Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, eski İnsan Hakları Danışma Kurulu (İHDK) Başkanı
Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ve Alt Komisyon Başkanı Prof. Dr. Baskın Oran hakkında
"halkı kin ve düşmanlığa tahrik" ile "yargı organlarını alenen
aşağılama" suçlarından 5'er yıla kadar hapis istemiyle dava açtı.
İddianamede, "Azınlıklar ve Kültürel Haklar" raporundaki azınlıklar
yönünden ileri sürülen taleplerle Türkiye'yi işgal altına sokan Sevr Antlaşması'nın
azınlık hükümlerinin büyük benzerlikler gösterdiği belirtildi. İddianamede,
"Böyle bir benzerlik karşısında Sevr paranoyasına kapılmanın, yadırganacak
bir yönü olmaması gerekir" denildi.
Edinilen bilgiye göre, Ankara Cumhuriyet Savcısı Nadi Türkaslan, konuya ilişkin
soruşturmasını tamamlayarak, asliye ceza mahkemesinde dava açtı.
İddianamede, Prof. Dr. Oran'ın başkanı olduğu Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar
Alt Komisyonu tarafından hazırlanan "Azınlıklar ve Kültürel Haklar"
raporunda "azınlığın etnik, dilsel ve dinsel olmak üzere 3 türlü olduğu,
Türkiye'nin Lozan'da bunları kabul etmediği, tanım ve haklardaki gelişme karşısında
sıkıntılarla karşı karşıya kalındığı" değerlendirmelerinin yer aldığı anlatıldı.
iddianamede, Lozan Antlaşması'ndaki "Azınlıkların Korunması" başlığına
göre, Türkiye'deki azınlıkların Müslüman olmayan vatandaşlar olduğu kaydedildi.
İddianamede, azınlık tanımının, Yunanistan'daki Müslümanlara tanınacak haklar
bakımından da karşılıklılık esasına dayandığı ifade edildi.
"AZINLIK, FRANSIZ HUKUKUNA YABANCI"
İddianamede, azınlık kavramı yönünden Fransa ve İspanya'daki uygulamalar örnek
gösterildi.
Avrupa Konseyi bünyesinde faaliyet gösteren Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele
İçin Avrupa Komisyonu'nun, Fransa'yı, "Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve
Sözleşmesi" ile "Avrupa Azınlık ve Bölgesel Diller Şartı"nı imzalaması
konusunda uyardığı hatırlatılan iddianamede, çerçeve sözleşmeyi imzalamayan
tek AB ülkesi olan Fransa'nın, "Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal
bir cumhuriyettir. Etnik köken, ırk ve din ayrımı yapılmaksızın tüm vatandaşlar,
yasalar önünde eşittir. Azınlık, Fransız hukukuna yabancıdır. Kolektif haklar
tanınması, ülkenin üzerinde kurulduğu bölünmezlik, eşitlik ve birlik ilkelerine
aykırıdır" yanıtı verdiğine dikkat çekildi.
İddianamede, Lozan Antlaşması ile kabul edilen azınlık kavramı dışında yeni
bir azınlık tanımı ve uygulaması yaratılmasının kaosa yol açacağı vurgulanarak,
"içinde birçok etnik grup bulunan devletin üniter yapısını, ülkenin bütünlüğünü
ve milletin bölünmez bütünlüğünü tehlikeye düşürecek sonuca neden olacağı"
ifade edildi.
İddianamede, "Raporda 'milletin bütünlüğü' kavramının, batılıya son derece
ters olduğu ifade edilmiştir. Oysa 1978 tarihli İspanya Anayasası da 'milletin
bölünmezliği' ilkesine yer vermiştir.
Azınlıkları korumak adı altında devletin varlığını oluşturan temel ilkelerin
kaldırılmasını istemenin, bütünlüğü bozacağı ve böyle bir ilkenin varlığının
batılılar tarafından anlaşılmakta zorluk çıkarmayacağı ortadadır" görüşüne
yer verildi.
"FRANSALI DEĞİL, FRANSIZ"
Raporda, "Türklük yerine Türkiyelilik" kavramının önerildiği hatırlatılan
iddianamede, şöyle devam edildi:
"Burada kullanılan 'Türk' kelimesi etnik-sosyolojik bir anlamda değildir.
Hukuki anlamda, etnik kökeni ne olursa olsun bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını
kapsamaktadır. Nitekim bugün İngiltere Devleti vatandaşına İngiltereli değil
'İngiliz', Almanya Devleti vatandaşına Almanyalı değil 'Alman', İspanya Devleti
vatandaşına İspanyalı değil 'İspanyol' ya da Fransa Devleti vatandaşına Fransalı
değil, 'Fransız' denilmektedir. Bu ülkelerde tek bir ırk yaşamamaktadır. Örneğin,
Fransa milletini yani Fransa'yı oluşturan etnik unsurlar Kelt, Flaman, Alzas,
Katalan, Bask, Bröton, Normanlar ve başka ırklardan oluşmaktadır. Buradaki bir
Fransız vatandaşının 'Je suis Français' derken Fransız olduğunu söylemesi, sorun
yaratmazken, bir Türk vatandaşının 'Türkiyeli' olduğunu söylemesini istemenin
nedeni nedir, ya da bunu söylemesinin beklenmesi yerinde midir?
Raporda, 'Türk' yerine, toprak esas alınarak 'Türkiyeli' denilmesi önerilirken,
aslında ülkenin adının yani Türkiye isminin de etnik bir çağrışım yaptığı fark
edilmemiş midir, yoksa henüz böyle bir uyarı için erken midir?"
"ORAN, 'İHLAL VAR' DEMEMİŞTİ"
Raporu hazırlayan Prof. Dr. Oran'ın 1994 yılında yazdığı "Küreselleşme
ve Azınlıklar" isimli makalesi ile "Türk-Yunan ilişkilerinde Batı
Trakya Sorunu" adlı kitabında, Türkiye'de sadece Müslüman olmayan azınlık
bulunduğu ve Lozan Antlaşması'nın azınlıklara ilişkin 37-45. maddelerinin yalnız
bu azınlıklara uygulanmasında ihlal olmadığı görüşlerine yer verdiği anlatıldı.
Raporda Anayasa Mahkemesi'nin Türkiye'de demokrasinin zedelenmesine neden olduğunun
savunulduğu anlatılan iddianamede, "Anayasa Mahkemesi, pek çok kararıyla
Türkiye'de demokrasi ve özgürlüklerin yolunu açan çağdaş yorumlarda bulunmuştur"
denildi.
"DEVLETİN İTİRAFI HAVASI..."
İddianamede, raporun oylanması için toplantı yeter sayısının 40 olması gerektiği
buna karşılık oylamanın yapıldığı 1 Ekim 2004 tarihli toplantıya ise 33 üyenin
katıldığı belirtildi. İddianamede, raporun, toplantı yeter sayısına ulaşılamadan,
sadece karar yeter sayısı olan 21 üyenin oyuyla kabul edildiğine dikkat çekildi.
Rapora bazı üyelerin muhalefet ettiğine değinilen iddianamede, rapor kapsamında
ne şekilde değişiklik yapıldığının belli olmadığı ve değişikliğin oylanmadığı
da belirtildi.
İddianamede, soruşturma konusunu, raporun onaylanma şekli ve İHDK'nin Başbakanlık
ile herhangi bir ilgisi olmadığı halde, "adeta devletin itirafı havası
verilmek istenircesine Başbakanlık Raporu olarak kamuoyuna duyurulması"nın
oluşturduğu kaydedildi.
"RAPOR, SEVR'E BENZİYOR"
Raporda "Sevr paranoyası"ndan söz edildiği anlatılan iddianamede,
Sevr'in Osmanlı Devletini sona erdiren bir antlaşma olduğu kaydedildi.
İddianamede, antlaşma ile ülke topraklarının taksim edildiği ve fiilen işgal
altına alındığı anlatılarak, şunlar kaydedildi:
"Bu antlaşma, kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından kabul edilmiş bir belge değildir. Böyle bir belgeye karşı duyarlı olmanın, yadırganacak yönü olmamalıdır.
İşte bu raporda, azınlıklar yönünden ileri sürülen taleplerle, yurdumuzu işgal
altına sokan Sevr Antlaşması'nın azınlıklara ilişkin hükümleri büyük benzerlikler
göstermektedir. Böyle bir benzerlik karşısında Sevr paranoyasına kapılmanın
yadırganacak bir yönü olmaması gerekir." İddianamede, Prof. Dr. Kaboğlu
ve Prof. Dr. Oran'ın yeni Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 216/1. maddesinde tanımlanan
"halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme" ve 301/2. maddesinde tanımlanan
"devletin yargı organlarını alenen aşağılama" suçları uyarınca 1 yıl
6'şar aydan 5'er yıla kadar hapis cezasına çarptırılmaları talep edildi.
Yargılama, Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yapılacak.