Yargı bumerangtır idam büyük risk

Türkiye'de gözler yeni yönetim sisteminde kabine de kimler olacak sorusuna kilitlenmişken bir taraftan da idam cezası, af tartışmaları ve OHAL'in kalkmasıyla neler olacak sorusu yanıt bulmaya çalışıyor. Ünlü ceza hukukçusu Prof. Dr. Ersan Şen'le tartışmaların hukuki boyutunu konuştuk. Şen, idam cezası taraftarı hukukçu olarak olası yasanın gelmesinin risklerini anlattı. Şen'e göre af kapıda. Modeliyse karma

Kaynak : Akşam
Haber Giriş : 09 Temmuz 2018 12:50, Son Güncelleme : 09 Temmuz 2018 16:36
Yargı bumerangtır idam büyük risk

Ceza Hukukçusu Prof. Dr. Ersan Şen:

Esas olan milletin iradesidir, ancak etki tepkiyle yönetilmemeliyiz. Kovboy filmlerinde olduğu gibi yaşayamayız. Şunu söyleyeyim; ben ölüm cezasına taraftar bir hukukçuyum. Siyasi suçlarda değil, fakat insan hayatına karşı işlenen suçlarda ölüm cezasının tatbik edilebileceğini düşünüyorum. Ancak, 15 Temmuz travmasından sonra yıpranmış bir yargıyı tamir etmeye çalışırken, böyle bir ceza getirdiğinizde bunun doğru dürüst uygulanmayacağı konusundaki kuşkuları bertaraf edemezsiniz. Mevcut hukuk sistemi de buna izin vermez ve getirildiği takdirde bunun bedeli ağır olabilir.

İdam cezası talebi 15 Temmuz'da dillendirildi, istendi. Şimdi de kamuoyunu sarsan çocuk ölümleri konuyu alevlendirdi. Aslında burada hem siyasi hem toplumsal bir olay var. Şimdi halk idam istiyor, siyasiler de halkın talebini duyuyor. Ancak bu işin hukuki boyutu var. İdam cezası nasıl gelebilir?

"İDAM CEZASI HUKUKEN İMKANSIZ"

TC bir hukuk devleti ve bunun bir önemi var. Anayasanın 2. maddesi bunu net olarak ortaya koyuyor. Hukukun evrensel ilke ve esaslarına göre kanun çıkarmak ve uygulamak zorundayız; ancak kanunların tatbikatında hukukun evrensel ilke ve esaslarından sapmalar olduğunu görüyoruz. Aynı sorunu ölüm cezasında da yaşıyoruz. İdam; genel adı ile ölüm cezası, Ceza Hukukunda uygulanmış, kefaret üzerinden ödeticilik, intikam ve tasfiye edicilik, yani uslandırılması mümkün olmayan insanlardan toplumun kurtulması anlamında tatbik edilmiş. İlkel görüldüğü için Portekiz'den başlayarak, özellikle Kıta Avrupası'nda zamanla terk edilmiş. Biz de terk ettik. Rusya'da bile, kanunen düzenlenmiş olmakla beraber uzun süredir uygulanmamakta. Kıta Avrupası'nın tüm ülkeleri Avrupa Konseyinin üyesidir. Avrupa Konseyi demek İnsan hakları Avrupa Sözleşmesi ve protokolleri ve beraberinde de ölüm cezasının kaldırılması demektir.

"DELİK AÇARSANIZ CİDDİ AÇMAZA GİREBİLİRİZ"

Ölüm cezası; Avrupa Konseyi üyesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin yetkisini tanıyan ülkelerde yasaktır. Ülkemizde; Anayasa m.17'ye göre, ölüm cezasının hangi sebeple olursa olsun tatbik edilmesi mümkün değildir. Anayasa böyleyken, biz de Avrupa'dayken, Avrupa Konseyi'nin kurucu üyesiyken idam cezasını nasıl getireceksiniz? Ahde vefa ile bugüne kadar hiç bir uluslararası sözleşmeden çekilmemişiz. Böyle ilginç memleketiz, yani söze itimat ediyoruz. Toplum ne isterse istesin, siyasetçi ne söylerse söylesin, son söz hukuktadır. Bu kaide olduğu sürece; siz de Avrupa Konseyi'ndeyseniz, oradan da kopamayacağınıza göre, Anayasayı değiştirip ben buradan çıkarım derseniz ve göze alırsanız ahde vefayı, İHAM'ı terk ederseniz, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nde delik açarsanız ciddi açmaza girebiliriz. Bu koşullar altında idam cezasını geri getirmek hukuken imkansız. Bunun için Anayasayı değiştirmeniz ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nden çekilmeniz gerekir.

'AB bizi oyalıyor, yanımızda değiller öyleyse çekilelim' diyenler de vardır sanırım. Doğru olur mu bu?

"KOVBOY FİLMLERİNDE OLDUĞU GİBİ YAŞAYAMAYIZ"

Esas olan milletin iradesidir, ancak etki tepkiyle yönetilmemeliyiz. Bir etki olduğu zaman, hemen tepki gösteriyoruz. Kovboy filmlerinde olduğu gibi yaşayamayız. Bize verin asalım, Çavuşesku'nun başına gelen gibi bir yöntemimiz yok bizim. Geçmişte bu anlamda sıkıntı çekmişiz. İdam cezasını sadece insan hayatına karşı işlenen suçlarla da sınırlandırmayıp, siyasi suçları da dahil ettiğinizde başınız sıkıntıda olabilir. Sözde Ergenekon, Balyoz ve 12 Eylül dönemlerinden geçtik. Toplum dedi ki "Avrupa zaten bizim ne iyiliğimizi istiyor zaten AB'ye de almıyorlar" ama bekara boşanmak kolay.

"YÜZÜMÜZ AVRUPA'YA DÖNÜK OLMALI"

Bu işler o kadar zor ki. Bizim yüzümüz Avrupa'ya dönük olmalı. Biz Avrupa'dan, Avrupa da bizden vazgeçemez. Kapalı bir toplum değiliz. Bugün ekonomimiz bile orayla endeksli. ABD'de de ölüm cezasını tatbik eden bazı eyaletler var, ama ABD Guantonamo'da yargılama da yapıyor onu mu savunacağım? ABD bu anlamda birçok hukuka aykırı uygulamalarda bulunuyor. Onun her söylediği doğru mu?

"BEN ÖLÜM CEZASINA TARAFTAR BİR HUKUKÇUYUM AMA.."

Şunu söyleyeyim; ben ölüm cezasına taraftar bir hukukçuyum. Siyasi suçlarda değil, fakat insan hayatına karşı işlenen suçlarda ölüm cezasının tatbik edilebileceğini düşünüyorum. Evet, hatadan dönülemez, evet ilkel bir ceza olduğu ileri sürülebilir, ancak cezanın da beş fonksiyonu vardır: Kefaret, ödeticilik, önleyicilik, caydırıcılık, uslandırıcılık. Ölüm cezası bunlardan belki uslandırıcılığa hizmet etmez, ama ben şunu söylerim; "can alırsan can verirsin". İdamda da atlamayalım gelirse bizde idamda şu getirilecektir, idam kararını Meclis onaylar, infazı öyle yapılır, yani mahkeme karar versin ama son sözü TBMM söylesin.

İdam cezasında gördüğüm eleştiriler ve endişeler de var. Endişeyi dile getireyim. İdam cezasından geriye dönüş yok. Türkiye'de FETÖ kumpaslarını gördük. FETÖ minicik canlılık içindeyse ne olur?

"15 TEMMUZ SONRASI TRAVMA VE YARGIYA GÜVEN AZALMIŞ"

Siyasetçi; toplumun duyarlılığı karşısında gerekli reaksiyonu göstermek zorunda hissedebilir kendisini. Toplum çıkıp bağırabilir, ancak suçu önlemenin yegane vasıtası ceza hukuku değildir, ceza hukuku yardımcı vasıtadır. Toplum diyor ki "sallandırın göreyim", "ben o insanlarla aynı toplumda yaşamak istemiyorum", "bir gün af çıkarsa onu dışarıda görmek istemiyorum". Ceza hukukçuları da; Ceza Hukukunun modern olanının uslandırıcılıktır, önleyicilik olduğunu, bir hata yapıldığında, dönülebilirlik olması gerektiğini belirtir, ancak ölüm cezasında geri dönmek mümkün değildir.

TC'nin asıl yıpranmışlığı iki noktada karşımıza çıkıyor. Düzeltmeye çalışacağız bunları. Ciddi bir FETÖ/PDY, 15 Temmuz travması geçirdi bu ülke. 4 bini aşkın hakim ve savcının tasfiye edilip de yeniden bir düzen kurulmaya çalışıldığı yerdeyiz. Travma sonrası stres bozukluğu, yani yargıya güven azalmış. "Ben nereden bileyim sizin getireceğiniz ölüm cezasının yarın genişletilip de hayata karşı işlenmeyen suçlarda da uygulanmayacağını" diyorlar. Dünyada, hukukun bilinen 27 evrensel ilke ve esas vardır. Önemli olan; kanununuzu, anayasanızı ve tatbikatınızı bu evrensel ilkelere ne kadar yaklaştırabildiğinizdir. Biz hala bu travmayı aşmaya çalışıyoruz ve bu konuda her türlü çaba sarf ediliyor. HSK Başkan Vekili de açıklama yapıyor, kendisine çok saygı duyarım, iyi olması için çaba gösteriyor, Yargıtay Başkanının açıklamaları da var, ama toplumda inandırıcılığımız ne? Yıpranmış bir yargıyla tamir etmeye çalışırken, böyle bir ceza getirdiğinizde bunun doğru dürüst uygulanmayacağı konusundaki kuşkuları bertaraf edemezsiniz. Bizim için önemli olan hukuk ve yargı sistemine güvenin sağlanması, esas olarak da öngörülebilirliktir.

"KUCAĞIMIZA BOMBA KOYDULAR"

Size bir durum tespiti daha yapayım. FETÖ temizliğinden sonra yenilerinin önüne geçilmesi için hala yasal düzenleme yapılmadı. 50 yıllık yapının mucidi olan emperyalist güçler esasında kucağımıza bir bomba koydu. Bu konuda Cumhurbaşkanını itham ediyorlar, ama bu yapı Sn. Cumhurbaşkanı döneminde belki son noktasına geldi ama öncesinde vardı zaten. O dönemde de istihbarat rapor ediyordu. Ben de diyorum ki, bu hatadan ders çıkarıp da yazılı hukuk sisteminde, hukuk devletinde kanun olmazsa oturur beklersin. Bu tür bir yapının tekrar oluşmayacağı, palazlanmayacağı konusunda kimin garantisi var. Yapısal sorunları çözücü kanunlar çıkarılmadı, pansumanlar yapıldı. OHAL döneminden sonra bence buna bir bakış açısı getirilmeli. FETÖ Devlete talip oluyor. Oraya o valiyi atayacaksın, o milletvekilini getireceksin diyor. Seni mecbur ediyor, yoksa seni önce kibarca tehdit ediyor, ardından ele geçirdiği mekanizmayı devreye sokuyor. Devlet bunları sevmez, deyim yerindeyse tepeler geçer. Eğer Devletin varlığını sorgular hale getirirsen o zaman güvensizlik gelir. Devlet güçlü olacak. Devletin kanuna uygun olduktan sonra giremeyeceği ev olmaz. Önemli olan bunu doğru düzgün ciddi akılcı hukuki dürüst yapmasıdır.

Bir eleştiri de idam cezası gelirse FETÖ, PKK konusunda iadesi istenenlerin iadesinde güçlük yaşanabilmesi.

"GÜNÜN SONUNDA ÇOK MAĞDURİYETİMİZ OLABİLİR"

Bu eleştiri doğru, ancak ona cevap da var; "efendim zaten iade etmiyorlar, etmeyecekler". Kayıp çocuklardan bahsetmiyoruz biz, tecavüz edilmiş veya başka saiklerle kaçırılıp öldürülmüşlerden bahsediyoruz. Meşru savunma sebebin yok, haklı bir nedenin yok, keyfi olarak insan öldürüyorsun. Toplum diyor ki "ben bu insanlarla yaşamak istemiyorum", fakat günün sonunda çok mağduriyetimiz olabilir ve iade yasağıyla da karşılaşabiliriz. Bence öncelikle yapılması gereken, hukukun evrensel ilke ve esasları ışığında kanunlaşma hareketlerini tamamlamak ve tatbikatını buna yöneltmek. Toplumu buna inandırmak, toplumdaki bu endişeyi kaldırmak. Mesela diyelim ki şöyle bir idam cezası türü getirdik; sadece çocukları katledenlere uygulanacak bir ölüm cezası uygulaması öngördük. TCK m.82'de bunun cezası ağırlaştırılmış müebbet hapistir.

"SONRA GENİŞLEMEYECEĞİNİN GARANTİSİ DE YOK."

İHAM diyor ki; idam cezasını tatbik edemezsiniz ve 25 yılda bir bu insanlar hakkında koşullu salıverme yönünden inceleme yapmak mecburiyetindesiniz. Biz bunu ihlal ediyoruz. Öcalan yasası vardır bizde, Ceza İnfaz Kanunu'nda Devletin güvenliğine karşı suç işleyip de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanların koşullu salıverilme hakları yoktur, onlar sadece affedilebilirler. Affı mümkün olmayan yegane suç da orman suçlarıdır. Ölüm cezasının uygulandığı ülkeler var. Örneğin; Suudi Arabistan'a gittiğinde ticari amaçla uyuşturucu madde bulundurursan idam cezası verilebilir, ama biz Batı Hukuku endeksli bir toplumuz. Ölüm cezasının tatbikinde; sadece öldürme fiillerini esas alsanız, çocukları esas alsanız, bunun daha sonra genişlemeyeceğinin garantisi de yok. Toplumun her isteğini yerine getiremezsin, toplum çıkar der ki ayda on bin lira daha ver.

"ÖLÜM CEZASININ BEDELİ AĞIR OLABİLİR"

Ölüm cezasını; hayatın sona erdirilmesi suçlarında taraftar olarak, artı eksi yönünde getirilebileceğini düşünsem de, mevcut hukuk sistemi buna izin vermez ve getirildiği takdirde bunun bedeli ağır olabilir. Sadece iade yasağı değil, iktisadi sorunlar ve Avrupa ile uzaklaşma sorunları ile karşı karşıya kalabiliriz.

Dünyada idamı kaldırıp geri getiren ülkeler var mı?

"YARGI BUMERANGDIR, DÖNER SENİ BULUR"

Bildiğim kadarıyla şu an yok. İhtiyaçsa getirirsin, ama getirirken doğru dürüst tatbik etmek için getirirsin. Önceliğimiz bu değil şu anda. Önceliğimiz şu anda doğru dürüst yargılama yaptığımızı topluma gösterebilmek. Yargı bumerangdır. Bunu doğru dürüst hale sokamazsanız, sonuçta dönüp dolaşıp seni bulabilir. Yargı, devletin değil milletindir. Yargının devletle doğrudan bir teması olmaz. Biz devlete yürütme, yönetme yetkisi veririz, itilaflara uyuşmazlıklara bağımsız ve tarafsız yargı baksın deriz. Bu milletin, siyasilerin, yargının büyüklerinin, üstatlarımızın yapmaları gereken sadece konuşmak, yazmak değil bunu uygulayabilmektir. Hani derler ya devletin dini adalettir. Hz. Ali'nin sözüdür. Bizim öncelikle şunu söylememiz lazım; burada beyaz bir sayfa açıyoruz, artık bundan sonra yargı herkese eşit davranacak. Bu kültürü oluşturacağız. Senin mahkemen benim mahkemem olmaz.

Ceza hukukçusu olarak idam cezası caydırıcıdır diyebilir misiniz?

"ÖLÜM CEZASI TEK BAŞINA CAYDIRICI DEĞİLDİR."

İktisadi, sosyal, fiziki sorunlarınızı önemli ölçüde çözemeden cezadan medet umarsanız, idam cezasının uygulandığı ülkelerde hiç suç işlenmezdi. Ölüm cezası tek başına caydırıcı değildir. Ama caydırıcı tarafı var mıdır? Vardır. Beni korkutur, sizi de korkutur, biz o suçları işlemekten kendi yapımız itibarıyla zaten kendimizi alıkoyarız. Yani idam cezası var diyerek, suç sayılan bir fiili icra etmemek durumuna girmem, bunu da düşünmem. Ama benim olmamam başkasını olmayacağı anlamına gelmez. Biraz da kriminoloji biliminin işi bu. Bunu sizin benim ceza hukuku üzerinden çözebilmemiz mümkün değil. Kurallara uymazsan bunun bir karşılığı olacaktır.

"TÜRK HUKUKU'NUN KÜLTÜRÜ BOZULDU"

Cezalar caydırıcı mıdır? Evet, caydırıcıdır, ancak doğru dürüst tatbik edersen. Herkes de bunu biliyor. Zamanında ve süratle tatbik edersen, beş on yılda dava bitirmezsen, beş yıl sonra verdiği cezayı biz haksızlık yapmışız gibi bir tespitle geri alıp kamuoyuna dönmezsen, "biz hata yaptık" o zaman insanlar diyor ki: "Ya kardeşim nasıl bir şey bu"? Ergenekon, Balyoz süreçlerinin hukuk sistemine verdiği zararı dünyada hiç bir yerde göremezsiniz. Ne oldu size söyleyeyim. Türk Hukuku'nun kültürü bozuldu. Tutuklama tedbirini, örgütü, telefon dinlemelerini icat ettiler. Aslında 17-25 Aralık'ta kapıya dayanana kadar da bu hatalı uygulamalar hep vardı. Görünürde vesayeti tasfiye ediyoruz, biz ülkenin birliği beraberliği, Cumhuriyetin yanındayız diyorlardı, ama hiç de öyle gitmiyorlardı. Yargıyı, hukuku vasıta kıldılar. Şimdi bu hasarları düzeltme zamanı. Bunları çözemediğiniz zaman havanda su döversiniz. Sisteme güveni sağlamak ve hukuku öngörülebilir kılmak gerekir. Eşit muamele, eşit ve süratli adalet şart. Esas olan; dürüst, ahlaklı ve hakkaniyetli bir düzendir. Yargının iş gücü ve kapasitesi belli, yargıyı dosya ve dava yüküne boğmamalıyız ki, yargı da önemli uyuşmazlıkları layıkı ile çözebilsin. Hakimlerin ve savcıların yer ve yetki güvencelerine yasallık kazandırılmalı, bağımsızlıkları ve tarafsızlıkları güçlendirilmelidir.

OHAL'in kalkması gündemde. Kalktığında ne olacak sorusu sıklıkla dillendiriliyor. KHK'lar geçerli olacak mı?

"FETÖ'YE İRTİBATLARIN TASFİYESİ BİTMEZ"

OHAL'in 1 yıl olacağı, 2 yıla uzayabileceği konusunu ben söylediğimde insanlar bana güldü. Meclis uzatmazsa 19 Temmuz itibarıyla bu iş bitecek. Ne bitmeyecek? Soruşturmalar kovuşturmalar bitmeyecek, varsa FETÖ'ye irtibatların tasfiyesi bitmez. Bunları kamunun dışına çıkarabilirsiniz, ancak aç açıkta bırakamazsınız ayrı bir konu. OHAL bir psikolojik eşik oldu. Millet dillendiriyor. Üretime geçeceğiz, döviz düşecek, cari açık kapanacak ben öyle olmayacağını düşünüyorum. Ama artık ok yaydan çıktı. Büyük toplumlarda, ok yaydan çıkınca bunun gereğini yapmak durumunda kalırsınız. Yoksa her şeyi OHAL'e bağlarlar.

OHAL kalktığında 2935 sayılı kanun askıya alınacak. OHAL'de çıkarılan kararnamelerin geçici süreleri kalkacak gözaltı süreleri 7+7 14 olmayacak. Bilemem, bu konuda kalıcı bir düzenleme de çıkabilir. Pasaport tahditleri, ayrı bir düzenleme getirilmezse OHAL bittiğinde kalkacak, ancak İçişleri Bakanlığı'nın Pasaport Kanunu m.22 ve mahkemelerin, hakimliklerin adli kontrolleri duracak. OHAL sonrasında seyahat hürriyetinin önü açılacak, ancak bunun dışında soruşturmalar ve kovuşturmalar bitmeyecek. Yargıya herhangi bir halel gelmeyecek, ama avukatlar tutuklularla görüşecek, kısıtlayamayacaksın. Artık İHAM'a ve Avrupa Konseyi'ne ben şu hak ve hürriyetleri askıya aldım diyemeyeceksin. OHAL döneminde ihraç edilmişlerin süreçlerine OHAL İnceleme Komisyonu bakmaya devam edecek.

""OHAL NE KADAR İHTİYAÇSA DEVAM EDİN"."

O konuda benim marjinal bir düşüncem var. Ben hep söyledim "OHAL ne kadar ihtiyaçsa devam edin". Önemli olan toplumdur, millettir, birlik beraberliktir. Benim birliğim beraberliğim, ulusal güvenliğim tehdit atındaysa, ben ne ekonomiye bakarım ne başka bir noktaya. FETÖ; bunu ben söylemişimdir, yeni nesil delillerle hareket eden, konvansiyonel olmayan, geleneksel dışı, bilinen terör örgütü yapılanmalarının dışında çok farklı bir yapılanmadır. Onun içi adına "konvansiyonel olmayan illegal yapı" dedim. Öyle bir yapı ki; müthiş bir korkutuculuğu, baskı gücü var. Bu yapı devlete talip oldu, hatta devlet neredeyse paralel hale geliyordu. Millet farkında bile değildi. Bakın 17-25 Aralık 2013 tarihinde ben avukatlık yaptım. Halk Bankası Genel Müdürünü savundum. Ortada Allah'ın bir kulu yoktu. Sonradan konuşmak kolay da, önemli olan sahada ve o sırada konuşmak.

"12 EYLÜL SÜRECİNDEN GEÇMEDİK Kİ, MEŞRU MECLİSİMİZ AYAKTA KALDI."

OHAL kalktığında da, kimse dosyalar kapanacak diye beklemesin. Ben, "OHAL'in ilanına neden olan sebepleri ortadan kaldırmakla sınırlı, geçici tedbirler içeren KHK çıkarılabilir" demiştim, çünkü kanunları kalıcı yapmak sizin işiniz değil, onu Meclis yapar. OHAL döneminde hukuk devleti askıda mı, değil? Meclis askıda mı, değil? 12 Eylül sürecinden geçmedik ki, meşru Meclisimiz ayakta kaldı. Dedim ki arkadaşlar bu KHK'ları Meclise onaylatıyorsunuz, ama bu siyasi denetim onları kanun haline getirmez. Uyum yasalarında da aynı eleştiriyi yaptım. Mantığım çok basit. Ben hukukun evrensel ilke ve esaslarına inanıyor muyum? İnanıyorum.

OHAL kalktığında bir takım teorik tartışmalar yapacağız. Kalıcı düzenlemeler kalmaya devam edecek, tedbirler kalkacak, yargılamalar devam edecek. OHAL İnceleme Komisyonu devam edecek. Onların kararları beklenecek ve mahkemelere gidilecek, belki AYM'ye gidecekler, o olmazsa İHAM'a gidecekler.

Gelelim af tartışmalarına. Hukukçular affa karşıdır sanırım.

"BÖYLE YAPAMAYIZ VE VATANDAŞA ANLATAMAYIZ"

Affı yargı mensupları sevmez. Af ikiye ayrılır; klasik af ve örtülü af. Sayın Bahçeli'nin girişimlerine baktığınız zaman, canım bu şimdi olur mu deriz, ama dikkat edin zamanla oraya geliyoruz. Klasik af Meclisin beşte üçüyle çıkarılır, şu anda Meclisin beşte üçü 360, yani 360 milletvekili bulamazsan affı çıkaramazsın. Anayasa gereği orman suçlarını affedemezsin. Suçlar ve cezalar dengeleyici olmalı. Yoksa uygulanmaz. Hırsızlığın cezası elli yıl olsun, alkışlarsın ama hakkaniyetli değil. Türkiye Cumhuriyeti'nde kanun çıkarırken de, uygularken de dürüst, ahlaklı, hakkaniyetli olacaksın, konu baban bile olsa. Bunu yapabildiğin yerde seni kimse yıkamaz. Klasik af gelir mi? Bence zor. Klasik affın bir tehlikesi var. AYM genişletebilir bunu. Örtülü af iki şekilde olur; Cumhurbaşkanının özel affını söylemiyorum o özel, hastalıktan yaşlılıktan, bu dünyanın her yerinde var. Af bizde örtülü gelebilmesi muhtemel. Böyle bir klasik af çıkmayacak, ama çıkabilir de bak söyleyeyim. Yönetim sistemi değişikliği, yeni sistemin şerefine diye, 50. yıl affı gibi yapılabilirdi beyaz sayfa açmak. Ancak bir oturdular baktılar ki; aman Allah'ım PKK var, FETÖ var. Bak orada FETÖ'de alt kademeye af getirebilirsin, ama hepsi öyle değil ki, 15 Temmuz'a karışanlar var, öldürmeler, örgütün yönetici kadroları var, ağır suçlar, cinsel istismarlar var. Herhalde birileri dedi ki biz bunu böyle yapamayız ve vatandaşa anlatamayız.

Bir tarafta idam istiyoruz bir tarafta af tartışıyoruz. Bu da ilginç bir durum.

Elbette ilginç. İçeriden çıkaracaklarınızı dışarıda nasıl takip edeceksiniz? Dışarıda ben kesinlikle bulaşmayacağım diyebilirsin, yemin de edebilirsin, ama 1 dakika içinde suç işlenebilir. Rahşan Affı dediğimiz model, yani bazı suçlarda cezanın indirilip yatılacak kısmı, geri kalanının koşullu salıverme ile çekilmesi yakarsa yeni suçla eskiyle birlikte hepsini çekmesi. Bir diğeri denetimli serbestlik. Bunda 10 yıl ceza alanın yatarı olmayacak, ama lekelenmiş olacak, sabıkası olacak.

"YA RAHŞAN AFFI YA DENETİMLİ SERBESTLİK"

Afta ok yaydan çıktı bundan sonra kime denk geleceği önemli, ya Rahşan Affı modeli ya denetimli serbestlik modeli. Tam bir af olmayacak gözüküyor, yargılamalar devam edecek, yani kişi suç işlemişse bu kayıt altına alınacak. Benim tehlike gördüğüm burada AYM bunu genişletir mi. Bu bir risk. Orası yargının meselesi. Ben her iki modeli birlikte olacağını düşünüyorum, Devlete karşı işlenen bir kısım suçlar da olacak, diğer suçlar da olacak. Bu işi çok uzatmamak, olacaksa veya olmayacaksa da noktayı koymak gerekir, çünkü asıl hedef hukuk ve yargı sistemine olan güveni yüzde 80'lere çıkarmak olmalıdır. Bu da birden bire olmayacak, öngörülebilirlik konusunda yaşanan sorunları da aşmak gerekir. Belirtmeliyim ki, Devlet herkesin can ve mal güvenliğini korumalıdır, sokaklar sahipsiz değildir, kimse de hukukun üstünde değildir. Hukuk Devleti; her zaman ve her yerde varlığını hissettirmeli, suçu önlemeyi bilmeli, işleyenin de cezalandırılmasını sağlamalıdır.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber