İstanbul Bakırköy 7'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmekte olan bir dava var.
Bir avukat bir hâkime "Altı aydır ne iş yapıyorsun, neden tebligat çıkarmıyorsun?"
dediği için memura hakaretten 6 ila 30 ay arasında hapis cezasıyla yargılanıyor.
Şikâyetçi hâkim duruşmada "sen demesiydi de hanımefendi deseydi şikâyet
etmezdim" demiş. Eminim ki bu dava haberini gazetelerden okuyan vatandaşlarımızın
büyük çoğunluğu, olayı hiç yadırgamamışlardır. Çünkü bizler ne bir vatandaşın
çıkıp da bir devlet memuruna neden görevini yapmadın, demesine alışığız; ne
de "sen" diye hitap etmesine...
Bunları yapan birinin mahkemelik olmasını da gayet normal karşılarız. Oysa bir memura "neden görevini yapmadın" diye hesap sormayı hakaret kapsamına almanın, herhangi bir ceza maddesine oturtmanın imkânı yok. Geriye kalıyor, "sen" diye hitap etmek ki, o zaman da şunu hatırlatmak gerekir: Eğer "sen" demek ağır cezalık bir suçsa, devletin bütün kurumlarının ve neredeyse bütün memurlarının, karşılarına gelen vatandaşlara "sen" demekten ağır cezada yargılanması gerekirdi.
***
"Devlet vatandaşa sen diyemez" başlıklı yazımı bundan 11 yıl önce,
Yeni Yüzyıl Gazetesi'nde, o zamanlar yayınlanmakta olan "Adliye Koridorları"
adlı televizyon programında yer alan bir mahkeme sahnesinden hareketle yazmışım.
O duruşma salonunda hakimin, karşısında ifade veren genç kızı ezen ve aşağılayan
bir tarzda sürekli "sen" demesinden o kadar rahatsız olmuşum ki, şöyle
demişim: "Hayal bu ya...Tam bu anda diyorum, Genç kız bütün cesaretini
toplasa, sesini dikleştirse, başını havaya kaldırsa ve gözlerini o ulu makamdaki
kişiye dikerek "Bir dakika Hâkim Bey" dese; "Bana 'sen' diyemezsiniz!"
Hâkimin yüzü ne olurdu? Gözleri nasıl da faltaşı gibi açılırdı... Karakola evrak
götüren vatandaş karşısındaki komiser "sen" dediğinde sakin bir şekilde
"Özür dilerim, sanırım daha önce tanışmıyoruz. Arkadaş da değiliz. Dolayısıyla
bana sen diyemezsiniz" deseydi. Nüfus İdaresi'ne işi düşen, İl Milli Eğitim
Müdürlüğü'ne dilekçe veren, PTT'ye para yatıran, vergi dairesinde vergisini
ödeyen vatandaşlar hep bir ağızdan isyan etselerdi ve koro halinde şu sloganı
tekrarlasalardı: "Devlet vatandaşa sen diyemez" Bu bir kampanya haline
gelseydi ve eğer devlet hala "sen" demekte diretirse, vatandaş da
devlete "sen" demeye başlasaydı... Örneğin, dilekçesinin dibine "Emirlerinize
arz ederim" yerine "Gereğini yap" yazsaydı... Ne olurdu, biliyor
musunuz? Türkiye'de demokrasi alanındaki en büyük reformlardan biri gerçekleşmiş
olurdu."
***
Bir ülkede demokrasinin var olup olmadığının belli ölçütleri vardır. Fikrin
suç olmaması, siyasi örgütlenme hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, kendi dilini
konuşma hakkı bunların önemlilerindendir. Ama bütün bunlardan daha önemlisi
ve belki de hepsinin anası, devlet-vatandaş ilişkisinin nasıl olduğu meselesidir.
İşte, vatandaştan bir metre yükseğe konuşlandırdığı kürsüsünden parmağını uzatarak
"Sen" diye bağıran yargıçlarımız, bu ilişkiyi en veciz bir biçimde
ifade etmektedirler. Ve günün birinde biri çıkıp da kendilerine "sen"
demeye kalktığında gösterdikleri öfke de bu hiyerarşiyi nasıl hayat memat meselesi
olarak gördüklerinin ifadesidir. Bakırköy 7'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen
davada, bu hiyerarşiyi bozma girişimi yargılanıyor. O yüzden bu davayı önemseyelim.
Hâkimlerin vatandaşa sen dediği bir ülkede yaşıyorsak, avukatların ya da sanıkların
da hâkimlere sen deme hakkını savunalım.
gülay göktürk/bugün