Başbakan Erdoğan'dan, Süleyman Demirel'e kadar çarpıcı açıklamalar yapan Bakan
Abdüllatif Şener'in milletvekili olması ise kiracı olmasından kaynaklanmış.
Canına tak etti
Şener, siyasete nasıl girdiğini samimi bir şekilde anlattı: "Hacettepe'de
yeni doçent olmuştum. Bu dönem, kiracılıktan yorulduğum bir dönemdi. İkide bir
ev değiştiriyorum ve devreye yine bir ev değişikliği girmişti. O sırada hükümet
erken seçim kararı almıştı. Bazı arkadaşlar, Aday ol' derken, kiracılık da canıma
tak ettiği için aday oldum."
Demirel yorumu
Şener, 9. Cumhurbaşkanı Demirel'in Güniz Sokak'taki evinin tapu kaydına, ağabeyinin
borcu nedeniyle şerh konulması konusunda ise şöyle konuştu: "Süleyman Demirel
eski başbakanlardandır. Eski bir cumhurbaşkanıdır. Bu tür konulardan dolayı,
kendisinin rahatsız edilmemesi gerektiğine inanıyorum."
Kiracılık canıma tak etmişti
Sahip olduğu unvanlar büyük: Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı... Ne var ki "malum" koltuktan kalkıp karşınıza geçtiğinde hepimiz gibi ete kemiğe bürünüyor, güler yüzlü bir insana dönüşüyor. Özelleştirme, yabancı sermaye derken, sorularımızı ciddiyetle cevaplıyor. Sıra polemiklere geldiğinde, aniden muzipleşip cümlelerini hırıltılı bir kahkaha ile noktalayabiliyor. "Çocukluktan bu yana beni en çok yoran konu kendimi anlatmaktır" diyor. Katıldığı bir seçim gezisinde, adayların kendilerini büyük bir rahatlıkla methetmelerinden duyduğu rahatsızlık ve şaşkınlığı hayretle dile getiriyor. Kendini anlatırken, belki bir parça sıkılıyor, bunalıyor ama Abdüllatif Şener, yaşamına ve bakanlığına ilişkin soruları samimiyetle cevaplıyor.
Gelin, siyaset öncesi yıllarla başlayalım sohbetimize... Sivas'ta doğdunuz,
memur, denetim elemanı olarak çalıştınız ve sonunda akademisyenlikte karar kıldınız.
Peki nasıl oldu da siyasete girdiniz?
Aslını sorarsanız, ben, öğrencilik yıllarımda siyasetle ilgilenirdim. Ancak
meslek hayatıma başladıktan sonra, siyasetle hiçbir ilgim kalmadı. Ankara'da
oturduğum, Meclis'in sağından solundan defalarca yürüyerek geçtiğim halde, "Bu
milletvekilleri ne yapıyorlar!" deyip de Meclis'i dolaştığım da olmamıştır.
Milletvekili olmadan önceki yirmi yılım Ankara'da geçtiği halde Meclis'e sadece
bir kez, hocalarımın, "Bir bütçe görüşmesini izleyin!" demesi sonucu
gitmiştim.
Sonra?
Hacettepe Üniversitesi'nde yeni doçent olmuştum. Daha da açık söylemek gerekirse,
bu dönem, kiracılıktan da yorulduğum bir dönemdi. İkide bir ev değiştiriyordum
ve devreye, yine bir ev değişikliği girmişti. (Gülüşmeler) O sırada, hükümet
erken seçim kararı almıştı ve ben de Sivas'ta idim. Bazı arkadaşlar, "Yahu
aday ol" derken, kiracılık da canıma tak dediği için aday oldum.
Size cazip gelen Meclis lojmanları mıydı?
O da değil aslında! Bakın, ben, çok idealist bir şekilde iyi bir akademisyen
olmayı hayal etmişimdir. Çok iyi bir bilim adamı, uluslararası niteliklere sahip,
standartları yüksek, bir şey yazdığı zaman takip edilen bir öğretim üyesi olmak...
