'Belli bir tefekkür olmadan devleti yönetemezsiniz'

Kalın, "Belli bir tefekkür olmadan siz devleti de siyaseti de sporu da yönetemezsiniz. Aynı şekilde ekonomiyi de yönetemezsiniz, kültürü de yönetemezsiniz." diyerek, zihni bir berraklığın olması gerektiğine, her şeyin insanın zihnindeki o derinliği, tefekkür ufkunu yakalamasıyla ilgili olduğuna vurgu yaptı.

Kaynak : Anadolu Ajansı
Haber Giriş : 20 Kasım 2016 22:43, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
'Belli bir tefekkür olmadan devleti yönetemezsiniz'

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın, "Bizim yeni bir periyodizasyona, yeni bir dönemlendirmeye, isimlendirmelere ihtiyacımız var. Çünkü bir şeyi siz nasıl tanımlarsanız, o sizi tanımlar hale gelir. Kavramlarınızı başkalarından alıyorsanız, kendi gerçekliğinizi başkalarının kavramları üzerine ifade ediyorsanız o sizin gerçekliğiniz değildir artık. Aslında kavramı ortaya koyan, gerçekliğe de sahip olur. Biz maalesef bu kavramsallaştırma konusunda, belki öz güven, belki birikim eksikliği ama yetersiz bir zeminde hareket ediyoruz." dedi.

Kalın, Osmanlı Devleti'nin ilk bilim tarihçisi ve ilk ansiklopedi yazarı Taşköprülüzade Ahmet Efendi'nin külliyatının ele alındığı, "Uluslararası Taşköprülüzade Sempozyumu"nun kapanış oturumuna katıldı.

İbrahim Kalın, burada yaptığı konuşmada, bugün karşılaşılan küresel sorunların başında bugün ile yarın arasındaki dengeyi kurma meselesinin yattığını dile getirerek, küreselleşme tezlerinin önemli iddialarından birinin "küreselleşme tüm kimlikleri, aidiyet duygularını işlevsiz hale getirecek, bir evrensel sona doğru zaten ilerliyoruz" tezi olduğunu aktardı.

Kalın, bu teze direnen toplumların tarihin dışında kalacağının, diğerlerinin de hakim paradigmayı içselleştirerek bu ortak yürüyüşte kendilerine bir yer edineceğinin, bu süreçte de bir tür liberal ütopya ortaya çıkacağının, kimlik, tarih, duygudaşlık, toplumsal hafıza gibi kavramların çok önemli olmadığı, dünya vatandaşlığı gibi kavramların bunların yerini doldurduğu bir yeni dünya modeline geçileceğinin var sayıldığını kaydederek, şöyle devam etti:

"Ancak son 20, 30 yılda yaşananlar, bunun pek de böyle olmadığını aslında gösterdi. Tam tersine kimlik, tarih, hafıza gibi unsurlar giderek daha büyük önem kazandı. Çünkü küreselleşme bir büyük dalga gibi toplumların üzerine geldikçe, o toplumlar bir direnç noktası olarak kendi tarihlerine döndüler, kendi geleneklerine dönme ihtiyacı hissettiler. Bu kimi yerlerde mikro milliyetçilikler olarak çıktı, kimi yerde Avrupa'da gördüğümüz gibi aşırı sağcı, ırkçı, göçmen karşıtı akımların güçlenmesi olarak ortaya çıktı. Kimi yerlerde de aslında tarihin yeniden keşfi ve öğretilmesi olarak karşımıza çıktı, çıkıyor. Dolayısıyla çok dinamik bir süreçten geçiyoruz ama buradaki temel mesele, hala bizim genel manada İslam medeniyet mirasını, özelde de Osmanlı düşünce tarihine ilişkin birikimimizin henüz yeterince farkında olmadığımız gerçeği. Burada şunun altını ısrarla çizmek lazım, geleneği olmayan toplumların geleceği de olmaz. Bir geleneğiniz yoksa, bir geleneğe dayanmıyorsanız bir gelecek inşa etmeniz mümkün değildir. Bu ilişkiyi kuramadığımız zaman, yani gelene ekleyerek yarına taşıyamadığımız müddetçe, gelenek ölü bir yığıntıdan ibaret kalıyor. Ama bunu yaşayan, bugünün meselelerinden hareketle canlı bir organizma gibi gördüğümüzde, gelenek bizi bugün de besleyen, yarına da hazırlayan bir unsur haline geliyor."

