Endüstri 4.0 üzerine bir değerlendirme
Bilindiği üzere günümüzde dijitalleşme ve buna bağlı olarak toplumsal dönüşüm başta endüstri dünyası olmak üzere kamu ve özel tüm kurumların gündemine oturmuştur. Kaçınılmaz bir dönüşüm süreci yaşanmaktadır. Bir taraftan bu sürecin yakından izlenmesini gelişme için temel gereksinim olarak görenler var iken her şeyin teknolojinin tasarrufunda yürümesine karşı olanlar bulunmaktadır. Diğer taraftan Endüstri 4.0 gibi bir niteleme ile teknoloji bağımlılığının had safhaya ulaşacağına dikkatleri çekenler de bulunmaktadır. Öyle görünüyor ki bu lehte ve aleyhte görüşler daha bir süre devam edecektir. Ancak burada mesele Endüstri 4.0 yandaşı veya karşıtı olma meselesi değildir. Asıl mesele kaçınılmaz bir şekilde kendisini hissettiren bu değişim ve dönüşüm sürecinin nasıl yönetileceğinin ortaya konulmasıdır

Değişim ve dönüşüm kaçınılmazdır. Toplumlar hızlı bir şekilde "yeni dünya
toplumlarına" doğru evrilmektedir. Bu, önlenmesi mümkün olmayan bir durumdur.
Tüm dünya ülkeleri bu gerçeği net bir şekilde görmekte ve kendilerini gelişmelerden
azami fayda alacak şekilde konumlandırma çabası içerisine girmektedir. Dünyanın
doğusundaki ucuz işçilik ve sunulan imalat fırsatları Batı dünyasında imalat
yapan işletmeler için büyük bir tehdit içerir hale gelince buna çare olarak
değişim dönüşüm süreci kullanılmıştır. Hatta hükümetler düzeyinde tetiklenmiştir
denilebilir. Almanya Endüstri 4.0 kavramı ile daha ucuz, daha hızlı, daha fonksiyonlu
ürünler üretilecek bir ortam oluşturulacağını iddia etmiştir. Aslında söylenen
her şey onlarca yıldır bilim camiasında (yapay zeka ve zeki imalat sistemi geliştirenler
tarafından) söylenmekte ve yazılıp çizilmekte olmasına karşılık, dijital dönüşüm
adı ile yeni bir imalat dalgası oluşturularak net olarak dile getirilmese de
DOĞU ülkelerindeki üretim ve imalat baskısının doğurduğu etkinin önlenmesi hedeflenmiştir.
Hem tam anlamı ile otomatik ve esnek çalışıp daha hızlı ve fazla üreten hem
de insansız çalışan makineler ile iş gücü maliyetinin en azlanması hedeflenmiştir.
Almanya yaklaşımı benimseyerek aslında makine imalatındaki rekabet gücünü koruma
gayretini Endüstri 4.0 kavramının arkasına gizlemiştir. Bir dizi propaganda
aktivitesi ile imalatta süregelen değişim akımının fitilini tetiklemiş ve Siemens
gibi büyük imalatçılarını da bu yeni akımın öncüleri olarak takdim etmiştir.
Bu akımı fark eden diğer ülkeler de gecikmeden kendi varlıklarını hissettirme
ve gelecek dünyasında önemli imalat aktörleri olma gayretlerini artırmışlardır.
Japonya "toplum 5.0", Çin "inovasyon liderliği", İngiltere
4R, ABD "karanlık fabrika" veya "ileri imalat sistemleri"
gibi kavramları ve tanımlamaları kullanarak bu süreçte "bizde varız"
demişlerdir.
Halbuki, bugün Dijitalleşme ve endüstri 4.0 olarak tanıtılan kavramların çoğu
aslında 2000'li yılların başından beri akademik dünyada ve bu dünya ile birlikte
yürüyen endüstriyel kurumlarda üzerinde çalışılan, prototipleri üretilmiş ve
bilinen sistemlerdir. Adına nesnelerin (şeylerin) interneti, siber fiziksel
sistemler vb. denilmese de bu işleri yapacak şekilde robot takımlarının üretilmesi,
birbirleri ile konuşmaları ve karşılıklı ortak işleri yapabilmek kabiliyetlerinin
geliştirilmesine yönelik çalışmalar yürütülmüştür. Temelde bilinen bu unsurların
çoğu yeni kavramlar ile açıklanmaktadır. Aslında burada yeni olan o çalışmaların
neticelerinin imalat ortamlarında gerçekte uygulanabilirliklerinin sağlamış
olmasıdır. Yani ülkeler akademik bulguları kendi rekabet üstünlüğüne dönüştürme
çabası içerisine girmişlerdir. Daha hızlı üretmek, daha fazla üretmek, daha
çok kişiye özel ürünler piyasaya sunmak, üretilen ürünlerde minimum servis hizmeti
ile kullanımı sunmak, daha sağlıklı yaşam ortamlarını temin etmek vb. gibi gayeler
ile diğerlerinden daha fazla tercih edilebilirliklerini artırmak istemektedirler.
Tanıma bakılırsa Endüstri 4.0, insan müdahalesinin en alt düzeyde tutulduğu,
robotların birbirleri ile iletişim halinde imalat fonksiyonlarını yerine getirdikleri
bir imalat ortamı tanımlamaktadır. Siber fiziksel sistemlerin (sensörler) ve
robotların nesnelerin (şeylerin) internetini kullanarak birbirleri ile konuşabilecekleri,
kendi kendilerine kararlar alabilecekleri (otonom davranışlar sergileyebilecekleri)
dile getirilmektedir. Endüstri 3.0 ile Endüstri 4.0 arasındaki en önemli fark
aslında burada yatıyor. Sistemler insansız olacak, birbirleri ile konuşup anlaşabilecek
ve kendi kendilerine içinde bulundukları duruma uygun kararlar alabilecek ve
uygulayabilecekledir. İmalatçılarında dikkat etmesi gereken nokta işte tam buradadır.
Endüstri 4.0 sadece OTOMASYON sistemleri sunmamaktadır. Otomasyon, BİLİŞİM SİSTEMLERİ
ile birlikte ENDÜSTRİ 3.0'ın temel bileşenidir. Endüstri 4.0 OTONOM yani; birbirleri
ile HABERLEŞEN ve İNSANSIZ çalışabilen sistemleri nitelemektedir.
Bu işletmelerini dördüncü dönüşüme hazırlamak isteyen kurumların dikkat etmesi
gereken çok önemli bir noktadır. Endüstri 4.0 bir dijital dönüşümü anlatmaktadır.
Bu dönüşümün temel bileşeni OTONOM MAKİNADIR. Bu makinalar tam otomasyon ile
çalışırlar. Ancak her OTOMATİK Makine Otonom makine değildir. OTONOM makine
çevredeki olayları algılar, önceliklendirir, değerlendirir en uygun olan kararı
verir ve onu uygular. Otomatik makine ise kendisine verilen talimatı sürekli
tekrar eder. Yakın gelecekte endüstri 3.0 olarak nitelendirdiğimiz bu OTOMASYON
sistemleri yelerini aynı işi yapabilen ve kendi kendisine karar veren OTONOM
sistemlere bırakacaktır. Bugün alınan bir otomatik makine birkaç yıl sonra aynı
işi yapan ve otonom çalışabilen rakibi ile yarışamaz hale gelecektir. O nedenle
yatırım yapmadan önce imalatçılar konuyu çok iyi incelemelidirler.
Yukarıdaki tanımı ile günümüzde henüz tam anlamı ile Endüstri 4.0 prensiplerine
göre çalışan bir işletme vardır denilemez. Siemens gibi bazı büyük imalatçılar,
üniversiteler ile işbirliği yaparak gelecek fabrikasının prototip uygulamalarını
gerçekleştirmek üzere önemli paralar harcamaktadırlar. Var olan dijital makinelerin
çoğu aslında tam anlamı ile Endüstri 3.0 ürünüdür. Bunların da endüstri 4.0
toplumuna evrilmeleri gerekmektedir. Bu otomasyon sistemlerini üretenlerin önünde
yapılacak iki iş vardır. Ya ellerindeki sistemleri bu hali ile satacaklar (ki
henüz yeterli düzeyde otomasyona sahip olmayan işletmelere kolaylıkla hitap
edebilir) ya da bu sistemleri satmadan otonom niteliklere kavuşturmak için yatırımlar
yapacak ve makineleri ondan sonra pazarlayacaklardır. Bu ikinci durum henüz
yeterince pazarda varlığını göstermiş değildir.
Bugün makinelerini yenilemek isteyen imalatçılar eğer bu gerçeği göz ardı ederek
Endüstri 4.0 toplumuna dönüşümlerini sağlamak amacı ile otonom makinalar yerine
otomatik makineleri alırlar ise rakiplerinin otonom sistemleri ile rekabet edemeyeceklerdir.
Ülke içerisindeki tüm kurumlar dördüncü dönüşümü gerçekleştiriyorum düşüncesi
ile otomatik makinelere (endüstri 3.0 ürünü) yönelirler ise ülke "otomasyon
çöplüğüne" dönebilir. Tıpkı geçmişte olduğu gibi otomatik makineler geldiğinde
eski tezgahların hiç birisi rekabet edemedi. Maliyet, kalite ve hızlı üretimde
sınıfta kaldılar. Verimlilik yarışından otomasyonun baskısı ile imalat ortamını
terk edip zamanla artık müzelerde sergilenebilir hale geldiler. Önümüzdeki yıllarda
da gelişmiş dünyada insansız, otonom sistemler hakim olacak ve günümüzün otomasyon
sistemlerinin onlar ile baş etmesi (kalite, hız, zaman, yetenek, bilgi gereksinimleri
doğrultusunda) mümkün olmayacaktır. Kişiselleşmiş üretim, zeki ürün, etkin iletişim,
kestirimci bakım, kendi kendini tedavi etme, kesintisiz üretim vb. gibi alanlarda
oluşturacakları üstünlük ile diğerlerini imalat sahnesinden yavaş yavaş sileceklerdir.
O nedenle, geleceğe doğru makine parkurlarını yenilemek ve yatırım planları
yapmak isteyen imalatçıların sadece otomatik makinelere yönelmeleri ileride
aynı yatırımları tekrar yapmaları durumunu doğurabilecektir. Üstelik bu süre
çokta uzun olmayacaktır.
Diğer yandan;
Bu meseleyi diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de milli bir konu olarak ele
almakta fayda vardır. Ülkemiz imalat endüstrisinin gelecek vizyonunu çok net
bir şekilde belirlemeli ve referans modelini oluşturmalıdır. Türkiye'nin imalat
vizyonunu temel alacak şekilde , " Türkiye Toplumsal Gelişim Rehberi",
"Gelecek Türkiye'sinin temel bileşenleri" veya "TURİKYE 2030"
gibi bir söylem ile bundan sonraki 10-15 yıl imalat sanayisinin geleceği nokta
için ir referans modeli oluşturulabilir. Bu niteleme olmasa da daha güzel bir
söylem oluşturulabilir.
Endüstri 3.0 toplumları ile Endüstri 4.0 toplumları arasındaki en önemli diğer
bir fark ise (ki kimse bu açıdan bakmıyor), Endüstri 1,2,ve 3 toplumlarında
toplumlar kendi geleceklerini kendileri dizayn ediyorlardı. Bunun için dışarıdan
teknolojik destek alabiliyorlar (üretiyorlar ya da transfer ediyorlardı). Sorun
sadece gelen teknolojiyi istedikleri doğrultuda kullanmak idi. Halbuki Endüstri
4.0'da toplumların geleceğini de söz konusu teknolojik alt yapıya sahip olanlar
tasarlıyor. Yani aldığınız makineyi siz istediğiniz gibi kullanamıyorsunuz.
Onun tasarlandığı şekilde çalışması gerekiyor. Makine sahip olduğu bilgiyi kullanıyor.
O zaman bu makinelerin imalat edilmesi de önemli bir konu. Bu şekilde bu makineleri
kullanan imalat sistemleri imalatçının öngörüsü ve beklentilerine hizmet edecek
şekilde çalışacaktır. Bu bakış açısı dahi TÜRKİYE 2030 gibi bir teknoloji hareketini
zorunlu kılmaktadır.
Netice olarak bir kez daha vurgulamakta yarar vardır. Mesele ENDÜSTRİ 4.0 savunucusu
ya da karşısında olmamız değildir. MESELE Gelecek Dünyasında (adına ne derseniz
deyin) bizim ülke olarak NEREDE VE NASIL YER ALACAĞINIZA karar vermemiz ve buna
yönelik başta eğitim olmak üzere tüm kamu sistemlerini yeniden tasarlamamızdır.
Ülke olarak; kendi medeniyet genetiğimizi keşfederek kendi kültürel ve toplumsal
gerçekliğimize dokunacak şekilde; bilim ve teknoloji üretimimizi kendimiz tasarlayarak
bizatihi kendimiz üretmek durumundayız. Bir şey hiç bir şey olmadan önce kendisi
olmak durumundadır. Başka kendilerden olanlar kendisinden olamazlar, onlardan
olurlar. Onlardan olmak en azından teknoloji yoğun dünyada başkasının güdümünde
kalmaya yol açar. Ülkenin kendi güvenliğini ve onurunu korumasının önüne engel
koyar. Ülke olarak tüm kurumlarımız ile kendimiz olma mücadelesi vermeliyiz.
Başta üniversitelerimiz ve sanayi kuruluşlarımız olmak üzere konu ile ilgili
her türlü kurum ve kuruluşun sahip olduğu entelektüel birikim, deneyim ve imkanları
ile bu girişimlere destek olması ve ülkemizde karar vericilerin ufkunu açacak
söylemleri geliştirmesi kaçınılmaz bir görevdir. Bunun içinde tüm kurumların
görev ve sorumluluklarını açıkça gösterecek sağlıklı bir yol haritası oluşturmak
gerekmektedir.
Prof. Dr. Ercan Öztemel
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi