Anasayfa

Yargıtayın Ergenekon kararı UYAP'a eklendi

Karardan: - "Her ne kadar mahkemece, sanığa (İlker Başbuğ) atılı suçların görev kapsamında kalmadığı ve eylemlerin görevi ile ilgisi bulunmadığı kabul edilmişse de eylemlerin sanığın doğrudan göreviyle ilgili olduğu anlaşılmıştır"

Haber Giriş : 2016-04-23T15:20, Son Güncelleme 2021-08-15T19:01

Yargıtay 16. Ceza Dairesinin Ergenekon davasına yönelik bozma kararında, emekli Orgeneral İlker Başbuğ'un Yüce Divan'da yargılanması gerektiği yönündeki itirazlarına ilişkin, "Her ne kadar mahkemece, sanığa atılı suçların görev kapsamında kalmadığı ve eylemlerin görevi ile ilgisi bulunmadığı kabul edilmişse de eylemlerin sanığın doğrudan göreviyle ilgili olduğu anlaşılmıştır. Sanığın yargılama merciinin Yüce Divan olarak değiştirilmiş olmasına rağmen, Yüce Divan yerine Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılması ve yargılamaya bu mahkemede devam edilmesi Anayasa'ya ve yasalara açıkça aykırılık oluşturmaktadır." denildi.

Dairenin temyiz incelemesini yaptığı Ergenekon davasına ilişkin gerekçeli kararı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemine (UYAP) konuldu.

Fiziki ortamda 231 sayfalık karar, UYAP sisteminde yazı büyüklüğü gibi farklılıklar nedeniyle 170 sayfa olarak yer aldı.

Kararda, davaya ve hükme esas alınan kanıtların elde edilmesi, hukuken geçerliliği ve takdiri, adil yargılama sürecini etkileyen işlem ve kararlar ve özellikle varlığı ya da yokluğu birçok sanığın hukuki durumunu doğrudan ilgilendiren silahlı terör örgütüne ait kanıtlar değerlendirildi.

Ayrıca, geçerliliği, örgüt kurma ve örgüte üye olma suçu yönünden yeterliliği ve bu örgüt faaliyetleri içerisinde işlendiği kabul edilen hükümete karşı suç ve devlet sırlarına karşı suçların değerlendirilmesine yer verildi.

Kararda öncelikle temyiz konusu hukuki uyuşmazlık ile Dairenin görüş ve kabulü ortaya konulduktan sonra konuyla ilgili bozma nedenleri belirtildi.

Buna göre, sanıklar Arif Doğan, Emcet Olcaytu, Fatih Derdiyok, Münür Kemal Yavuz, Hüseyin Görüm, Mehmet Koral, Muzaffer Tekin, Salih Kurter, Sami Hoştan ve Ünal İnanç'ın hükümden sonra ölmesi nedeniyle haklarında düşme kararı verilmesi gerektiği belirtildi.

Kararda, sanık Mehmet Şener Eruygur'a isnat edilen suç tarihinden sonra ve kovuşturma aşamasında dosyada bulunan Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun 20 Temmuz 2012 tarihli raporuna göre, suç tarihinde herhangi bir akli arıza içinde olduğuna delalet edecek tıbbi bulgu ve belgeye rastlanılmadığı ancak organik beyin sendromu (travmaya bağlı) teşhisinden dolayı akıl hastalığının bulunduğu hatırlatıldı.

Bu rahatsızlığın "duruşma ve sorgu yapılmasını imkansız kılacak, yani sanığın kendini makul şekilde müdafaa edemeyecek derecede olması" halinde sanık Eruygur'un iyileşme olanağının bulunup bulunmadığı hususunda ek rapor alınarak sonucuna göre iyileşme imkanı bulunmadığı takdirde Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 223. maddesinin 8. fıkrasının 1. cümlesi uyarınca davanın düşmesine karar verilmesi gerektiği belirtildi.

Kararda, Eruygur'un iyileşme olanağının devam etmesi halinde ise CMK'nın 223 maddesinin 8. fıkrasının 2. cümlesi uyarınca kovuşturmanın durması gerektiği aktarılarak, "Sanığın konusunda uzman bir hastanede gözlem altına alınarak koruma ve tedaviye karar verilmesi, amaca uygun aralıklarla yargılanmaya imkan sağlayacak derecede salaha ulaşıp ulaşmadığı sorulması, iyileştiğinde yargılanmasına başlanması ve sonucuna göre hukuki durumunun saptanması gerekirken, suç tarihi itibarı ile ceza ehliyeti araştıran yetersiz rapora dayalı olarak savunma hakkını kısıtlayıcı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır" denildi.

-Yüce Divan itirazı

Sanıklardan emekli Orgeneral İlker Başbuğ'un kendisi yönünden görevli mahkemenin Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi olduğuna dair temyiz itirazlarına yönelik değerlendirmede ise yasama, yürütme ve yargı alanına giren tüm işlem ve eylemlerin hukuk kuralları içinde kalmasının, temel hak ve özgürlüklerin, Anayasal güvenceye bağlanmasıyla olanaklı hale geldiği vurgulandı.

Başbuğ'a yönelik dava dosyasının Ergenekon davasıyla birleştirildiği ve mahkumiyet kararı verildiği hatırlatılan kararda, dava açıldıktan sonra yapılan yasa değişikliğiyle Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları hakkında soruşturma açılmasının Başbakan'ın iznine tabi tutulduğu, Başbakan tarafından kamu davasının açılmasına gerek görülürse, soruşturma dosyasının Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapılmak üzere Anayasa Mahkemesine gönderileceği kuralı getirildiği anlatıldı.

Kararda, "Her ne kadar mahkemece, sanığa atılı suçların görev kapsamında kalmadığı ve eylemlerin görevi ile ilgili bulunmadığı kabul edilerek yargılamaya devamla karar ittihaz olunmuş ise de sanığa isnat olunan suçlara ilişkin iddia edilen eylemlerin yürütmekte olduğu Genelkurmay Başkanlığı görevinin kendisine sağladığı kolaylık ve avantajla gerçekleştirildiği, yine, atılı eylemlerin görevdeki yetkiyi kötüye kullanma yönünden tartışılması gerektiği nazara alındığında, atılı suçlara ilişkin eylemlerin sanığın doğrudan göreviyle ilgili olduğu anlaşılmıştır.

Tüm bu düzenlemeler ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, sanığın yargılama merciinin Yüce Divan olarak değiştirilmiş olmasına, usule ilişkin bir düzenleme olması nedeniyle yürürlüğe girmesinden sonra yapılan tüm yargılama işlemlerine uygulanması gerekmesine rağmen, Yüce Divan yerine Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılması ve yargılamaya bu mahkemede devam edilmesi Anayasa'ya ve yasalara açıkça aykırılık oluşturmaktadır."

Ergenekon davasında yerel mahkeme kararının bozulmasına karar veren Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin gerekçeli kararında, "Dosyamıza konu davaların soruşturmasında görev alan ve aynı kişilerden oluşan kolluk personeli grubunun, Türkiye'nin birçok ilinde yapılan operasyonlarda görev yapması, tüm dokümanlar ile dijital verilerin bu kişiler tarafından incelenerek tutanağa bağlanması, Cumhuriyet savcılarının CMK'nın 122. maddesine aykırı olarak düzenlenen bu tutanaklara kuşku ile yaklaşmadan ve sorgulamadan itibar ederek koruma tedbirlerine ilişkin kararlara, iddianameye ve mütalaaya konu etmesi usul ve yasaya aykırıdır." denildi.

Yargıtay 16. Ceza Dairesinin gerekçeli kararı, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) konuldu.

Kararda, Ergenekon davası ile birleştirilen diğer davalara ilişkin yapılan değerlendirmede, ceza muhakemesinde genel kuralın, açılan her dava üzerine ayrı bir yargılamanın yapılması olduğu ancak uyuşmazlıklar arasında bağlantı bulunduğu zaman bağlantının özelliği gereği bu kuraldan ayrılmanın mümkün olacağı vurgulandı.

Bağlantılı davaların ayrı ayrı görülebileceği gibi birleştirilerek de görülebileceği, istisnai hallerden biri olan yargılamaların birleştirilmesine karar verilebilmesi için davalar arasında bağlantı olması, davaların birleştirilmesinde yarar görülmesi, birleştirme yasağı söz konusu olmaması gerektiği kaydedildi.

Kararda, "Yargılamaların birlikte görülmesini mutlak biçimde aramanın, davaların uzamasına neden olacağı ve makul sürede sonuçlanmasını engelleyeceği gibi hakkında hüküm verilmesi dışında yapılacak bir muhakeme işlemi bulunmayan kişilerle ilgili davaların zaman aşımına uğramasına, bozulan kamu düzeninin kısmen de olsa düzeltilmesi imkanının kaybedilmesine ve dolayısıyla da toplumdaki adaletin gerçekleşmesini görmeye yönelik beklentilerin karşılanamamasına neden olacaktır" denildi.

Bu davayla birleştirilen Danıştay davası sanıkları ile Ergenekon terör örgütü olarak isimlendirilen davanın sanıkları arasında hukuki ve fiili bağlantının varlığının somut delillerle ispat edilmesi ya da öldürme suçunun örgüt faaliyeti çerçevesinde işlendiğinin tespiti halinde davaların birlikte görülmesi, sanıkların hukuki durumunun buna göre belirlenmesi gerektiği ifade edilen kararda, "Aksi takdirde açıklanan nedenlerle davanın birleştirilmesi usul ekonomisine aykırı olacağı gibi tutuklu şekilde devam eden yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmasını engelleyeceğinden, bu tür davalar ana dosyadan tefrik edilerek karara çıkarılmalıdır" tespiti yapıldı.

- Elde edilen deliller

CMK ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) iletişimin tespitine ve dinlemelere ilişkin maddelerine yer verilen kararda, tüm deliller gibi iletişimin tespiti neticesinde elde edilen görüşmelere ilişkin tutanakların da delil olarak kullanılabilmesi için Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) ilgili maddeleri gereğince hukuka uygun olarak elde edilmiş bulunması gerektiğinden öncelikle bu hususun incelendiği aktarıldı.

Ceza Genel Kurulu'nun, kararlarında, hukuka aykırı olarak elde edilen iletişim tespit tutanaklarının hükme esas alınamayacağını belirtmek suretiyle iletişimin dinlenilmesi hususunda önemsiz, şekli hukuka aykırılık anlayışının geçerli bulunmadığını kabul ettiği ifade edilen kararda, "Gerçekten de haberleşme hürriyeti anayasal bir haktır ve ihlali önemsiz kabul edilemez. CMK'nın 135. maddesinde iletişimin dinlenilmesinin katalog suçlar için mümkün kılınması, katalog harici suçlar için tespit edilmiş delilleri CMK'nın 138. maddesinin dahi dışında tutması hukuka aykırı bir kararla elde edilmiş iletişim tespit tutanaklarının hükme esas alınmayacağının kanun tarafından da açıkça öngörüldüğünü göstermektedir. Buna göre yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmış sayılması dahi hukuka aykırı dinleme tutanaklarının delil olarak kullanılabileceği anlamına gelemez" tespiti yapıldı.

Kararda, somut olayda iletişimin dinlenilmesine ilişkin kararlar verilmeden önce başka suretle delil elde etmeye ilişkin soyut ifadeler dışında dosya kapsamında yeterli çalışmanın yapılmadığı, her bir sanık ve somut olay için ortaya çıkan bulgulara göre bir değerlendirilme yapılması gerekirken genelleme suretiyle tüm kararlarda "Ergenekon yapılanmasının deşifre edilmesi suç işlemek amacıyla kurulmuş örgütlü bir yapı içerisinde faaliyet gösteren şahısların suç faaliyetlerinin önlenmesi, suçluların suç delilleri ile yakalanabilmesi ve grup içerisindeki yapının ortaya konulabilmesinin fiziki takip çalışmaları ile mümkün olmadığından başka türlü delil elde etme imkanı bulunmadığı" gerekçesine dayanılarak iletişim tespiti kararı verilmesi ve yetersiz gerekçeye dayalı bu kararlar uyarınca yapılan arama işlemlerinin hükme esas alındığı da belirlendi.

Arama ve el koyma dokümanlarının da incelendiği kararda, arama ve el koyma kararlarında yapılan usulsüzlükler aktarıldı.

- Tanıklık

Kararda, tanıklık konusundaki itirazlara yönelik değerlendirmelere de yer verildi. Buna göre, mahkemenin, iddia makamının tanıkları yanında katılan ya da sanık tarafının tanık dinletme taleplerini de adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirip karara bağlaması gerektiğine işaret edildi.

Karar metninde, yasal düzenlemeler doğrultusunda, birçok sanığa, tanıkların dinlendiği oturumlardan çıkarılmaları nedeniyle, tanıklara soru sorma ve tanık ifadelerine karşı beyanda bulunma olanağı tanınmaması, savunma hakkının kısıtlanması olarak değerlendirildi.

Yerel mahkemenin gizli tanık uygulamasına yönelik eleştirilere de yer verilen kararda, "Osman Yıldırım'ın ifadelerinin sanık, tanık ve gizli tanık olarak tespit edilip daha sonra bu beyanların aynı maddi olayla ilgili olarak birbirini destekler nitelikte üç ayrı kanıt olarak hükme esas alınması, tanığın beyanlarının güvenilirliğinin denetlenmesi açısından anlatımlarda geçen tarihi bilgi ve maddi vakıaların uygunluğunun araştırılıp tespitinden sonra hükme esas alınması gerekirken tanıkların, sanıkların aleyhine şahsi yorumlar yapmasına müsaade edilerek ve bu yöndeki bir kısım sanıkların itirazları dikkate alınmaksızın hayatın olağan akışıyla uygun düşmeyen tanık beyanlarının hükme esas alınması usul ve yasaya aykırıdır." denildi.

Kararda, dinlenmesi halinde dosyanın esasını etkileyebilecek konumda olup duruşmalarda hazır edilen tanıkların dinlenme taleplerinin reddedilmesi, tanık Şamil Tayyar'ın dinlenmesi yönündeki ara karardan yeterli ve hukuki gerekçe gösterilmeden vazgeçilmesi de bozma gerekçeleri arasında sayıldı.

Öte yandan, MİT mensuplarının dinlenilmesi konusunda 2937 sayılı MİT Kanunu'nun 29. maddesine aykırı davranmak suretiyle emekli MİT mensubu Mehmet Eymür'ün tanık olarak dinlenilmesi ve beyanlarının hükme esas alınmasının da usul ve yasaya aykırı olduğu bildirildi. Kararda, gizli tanıklara soru sorulmasına engel olunması da bozma nedeni sayıldı.

- Savunma hakkının kısıtlanması

Sanıkların savunma hakkının kısıtlanmasına ilişkin iddialarla ilgili yapılan incelemede de mahkeme tarafından, bazı sanıkların savunma süresinin iki duruşma günü, bazılarının ise bir duruşma günü ile sınırlandırılması, esas hakkındaki mütalaaya karşı, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan cezalandırılması istenen sanıklar için sanık ve avukatlarına toplam bir saat, silahlı terör örgüt üyeliği ile diğer suçlardan cezalandırılması istenen sanıklar için ise sanık ve avukatlarına toplam iki saat sözlü beyanda bulunma hakkı tanınmasının bozma nedeni sayıldığı anlatıldı.

Kararda, duruşmalar sırasında sanık müdafilerinin mikrofonlarının verilen süreyi aştıklarından bahisle kapatılarak hukuki yardım amacıyla oturumda sanıklarla görüşmelerine izin verilmeyerek, duruşma sırasında ve verilen aralara ilişkin kamera kayıtlarına göre işlem yapılmak suretiyle sanık müdafilerinin görevlerinin yerine getirilmesine engel olunarak savunma hakkının kısıtlandığı da belirtildi.

Mahkemenin gerekçeli kararının eleştirildiği kararda, yeterli ve yasal bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesinin yasa koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi uygulamada da keyfiliğe yol açacağı vurgulandı. Keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek ve yargısal denetimin yapılmasına kolaylık sağlamak için hükmün gerekçeli olması gerektiği belirtilen kararda, şunlar kaydedildi:

"Hakimin kendi bilgisi hükme dayanak yapılamaz. Yalnız vicdani kanaate dayanan bir kabul, her zaman gerçeğe uygun düşmez. Bir şeyin şüpheli olarak kabulü, reddi anlamına gelmelidir. Vicdani kanaat kendi başına hüküm sebebi olmaz, isnadın doğruluna veya yanlışlığına vicdanen kani oluncaya kadar hakimin delil araştırmaya devam etmesi gerekir. O halde vicdani kanaat, delil değildir. Terim çoğaltmak, açıklamak gerekçe sayılmaz. Vicdani kanaat, delillerin takdiri bakımından önemlidir. Bu dahi delillerin mevcut olmasını gerektirir. Bu delillerin rasyonel ve realist olmaları zorunludur. Subjektif nitelikte bulunan vicdani kanaat gerekçe sayılamaz. Hakimin delilleri toplama ve toplanmış delilleri takdiri aynı şey değildir. Hakimin delilleri toplamasında takdir hakkı bulunmayıp, toplanmış olan delillerin takdirinde serbesttir. Ancak bu serbestlik de keyfilik değildir."

- Bülent Ecevit'in sağlık durumu

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in rahatsızlığı ve Başkent Üniversitesi Hastanesinde tedavi gördüğü sürecin özetlendiği kararda, Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 5'e karşı 6 oyla, oy çokluğuyla düzenlediği raporda, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in diğer rahatsızlıklarının yanında orta veya ileri evrede parkinson hastalığının da teşhis ve tedavisine ilişkin kullanılması gereken ilaçlar konusunda görüş birliği bulunduğu, farklı görüşün Başkent Üniversitesi Hastanesinde bu rahatsızlığın tedavisi sırasında uygulanan ilaç dozundan kaynaklandığı, çoğunluk görüşüne göre dozun yetersiz olup yükseltilmesi gerektiği, muhalefet şerhinde ise uygulanan ilaç tedavisinin tıp kurallarına uygun olduğunun beyan edildiği aktarıldı.

Kararda, bu bilgiler karşısında, rahatsızlığa ilişkin teşhis ve tedavide kullanılacak ilaç konusunda ittifak bulunması, kullanılacak ilaç dozu konusundaki uzman hekimler arasında 5/6 şeklinde farklı görüş çıkması dikkate alındığında, farklı görüşlerden herhangi birinin bilimsellikten uzak olduğunun ileri sürülemeyeceği ifade edilerek, şunlar kaydedildi:

"Uygulamada hekimler arasında tedavideki doz farkı konusunda görüş farklılıkları bulunmasının doğal olması, kullanılacak doz miktarında tıp literatüründe kesinlik bulunmaması karşısında, mahkemece rapor içeriğinin yanlış anlamlandırılarak tedavi sürecinin dolaylı biçimde örgütsel faaliyet olarak kabul edilip dönemin Başbakanını iş göremez hale getirmek suretiyle hükümete karşı suçun işlendiğine delil kabul edilmesi, kabule göre de Başkent Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı olup teşhis ve tedavi ekibinde yer almayan sanık Mehmet Haberal'ın, hastanede uygulanan tedavinin ne şekilde yapılacağı konusunda teşhis ve tedavi sürecinde görev alan hekimleri ve sağlık personellerini yönlendirdiğine ilişkin somut deliller ortaya konulmadan meydana gelen sonuçtan sorumlu tutulup yazılı şekilde mahkumiyeti yönünde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır."

Kararda, ayrıca CMK'nın 225/1 maddesi uyarınca mahkemenin kesinlikle dava edilmeyen bir fiil veya fail hakkında hakkında kendiliğinden yargılama yaparak, karar veremeyeceği vurgulandı.

Usule ilişkin bu yasal düzenlemeye aykırı olarak, dava konusu yapılacak eylemin açıkça ve bağımsız olarak iddianamede gösterilmesi gerektiği halde, aralarında Doğu Perinçek, Kemal Gürüz, Tuncay Özkan, Ergün Poyraz, Levent Ersöz, Mustafa Balbay, Sinan Aygün, Veli Küçük'ün de bulunduğu bazı sanıklar hakkında iddianamede yer almayan suçlardan hüküm kurulmasının, bozma nedenleri arasında yer aldığı belirtildi.

- Mahkemenin oluşumu

Mahkemenin oluşumuna yönelik değerlendirmede ise yasaya göre Ağır Ceza Mahkemesinin 1 hakim ve 2 üyeden oluşması gerekirken, 6 hakimle hükmün açıklanması bozma nedenlerinden sayıldı. Kararda, "Mahkemenin karar müzakeresi usulü CMK'nın 227. maddesine açıkça aykırı olduğu gibi bu aykırılığın aynı Kanun'un 289/1-a maddesi uyarınca kesin hukuka aykırılık hallerinden bulunmasına rağmen yazılı şekilde müzakere yapılarak hüküm kurulması hukuka aykırı bulunmuştur." denildi.

Bu aykırılığın sonucuna bağlı olarak haklarında beraat kararı verilenlerin hukuki durumlarının da değerlendirildiği belirtilen kararda, "Mahkeme heyetinin kanuna uygun teşekkül edip etmediği, müzakerelerin usule uygun olup olmadığına ilişkin kuralların 'sırf sanık yararına vazedilmiş usul kuralları' olmaması ve dosyanın diğer sanıklarından bir kısmının aynı kararla ilgili mahkeme heyetinin oluşumu ve müzakerelerin yapılışına ilişkin itirazlarda bulunması da dikkate alındığında CMUK'nın 309. maddesinin dosyamızda uygulanması mümkün görülmemiş ve bu sanıklar yönünden salt bu nedenle bozma kararı vermek gerekmiştir. Ancak, mahkemesince 'makul sürede yargılanma' hakkı çerçevesinde haklarında başkaca yargılama işlemi gerekmeyen bu sanıkların dosyaları tefrik edilerek haklarında karar verilmesi mümkün görülmüştür." değerlendirmesine yer verildi.

- Adil yargılama

Kararda, adil yargılama ilkesine yönelik değerlendirmede, hakimlerin, Anayasa ve yasalarla kendilerine verilen görev ve yetkileri yazılı olan veya olmayan ancak evrensel anlamda hakim ve savcıları bağladığından kuşku bulunmayan etik kurallara tabi olarak yerine getirmeleri gerektiği vurgulandı.

Aksine davranışın ortaya çıkacak sonuçlar ve toplumdaki adalet duygusunda açacağı yara itibarıyla hakimlik mesleğinden kaynaklanan yetki ve görevin ihmal edilmesi ya da kötüye kullanılması anlamına geleceği belirtilen kararda, şu tespitlere yer verildi:

"Dosyamıza konu davaların soruşturmasında görev alan ve aynı kişilerden oluşan kolluk personeli grubunun, Türkiye'nin birçok ilinde yapılan operasyonlarda görev yapması, tüm dokümanlar ile dijital verilerin bu kişiler tarafından incelenerek tutanağa bağlanması, Cumhuriyet savcılarının CMK'nın 122. maddesine aykırı olarak düzenlenen bu tutanaklara kuşku ile yaklaşmadan ve sorgulamadan itibar ederek koruma tedbirlerine ilişkin kararlara, iddianameye ve mütalaaya konu etmesi, yargılamayı yapan yargıçların da ısrarla yukarıda belirtildiği üzere yasalara aykırı olarak elde edilen kanıtlara göz yumması ve bu yöndeki ısrarlı itirazları dikkate almayarak maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yönelik haklı taleplerin ısrarla ve yetersiz gerekçelerle reddedilmesi, karardan sonra, soruşturma ve yargılamada esas alınan önemli delillerin sahteliği konusunda tespitlerin ortaya çıkması karşısında, sahteliği ortaya çıkan delillerden objektiflikten uzak varsayıma dayalı çıkarımlar yaparak bu varsayımların sübuta esas alınması, hakimlerin tarafsızlığı konusunda haklı şüphe oluşturacağının gözetilmemesi usule ve yasaya aykırıdır."

Kararda ayrıca, yargı mercilerinin davaları makul sürede bitirecek şekilde yargılamanın yapılması için gerekli tedbirleri almasının zorunluluğu vurgulanarak, "Birleştirilmesinde zorunluluk bulunmayan davaların birleştirilmesi, soruşturma ve kovuşturmanın paralel olarak yapılması, yani bir kısım sanıklar yönünden kovuşturma başladığı halde aynı suçla ilgili olarak diğer sanıklar hakkında soruşturmalara devam edilmesi, gibi nedenlerle davanın makul sürede bitirilmesini sağlayıcı önlemlerin alınmaması nedeniyle bir kısım sanıklar bakımından hak ihlali olduğu anlaşılmaktadır." denildi.

Ergenekon davasında yerel mahkeme kararının bozulmasına karar veren Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin gerekçeli kararında, örgütün mahkemece kabul edilen büyüklüğü karşısında, dokümanların örgütün varlığını açıklamak için yeterli olmadığı, örgüt faaliyeti kapsamında daha önce işlenmiş suçların ortaya konulamadığı, sanıkların örgütle nerede ne zaman kimler vasıtasıyla organik ilişki kurdukları açıklanmadan ve somut delilleri ortaya konulmadan dokümanlarda yazılı soyut cümlelere atıf yapılarak örgütle bağlantılarının kurulduğu belirtildi.

Yargıtay 16. Ceza Dairesinin gerekçeli kararı, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) konuldu.

Kararda, "örgüt suçu" ve "örgüt" tanımına ilişkin genel açıklamaların ardından, Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında bir oluşumun, örgüt niteliğinde bulunup bulunmadığı ve niteliğinin belirlenmesi hususunda özel bir düzenlemeye yer verilmediği aktarıldı.

Yerel mahkemenin "Ergenekon Terör Örgüt"ne ve örgütün bağlantılarına yönelik kabulüne ilişkin belgelerin irdelendiği kararda, Genelkurmay Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığının yazılarında Ergenekon örgütünün varlığına ilişkin bilgiler bulunmadığı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığına örgüte ilişkin bilgilerin, istihbarat niteliği bulunmayan ihbarlar, eklerinde gönderilen dijital deliller ve açık kaynaklarla sınırlı olduğu, Emniyet Genel Müdürlüğü yazısına göre ise örgüte ilişkin bilgilerin ilk defa bu soruşturma ve dava kapsamında ortaya çıkmış olduğu belirtilmesine rağmen, Emniyet Genel Müdürlüğü yazısının kabule esas alındığı mahkeme kararında, örgütün nerede, ne zaman, kim ya da kimler tarafından ne amaçla kurulduğunun somut olarak ortaya konulmadığı belirlendi.

Kararda, örgütün mahkemece kabul edilen büyüklüğü karşısında, dokümanların örgütün varlığını açıklamak için yeterli olmadığı, örgüt faaliyeti kapsamında daha önce işlenmiş suçların ortaya konulamadığı, sanıkların örgütle nerede, ne zaman, kimler vasıtasıyla organik ilişki kurdukları açıklanmadan ve somut delilleri ortaya konulmadan dokümanlarda yazılı soyut cümlelere atıf yapılarak örgütle bağlantılarının kurulduğu ifade edildi.

Örgüt hiyerarşisinde konumları somut olarak ortaya konulmadığı gibi, kabul edilen şekliyle departman/hücreler arasındaki köprü elemanları ve irtibatın ne suretle sağlandığının da ortaya konulamadığı ifade edilen kararda, örgüt hiyerarşisinin ve köprü elemanların ortaya konulmamasının henüz örgüt hiyerarşisinde yer alan kişiler ile köprü elemanlarının belirlenememiş olması gerekçesiyle açıklanamayacağı vurgulandı.

Mahkemece kabul edilen şekli ile hiyerarşisi ortaya konulamayan örgütün, sevk ve idaresinin mümkün bulunmadığı gibi, kendisini gizlemesine de olanak bulunmadığı kaydedilen kararda, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde kurulu olmakla birlikte sivil yapılanmaya da sahip olduğu ve 1971 yılında da var olduğu kabul edilen örgütten, Milli İstihbarat Teşkilatı, Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü ile Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün dahi haberdar olmamasının olağan kabul edilemeyeceği, keza varlığı kabul edilen bu örgütün diğer terör örgütlerini yönetip yönlendirdiğine dair delil bulunmadığı, örgütün varlığına esas alınan bazı delillerin hukuka aykırı delil niteliği taşıdığı kaydedildi.

Kararda, "Örgütün varlığına kanıt kabul edilen deliller ile ilgili hükümden sonra ortaya çıkan bilirkişi raporları ve beraat kararları da gözetilerek, sanıkların dosya kapsamındaki atılı suçlara ilişkin somut delillere dayalı eylem ve faaliyetleri ile bu eylem ve faaliyetlerindeki irtibat ortaya konulduktan sonra, varsa iştirak iradesini aşan hiyerarşik bir yapılanmanın bulunup bulunmadığı ile bu yapıdaki konumları, bir ya da birden fazla oluşum ya da örgüt niteliğinde olup olmadığı, yine dosya kapsamındaki delil ve eylemlerle ilişkilendirilerek, varsa örgüt ya da örgütlerin nitelikleri de belirlendikten sonra sanıkların eylem ve faaliyetleri ile örgütteki hiyerarşik ilişkileri somut delillerle ortaya konulup, hukuki durumlarının buna göre tayin ve takdiri gerektiğinin gözetilmemesi usul ve yasaya aykırıdır" tespiti yapıldı.

- Eksik inceleme

Kararda, bir kısım sanıklar ve müdafilerinin aramada ele geçen delillere kolluk görevlilerince sayı ve içerik itibarıyla ilave yapıldığının ileri sürülmesi karşısında, mahkemece bu hususta ayrıntılı araştırma yapılmadan karar verilmesinin de usul ve yasaya aykırı bulunduğu belirtildi.

Bazı dijital dosyaların, bu dosyalara sonradan ek yapıldığı iddiaları yeterince araştırılmadan hükme esas alınmasının da bozma nedenleri arasında yer aldığı belirtilen kararda, sanıklardan Nusret Senem'in evinde yapılan aramada elde edildiği belirtilen Başbakanlık MİT Müsteşarlığının "Çok Gizli" ibareli ve Susurluk Raporu olarak tabir edilen evrak ile ilgili olarak, sanığın bu belgeyi avukatlık mesleğini yürütmesinden dolayı vekili olduğu bir dava dosyasından temin ettiğine dair savunmasının araştırılmamasının da uygun bulunmadığı kaydedildi.

İşçi Partisi Genel Merkezi, Ulusal Kanal ve Aydınlık Dergisinde yapılan aramada bulunduğu belirtilen Yargıtay binası krokisini içeren CD'ye ilişkin itirazların da yeterince araştırılmadığı belirtilen kararda, "Sanıkların, CD'nin buradaki aramalarda bulunmadığı, CD içindeki klasörlerle bir ilgilerinin olmadığı, kroki ve krokinin açılımı belgesinin 24 Mart 2008 tarihli Taraf Gazetesi nüshasında yayınlandığı, belgenin, İşçi Partisi aramasından 8 gün önce, Taraf Gazetesi'nin Ankara-İstanbul büroları arasında fakslandığı iddiaları karşısında, söz konusu iddiaların araştırılarak, bu iddialarla ilgili Taraf Gazetesi yetkilileri hakkında bir soruşturma yapılıp yapılmadığının, kamu davası açılıp açılmadığının tespiti ile kamu davası açılmış ise bu dosyanın celbedilerek incelenmesi gerektiği gözetilmeden karar verilmesi yasaya aykırıdır" denildi.

Aynı CD içerisinde yer alan ve Nusret Senem tarafından oluşturulduğu mahkemece kabul edilen "Liman Lokantası Yemeği" belgesinde, yemeğe sanık Ergun Poyraz'ın da katılacağının yazılı olmasına karşın, o tarihte sanık Poyraz'ın cezaevinde tutuklu olduğu ve bu sebeple belgenin de gerçek dışı olduğu savunmalarının da araştırılmadan eksik incelemeyle karar verildiği kaydedildi.

Kararda, sanık İbrahim Şahin'in İstanbul'daki ikametinden ele geçirilen ve örgütün eylem planları olduğu kabul edilen "tedhiş planı" belgelerinde yer alan eylem planlarının hayatın olağan akışına uygun olup olmadığı, yazılı olduğu şekilde bir eylemin gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceği hususunda belgelerde geçen yerlerde keşif yapılmadan, bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırılmadan, eksik araştırma ile mahkumiyet hükmü verilmesi de bozma nedenlerinden sayıldı.

Ümraniye'deki gecekonduda patlayıcı madde bulunduğu iddialarına yönelik ihbar saati konusundaki çelişkilerin de giderilmediği belirtilen kararda, "Yargılama sürecinde gerek kolluğa gerekse soruşturma ve kovuşturma makamlarına yargılama konusu olaylarla ilgili olarak çok sayıda isim içeren ve içermeyen ihbar mektuplarının gönderildiği anlaşılmakla anılan ihbarların kim ya da kimler tarafından yapıldığı yönünde herhangi bir araştırmaya gidilmemesi, suretiyle eksik soruşturma sonucu hüküm kurulması yasaya aykırıdır" tespitine yer verildi.

Yerel Mahkemenin kabul ettiği vahamet arz eden olayların da irdelendiği kararda, bu eylemlerin ve özellikle Danıştay saldırısının dosyadaki amaç suç olan hükumeti ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçunun gerçekleşmesine neden olacak niteliğe sahip olduğunun, ancak sanık Alparslan Arslan'ın olaydan hemen sonra yakalanması ve soruşturma makamlarının etkin çalışmalarıyla irtibatlarının hızla ortaya çıkarılmasından dolayı bu eylem kendisinden beklenen ülkede askeri darbe yapılması sonucunu doğuramadığının mahkemece kabul edildiği hatırlatıldı.

Alparslan Arslan'ın, sürekli yanında bulunan ve örgütsel toplantılara birlikte katılan örgüt üyesi sanık Osman Yıldırım ile Erhan Timuroğlu ve İsmail Sağır ile özel bir araçla örgütsel bir eylem kabul edilen Danıştay saldırısını gerçekleştirmek için Ankara'ya geldikleri kabul edildiği halde, sanıklar Osman Yıldırım, Erhan Timuroğlu ve İsmail Sağır'ın örgütsel eylemden vazgeçtiklerine veya eylemlerinden gönüllü vazgeçerek, asli fail olan Alparslan'ın eylemden vazgeçmesi için ellerinden gelen bütün gayreti göstermelerine rağmen eylemi engelleyemediklerine dair mahkemece tespit edilmiş bir durum bulunmamasına rağmen, yasal olmayan gerekçelerle bu sanıkların beraatlerine karar verilmesinin de usul ve yasaya aykırı olduğu belirtildi.

Kararda, Danıştay saldırısı eyleminin Ergenekon Terör Örgütü Yöneticisi Muzaffer Tekin ve Veli Küçük'ün talimatıyla gerçekleştirildiği kabul edildiği halde, sanık Alparslan Arslan ve Muzaffer Tekin'in bireysel durumlarının değerlendirilmesi bölümlerinde nitelikli öldürme ve nitelikli öldürmeye teşebbüs suçları yönünden, Danıştay saldırısı eylemini Ergenekon silahlı terör örgütü adına örgüt yöneticilerinden Muzaffer Tekin'in talimatıyla yerine getirdiği şeklinde tespit yapılması suretiyle çelişkiye düşülerek karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu aktarıldı.

Gerekçeli kararın hüküm bölümünde, "ayrıntısı karar gerekçesinde açıklandığı üzere, belirtilen usul ve yasaya aykırılıklar nedeniyle hükmün bozulmasına oy birliğiyle karar verildiği" kaydedildi.

Anadolu Ajansı