- "Belli bir tefekkür olmadan devleti de siyaseti de sporu da yönetemezsiniz"

İbrahim Kalın, bu anlamda böyle bir sempozyumun yapılmış olmasının çok önem arz ettiğini vurgulayarak, "Şöyle bir durumla karşı karşıyayız, bugün İslam dünyası çok sert siyasi sorunlarla boğuşmak zorunda. Yani ekonomik zorluklar, savaşlar, mezhep çatışmaları, dış müdahaleler gibi birçok sorun var. Biz de bir şekilde bunlarla her gün uğraşmak durumunda kalıyoruz. Bazen şöyle yanlış bir varsayımla hareket edildiğini görüyorum. 'Derinlikli düşünce, tefekkür, sanat, kültür, medeniyet türü şeyleri tabii ki yapmalıyız ama önce acil siyasi, ekonomik konular var. Bunları önce bir çözelim, vakti zamanı geldiğinde bu tür ilim, fikir, düşünce türü şeylere daha fazla vakit ayırırız' diye bir varsayımla hareket edildiğini görüyoruz." ifadelerini kullandı.

Bu yüzden de belki bu tür konuların, günlük hayatta ya da önemli kararlarda çok merkezi bir yere sahip olmayabildiğini, halbuki bunun tam tersinin olması gerektiğini dile getiren Kalın, acil siyasi ve ekonomik konuların çözülebilmesi için de fikir dünyasının belli bir berraklığa ve derinliğe kavuşmasının önemli olduğunu söyledi.

Kalın, "Belli bir tefekkür olmadan siz devleti de siyaseti de sporu da yönetemezsiniz. Aynı şekilde ekonomiyi de yönetemezsiniz, kültürü de yönetemezsiniz." diyerek, zihni bir berraklığın olması gerektiğine, her şeyin insanın zihnindeki o derinliği, tefekkür ufkunu yakalamasıyla ilgili olduğuna vurgu yaptı.

Bu manada bir zihniyet devrimine her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğunu belirten Kalın, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Özellikle bizim düşünce tarihimize baktığınızda siyasi krizlerin en yoğun olduğu dönemler, aslında düşünce üretiminin de en yoğun olduğu dönemler olmuş. Mesela, 11, 12, 13. yüzyılları düşünün İslam siyasi ve düşünce tarihinde, siyasi çalkantıların çok yoğun yaşandığı yüzyıllardır bunlar. Bir tarafta bir devletleşme, çok uluslu, milletli yeni siyasal yapıların ortaya çıktığı, bir yanda bu tecrübe yaşanıyor. Ama öbür tarafta da dışarıdan gelen iki tane çok büyük dalga var. Batı'dan gelen Haçlı seferleri dalgası var. 1,5 asır kadar Kudüs, Haçlıların yönetimi altında kalıyor. Etrafında da birçok Latin krallıkları denilen küçük küçük devletçikler kuruluyor. Ancak Selahaddin Eyyubi'den sonra o yapılar tasfiye ediliyor ve tekrar o bölge Kudüs merkezde olmak üzere İslam coğrafyasının bir parçası haline geliyor. Haçlı seferleri yaklaşık 2,5 asır sürüyor ama tam 'Haçlı seferleri bitti' denildiği dönemde, bu sefer Doğu'dan bir başka dalga geliyor ve Moğol istilası. Gelip adeta İslam dünyasını hallaç pamuğu gibi atıyor. En son 1258'de Abbasi Devletini yıkıyorlar, Bağdat'ı ele geçiriyorlar. Bizim tarihçilerin anlattığı kadarıyla Bağdat'ta Dicle ve Fırat günlerce kırmızı ve siyah akıyor. Yani bir tarafta insan kanı, öbür tarafta kitap mürekkebi akıyor. Tam bir yıkım, vandalizim, yok etme ama buna rağmen maya o kadar sağlam ki düşünce ve ruh dünyası o kadar sağlam ki bir 30, 40 yıl sonra İslam dünyasına baktığınızda, sanki ne Haçlılar olmuş, ne Moğollar olmuş gibi, düşünce tekrar her yerde filizlenmiş, siyasi düzen tekrar kurulmuş, ekonomik zenginlik tekrar paylaşılır hale gelmiş. Bu dediğim döneme baktığımızda, bunlar aynı zamanda bizim düşünce tarihimizin en verimli dönemleridir. Aklınıza gelebilecek birçok düşünür, filozof, bilim adamı, coğrafyacı, seyyah, yine bu dönemde yetişmiş, bu dönemde eserlerini vermiştir."

