YARGITAY KARARLARI
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2009/9298
Karar No : 2010/11001
YARGITAY İLAMI
İncelenen Kararın:
Mahkemesi : Bucak Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
Tarihi : 19/12/2006
Numarası : Esas No: 2006/374 Karar No: 2006/363
Davacı : Aslı Ferda Çalışkan
Davalı : Maksut Çalışkan
Dava Türü : Boşanma
Temyiz Eden : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Davacı Ferda Çalışkan tarafından 12/10/2006 tarihinde eşi Maksut Çalışkan aleyhine açılan boşanma davasında tarafların mahkeme önünde anlaştıklarını beyan etmeleri üzerine davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Türk Medeni Kanununun l66/3. maddesinde, evlilik en az bir yıl sürmüş ise eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı öngörülmüştür.
Dosyada mevcut nüfus kaydından, tarafların 11/12/2005 tarihinde evlendikleri anlaşılmış olup, dava tarihine göre henüz bir yıllık yasal süre dolmamıştır.
Mahkemece yasal bir yıllık süre şartının gerçekleşmemiş olması nedeniyle tarafların delilleri sorulup gösterdikleri takdirde toplanarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin açıklanan sebeple kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi. 3/6/2010
—— • –—
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2009/9299
Karar No : 2010/11210
YARGITAY İLAMI
İncelenen Kararın:
Mahkemesi : Kartal 1. Aile Mahkemesi
Tarihi : 9/4/2008
Numarası : Esas No: 2008/132 Karar No: 2008/262
Davacı : Zeynep Şıh'a Velayeten Gülsen Şıh
Davalı : Hasımsız
Dava Türü : Evlenmeye İzin Verilmesi
Temyiz Eden : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Davacı Zeynep Şıh tarafından 8/2/2008 tarihinde hasımsız olarak açılan davada, evlenmesine izin verilmesinin istendiği, annesi Gülsen Şıh tarafından davaya muvafakat edildiği, yurt dışında olan babasının dinlenilmediği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 124/2. maddesi ile "ancak, hakim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple on altı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenir "hükmü getirilmiştir.
Evlenmesine izin verilmesi istenilen 4/12/1992 doğumlu Zeynep Şıh'ın dava tarihinde on altı yaşını doldurmadığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece, yasal şartın oluşmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken Türk Medeni Kanununun l24/2. maddesi hükmüne aykırı olarak evlenmeye izin verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin açıklanan sebeple kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi. 7/6/2010
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13519
Karar No : 2010/19362
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/6/2009
Numarası : 2008/331-2009/495
Davacı : Hasan Tulpur Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Hasan Tulpur ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/331 E, 2009/495 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/331 Esas, 2009/495-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13520
Karar No : 2010/19363
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/333-2009/463
Davacı : Cemil Aytulum Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Cemil Aytulum ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/333 E, 2009/463 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/333 Esas, 2009/463-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13521
Karar No : 2010/19364
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/350-2009/485
Davacı : Recep Bardak Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Recep Bardak ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/350 E, 2009/485 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1 - Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2 - 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dâhili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3 - Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/350 Esas, 2009/485-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13522
Karar No : 2010/19365
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/326-2009/502
Davacı : Ramazan Apiş Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Ramazan Apiş ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/326 E, 2009/502 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmî davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/326 Esas, 2009/502-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13523
Karar No : 2010/19366
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/313-2009/466
Davacı : Mehmet Doğan Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Mehmet Doğan ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/313 E, 2009/466 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.l2.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/313 Esas, 2009/466-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13524
Karar No : 2010/19367
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/354-2009/469
Davacı : Hanife Demir Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Hanife Demir ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San ve Tic. Ltd.Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/354 E, 2009/469 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/ 54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/354 Esas, 2009/469-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13525
Karar No : 2010/19368
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/324-2009/490
Davacı : Osman Güney Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Osman Güney ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/ 324 E, 2009/ 490 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/ 54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/324 Esas, 2009/490-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13526
Karar No : 2010/19369
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/319-2009/493
Davacı : Mustafa Güder Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd.Şti.
Davacı Mustafa Güder ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd.Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/319 E, 2009/493 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17 ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/319 Esas, 2009/493-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13527
Karar No : 2010/19370
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/314-2009/478
Davacı : Mehmet Yaylacı Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd.Şti.
Davacı Mehmet Yaylacı ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd.Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/314 E, 2009/478 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir,
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17 ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/314 Esas, 2009/478-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13529
Karar No : 2010/19372
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/329-2009/497
Davacı : Yunus Güler Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Yunus Güler ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/329 E, 2009/497 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17 ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/329 Esas, 2009/497-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13530
Karar No : 2010/19373
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/332-2009/510
Davacı : Adem Şahan Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Adem Şahan ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd.Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/332 E, 2009/510 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/332 Esas, 2009/510-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13531
Karar No : 2010/19374
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/336-2009/471
Davacı : Hikmet Mandal Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Hikmet Mandal ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/336 E, 2009/471 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesı ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/336 Esas, 2009/471-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13534
Karar No : 2010/19377
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/338-2009/503
Davacı : Nedim Şentürk Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Nedim Şentürk ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/338 E, 2009/503 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şeklide işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/338 Esas, 2009/503-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13535
Karar No : 2010/19378
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/304-2009/507
Davacı : Ali Koçer Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Ali Koçer ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/304 E, 2009/507 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçeklenmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay İçtihatlarında, açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/304 Esas, 2009/507-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13536
Karar No : 2010/19379
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/340-2009/504
Davacı : Adnan Say Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Adnan Say ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/340 E, 2009/504 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmakladır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/340 Esas, 2009/504-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13538
Karar No : 2010/19381
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/318-2009/492
Davacı : Mustafa Duran Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Mustafa Duran ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/318 E, 2009/492 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, “Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/318 Esas, 2009/492-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13539
Karar No : 2010/19382
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/302-2009/458
Davacı : Abdussamet Hilmi Yılmaz Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Abdussamet Hilmi Yılmaz ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/302 E, 2009/458 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerekliği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/302 Esas, 2009/458-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/13540
Karar No : 2010/19383
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : İskenderun İş Mahkemesi
Tarihi : 16/06/2009
Numarası : 2008/311-2009/460
Davacı : Mahmut Zeytun Adına Avukat Eshabil Kendir
Davalı : 1- Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
2- Yazıcı Demir Çelik A.Ş. Adına Avukat
Yeliz Kendi Şahin
3- Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davacı Mahmut Zeytun ile davalılar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yazıcı Demir Çelik A.Ş. ve Doğan Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki davada İskenderun İş Mahkemesince verilen ve kesinlik sınırı nedeniyle davanın esası incelenmeksizin kesinleşen 16.06.2009 gün ve 2008/311 E, 2009/460 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiası ile kanun yararına bozulması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.03.2010 gün ve 2010/54469 sayılı tebliğnamesi ile istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm belgeler okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
1- Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.'un 427/II maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.'un 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
2- 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı Kanunla eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır. Burada yasadan kaynaklanan bir sorumluluk söz konusu olup dahili dava yolu ile Hazinenin davaya dahil edilmesi usul ve yasaya uygundur.
3- Yerleşik Yargıtay kararlarına göre; Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın (takibin) süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden (ya da icra takibinden) haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların (taleplerin) nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanununda ve Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. HUMK.'un 73. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez.
Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde taraflar yargılamaya katılmasalar dahi mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Duruşmaya gelmese dahi yoklukta davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, yasanın öngördüğü uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girişilmemesi ve delillerin toplanarak bir sonuca ulaşılması zorunludur.
Tebliğ ile ilgili Yasa ve Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisinde daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Tebligat Kanunu ile Tüzüğü'nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
Tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanununun 12. ve 13. maddesinde ve Tebligat Tüzüğünün 17. ve 18. maddesinde açıklanmıştır.
Buna göre; Tüzel Kişilere yapılacak tebligat bunların yetkili temsilcilerine yapılır. Eğer tüzel kikinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gerekir.
Mahkemece, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı adına duruşma günü belirtilmeden tek tebligat zarfı kullanılarak birbirinden bağımsız olan 57 adet dosyaya ait dahili dava dilekçesinin tebligata çıkarıldığı ve yetkisiz kişi adına yapılan tebliğin yukarıda belirtilen yasa ve tüzük hükümlerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre mahkemece usulüne uygun şekilde taraf teşkili oluşturulmaksızın davalı idarenin savunma hakkını kısıtlayarak yokluğunda karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle İskenderun İş Mahkemesinin 16.06.2009 tarih ve 2008/311 Esas, 2009/460-Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE 17/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
—— • –—
Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/5491
Karar No : 2010/8684
YARGITAY İLAMI
Davacı Nesrin Şentürk ile davalı Nüfus Müdürlüğü arasındaki davada Gaziosmanpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ve Yargıtay'ca incelenmeksizin kesinleşmiş bulunan 22.10.2008 günlü ve 2008/199-2008/436 sayılı kararın yürürlükteki hukuka aykırı olduğu savıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 05.05.2010 gün ve Hukuk-2010/100719 sayılı yazısıyla kanun yararına temyiz edilerek bozulması istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
Davacının, Nüfus Müdürlüğü aleyhine açtığı davada, davacının 04.09.1984 olan doğum tarihinin 09.04.1984 ve Kordjali olan doğum yerinin de Kırcaali olarak düzeltilmesini istediği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Dosyada bulunan nüfus kayıt örneğinden, davacının Nermin adındaki kardeşinin doğum tarihi de davacı gibi 04.09.1984 olarak yazılmıştır.
Mahkemece, ikizlerden birinin yaş tashihi söz konusu olunca her ikisinin birlikte sağlık kuruluna sevk edilerek ikiz olup olmadıkları ve yaşları hususunda alınacak heyet raporuyla durumun aydınlatılması gerekirken, ikizlik kaydı bertaraf edilmeden eksik inceleme ve yetersiz araştırmayla davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.
Bu itibarla yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK.'nun 427. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak kaydıyla kanun yararına BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 08.06.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.