Taha AKYOL/Milliyet
ÜNİVERSİTE kavramını düşünürken bile eski 'devletçilik' genlerimizin etkisinde
kalıyoruz.
Merkeziyetçi, hiyerarşik ve aşırı kuralcı YÖK ve rektörlük sistemi bunun bir
örneği...
Üniversite giriş sınavlarındaki sistemimiz de aynı şekilde merkeziyetçi, hiyerarşik
ve aşırı kurallara bağlı... Öğrenci seçme sistemimize dün yeni kurallar ilave
ettik ve öğrencilerin kendi alanları dışında tercihler yapmasını daha da zorlaştırdık.
Sınav sistemi labirent gibi... Bir dehlize girmek zorundasınız ve artık o dehlizden
çıkmanız çok güç: "Sözel" dehlizindeyseniz coğrafya bölümüne girebilirsiniz,
ama biyoloji "sayısal"dır, oraya giremezsiniz!
Sosyolojiye "eşit ağırlık" dehlizinden, sosyal bilgiler öğretmenliğine
ise ancak "sözel" dehlizinden ulaşabilirsiniz!
İyi yabancı dil bilen öğrenci için bile, "dil" ve "sözel"
alanları iki ayrı dehlizdir, aralarında aşılmaz katsayı duvarları vardır!
* * *
1961 Anayasası'na askerler ve profesörler bir hüküm koymuştu:
"Üniversiteler, ancak devlet eliyle ve kanunla kurulur." (Md. 120)
Kanunla kurulması doğru... Belli bir ciddiyet, kalite ve vasıf olmalıdır elbette...
Ama niye "ancak devlet eliyle"?
Resmi ideolojinin bu devletçilik anlayışını benimseyen Anayasa Mahkememiz de
1972'de özel yüksekokulları kapattı!
Mahkeme, kararında öylesine toplum dışı bir bilim tarifi yapıyordu ki, bunun
sonucunda bilim "ancak devlet eliyle" olabilirdi.
Şartlar zorladı, 1982 Anayasası kâr amacı gütmeyen vakıflar eliyle "yüksek
öğretim kurumları" kurulmasına imkân sağladı. Ama Anayasa Mahkemesi, "ancak
devlet eliyle..." anlayışını sürdürdüğü için, "vakıf üniversiteleri
olmaz" diye karar verdi!
Bunları aşmak kolay olmadı. Türkiye "merkeziyetçi, hiyerarşik, aşırı kuralcı"
dehlizlerde çok zaman kaybetti.
Özelleştirmeyi de idari reformu da engelleyen, aynı zihniyettir.
YÖK sistemi de, üniversitelerdeki rektör hegemonyası da aynı anlayışın ürünüdür.
* * *
DÜNYA tecrübeleri gözler önünde... Eğer "Hakiki mürşit ilimdir" ise,
dünyadaki gelişmelere ilişkin deney ve gözlemler ispat etmiştir ki, ekonomik,
sosyal ve kültürel gelişmenin motoru, "merkeziyetçi, hiyerarşik, aşırı
kuralcı" yaklaşımlar değil, aksine "deregülasyon" denilen serbestleştirme
yaklaşımlarıdır.
Merkeziyetçi, devletçi yapılardan istifade eden kudret sahipleri karşı çıksa
da, çağımızda modernleşmenin doğru yolu, "teşebbüs-i şahsÓ ve adem-i merkeziyet"tir.
Sıkı kurallara, emir ve talimatlara boğduğumuzda, gelişme olmuyor. Devlet genel
kuralları koymalı, ayrıntıya girmemeli: Bireylere ve kuruluşlara serbest gelişme
ve rekabet özgürlüğü tanımalı.
Bu, alışkın olmadığımız ve ancak 1980'lerden sonra yavaş yavaş öğrenmeye başladığımız
yeni bir mantıktır.
Üniversite sınavlarına indirgeyelim: Öğrenci yetenek ve bilgisini gösteren merkezi
sınav puanlarını aldıktan sonra, ÖSYM'nin katsayı ve puan türleri gibi dehlizlerine
hapsolmadan fakültelere başvurabilmelidir...
Öğrenci gelişmiş ülkelerdeki kadar serbest ve o kadar sorumlu olmalı.