En çok da ev taşımak, benim çalışma tempomu bozuyordu. Bir taraftan da geçim
sıkıntısı... Malum, üniversitelerde asistan maaşları da azdır. Bu şartlar altında,
özellikle son dönemde, "Akademisyen olmak için babadan, dededen zengin
olmak gerek..." gibi bir düşünceye kaymıştım. Para- pul derdin olmayacak,
üniversitedeki maaşı, yaptığın işin karşılığı olarak görmeyeceksin, hatta ona
ihtiyacın olmayacak ve zevk alarak, bilim aşkıyla bu işe devam edeceksin. Halbuki
ben, Sivas'ın Bedirli Köyü'nde doğmuş, Anadolu'dan gelmiş, kendi gayretiyle
zar zor tahsil hayatını sürdürmüş ve asistan olarak işe başlamış biriydim. Asistanlık
maaşını, hem bilimsel çalışmalarını sürdürmek, hem de ailesini geçindirmek için
yeterli görmüş biri olarak, önümde önemli engeller olduğunu düşünmeye başladım.
"Bu işi sürdürmek için miras yedi, aristokrat olmak lâzımmış!" dediğim,
bunun muhasebesini yaptığım ve hayli sıkışık olduğum bir dönemde, çok istediğim
halde konsantre olamadığım bir konuma isyan edişimin ifadesi olarak gittim ve
aday oldum.
Ve girdiniz Meclis'e!.. O günlerdeki Meclis performansınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Meclis'e girdikten sonra çok çalıştım. 1996 yılındaki Maliye Bakanlığı'na dek,
ne gecem ne de gündüzüm vardı...
"Dolayısıyla genç yaşta bakanlığı hak ettim" diyorsunuz, öyle
mi?
Muhalefetteyken, 15 yıl boyunca, partinin ya grup başkan vekili, ya da genel
başkan yardımcısı olmuşumdur. Muhalefet partisindeki en üst görevler de bunlardır!
Partim hükümette olduğu sürece ise hep bakan oldum.
Peki, özelleştirme yaklaşık 2 yıl önce Maliye Bakanı Unakıtan'a bağlandı.
Özelleştirme, sizden neden alındı?
Bir kere şunu söylemek lâzım: Bir takım birimlerin hangi bakanda olacağı, Başbakan'ın
taktirindedir. Özelleştirme bende de olabilir, başka bir arkadaşta da olabilir
ama özelleştirme konusunda, hükümetin zaten temel bir politikası vardır. Hangi
bakanda olursa olsun, o temel politika doğrultusunda özelleştirmeyi yapacaktır.
Abdüllatif Şener denilince yabancı sermayeye ilişkin soru sormak şartmış
gibi algılanıyor. Ben de söze son günlerin en çok konuşulan konusu Dubai Towers'la
girerek bu geleneği sürdürmek istiyorum! Son günlerde, belli grupların Körfez
sermayesine tavır aldığı gözlenebiliyor. Arap sermayesi, yabancı sermayeden
sayılmıyor mu?
Bakın, ben, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okudum. O dönemlerde, SBF'ye Marxist
gruplar hakimdi ve Marxist teori, hocasından öğrencisine kadar herkese nüfuz
etmişti. Biz de, öğrenciliğimizi o ortamda tamamladık. Dolayısıyla, Marxist
söylemler kulağımıza çok fazla yerleşti. (Kahkahalar) Bu, yerleşen ifadelerden
biri de şudur: "Sermayenin milliyeti, dini olmaz!" Şimdi aradan yıllar
geçmiş; küreselleşme dediğimiz gerçek, toplumları ve ülkeleri etkisi altına
almış; uluslar, "Küreselleşmenin avantajlarından nasıl faydalanırız, maliyetleri
nasıl indirebiliriz?" diye birbirleriyle mücadeleye başlamışlar... Açıkça,
böyle bir dönemde, sermayeyi ülkelere, bölgelere göre kategorize etmenin 'çağ
dışı bir düşünce' olduğunu düşünüyorum...
Sizce bu söyledikleriniz, kamuoyunu şaşırtır mı?
Zaman zaman, yabancı sermaye ile ilgili değerlendirme yaptığımı söylerler ama
ben, hiçbir zaman böyle bir değerlendirme yapmıyorum. Giriş niteliklerine göre,
hangi sonuçları elde edebileceğimizi söylüyorum. Doğrudan yabancı sermayenin
etkisi farklıdır, portföy sermayenin etkisi farklıdır, veyahut doğrudan yabancı
sermayenin seçtiği sektörler itibariyle etkisi farklıdır... Benim konuşmalarımı,
değerlendirmelerimi dikkatli izleyenlerin bu farkı algıladıklarını zannediyorum.
Zaman zaman gazetelerde söylediklerimin iyi anlaşılmadan değerlendirildiğini
görmekten üzüntü duyuyorum. Dolayısıyla yabancı sermaye prensip itibariyle her
ülke açısından gerekli olduğu gibi, Türkiye açısından da gereklidir...
Başbakan Erdoğan ile bankacılıkta yabancı sermayeye kısıtlama getirilmesi konusunda
ters düştüğünüz yolundaki haberler, geçtiğimiz Mayıs ayında hayli tartışılmıştı.
Hatta Başbakan Erdoğan'ın çıkışı da konuşulmuştu...
Şu var: Eğer yerli sermaye, uluslararası sermaye ile, uluslararası sermayenin Türkiye'ye ilgi duyduğu bir dönemde eşit koşullarda rekabet edebiliyor ve bazı özelleştirilen kuruluşları alabiliyorsa, bunu ekonomimizin geldiği nokta açısından 'çok olumlu' olarak değerlendirmeliyiz. Meselâ Erdemir, ya da TÜPRAŞ... Dünya devleri gelmişler ve ihaleye girmişlerdir. Koç veya OYAK gibi yerli şirketler de, bu dünya devleri ile eşit koşullarda ihaleye girmiş, kıyasıya rekabet etmiş ve bunun sonucunda da almışlardır. "Bu sonucun ortaya çıkması, kendi sermaye gücümüze güven duymamız açısından çok faydalıdır" diye düşünüyorum.
Peki bu tartışmanın ardından Başbakan Erdoğan ile aranızda bir gerginlik
oldu mu?
Hayır. Nedense bazı şeyler çok farklı algılanıyor. Düşünün bir kabine var. Bu
kabinede Başbakan, bakanlar var. Biz, Başbakan Yardımcısıyız. Sayın Başbakan'ın
odası karşımda... Dışarıya adımımı atar atmaz, Sayın Başbakan ile karşılaşıyorum.
Her gün beraberiz. Her gün beraber çalışıyoruz. Her gün beraber çalıştığınız
insanlarla, yaptığınız bazı değerlendirmeler nedeniyle bir gerginliğin olacağını
var saymak doğru bir değerlendirme olur mu? Eğer çalışma koşulları, çalışma
temposu devam ediyorsa, sürekli olarak da bu insanlar bir arada ise, her şey
iyi gidiyor demektir.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Güniz Sokak'taki evine tapuda şerh
konulduğu yolundaki haberler, geçtiğimiz hafta gündemimizdeydi. Sizin, bu konuda
TMSF Başkanı Ertürk'ü aradığınız da yazıldı, çizildi. O görüşmede, Ahmet Ertürk'e
ne söylediniz?
Yemen'deydik ve basın mensupları, "Güniz Sokak'a haciz konulmuş!"
dediler. TabiGüniz Sokak'ın siyasette önemli bir yeri vardır. Güniz Sokak'ı,
rasgele bir borç- alacak ilişkisinden dolayı el konulan bir gayrimenkul gibi
de değerlendirmiyorum. 12 Eylül döneminde, siyaset yeniden yapılanırken, Güniz
Sokak da en aktif çalışmaların yapıldığı merkezlerden biri olmuştur ve demokrasiye
hizmetleri önemlidir. O günler hatırıma geldi ve "Olayın aslı nedir, bir
öğreneyim" düşüncesiyle Başkan'ı aradım. "Nedir bu Güniz Sokak olayı?"
dedim. O da bütün gayrimenkullere şerh verildiği ile ilgili bilgileri aktardı.
Sayın Süleyman Demirel eski başbakanlardandır. Eski bir cumhurbaşkanıdır. Bu
tür konulardan dolayı, kendisinin rahatsız edilmemesi gerektiğine inanıyorum.
Ben de bu duygu ve bakış tarzımı sayın Başkan'a ilettim.
Sayın Demirel'in "Hedef bensem pişman ederim" dediği basına yansıdı.
Akıllarda, "Bu siyasi bir karar mıydı?" sorusu takıldı kaldı. Öyle
miydi?
Daima söylediğim gibi, TMSF bağımsız bir kuruldur ve bu, bağımsız bürokratik
mekanizmanın kararıydı. Dolayısıyla, bürokratik bir mekanizmanın kararı siyasi
olamaz. Ama siyaset, bu konulara girdiği zaman Sayın Cumhurbaşkanı'nı korumak
için girer!..
bugün