- "Avrupa merkezci tarih tasavvurunun ortaya çıkardığı tarihlendirme kalıplarını esas alıyoruz"

Kalın, "Bugün de yaşadığımız sert siyasi meseleleri esas alarak, felsefi, entelektüel, kültürel konuları ötelemek, aslında bizim tarihimizle de çelişen bir şey. Tekraren söylüyorum, bu siyasi, ekonomik sorunları, toplumsal meseleleri aşmak için de bizim mutlaka yoğunluklu, derinlikli bir kültürel çalışmaya, faaliyete ihtiyacımız var." dedi.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın, şunları kaydetti:

"Osmanlı düşünce tarihinin henüz doğru dürüst bir envanterini ortaya bile çıkartmış değiliz. Yani neye sahip olduğumuzun henüz farkında bile değiliz. Aslında onu bir keşfetsek, bütün boyutlarıyla, derinliğiyle ortaya çıkarsak bizim tabii ki tarih algımız da değişecek. İslam düşünce tarihçilerinin, uzmanlarının en çok üzerinde uğraştığı bu dönemlendirme meselesi de belki yepyeni bir anlam kazanacak. Bakın biz bugün hala üç aşağı, beş yukarı Avrupa merkezci tarih tasavvurunun ortaya çıkardığı tarihlendirme kalıplarını esas alıyoruz. Bu çok Avrupa merkezci bir tarih tasavvurudur aslında. Yani bizim tarihimizi asla izah etmez. Çin tarihini asla izah etmez. Çin tarihi tırnak içinde nerede Orta Çağ'da? Neye göre kadimdi? Batı'nın kadim dediği Çin'in standartlarında çok modern bir şey oluyor aslında. Yani biz kendi düşünce dünyamıza, tarihimize de bu Avrupa merkezci perspektiften baktığımız müddetçe de aslında büyük çelişkiler yaşıyoruz. Tırnak içerisinde İbn-i Sina bir Orta Çağ filozofu mudur? Bizim şeylerimize göre hiç alakası yoktur. İbn-i Rüşd, Batılı bir düşünür müdür? Bu kategoriler izah etmiyor bizim kendi düşünce tarihimizi. Bizim yeni bir periyodizasyona, yeni bir dönemlendirmeye, isimlendirmelere ihtiyacımız var. Çünkü bir şeyi siz nasıl tanımlarsanız, o sizi tanımlar hale gelir. Kavramlarınızı başkalarından alıyorsanız, kendi gerçekliğinizi başkalarının kavramları üzerine ifade ediyorsanız o sizin gerçekliğiniz değildir artık. Aslında kavramı ortaya koyan, gerçekliğe de sahip olur. Biz maalesef bu kavramsallaştırma konusunda belki öz güven, belki birikim eksikliği ama yetersiz bir zeminde hareket ediyoruz. Bunda herhalde bizim son 100-150 yıldır yaşadığımız düşünce savrukluğunun ya da çarpık modernleşme tarihimizin de önemli bir rolü var ama kendi kavramlarımızla artık düşünebilmemiz gerekiyor. O manada da hem İslam hem Osmanlı düşünce tarihlerine yeni bir perspektifle bakmak gerekiyor. Bu tür çalışmalar, Taşköprülüzade ve daha onun gibi onlarca Osmanlı ulemasının çalışmaları ortaya çıktıkça belki biz çok daha farklı değerlendirmeler, tasnifler yapmak durumunda kalacağız. Ama önce o mirası ortaya çıkartmamız, neye sahip olduğumuzu bir görmemiz gerekiyor."

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye'nin şu anda dünyaya bir ayna tuttuğunu belirterek, "Suriye mültecileri konusunda dünyaya bir ayna tutuyor, dünyanın mazlumlarına sahip çıkma konusunda dünyaya bir ayna tutuyor. Tabii Batılılar o aynada gördükleri şeyden çok rahatsız oluyorlar. Kendilerini düzeltmek yerine aynayı gösterene saldırıyorlar. Çünkü aynadan rahatsızlar, aynada görünen fotoğraf, iyi bir fotoğraf ya da görüntü değil." dedi.

Kalın, Osmanlı Devleti'nin ilk bilim tarihçisi ve ilk ansiklopedi yazarı Taşköprülüzade Ahmet Efendi'nin külliyatının ele alındığı, "Uluslararası Taşköprülüzade Sempozyumu"nun kapanış oturumuna katıldı.

Avrupa merkezci tarih perspektifinden kurtulmak için artık daha hızlı, kararlı, derinlikli adımlar atılması gerektiğini dile getiren Kalın, Avrupa merkezciliğin sadece bir siyasi ya da ekonomik konu olarak düşünülmemesi gerektiğini, sanattan edebiyata, estetikten kültüre, din anlayışından şiire kadar her alanda karşılarına çıkan temel bir sorun olduğunu ifade etti.

"Aslında Avrupa merkezcilik Batı'nın da aleyhine olan bir şey. Çünkü Avrupalı olmayan tüm toplumlarda Batı karşıtlığını körükleyen bir şey. Yani siz kendinizi evrenin merkezine koyduğunuzda 'iyinin, güzelin ve doğrunun standartı benim' dediğinizde kendinizin dışındaki tüm toplumları, birikimleri yok sayıyorsunuz. Bunun bir Batı karşıtlığı olarak gelmesi, gayet doğaldır ama bunun izlerini biz hala yaşıyoruz." değerlendirmesinde bulunan Kalın, 19. yüzyılda Avrupalıların Avrupa emperyalizmini meşrulaştırmak için "medenileştirme misyonu, vazifesi" şeklinde bir kavram uydurduklarını anlattı.

Kalın, "Avrupa merkezciliği bu geniş perspektiften değerlendirdiğimizde, bizim bunu aşma yönünde daha fazla gayret ve çaba sarf etmemiz gerekiyor. Bunun en önemli nirengi noktalarından bir tanesi de düşünce tarihi. Düşünce tarihimizde biz hala bu Avrupa merkezci bakış açısından bütünüyle kurtulamadığımız için bugüne kadar Taşköprülüzade gibi aslında bizim bugün teneffüs ettiğimiz Anadolu irfanının kodlarını yazmış düşünürler konusunda bile çok çok az çalışmalar var." diye konuştu.

Bu çalışmaların hız kazanmasının büyük önem arz ettiğini, daha öteye gidilmesi gerektiğini, bunun sadece yerel tarih perspektifinden de ele alınmasının büyük bir haksızlık olacağını vurgulayan Kalın, şöyle devam etti:

"Tam tersine bizim Taşköprülüzade gibi düşünürleri alıp 'Bugün dünyaya söyleyecek bir sözümüz var mıdır?' sorusuyla düşünmemiz lazım. Eğer bizim heybemiz doluysa, dünyaya söyleyecek sözümüz varsa, biz o zaman çıkarız pazar meydanına ve orada felsefeden sanata, kültürden diplomasiye, uluslararası ilişkilerden ekonomiye her alanda söyleyecek bir sözümüzün olduğunu da ispat ederiz. Buna her zamankinden fazla ihtiyaç var. Başta söylediğim bu sert siyasi, ekonomik sorunlar nedeniyle ki bunların çoğu İslam dünyasının başına örülen meseleler maalesef, bir kısmı kendi iç dinamiklerimizden kaynaklanıyor ama bir kısmı kesinlikle küresel sistemin başımıza bela ettiği konular. Bunlardan dolayı biz aslında dünyaya söyleyecek bir sözümüzün olduğunun bile farkında değiliz. Yüzlerce yıl boyunca, bin yıldan fazla bir süre boyunca insanların hayal dünyasını şekillendiren, zenginleştiren en güzel hikayeler bu topraklarda yazıldı. Oradan geriye o kadar az şey kaldı ki ama aslında yapmamız gereken hatırlamak, tezekkür etmek, düşünmek, bunları alıp tekrar bugüne getirmek. Bunu yaptığımızda bugün dünyaya söyleyecek sözümüzün olduğunu tekrar göreceğiz."

Kalın, bugün sadece görünen üzerine kurulu bir ontolojinin olduğunu, gerçekliğin, hakikatin sadece görünenden ibaret zannedildiğini dile getirerek, görünen, gerçekliğin olgusunun da beş duyuya indirgendiğini aktardı.

- "Kendimize onların aynasından bakmaya çalışıyoruz"

İslam dünyasının büyük bir taarruz altında olduğuna, Batı medyasının şu anda İslam dünyasına öğrenilmiş cehalet perspektifiyle yaklaştığına dikkati çeken Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Mesele, maddi bilgi eksikliği sorunu değil. İletişimin bu kadar arttığı, anlık iletişim çağında herhalde İslam dünyasında ne oluyor, Müslüman toplumların nüansları nedir, farklı bölgeler arasındaki nüanslar nedir, bunları bilme konusunda her halde çok fazla bir sorun olmasa gerek ama adeta öğretilmiş bir cehaletle genellemelerin yapıldığını, genel geçer hükümlerin inşa edildiğini görüyoruz ve maalesef bizler de bunları satın alıp kendimize onların aynasından bakmaya çalışıyoruz. Temel problemimiz de bu aslında. Kimin aynasında kendimize bakıyoruz? Bu çok önemli. Aslında bizim dünyaya bir ayna tutmamız lazım. Bence Türkiye şu anda dünyaya bir ayna tutuyor. Suriye mültecileri konusunda dünyaya bir ayna tutuyor. Dünyanın mazlumlarına sahip çıkma konusunda dünyaya bir ayna tutuyor. Tabii Batılılar o aynada gördükleri şeyden çok rahatsız oluyorlar. Kendilerini düzeltmek yerine aynayı gösterene saldırıyorlar. Çünkü aynadan rahatsızlar, aynada görünen fotoğraf, iyi bir fotoğraf ya da görüntü değil. Fakat biz kendimizi hangi aynada görüyoruz acaba? Bize tutulan aynalar ne kadar gerçek? Bunları da bizim sorgulamamız lazım.

Düşünce tarihimize de maalesef bu gözle bakıyoruz. Yani düşünebiliyor musunuz, İstanbul'da bir sabah ezanını hayatında bir defa duymamış birisi, kalkıp İslam dünyası hakkında hükümler verebiliyor. Yunus Emre'nin bir dizesini Türkçe duymamış, anlamamış kişiler, Türkiye hakkında, Anadolu insanı hakkında ahkam kesebiliyor. Bir Anadolulu köylüsünün evine misafir olmak nedir, ekmeğini paylaşmak nedir bunu bilmemiş, tecrübe etmemiş insanlar, siyasiler, gazeteciler bizim hakkımızda, toplumlarımız, tarihimiz hakkında ahkam kesebiliyorlar. Hayatında bir defa ramazan iftarında bir Müslüman toplulukla bir araya gelip, bağdaş kurup oturup, lokmayı paylaşmamış kişiler, bizim toplumsal alışkanlıklarımız, teamüllerimiz, inançlarımız hakkında ahkam kesebiliyorlar. Bunun tersini bizim yaptığımız düşünün. Fransız, İngiliz toplumunun geleneklerini anlamadan, kavramadan onlar hakkında genel geçer hükümler verdiğimizi düşünün. Bunların ne bir akademik geçerliliği olur ne de bir toplumsal karşılığı olur. Bunları artık biz aşmak durumundayız."

Bunun en yoğun yaşandığı yerlerden birisinin düşünce tarihiyle ilgili olduğuna işaret eden Kalın, "Bu düşünce tarihini biz yeniden keşfedebildiğimiz, ortaya çıkartabildiğimiz oranda aslında kendimize güvenimiz artacak ve Hz. Mevlana'nın pergel sembolizminde ifade ettiği gibi pergelin iğnesini nereye batıracağımızı da işte o zaman doğru tespit edeceğiz. Onu tespit ettikten sonra zaten 72 alemi gezeriz, onda bir sorun yok. Önemli olan o merkezi, pergelin iğnesini nereye batıracağımızı doğru tespit edebilmek. Onu yaptıktan sonra köklerine bağlı ama dünyaya bir açık ufuk perspektifinden bakabilen bir entelektüel faaliyeti harekete geçirebiliriz ve bu sadece bizim düşünce dünyamıza bir katkı sağlamaz, aslında insanlığa bir katkı sağlar." değerlendirmesinde bulundu.

- "Artık gerçekliği bir bütün olarak kavrayamıyoruz"

Bugün özellikle derinlikli düşüncenin, tüketim kültürünün renkli ışıkları içinde heba edildiği bir dönemden geçildiğini, buna direnmek, tam tersine kendi kültürlerini, irfanlarını yansıtan çalışmalarla, eserlerle tekrar bu zenginliği kazanmak gerektiğini aktaran Kalın, Taşköprülüzade Ahmet Efendi'nin düşüncelerinin daha fazla bilinmesi, eserlerinin yayımlanmasının bu anlamda ilim ve fikir dünyasına katkılar vereceğini düşündüğünü söyledi.

Kalın, gerçekliğin yerine taklidinin geçtiği, taklidinin adeta bir gerçek olarak algılandığı bir dünyada, bu düşünce derinliğini, metafiziği, ontolojiyi, epistemolojiyi içeren bir düşünce bütünlüğünün inşa edilmesinin sanattan siyasete, uluslararası ilişkilerden medyaya kadar her alanda önemli katkılar vereceğini aktararak, sözlerini şöyle tamamladı:

"Bunları hiçbir zaman sadece soyut, kavramsal konular olarak algılamamak gerekiyor diye düşünüyorum. Bu soyut denilen fikirlerin bizim hem düşünce hem de eylem dünyamıza ne kadar önemli katkılar verdiğini bizzat yaşayan, tecrübe eden birisiyim. Özellikle Taşköprülüzade'nin bir tarafta kelami, bir tarafta felsefi, irfani düşünceyi, bir tarafta da riyazi bilimleri meczederek ortaya çok önemli bir sentez çıkardığını hatırlamamız gerekiyor. Belki bugün bizim en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerden birisi de gerçekliğe bütüncül açıdan bakabilecek düşünce metodolojilerini yeniden inşa etmek. Çünkü zihnimizde her şeyi parçaladığımız için artık gerçekliği bir bütün olarak kavrayamıyoruz."

İlmi Etüdler Derneği (İLEM), İlim Sanat Tarih ve Edebiyat Vakfı (İSTEV) ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi iş birliğiyle düzenlenen sempozyumda, Kalın'a hediye takdimi yapıldı.

Program, İbrahim Kalın'ın sempozyum ve çalışmalarda emeği geçenlere plaket vermesinin ardından, fotoğraf çekimiyle sona erdi.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber