Araştırma Görevlilerinin Sorunları ve Çözüm Önerileri

12 Nisan 2006 tarihinde Ege Üniversitesi Yabanci Diller Konferans Salonunda Fen Bilimleri Enstitüsü I. Ögrenci Kurultayında sunulan "Araştırma Görevlilerinin Sorunları ve Çözüm Önerileri" konulu bir bildiriye bugün sitemizde yer veriyoruz. İçsel ve dışsal sorunlar olmak üzere sorunların iki ana başlıkta toplandığı bu bildiye ulaşmak için başlığa tıklayınız.

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 22 Mayıs 2006 11:18, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Bekir Sıtkı KARATAŞ*

Araştırma Görevlilerinin Sorunları ve Çözüm Önerileri

Bilgi çağının yaşandığı bu dönemde bilgiyi üretme kurumlarının başında üniversiteler gelmektedir. Bu kurumların en önemli yapıtaşlarından biri olan araştırma görevlilerinin sorunlarının giderilmesi durumunda, bilgi toplumu olma ve ?muasır medeniyetler seviyesine ulaşma? yolunda önemli bir mesafeye kat edileceği açıktır. Sorunların doğru şekilde çözülmesi için tespitlerin yerinde olması asgari gerekliliktir. Sorun tespit etmede ise elimizdeki en önemli veriler, biz araştırma görevlilerinin kendimizden menkul mesleki tecrübeleri, uluslar arası karşılaştırmalar ve bazı istatistiki çalışmalardır.

Bu bildiri, araştırma görevlilerinin halihazırda yaşadığı veya yaşama olasılığı olan tüm sorunları tespit edip çözüm önerileri sunma; kısacası bu konuda son sözü söyleme iddiasından uzak hazırlanmıştır. Fakat bir çok araştırma görevlisinin ortak sorunlarının tespiti ve bunların tartışılarak çözüm önerilerinin belirlenmesi bağlamında, zihinsel bir egzersiz sağlayacağı ve ilerde konunun muhataplarına bir veri tabanı oluşturmada katkı sunacağı kanısındayım.

Bu bildiride yer almasa da toplumumuzun tamamının uğradığı sosyal, kültürel ve ahlaki erozyon ve savrulmalardan biz araştırma görevlilerinin de aynı derecede nasibini almış olduğu şeklindeki içe dönük bir kritiği de yapmak zorundayım. Böylece meyvesi olduğumuz toplumun uzağına düşmeyeceğimizi itiraf etmenin, sorun belirleme ve çözüm hamlesi yapmada yere sağlam basma avantajını bizlere sağlayacağı inancındayım. Sorunların kaynağını eksiksiz belirleme gayretleri anlamsız olmamakla birlikte, bu köken araştırmasının, mevcut idareci ve yetkililerden tutun da onlardan öncekilere ve daha da öncekilere... kısacası ta Adem'e kadar varan bir silsilenin takibi gibi bir kısırdöngüye ve spekülatif iddialara bizleri götürebileceğinden bu kapıyı çok aralamamak gerektiğini düşünmekteyim. Bu arada toplumun her kesimi, her meslek veya sektörün bizlere benzer veya farklı bir çok sorunları olduğunun farkındalığını atlamadan, imtiyazlı bir konum kazanma hevesine kapılmadan, ülkemiz hedef ve gerçeklerini göz ardı etmeden ayağı yere sağlam basan  çözüm önerilerinin sunulmasının en doğru perspektif olduğu kanaatindeyim.

Ucunun bizlere de dokunduğunu düşündürecek bazı öz eleştirilerin araştırma görevlilerini töhmet altında bırakmaktan öte, mevcut sistemin arızalı yönlerini dikkate sunmayı amaçladığını da en başından belirtmek isterim.

Tüm bu varsayımlar ve koşullamalar altında araştırma görevlilerinin birer bilimadamı olabilmelerinin önünde Çin seddi gibi duran genel sorunları şöyle sıralayabiliriz:

A-İçsel Sorunlar:

Bu genel başlık altında incelenecek olan sorunlar; hem kısmi bir özeleştiri, hem de mevcut durumda sorunu çözmede dış faktörlerden çok kendi iç dinamiklerimizin etkili olduğu sorunlardır.

1-Akademik Ehliyet ve Liyakat

Akademik kadroya atanırken tabi olunan süreç, ilerde karşılaşılması olası bazı sorunlara gebedir. Ehliyet, liyakat ve adalet kavramlarıyla özetlenebilecek objektif kriterlere tabi tutulmadan elde edilen akdemisyenlik payesi, daha sonra bu payeyi verenlere karşı bir minnet ödeme sürecini de beraberinde getirebilmektedir. Zaten görev tanımı belirsiz olan böyle bir pozisyona bir de birilerine minnet diyeti ödeme kaygısı eklendiğinde araştırma görevliliğinin görev ve sorumluk kapsamının nasıl içinden çıkılamaz bir genişliğe varabileceğini takdirinize bırakıyorum.

Ceketin ilk düğmesinin doğru iliklenmesi sonrakilerin doğruluğunun da asgari şartı olacağı düşüncesiyle, etik anlayış ve şahsiyetli duruştan ödün verilmeden akademik hayata başlanması ileride karşılaşılabilecek kimi sorunları baştan azaltmanın da akılcı bir yolu olsa gerektir.

Aslında mevcut uygulamalara göre değil de olması gerekene göre bir öneride bulunacak olursak; araştırma görevlilerinin seçimine merkezi bir sınavda başarılı olmak şartıyla bizzat beraber çalışılacak öğretim üyesi karar verebilmelidir. Tanıdık, eş, dost, akraba vb. gibi öğretim üyesince kan bağı ya da hatır imtiyazı olan kişilerin araştırma görevlisi kadrosuna alınması sakıncasının giderilmesi için ise belli bir akrabalık derecesi sınırı getirilebilir. Aslında buna bile gerek yoktur. Çünkü; öğretim üyesi ve araştırma görevlisi için sağlam bir performans değerlendirme kriteri oluşturulduğunda, bu kritere uymayanlara getirilecek bir yaptırım otokontrolü yeterince sağlayacaktır kanaatindeyim. Hiç bir öğretim üyesinin, kendisine yardımcı olacağına yük olacak bir araştırma görevlisiyle ?kendi oğlu/kızı olsa bile- çalışmak istemeyeceği açıktır.

2-Kişisel Gelişim ve Sosyalite

Araştırma görevlilerinin seçiminde önemli ölçütlerden biri hemen her bölümde not ortalamasıdır. Bilimsel liyakatı esas alma düşüncesiyle yetinilen bu kriterle, en az bunun kadar önemli olan uyumluluk, sorumluluk, paylaşım, ekip ruhu bilinci, sosyallik gibi akademik ortamın olmazsa olmazları ise değerlendirme dışı bırakılmaktadır.

İstisnaları ve sosyal bilimler alanındakilerin bir çoğunu hariç tutarsak, genellikle derece yapmış bu insanlar, öğrencilik hayatında eğitim sisteminin zorunlu kıldığı yoğun ders çalışma eksenli bir hayat yaşadıklarından ve genellikle ders kitaplarından başka eserler okumadıklarından kişisel gelişim, holistik ve analitik düşünme, zihinsel ve sosyal beceriler açısından güdük kalabilmektedirler. Buna bağlı olarak akademik karakterle hiç bağdaşmayacak şekilde, kamplara bölünüp en iyi ihtimalle sadece dahil olduğu kliktekilere yararı dokunacak kadar narsist, hayatı yardımlaşma yerine mücadele, mücadeleyi de rekabet yerine başkalarını zor duruma düşürüp mağlup etmek olarak görecek kadar bayağı, kıskanç, geçimsiz, asosyal, oportünist vb. sıfatlarla donanımlı insanlar akademik kadrolarda yer alabilmektedir.

Bu donanımla daha sonra öğretim üyesi olmuş birinin; geçimsiz olduğu öğretim üyesinin asistanına da aynı tavrı yansıtması, hatta bu öğretim üyesi ya da asistanıyla iyi ilişkileri olan diğer asistanlara karşı da aynı asosyal veya gayri medeni tavrı sergilemesi bir çoğumuzun yaşayarak test ettiği bir durumdur. Bir kişiye ödetilmesi düşünülen toplam diyet hiç azaltılmaksızın bir çok kişiye tek tek ödetilmektedir. Bazen ilişkiler; düşmanının düşmanını dost ya da düşmanının dostunu düşman olarak görecek kadar çetrefilleşebilmektedir.

Bu sorun, bilimsel liyakatın asgari şart olduğu fakat yukarıda saydığım kişisel özelliklerin de dikkate alındığı, araştırma görevlisinin görev yapacağı kurum ve hatta bizzat çalışacağı öğretim üyesi tarafından, kişiyi tanımaya yönelik bir mülakat ve kısa bir süre geçici kadroda tutma gibi ikinci bir değerlendirme sürecine tabi tutulması şeklinde kısmen aşılabilse de sorun daha derinlerde; yani anaokulundan itibaren tabi olunan eğitim sistemindedir.

3-Akademik Hayat İçin Hazırlıksızlık:

Akademisyenlik fikirsel, zihinsel ve bilgiye dayalı bir donanımın zorunlu olduğu -meslekten öte- bir yaşam biçimidir. Görevi araştırma olan kişiye, araştırma, sorgulama, analiz etme yeteneği kazandırılamadan ve elde ettiği sonuçları ifade edebilme hürriyetinin olduğu bir ortam hazırlanmadan bu görevin verilmesi veya bu göreve talip olması aslında büyük bir ironidir.  Tüm eğitim-öğrenim hayatı boyunca ezberci ve çoktan seçmeci bir anlayışla yetiştirilen bir kişiden bilimin ilerlemesinin temel gerekliliği olan araştırma, sorgulama, analiz etme ve ortaya yeni bir eser koymasını beklemek ham hayaldir. Beklenmesi gereken ise en iyi olasılıkla mevcut durumun korunması ve günün kurtarılması; yani statüko ve popülizmdir. Aslında durağanlığın olmadığı, aksine hızlı ilerlemelerin olduğu günümüzde yerinde durmak geri kalmakla eş anlamlı olsa gerek. 

Sorumlusunun sadece kendinden hemen önceki nesillerin değil belki asırlara dayanan eğitimci ve idareci silsilesinin olduğu bu sorunun aşılması için eğitim sisteminin baştan aşağı; ta okul öncesi eğitimden lisansüstü eğitime kadar reforma tabi tutulması şarttır. İnsanı fert olmaktan şahsiyet olmaya terfi ettirecek yegane yol eğitimdir. İyi kurulamamış bir sistemden iyi ürün elde etme olanağı olmayacağı bilimsel bir gerçektir. Bu mantıkla; kötü eğitim sistemleri kötü eğitmenleri, kötü eğitmenler ise kötü eğitilenleri sonuç verecektir. Bu kısır döngünün kırılması için gelişmiş ülkelerin eğitim sistemi yaklaşımının, ülkemiz gerçekleriyle harmanlanmış adaptasyonu doğru bir yolda atılacak ilk adımdır.

B-Dışsal Sorunlar:

Bu genel başlık altında incelenecek olan sorunlar; hem dışa dönük bir eleştiri, hem de sorunu çözmede kendi iç dinamiklerimizin değil dış faktörlerin etkili olması açısından kategorize edilmiştir.

1-Maddi Koşullar veya Özlük Hakları

Bu tek maddelik sorun öylesine doğurgan bir ana sorundur ki bir çok yavru sorunları doğurmaktadır. Maddi olarak yetersiz olan bir araştırmacının bilim adına yorulması gereken zihni, geçim ve iaşe kaygısıyla bitap düşmektedir. Bu da akademik çalışmalara odaklanamama ve üretememeye neden olmaktadır. Beyin göçünün önlenmesi ya da mevcut beyinlerin çalışma şevkinin artırılması için geçim sıkıntılarıyla boğuşmak zorunda kalmamak asgari zorunluluktur. Araştırma görevlilerinin özlük haklarının ve maaşlarının iyileştirilmesi başarılı, istekli ve çalışkan insanlar için  üniversitelerin cazip hale getirilmesine katkısı nedeniyle oldukça önemlidir. Maddi açıdan yaşanan bu tatminsizlik; popülaritesi yüksek olan bölümlerde araştırma görevlisi bulamamak, üniversite dışında istihdam olanağı düşük bölümler için ise yalnızca bir istihdam  kurumu olmak sonucunu beraberinde getirmektedir.

Bir çoğu bekar olan araştırma görevlilerinin (kendi imkanlarıyla ev sahibi olması imkansız olduğundan) tek başlarına insana ve konumuna yaraşır bir kiralık evde yaşama düşüncesi, oportünist ev sahiplerinin beklentileriyle kesişince; kazancının en az yarısını bunlara kaptırma olgusunu sonuç vermektedir. Geriye kalan miktar ise hem onurlu bir insan hem de bilimadamı olmanın gerektirdiği asgari ihtiyaçları bile karşılamaktan uzaktır. Tüm bu ekonomik baskıları birazcık da olsa azaltma adına araştırmaya ayırması gereken çok değerli vaktini çeşitli ders, sınav vb. görevlendirmelere ayırmak zorunda kalması, konusuyla ilgili başucu kitabı sayılacak eserleri temin etme ve bilimsel etkinliklere katılma konusunda bin bir hesap yapmak zorunda kalması, aileden gelen bir destek olmadıktan sonra bir arabasının bile olamaması nedeniyle değerli vaktini toplu taşıma aracı duraklarında ve seyahatlerinde harcayan araştırma görevlisinden nasıl arzu edilen verim alınabilir.

Yıllardır özlük haklarımızın iyileştirileceği beklentileriyle yaşatılıp her seferinde ekonomik koşul ve kriz gerekçeleriyle hayal kırıklıklarıyla baş başa bırakılmaktayız. Araştırma görevlilerinin özlük hakları ?eşit işe eşit ücret? ilkesine de en fazla ters düşecek durumdadır. Örneğin; yüksek lisans ve hatta doktorasını yapmış bir akademisyenin, aynı bölümün lisans mezunu bir devlet memurundan bile daha az maaş alması ne büyük bir çelişkidir. Bunun yanında, pratikte mesaisi ve stabilitesi olmayan akademisyenliğin zorunlu kıldığı dinamik bir çalışma performansı ve özverinin ise   herhangi bir kamu kurumunda eşdeğerini bulmak oldukça zordur.  Bu çarpıklığın giderilmesinin  hem sosyal adalete hem de üniversitelerin kalitesine katkısı ise yadsınamaz. Bu durum, sosyo-ekonomik reformlarla eninde sonunda çözüme kavuşturulsa da ?gecikmiş adaletin, adalet olmaması? açısından kaygı duymaktayım.

2-Görev Tanımında ve Devamındaki Belirsizlik

2547 sayılı yüksek öğrenim kanununun 33. maddesi şöyledir:

?Araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır.? Bunlar ilgili anabilim veya anasanat dalı başkanlarının önerisi, Bölüm Başkanı, Dekan, enstitü, yüksekokul veya konservatuvar müdürünün olumlu görüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına en çok üç yıl süre ile atanırlar; atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer. (27.04.2005 tarih ve 25798 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5335 sayılı Kanunun 10/a maddesiyle eklenen cümle.) Bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler.

Öncelikle görev tanımını ele alacak olursak; örneğin ?yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevler? gibi belirsiz, her türlü yoruma açık ve muğlak bu ifadeyi nereye koymalıyız. Yetki ve inisiyatif sahibi idareciler veya öğretim üyelerince ?ilgili diğer görevler? ifadesinin içinin istenildiği gibi doldurulması olasıdır. Örneğin; bu tanımlama, teorik olan derslere bile girmekten tutun da, sınav sorusu hazırlama, sınav kağıdı okuma, sonuçlarını ilan etme, öğrenci yoklaması almaya gitme ve devam durumunu takip etme, ek ders formlarını doldurma vb. gibi listeyi daha da uzatabileceğimiz durumları da ima etmekte midir? Ne yazık ki görev tanımındaki bu belirsizlik, bazı öğretim üyelerinin tembelliği ve asli vazifesi olan ders anlatma işini başından savma düşüncesiyle birleştiğinde, ortaya asli görevi ?araştırma? olan kişilerin yerini fiilen ?okutman, uzman veya öğretim görevlisi? olan kişiler almaktadır. Ders ve sınav yükünün yanında, bir araştırma görevlisinin olması gereken asli vazifesiyle bağdaşmayacak, aslında sekreteryanın görev alanındaki angarya kabilinden onlarca işin ?vur abalıya misali? araştırma görevlilerine yüklenmesi de cabası.

Bu sorun için önerebileceğimiz formül ise araştırma görevlilerinin yetki, görev ve sorumluluk alanlarının ilgili yasa veya yönetmeliklerde açıkça tanımlanmasıdır.

Yine yukarıdaki görev tanım ile ilgili kısmın geriye kalanını ele alacak olursak;  bu sefer de mesleki garantinin olmadığı gerçeğiyle yüz yüze gelmekteyiz. Elimizde yalnızca anabilim dalı başkanından rektöre kadar uzanan bir silsile içindeki tüm yetkililerin inisiyatifine kalmış ?yeniden atanabilme? hakkı (!) vardır. İlk atanma kriterlerinden bile dem vururken, yeniden atanmada ise hiç bir kriter belirtilmemiş, inisiyatif idarecilere ve bunların iki dudağı arasından çıkacak söze bırakılmıştır.

3-Özgür Düşünme ve Düşündüğünü İfade Edebilme

Sadece araştırma görevlileri ile sınırlı olmasa da bir diğer sorun; zaten özgür düşünme yetisi daha önceki eğitim süreçlerinde kendisine kazandırılmamış, bir şekilde kazanmış olsa bile bastırılmış ya da köreltilmiş olması nedeniyle tam bir özgür düşünme ve düşündüğünü açıklayabilme platformundan yoksun olunmasıdır. Aslında özgür düşünme ve bunu açıklayabilme üniversitenin olmazsa olmaz koşulu iken; bölüm başkanı, dekan, rektör ya da YÖK başkanı gibi düşünmek zorunda olması; aksi takdirde hayat hakkının olmaması, özgür ve bilimsel düşünmeyle ülkeyi ve insanlığı daha iyiye ulaştıracak bir köprünün ayaklarına dinamit koymak demektir.

Bunun yanında bir de tahsisli araştırma görevlisi iseniz yüksek lisans bittiğinde doktoraya başlarken ve doktora öğrencisiyken tekrar atanırken önünüze çıkacak bir çok sınavı kazasız belasız atlatmak için jüride bulunabilme olasılığı olduğundan tüm bölüm öğretim üyeleriyle iyi geçinmek zorunda kalınmaktadır. İyi geçinmenin asgari göstergesi ise, doğru da olsa aksi bir fikriniz varsa ?en iyi fikir hiç söylenmemiş olandır? tesellisiyle bunu beyan etmemek, hiyerarşik düzenin son halkası olmayı kabullenerek kayıtsız şartsız egemenliğin diğer üst halkalarda olduğuna inanmak şeklinde pratiğe dönüşmektedir. Kısacası, adeta Demokles'in kılıcının gölgesinde yaşamak zorunda oluşunuz, özgür olmanıza imkan vermemektedir.

Oysa ulu önder Atatürk "Hiç bir zaman hatırınızdan çıkmasın ki Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bireyler ister. Ya fikri hür, vicdanı hür gençleri yetiştirecek çağdaş eğitimcilerin görev yaptığı çağdaş kurumlara sahip olacağız yada; köleliğe mahkum olup çağdaş uygarlıkların hakimiyetine boyun eğeceğiz" tespitiyle ta Cumhuriyetin ilk dönemlerinde meselenin bam teline basmıştır. Acaba dünyanın ilk 500 üniversitesi sıralamasında tek bir üniversitemizin bile olamayışı bu gerçeği ıskaladığımızın açık bir göstergesi midir?

Fikri, vicdanı ve irfanı hür olmayanların fikir ve bilim üretmesi, dolayısıyla çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilmesi söz konusu değildir. Tam demokratik, özerk ve adil bir üniversite yönetim sistemi olmadan bu sorunların aşılması ise mümkün değildir. 
 

4-Kadro Statüsü

Üniversitelerde ?daimi? ve ?tahsisli? kadro olmak üzere iki farklı statüde araştırma görevlisi bulunmaktadır. Bilindiği üzere, daimi kadrodaki araştırma görevlileri doktora çalışmalarını tamamladıktan sonra da  aynı kadroda ?yardımcı doçentlik? kadrosunu beklemektedirler.

Tahsisli kadroda yüksek lisans veya doktora yapan araştırma görevlilerinin, lisanüstü eğitimini tamamlaması ile kadrosu geri alınmaktadır. Bu durumdaki yüksek lisans eğitimini tamamlayan araştırma görevlileri kadro tahsis süresi bitmeden ya başka bir kuruma geçiş yapabilmekte ya da üniversitede doktora eğitimine kadrosuz olarak başlamaktadırlar. Araştırma görevlisinin yeniden atanabilmesi için önce doktora öğrencisi olması, daha sonra bölümlerinin kadro talebinin rektörlük ve dekanlıkça karşılanması ve bu kadro sınavlarını kazasız belasız atlatması gerekmektedir. Birkaç aydan birkaç yıla kadar çıkabilen bu süreç içerisinde, yalın olarak sadece öğrenci statüsü olan bu kişinin kadrosu olmadığından maaş alması da mümkün değildir. Çözüm olarak geçici bir süre üniversite dışında bir işte çalışması düşünülse de pratikte bu da mümkün olamamaktadır. Çünkü bölüm, kadrosu olmasa da bölüm işlerine yardımcı olmaya ara vermiş yani iyi gün dostu olduğunu düşündüğü (!) bu kişiye bir daha kadro şansı tanımamaktadır. Bir şekilde bu geçiş sürecinin atlatıldığını varsaysak da; bu sefer de önünde tüm bu zorluklarla tamamladığı doktorasının bitmesiyle, yine kadronun elinden alınmasını gerektiren tahsislilik süreci vardır. Bu durumda doktorasını tamamlayan araştırma görevlisi, alanlarında kadro açılıp, ?yardımcı doçentlik? sınavına girene kadar işsiz kalmakta ya da başka bir kuruma geçmektedirler. Bu statüdeki bir kadronun getireceği, akademisyenliği içselleştirememek, aidiyet hissinde dejenerasyon, araştırmalara odaklanamamak, geçim kaygısı gibi pek çok sıkıntılar kaçınılmazdır.

Bu sorunların çözümü için sunabilecek öneriler şunlardır;

    1. Araştırma görevlilerinin doktora eğitimi sonrası alanında ?yardımcı doçentlik? ünvanını kazanıncaya kadar kadrosunun daimiye dönüştürülmesi veya post doktora statüsüyle görevine devam edebilmesi ya da alanıyla ilgili araştırma enstitülerinde geçici olarak istihdam edilebilmesi,

    2. En azından doktorası biten bir araştırma görevlisine kendi bölümünde ihtiyaç yoksa bile birkaç seçenek içerisinden seçeceği başka bir üniversitede kadro tahsis edilmesi,

    3. Daha uzun vadede ve belli bir geçiş döneminden sonra olmak üzere, ?araştırma görevlisi? unvanı yerine gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ?proje asistanlığı? getirilebilir. Bu şekilde projesi olan öğretim üyesi projelerinde yararlanmak üzere istediği kişiyi asistan olarak alabilecektir. Bu aynı zamanda öğretim üyelerini araştırma yapmaya zorlama ve kalitesini artırmaya yönelik baskıyı da içinde barındıracak bir uygulama olacaktır.

5-Temsil ve Örgütlenme Hakkı

Araştırma görevlileri, sanki üniversitelerin bir parçası değilmiş ve üniversiteye geçici olarak eklemlenmiş bir unsurmuş gibi hiç bir karar mekanizmasında temsil ve söz hakları yoktur.

Kendi hocasından rektöre kadar olası amir-öğretim üyesi hegemonyası üniversitelerin ne yazık ki kanıksanmış bir gerçeğidir. Bu hegemonyanın kırılması için artık öğrencilerin bile üniversite idarelerinde temsili  olarak da olsa söz hakkı olduğu bir dönemde, bölüm başkanı, dekan ya da rektörleri seçme hakkı verilmesi şarttır. Hatta bu seçimlere sadece temsilci seviyesinde değil tüm araştırma görevlilerinin bizzat kendisinin katılması, daha katılımcı, demokratik, adil ve çoğulcu bir yönetimin gerek şartıdır.

Hiç değilse temsili olarak da olsa bizlerin tüm karar alma süreçlerinde söz hakkı olması; ?ölümü görüp sıtmaya razı olabileceğimiz? bir ara formül olarak ivedilikle uygulamaya alınmalıdır.

6-Yabancı Dil

Akademik hayatta yabancı dilin önemi açıktır. Uluslar arası düzeyde yapılacak her türlü bilimsel etkinlik yabancı dilde olup, özellikle de bilimsel iletişimin kurulduğu ortak üst dil ingilizcedir.

Kişilerin yabancı dil seviyelerini ölçen ve akademik yükselmelerde bir kriter olarak dikkate alınan yabancı dil sınavlarına akademisyeni hazırlayacak kursların üniversite imkanlarıyla oluşturulması gerekmektedir. Lisansüstü eğitim yapmayı hak eden ya da en azından halihazırda akademisyen olan herkesin bu kurslardan ücretsiz olarak yararlanabilmesi sağlanmalıdır.

İstisnasız bir şekilde, araştırma görevlilerinin hem yabancı dillerini geliştirmeleri hem de bilgi ve görgülerinin artırılması için makul bir süre yurt dışına gitme haklarının olması hatta zorunluluğunun getirilmesi de oldukça faydalı bir uygulama olacaktır.

 

7-Askerlik Hizmeti:

Vatana karşı asli görevlerimizden olan askerliğin şekil, süre ve zamanlaması da erkek akademisyenler için bazı sorunları barındırmaktadır.

Lisansüstü mezunu bir akademisyen, askeri makamlarca kalifiye eleman olarak görüldüğünden diğer lisans mezunları gibi askerliğini kısa dönem yapma olasılığı oldukça azalmaktadır. Oysa araştırma görevlilerinin isteğe bağlı olarak en azından kısa dönem askerlik hizmeti yapmaları sağlanmalıdır. Böylece bilimsel gelişmelerin çok hızlı olduğu günümüzde askerlik sonrası intibak süresiyle 1 yıldan uzun bir süre bilimsel ortamdan uzak kalma handikabı bir nebze de olsa giderilmiş olacaktır.

Erkek araştırma görevlilerinin askerlik görevlerini, temel askerlik eğitiminden sonra tıpkı öğretmenlerde olduğu gibi ?asker-öğretim elemanı? statüsünde başka bir üniversitede görevlendirilmesi bir diğer çözüm önerisi. Böylece hem bilimsel gelişmelerin çok hızlı olduğu günümüzde uzun bir süre akademik ortamdan uzak kalma handikabının giderilmesi, hem akademik kariyerin henüz ilk aşamalarında bile öğretim elemanlarının mobilitesinin sağlanması, hem de bayan araştırma görevlileri ile nispeten eşit koşullarda çalışılabilmesiyle daha adil ve makul bir uygulamanın gerçekleşeceği açıktır.

Araştırma görevlilerinin kurum amirinin de uygun gördüğü zamanlar için toplam askerlik süresini bir kaç yıla yayarak, mümkünse görev yaptığı şehirde askerlik hizmetini tamamlamaları akademik ortamdan uzun süreli kopmaların engellenmesi adına yararlı bir başka uygulama olacağı kanaatindeyim.

İster kısa ister uzun dönemli olsun, askerlik görevi boyunca geliri olmayan ve genellikle ileri yaşlarda, evli ve/veya çocuk sahibi olan akademisyenlere kalifiye eleman statüsünde günün gerçekleriyle uyuşan bir maaş ödemesi yapılarak, geçim ve iaşesinin sağlanması son derece adil ve insancıl bir yaklaşım olarak görünmektedir.

Tüm bu sorunların çözümünde detayda farklılaşan bir çok çözüm üretilebilmesi mümkündür. Sorunların çözümü adına yapılan önerilerin araştırma görevlilerinin, dolayısıyla üniversitelerin tüm sorunlarının çözülmesi için yeter şart olmasa da gerek şart olduğu düşünülmelidir. Bahsi geçen veya geçmeyen tüm sorunların kökeni, ?devleti yaşatmak için insanı yaşatmak gerek?tiği gerçeğinin atlanması fenomenine, diğer bir deyişle; insana yapılmayan yatırımın ürünlerinin toplanamadığı gerçeğine dayanmaktadır. Son söz olarak ifade etmek isterim ki: ?İnsanı yetiştiremeyenin hasat zamanı ondan devşirebileceği bir meyvesi olamaz.?

*: Araştırma Görevlisi, Ege Üniversitesi, [email protected]

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber