"Demirel'e bir soru sorduğunuzda ceketinin göğüs cebinden Anayasa kitapçığını çıkarır. Özal'a bir soru sorduğunuz zaman ise, ceketinin göğüs cebinden hesap makinesi çıkarır."
Kafa karışıklığı akıl sağlığının göstergesidir
Geçenlerde mantığına ve bilgisine güvendiğim bir meslektaşımla yurt ve dünya
sorunları üzerinde sohbet ediyorduk.
Sonunda şu noktada birleştik:
- Türkiye'de de dünyada da öyle bir geçiş dönemi yaşanmakta ki, bugün hiçbir
konuda "Kesin doğru budur" diye yargı vermek mümkün değil. Bugün sağlıklı
düşüncenin kanıtı "Kafa karışıklığı" dır. Gelişmeleri tartışmak yerine
"Dediğim dedik çaldığım düdük" diyenlerin düşünceleri sağlıksızdır.
Sizler de bu görüşü paylaşmıyor musunuz? Alın şu "Başörtüsü sorunu "nu
mesela.
Buna bir çözüm bulmak gerekiyor.
Anayasa mahkemesi veya AİHM yahut YÖK istedikleri kadar karar vermiş olsunlar.
Eğer bir durum zaman zaman krizlere yol açıyorsa ve sosyopolitik bir olay olarak
hem siyaseti, hem toplumu ciddi biçimde etkiliyorsa, bunu "Babı içtihadı
kapattım" diyerek havada bırakıp, görmezden gelmek mümkün müdür? Tartışılmazların
dünyası olan dinde bile içtihat kapısını kapatmak mümkün değilken, toplumsal
gerçekleri nasıl dondurabilirsiniz ki? Varlık sebebi, bilinen bütün bilgileri
ve hatta "Nihai gerçek" şeklinde kabul edilen düşünceleri bile tartışmak,
bunların üzerinde spekülasyon yapmak olan üniversite (Veya YÖK'çüler), "Artık
bu sorun bizim açımızdan yoktur" diyerek, bir anda "Ulema" konumuna
geçmeyi nasıl kabullenebilirler? Aynı kafa karışıklığı "Devlet" in
tartışılması sırasında da yaşanmakta. Devletin ne olduğu konusunu tarih boyunca
filozoflar, hukukçular, siyasetçiler tartıştı durdu. Fransa kralları (Mesela
14'üncü Louis) "Devlet benim " diyebiliyorlardı bir çağda. Ama 18'inci
yüzyıldan başlayarak devletin hükümdarların dışında bir hukuki kimliği olduğu
kabul edildi. Bu zaten devletler hukuku içinde her zaman kabul edilmiş bir durumdu.
"Egemenlik" kavramına yeni boyutlar getiren Jean Bodin ise, "Devlette
devamlılı k " ilkesini vurguladı. Biz bunu Padişahlıktan Cumhuriyet'e geçişte
bile görmedik mi? Osmanlı'yı reddeden Cumhuriyet, onun hem hukukunu, hem uluslararası
taahhütlerini kabullenmedi mi? Ama bir de "Devlet kimdir" sorusu çıktı
ortaya. Teorik açıdan devlet
"Ülke" dir, "Halk" tır, "Örgütlenmiş iktidar"
dır ve "Meşruluk" tur (Anayasa Hukukuna Giriş, Prof. Dr. Mustafa Erdoğan,
Adres Yayınları).
Peki ama vatandaşa "Devlet adına" haksızlık, hukuksuzluk hatta zulüm
yapıldığı zaman, bunu yapanların 14'üncü Louis'den farkları nedir? Veya "Devleti
koruyorum " gerekçesi ile devlete müdahale edildiği zaman, buna karşı kim
neyi koruyacaktır? Arkadaşımız Yavuz Donat'ın eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le
yaptığı söyleşilerde de, Sayın Demirel'in bu konularda arayış içinde olduğunu
görüyoruz.
Cumhurbaşkanı olduğu dönemde "Devletin rutin dışı işleri olur" diyen,
28 Şubat müdahalesinde çözümü seçim yerine Mesut Yılmaz Hükümeti'ni atayarak
bulan Demirel, şimdi "Türkiye'de, devlete müdahaleyi savunabilen, bunun
iyiliğinden bahseden, bunun sağladığı faydalardan medet uman insanlar var"
diyor.Yavuz Donat'ın cümleleri ile devam edelim:
- Demirel'in cebinde bir "Anayasa".
Çalışma masasında yine "Anayasa".
Hatta... Yatağının "başucunda da" Anayasa. Baba, Anayasa'yı açıyor..
Anayasa diyor ki.. Bu Anayasa demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet
sevgisine emanet edilmiştir.
TSK (ise), 35. madde ile Cumhuriyet'i koruma ve kollama görevini üstleniyor..
Fakat, böyle bir görev Anayasa'da yok. Devlete el koyma diye bir tedbir ne Anayasal
ve ne de hukukidir.
Gerçekten çok yararlı bir söyleşi bu. Ancak okurken aklıma hep, rahmetli Kemal
Ilıcak'ın, Demirel'le Turgut Özal'ı mukayese eden sözleri geliyor. Şöyle derdi
Ilıcak:
- Demirel'e bir soru sorduğunuzda ceketinin göğüs cebinden Anayasa kitapçığını
çıkarır. Özal'a bir soru sorduğunuz zaman ise, ceketinin göğüs cebinden hesap
makinesi çıkarır.
Acaba Tayyip Erdoğan'ın ceketinin göğüs cebinde ne var?
Mehmet Barlas/SABAH