok fazlaydı. Dolayısıyla göç fazlaydı. 90'ların ortasına
kadar göç eden insanlarımız gecekonduyla da olsa barınıyor, geçici işsizlik
dönemini iş bulmaya dönüştürebiliyordu.
1995'ten sonra gecekonduların rahat bulunup yapılabildiği ortam kalktı. Yine bu tarihten sonra işsizlik problemi de doğdu. Ve bu süreçte ülkemizin seçtiği ekonomik modelde faizlerin yüksek, paranın para kazandırdığı bir sistemi vardı. Yani insanlar paralarını yatırıma dönüştürüp istihdam yaratmak yerine faize veriyorlardı. Şimdi bu sistem değişmeye başladı. Ayrıca yıllardan beri ülkemizde tarım ve hayvancılık neredeyse durma noktasına geldi. Bu alanla ilgili de şu anda çok büyük projeler var. Bu projeler uygulanmaya başlandığında göç denen olayı çok büyük bir olasılıkla geriye döndürecek.
* Ama bir yandan da herkesin ya da tanıdıklarının bir hırsızlık, kapkaç
hikayesi oldu. Günlük nasıl bir tedbir alınabilir?
Valimizin desteğiyle bu Pazartesi (bugün) yeni bir proje açıklayacağız: Hırsızlığı
Önleme Hattı! Hırsızlık bürosundaki uzman bir grup arkadaşımız 24 saat görev
yapacaklar. Vatandaşlarımız bizden şunu isteyebilecekler: "Ben şurada oturuyorum.
Lütfen bir uzman arkadaşımız gelip, ne yapmam gerektiği konusunda bilgilendirsin."
O zaman buradan uzman ekiplerimiz çıkacak, gidip mekanı görecek. "Sizin
şu önlemleri almanız gerekir" diye bir bilgi desteği sağlayacak.
* Aynı depreme karşı konutları güçlendirme bilgilendirmesi gibi mi ?
Ona çok benziyor. Burada da hırsıza karşı güçlendirmeyi amaçlıyoruz. Ama tabii
ki o önerilerde bulunurken, vatandaşlarımızın bu önerilerimizi yerine getirip
getirmediklerini de takip edeceğiz. Eğer yapılmayacaksa, boş yere zaman, benzin
harcamanın bir gereği yok. Bunun çok önemseneceğini düşünüyoruz.
* Polisler, bakmaya geldikleri evde hırsız gibi düşünüp, ona göre mi rapor
tutacaklar?
Tabii ki. Sürekli bu işle mücadele eden arkadaşlarımız kullanılan yol ve yöntemlerin
ne olduklarını bildikleri için, o an karşılarında var olan bir bilgilendirme
sırasında eksiği kısa sürede görüp uyarabilirler.
* Bu yöntem ne kadar işe yarar?
Ev, işyeri ve oto hırsızlıklarının çoğu vatandaşların gerekli önlemi almaması
yüzünden yaşanıyor zaten. Küçük masraflar yaparak hatta hiç masrafa bile gerek
olmayan ama bilinçli bazı önlemler alınarak, çok samimi söylüyorum bu olayların
yüzde 50'sinden fazlası yaşanmayabilir bile.
80'lerin DAL'ı, Melekler Adası oldu
Birazdan Ankara İl Emniyet Müdürü Ercüment Yılmazla birlikte Ankara-İskitler'deki
1980'lerin nam-ı diğer DAL'ını dolaşmaya çıkacağız, ama henüz adında anlaşamamış
durumdayız. Yılmaz net bir dille karşı çıkıyor: DAL diye bir şey yok! O bir
algılama, o kadar.
* Derin Araştırmalar Laboratuvarı? Şu yüksek Emniyet binasının yanına 1970'in
sonlarında yapılmış, tek kattan aşağıya inilen ek binacık? Yok mu?
Terör birinci derecede önem taşıdığı için adı "Birinci Şube" ydi.
"Siyasi Şube" de denirdi. Sonra "Terörle Mücadele" oldu.
* Kim taktı bu DAL ismini o zaman?
Onu bilemem, hizmet alanlarla verenler konsorsiyumla takmış olabilirler. Ben
yok diyorum, siz kim taktı diyorsunuz. Ne söyleyebilirim ki? Ama Emniyet'e ait
tek bir satırda bile DAL diye bir şey geçmez. Tabii "DAL yok" denince
ister istemez dalıp gidiyor insan. Hani Kemal Yazıcıoğlu'nun "Komiser Kemal"
olduğu günlerde imzasını attığı DAL...
1980'lerin "Japon" lakaplı ünlü işkencecisinin elinden geçenlerin anlattıkları... Ana binadaki 6'ncı kattan "intiharlar" çok oluyor, pasaporta falan gelenler de olmadık sesler duyuyor diye 24 saat hizmet veren, izole bir mekana ihtiyaç duyulan o günler... O günlerin polis muhabirlerinden dinlediğimiz "DAL'a görevli olarak yetimhanede büyüyenleri verirlermiş" rivayetleri... Ve o rivayetlere karışan "cop kaybetme" oyunları (!)... Buz gibi taş zemin... Tabutluk denilen hücreler... Bu düşünceleri bizim önerimize Yılmaz'ın Emniyet Genel Müdürlüğü'nden de izin alarak verdiği yanıt bozuyor: "Buyurun gezelim!"
Anında istifa ederim
Yılmaz, Terörle Mücadele Şube Müdürü (Edebiyat mezunu), foto muhabiri Ateş Tümer
ve ben Şube Müdürü'nün makam odasından çıkmak üzereyiz. Dilimin ucundakini artık
söylemem gerekiyor:
* Ama dolaşmaya başlamadan önce size bir soru sormalıyım. Memurlarınızın
yanında değil, burada sormayı isterim.
Sorun!
* Bize her yeri dolaştıracak mısınız? Neyi kast ettiğimi anlıyorsunuz tabii...
Çünkü "Asıl yerler dolaştırılmamış, o yerlerin asıl hali gösterilmemiş"
diye mutlaka size eleştiriler gelecektir.
Şu anda öyle bir yer olsun, çıktığı gün istifa ederim.
Bembeyaz yağlı boyalı...
Beraberimizdeki Emniyet Müdür Yardımcısı, korumalar, Terörle Mücadele'de görev
yapan sivil polislerle birlikte merdivenlerden inmeye başlıyoruz. Altı ay önce
baştan yapılan bütün yerler açık gri, pırıl pırıl fayans kaplı. Duvarlar bembeyaz
yağlı boya. İlk girişteki duvarda Atatürk'ün şu cümlesi yazıyor:
"Polis, bir anne kadar şefkatli, bir hukukçu kadar hukuk adamı, bir asker kadar disiplinlidir."
Aklımdan yine anlatılanlar geçiyor: "Burada Tanrı yoktur, Peygamber de izne çıkmıştır" yazarmış o zamanlar... Takıldığımı fark eden Şube Müdürü az önce gördüğüm yazıyı bir kağıda not edip, bana uzatıyor. Soruyorum:
* Ne kadar kötü bir ünü vardı buranın, değil mi?
O zamanlar kötü olmayan tek bir yer bile yoktu ki...
Sempati duymuyoruz
Sol tarafı sol örgütlere, sağ tarafı PKK ve sağ örgütlere bakan sarı ışıklı
koridordaki turumuza devam ediyoruz. Hangi tarafa yönelsek Yılmaz "Neresiymiş
burası, bir açın bakalım" diyor, hemen kapılar açılıyor. Karşımıza son
teknoloji denebilecek görüntüde bir brifing odası ya da bilgisayar donanımları
çıkıyor. Dipteki odaya vardığımızda ise aşırı sola ait bir dergiyi okuyan sivil
polisle tanışıyoruz.
* Ezberlediniz mi bu yazılanları?
Şöyle özetleyeyim: ideolojilerini örgüt liderlerinden daha iyi biliyoruz.
* Das Kapital, Bir Adım İleri,İki Adım Geri falan, hepsi tamam mı?
(Sözü Yılmaz alıyor.) Onlar çok geride kaldı, onları hatmedeli çok oluyor hanımefendi.
Bu söz üzerine gülüşmeler yaşanırken aramıza Sağ Örgütler Masa Sorumlusu katılıyor. Şube Müdürü göstererek anlatıyor:
"Mesela bu arkadaşımız İmam Gazali'den kutsal kitapların tamamına kadar bütün külliyatı çok iyi bilir."
Tıpkı filmlerdeki gibi
* Gözaltında sabahtan akşama kadar dualar okuyan, Tekbir getiren birine ister
istemez sempati duyuyorsunuzdur değil mi?
Hiçbir sempatimiz yok. Hiçbirine...
Sohbet devam ederken sorgu odalarına geliyoruz. Tam filmlerdeki gibi. Odaları aynalı bir cam bölüyor. Kapı ağzındaki bu ilk kısımdan sorgunun yapıldığı odanın içini görebiliyor, konuşmaları kayıt yapabiliyorsunuz. Sorgu odasında bir masa, iki iskemle, tepede bir lamba duruyor. Zanlıların birbirlerinin ifadelerini duyup, etkilenmemeleri için duvarlar halıyla kaplı. Her yer lacivert. Ama biri farklı. Kapısında "Süit" yazan bu sorgu odasının kahverengi mobilyaları, özenle seçilmiş bir tablosu, saksıları, sehpası var. Evlerimizdeki misafir odaları gibi bir yer. Yılmaz izah ediyor:
"Sorguya ara verip dinlenirken, hele de karşınızdaki doğru bilgiler vermeye başladıysa burada birlikte bir çay içmenin büyük yararı vardır. Karşınızdakini siz adam yerine koyarsanız o da size ona göre olumlu yaklaşır."
Bu odalardaki sorguların banda alındığı, bol monitörlü bir izleme odasına geliyoruz. Artık kayıtları video kasetlere değil CD'lere kopyalıyorlarmış. Gerçekten her şey çok profesyonel görünüyor. Ya peki aşağısı? Nezarethaneler?
Buradan ötesi market
Ercüment Yılmaz "Açın aşağıyı" diyor, iniyoruz. Karşımıza çıkan ilk
duvarda kanunlara göre gözaltı koşullarının sıralandığı, vatandaşa haklarını
anlatan iki çerçeve asılı. Hemen yan taraftaki kapı hangar gibi büyük bir salona
açılıyor. Gözaltına alınanlar şubeye buradan getiriliyor. "Bir tek burayı
düzeltemedik" diyor Yılmaz; "Ama yakındır..." Gözüm priz arıyor,
duvarda delik ya da hortum...
Kendimi tam Sema Pişkinsüt (Baskın düzenlediği karakoldan Filistin askısını alıp Meclis'e getirmesiyle olay yaratan Eski Meclis insan Haklarını inceleme Komisyonu Başkanı.) gibi hissetmek üzereyken Şube Müdürü duvara vuruyor:
"Bakın, buradan sonrası market artık. (100 metre ötedeki büyük alış-veriş merkezini kast ediyor.) Soruyordunuz ya, her yeri gösterecek misiniz diye... Vurun duvara, bakın arkasında bir şey yok."
Üç yıldızlı otel kıvamında
Sonunda en can alıcı yere varıyoruz: Nezarethaneler! Burası "Duvarların
dili olsa da konuşsa" denecek cinsten bir geçmişe sahip ama şimdi ki durum
için müdürlerden biri şu benzetmeyi naklediyor: "Buraya artık Melekler
Adası diyorlar."
Nereye diyorlarmış diye etrafımıza bakmıyoruz. Dar bir koridorda yan yana sıralanmış beş odacık görünüyor. Odaların koridora bakan ilk kapısının sürgülü gözetleme yeri var. Oradan girince karşınıza minik, boş bir sahanlık çıkıyor. Odayı bölen demir parmaklıkların ardında ise lacivert kadife kaplı bir sedir duruyor. Gözaltına alınanların kaldığı bu bölümde lamba yok; elektrikle kendilerine zarar vermesinler diye... Ya da parmaklıklar enlemesine değil; kendilerini asmasınlar diye... Tuvaletlerinde de ayna yok; bir yerlerini kesmesinler diye... Odaları izlemeye yarayan kameralar nezarethanenin demir parmaklıktan gerisini alamıyor; orası gözaltındaki vatandaşın mahremidir diye... Bir de büyük bir salon var; o da toplu gözaltılarda insanlar sıkış sıkış durmasınlar diye... Avukatla zanlının görüşme odasının iki kapısı da ses yalıtımına göre yapılmış; polis onların ne konuştuğunu duymasın diye...
AB için yapmıyoruz
Bu görüntüleri görünce akla gelen ilk soru:
* Bu konfor AB'ye kendimizi beğendirmek için mi?
Evet ülkemizde bir AB programı uygulanıyor, saygı duyuyorum. Ama bir Avrupalı
istiyor diye değil, bizim vatandaşımız insan olduğu için iyi ve güzel olanı
almalı. Benim algılamam böyle.
* Peki zanlı "Susma hakkımı kullanıyorum" dediğinde ne yapıyorsunuz?
Zaten bir sürü delil topladıktan sonra şüpheliyi gözaltına aldığımız için artık
susması kendi adına zaten yeterli olmuyor.
* Delil toplamak daha çok zaman alıyor değil mi?
Alıyor ama daha iyi sonuç vereni ve uygar olanı da bu.
* Peki nerede bu işkence aletleri,demirbaş değil miydi onlar da?
(Yılmaz sabır gösteren bir ifadeyle yanıtlıyor.) Devletin öyle bir demirbaşı
olmaz. (Herkes gelirken evinden mi getiriyordu diye espri yapalım diyoruz ama
Yılmaz ciddi bir şekilde devam ediyor.) Kanunlar da Hükümet de buna izin vermiyor,
biz de vermeyiz. Türk polisi kimseden daha fazla vatansever olmak durumunda
değildir ki kanunun önüne geçsin. Kanun ne diyorsa o.
VATAN