Liselere giriş sınavı OKS ve üniversitelere giriş sınavı ÖSS'de 120 bin öğrenci sıfır puan aldı. Ayrıca bini aşkın lise birincisi de açıkta kaldı. Matematik ve Fen'de Türkiye ortalaması 45'te 8. Bu durumda başarısız olan kim? Öğrenciler mi, yoksa öğretmenler mi?..
Öğretmenlerimizin iyi maaş almadıklarını, iyi koşullarda çalışmadıklarını,
hayat standartlarının arzulanan düzeyde olmadığını çok iyi biliyor ve gereğinin
yapılmasını canı gönülden diliyoruz. Ama hemen ardından da şu sormayı sormadan
geçemiyoruz. Giriş sınavlarında sıfır alanlar öğrenciler mi, yoksa öğretmenlerimiz
mi?
Başarı nasıl onlarınsa, başarısızlıkta da en çok pay sahibi olan yine onlar.
Elbette fazlasıyla mazeretleri var. Bunu biliyoruz. Sık sık da dile getiriyoruz.
Ama hiçbir mazeret, çocuklarımızın geleceğinden daha önemli olamaz. Olmamalı
da.
Milli Eğitim Bakanı Çelik, OKS ve ÖSS'de alınan sıfırları, ısrarla görmek istemiyor.
Onlar sıfır puan değil, puanı hesaplanmayan öğrenciler diyor. Oysa, her şey
çok açık ortada. Üç ya da dört yanlış bir doğruyu götürdükten sonra, elde hesaplanacak
bir puan kalmıyorsa, siz bunun adına ne derseniz deyin, kesin bir başarısızlık
söz konusudur ve bunun sorumlusu da; o çocuklarımızı geleceğe hazırlayan o öğretmenlerdir.
Elbette tüm öğretmenleri aynı kefeye koymak mümkün değil. ÖSS, OKS birincilerini
yetiştirenlerin de, dünyanın en iyi üniversitelerine öğrencilerimizin kabullerini
sağlayan da yine bizim öğretmenlerimiz. Ama artık akla kara birbirinden ayrılmalıdır.
Her öğrencisini kendi çocuğu gibi görüp onların geleceği için her türlü fedakârlığı
yapan öğretmen ile işsiz kaldığı için bu kutsal mesleği kerhen yapanları aynı
kefeye koyma niyetinde değiliz. Kimse de olmamalı. Ama Öğretmen Yeterlilik Sınavı'nın
zamanı geldi de geçiyor.
Öğretmenler yetersiz ise bu onların kabahati mi? Bu konuda YÖK'ün, üniversitelerin,
Milli Eğitim Bakanlığı'nın ve politikacıların hiç mi kabahati yok?
Milli Eğitim Bakanı Çelik, öğretmenlik mesleğine en büyük darbeyi, 70'li yıllardaki
Ecevit Hükümeti'nin vurduğunu söyledi. "CHP lideri Baykal da aynı kabinede
bakandı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ, lise mezunlarını, üç
aylık kursla öğretmen yaptı. Bu, öğretmenlik mesleğine karşı yapılmış ihanettir"
dedi ve şöyle konuştu:
"80'li yıllar, hiçbir şey olamıyorsan bari öğretmen ol dönemiydi. 90'lı
yılların başında, açık var diye veterinerler, ziraatçılar, iktisatçılar öğretmen
yapıldı. 95'ten sonra ise öğretmenlik cazibe kazanmaya başladı. Bugün ise en
yüksek istihdam kapısı öğretmenlik. Sırada bekleyen on binlerce öğretmen bulunuyor.
Önümüzdeki 10 yılda çok daha cazip hale gelecek..."
Eğitim fakülteleri dökülüyor
Öğretmen kalitesinin düşük olmasının en önemli nedenlerinden biri de öğretmen
yetiştiren kurumların yetersizliği. Eğitim Sen'in geçen yıl yaptığı bir araştırmaya
göre, 30 eğitim fakültesinde hiç doçent yok. 19 eğitim fakültesinde ise hiç
profesör bulunmuyor. Pek çoğunun dekanları bile farklı mesleklerden öğretim
üyelerince yürütülüyor. Araştırmaya göre, 14 eğitim fakültesinde ise ne doçent
ne de profesör var. Eğitim fakültelerinin 51'inde hiç kadın doçent, 41'inde
de hiç kadın profesör yok.
Bu eğitim fakültelerinin çoğunda, önceki yıllarda yine bu fakültelerden mezun
olanlar derse giriyor. Kalitenin dibe vurma nedenlerinden biri de bu.
Son yüz yıl içerisinde, hukukçu, mühendis, doktor, asker yetiştirme düzeninde,
geliştirme dışında köklü değişiklikler olmazken, öğretmen yetiştirme düzeni
neredeyse her 10 yılda bir değişti. Sanki birileri bu konuyla özellikle oynuyor!
Mademki öğretmenlik bir kariyer mesleği, o zaman hak ettiği önemi daha en baştan
kazanmalı, yani eğitim fakültelerine çekidüzen verilmelidir. Bu arada öğretmen
liseleri daha da yaygınlaştırılmalıdır...
milliyet/abbas güçlü