'Hawking yetiştirmenin 17 ön şartı'

İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik, Türkiye'de tartışılan Araştırma Üniversiteleri'yle ilgili ABD'deki örnekleri üzerinden değerlendirmede bulunuyor

Kaynak : Anadolu Ajansı
Haber Giriş : 07 Kasım 2017 08:37, Son Güncelleme : 15 Ağustos 2021 18:59
'Hawking yetiştirmenin 17 ön şartı'

Çok daha geriye gitmez isek, dünyada bilim ve teknolojideki yenilik ve gelişmelerin ilk adımlarının Batı Avrupa'da 17. yüzyılın ortalarından itibaren atılmaya başladığını söyleyebiliriz. Almanya, Fransa ve daha sonra İngiltere bu gelişmelerde pay sahibi oldu. Bugünkü bilim ve teknolojide gelinen yerin temelleri özellikle 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başında atıldı diyebiliriz. 19. yüzyılın başında bilim ve teknoloji ile ilgilenen bilim adamları bu ülkelerden çıktı ve bunların araştırmalarda bulunduğu enstitülerde çok önemli çalışmalar yapılmaya başlandı. Bilim ile ilgili gelişmeler ve yenilikler, bu ülkelerin değişik alanlarla uğraşan bilim insanları tarafından neşredilmeye başladı. O dönemlerde en saygın bilim dergileri, Almanca önde olmak üzere, Almanca ve Fransızca olarak neşrediliyordu. Bilim insanlarının bugünkü kadar kolay dolaşabilme imkanına sahip olmadığı o dönemlerde, Almanya ve Fransa'da bulunan enstitülerin yine de onları cezbettiğine, geniş bir coğrafyada olmasa bile Batı Avrupa'da bilime merak salanların bu merkezlerdeki bilim insanlarının etrafında kümelendiklerine dünya şahit oldu. Özellikle bugün dünyanın en prestijli araştırma üniversitelerine ev sahipliği yapan ABD'den bilime ilgi duyanların 19. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa'ya gelerek, bu araştırma enstitülerinden ve bilim insanlarından bilim ve yol yordam öğrendikleri biliniyor.

II. Dünya Savaşı'nın ortaya çıkarttığı kaotik ortam bilim ile ilgili çalışmaları durağan bir döneme getirdi. Çoğu bilim insanları Almanya'dan önce İngiltere'ye daha sonra ise ABD'ye göç etti. Bu dönemde az sayıda olsa da bilim insanlarının ülkemize de sığındıkları, Türkiye üniversitelerine katkı verdiklerini biliyoruz. Almanya elinde tuttuğu bilim ve araştırma üstünlüğünü bu tarihten itibaren bir süre İngiltere'ye, daha sonra ise ABD'ye kaptırmış oldu. İbn Sina'ya atfedilen sözün ifadesiyle ilim, iltifat görmediği ve huzurun olmadığı ortamlarda fazla barınamıyordu. Bilim adamları da bu sözü doğrularcasına davrandılar. Çoğu bu ülkeleri terk etti. Kısa bir dönem bilim ve teknoloji üretiminde liderliğin İngiltere'ye geçtiği söylense de bu dönemden sonra bilim üretme üstünlüğü Amerika'nın eline geçmiş oldu. Bugün saygınlığı tartışılmayacak kadar aşikar olan Amerika'daki araştırma üniversiteleri, daha önce küçük enstitüler tarzında olan yapılarını bu dönemlerden itibaren kırarak geliştiler.

UFUK AÇAN KONGRE

Dünyada saygınlığı olan ve araştırma üniversitesi olarak kabul edilen 220 civarındaki üniversitenin yarıdan çoğu ABD'de bulunuyor. Artık bilim dili de 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren kesinlikle İngilizce olmuş durumda. Bilim camiasında saygın yeri olan Alman ve Fransız bilim dergileri de, adları Almanca, Fransızca olarak devam ettiği halde, makalelerini İngilizce yayımlamak zorunda kaldılar. Ayrıca dünyada ciddi araştırma yapan enstitüler ve araştırma üniversiteleri de yüksek lisans ve doktora eğitimlerinde bilim dili olarak İngilizceyi kabul etmek ve onu kullanmak zorunda kaldı. 2050'li yıllarda bilim ve teknolojik gelişmelerin bu sefer de üssünün Uzak Doğu'ya taşınacağını öngören bilim teknoloji yönetimi ve tarihçileri olsa da, bu durumu kabullenmenin dışında insanlığın başka bir seçeneği bugün için bulunmuyor. Kısaca kabul etmek zorunda olduğumuz, bilim ve teknoloji üretiminde Amerika'nın dünyanın önünde olduğu gerçeği...

2011 yılında Yusuf Ziya Özcan'ın YÖK Başkanı olduğu dönemde YÖK Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Durmuş Günay'ın çabasıyla İstanbul'da "Dünyada ve Türkiye'de Yüksek Öğretim ve Yeni Trendler" başlıklı bir uluslararası kongre yapıldı. Bu toplantıda Bilkent Üniversitesi'nin mühendis orijinli rektörü Abdullah Atalar, Dhahran Petrol Üniversitesi öğretim üyelerinden Bekir Sami Yılbaş ve Washington Üniversitesi'nden Atakan Peker ve daha birçok bilim insanı, bilim ve teknolojideki gelişmelere ışık tutan araştırma üniversiteleri gerçeğine ışık tutan konuşmalar yaptı. Bu konuşmalarda özetle "Araştırma Üniversiteleri"nin yapısına ve yapılanmasına dikkat çekildi. Bilemiyorum, Yüksek Öğretim Kurumu olarak, bu toplantıda sunulanları ne kadar dikkate alıp değerlendirebildik?

Gerek yukarıda isimlerini verdiğim öğretim üyelerinin anlattıkları gerekse araştırmanın az buçuk ne olduğundan haberdar olup, dünya üniversiteleri hakkında biraz da olsa bilgi sahibi olan bilim insanlarımızın gördüğü gerçekleri kısa olarak ifade etmeye çalışacak olursak;

1- Bugün dünyada 220 kadar araştırma üniversitesinin olduğu, bunların 125'inin ABD'de bulunduğu,

2- Dünyadaki bilgi ekonomisinde bu üniversitelerin yaptıklarıyla paylarının yüksek olduğu bilinmekte ve bu üniversiteler bulundukları ülkelerin yükseköğretim sisteminde yüksek kuleler mesabesinde görüldüğü, bilim ve teknoloji üretiminde merkezi rol üstlendikleri,

3. Bu üniversitelerin lisans düzeyindeki öğretimden ziyade yüksek lisans ve doktora eğitimine öncelik verdikleri,

4- Bu üniversitelerin çoğunda öğrenci sayısının maksimum 15-20 bin ile sınırlı tutulduğu,

5- Özellikle sanayi ile işbirliklerini önde tuttukları ve üniversite dışı fonlardan en üst düzeyde faydalandıkları,

6- Yapılarında çok yüzlü ve çok yönlü araştırma alanlarına konsantre olarak toplumsal sorunlara çözüm üretmeye çalıştıkları, yenilikçi buluş, patent ve faydalı model oluşturma konusunda mesai harcadıkları, en etkin araştırmaları yaptıkları, en prestijli dergilerde yayın yaptıkları ve bu yayınların en çok atıf alan yayınlar olduğu,

7- Bu üniversitelerde yapılan araştırmalar ile ortaya çıkan ürünlerin, yeni iş kollarının oluşmasına ve bu yenilikçi buluşlara dayanan ürünleri dünyada pazarlayan yeni yüksek teknoloji şirketlerine kapı araladıkları, bunların da bulundukları ülkelerin ekonomisine muazzam katkı sağladığı,

8- En önemli tespit olarak da bugün dünyadaki bilim ve teknoloji üretiminde rolleri olan üstün başarılı bilim insanlarının ancak bu 220 civarındaki üstün teknoloji üreten araştırma üniversitelerini yürütecek sayıda olduğu, daha fazla araştırma üniversitesini yaşatabilecek kadar yetkin bilim insanının olmadığı,

9- Bu üniversitelerin dünyada çok yüksek çekim gücüne sahip olduğu ve dünyanın en yıldız (belki de lokomotif) bilim insanlarını bünyelerinde barındırdıkları, çok başarılı bilim adamlarını yapılarına katmak için yıldız futbolcuların transferi gibi gerektiğinde yüksek transfer paraları ödedikleri, çalıştırdıkları bilim insanlarına performanslarına dayalı olarak yüksek ücretler ödedikleri,

10- Bu üniversitelere kabul edilecek gerek öğrenci gerekse araştırmacı bilim insanlarının standardını çok yüksek tuttukları, bilim insanlarını atalete düşürmeyecek her türlü mekanizmaları çalıştırdıkları, öğretim üyesi değerlendirme sistemlerinin bünyelerinde yer alan araştırıcıları sürekli rekabet ortamında tuttuğu, öğretim üyesi ve öğrenci kabulündeki sistemlerinin uluslararası rekabete açık olduğu, bilim insanlarının din, dil, ırk ya da siyasi kanaatlerinin dikkate alınmadığı, sadece bilimsel performansları ile ilgilenildiği, evrensel bilim yapılan yerler olduğu,

11- Tamamen özerk ve bağımsız çalışan kurumlar oldukları, siyasetin hiçbir şekilde müdahalesine imkan vermeyecek bir yapılarının olduğu,

12- Bu üniversitelerde görev yapan bilim insanlarının bir kısmının ders yüklerinin neredeyse hiç olmadığı, vakitlerinin tamamını laboratuvar ve kütüphanede geçirdiği,

13- Uluslararası çok yetenekli öğrenci ve bilim insanlarını kabul ettikleri, bilim yöneticisi belirlerken de bu prensiplere riayet edildiği,

14- Bu üniversitelerde içten beslenme denilen çoğu zaman kendi öğrencilerini pek kabul etmediklerini, kabul etseler bile sınırlı olarak çok başarılı olanlarını aldıkları,

15- Milyar dolarların üzerinde araştırma fonları kullandıkları, bu fonların çoğunu araştırmacı öğretim üyelerinin yaptıkları projeler ile araştırma desteği veren fon kuruluşlarından temin ettikleri, dolayısıyla araştırma kültüründen gelen başarılı bilim insanlarının ancak bu üniversitelerde barınabildikleri,

16- Bunların çoğunun şehir merkezlerinin dışında ancak sosyal imkanları yüksek kampüs üniversiteleri olduğu,

17- Bu üniversitelerin çoğunun özellikle ABD'de devlet değil vakıf üniversiteleri olduğu gerçeği...

17 MİLYAR DOLAR BÜTÇE

2007 yılında ABD'de 25 araştırma üniversitesinin araştırma bütçelerinin toplamı 17 milyar dolardı (Atakan Peker, Wasington Üniversitesi). Bu finansman desteği, Türkiye'nin o yılki (2011) bütçesinin neredeyse yüzde 2.5'ine denk düşmekteydi. Birçok önemli bakanlığımızın bütçesinin üzerindeki bir finansal kaynağı, sadece bu 25 üniversite kullanmaktaydı.

Belli başlı özellikleri yukarıda özet olarak sıralanan üniversiteler, araştırma üniversitesi sınıfında yer almaktadır. Benim dikkat çekmek istediğim husus, üniversitelerin bu payeyi sadece çalışmaları ile elde etmiş olmalarıdır. Araştırma kültürüyle yetişmiş ve ciddi projelere imza atacak yıldız bilim insanlarımız ve altyapısı, kütüphanesi, laboratuvarları olmadan araştırma üniversitesi demekle araştırma üniversitesi olunamayacağını, şayet milletin bütçesinden finansman desteği ile bu işi gerçekleştirmek istiyorsak, bu paranın sayısı 2 ya da 3'ü geçmeyen ve az çok altyapısı olan, bu konulara yatkın üniversitelerimize bu payenin verilmesi ve bu üniversitelerin tamamen bağımsız, ancak standardı yüksek genç bilim insanlarıyla, hatta gerekiyorsa yıldız bilim insanlarını dışarıdan transfer ederek oluşturmamız gerekecektir. Ayrıca ülkemizin bilim ve teknolojide öncelikleri neyi gerektiriyorsa o konularda araştırma ve fon desteklerinin kullanılması da oldukça stratejik bir karar olmalıdır. Konuya daha realist yaklaşmamız ve siyasetin tarzı olan hamasete kapılmadan bir bilim ve yükseköğretim politikası izlememiz gerekir diye düşünüyorum.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber