Gelecek korkusu yaşayan araştırma görevlilerinin durumları düzeltilmelidir

Haber Giriş : 02 Haziran 2004 00:00, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Sayın Cumhurbaşkanı tarafından tekrardan görüşülmek üzere TBMM'ye iade edilen yeni YÖK Kanunu değişikliği kapsamında Yardımcı Doçentlik kadrolarının daimileştirilmesi öngörülmektedir. Bunun iyi ve hayırlı bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Fakat bu gelişmenin yeterli olmadığını düşünüyorum. Bu iyileştirme kapsamına başta Araştırma Görevlileri olmak üzere sair öğretim yardımcıları da dahil edilmelidir. Bunun bir çok gerekçesi mevcut bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmını kısaca şu şekilde ifade edebiliriz:

(1) Bilimin öncüleri olarak gelişimin temel unsurlarını oluşturmaları düşlenen ve arzu edilen üniversitelerdeki akademik personelin, en hür, bilgi ve tercihlerini korkusuzca ifade edebilen, şahsiyet ve haysiyetleri ile yaşayan, bunların zedelenmesine tahammülleri hiç olmayan kişilerden teşekkül etmeleri gerekmektedir. Üniversitelerdeki hukuki mekanizmanın bu değerleri zedelemeye kapı aralayıcı uygulamalara izin vermemesi gerekmektedir. Kısaca, söylemek istediklerini içinde tutmak zorunda kalan ya da içinde bulunduğu ortam itibariyle kendilerini bu zorunluluk içinde hisseden, doğru bildiği görüşlerini sözlü olarak ifade etmesi, yazması ve yayınlaması durumunda ?acaba başıma ne gelir? endişesi içinde yaşayan, uygulamada da bu tür durumlara sıklıkla rastlanan bir üniversite ortamında, hürriyet ve şahsiyet abidesi, gerçek anlamda bilimsel üretkenliğe sahip bilim adamlarının yetişmesi zorlaşacaktır. Çoğunluk itibariyle bilimsel üretkenlik yerini büyük oranda yalakalığa bırakacak, belki de hiçbir yaratıcılığı olmayan bir çok kişi, bu ortamın sağladığı zeminde çok kolay bir şekilde yükselebilecektir. Ülkenin bu tür insanlara değil, gerçekten de yaratıcı, hür ve şahsiyetli bilim insanlarına ihtiyacı vardır. Bilimsel yaratıcılığın ve gelişimin nitelikli bir şekilde gerçekleşebilmesi, ancak belli bir ortamda mümkündür. Bu bir ortam meselesidir. Gelecek korkusu yaşayan insanların üreticiliği bu korkuları ile orantılı ve sınırlı olacaktır. Gerek çok yakın geçmişte ve gerekse halihazırda bizlerin bu kaygılarını haklı çıkarıcı bir çok vaka gerçekleşmiştir. Bir çok akademik personel, sırf farklı eğilimlere sahip oldukları, kısaca ?uslu çocuk? olmadıkları için sözleşmeleri uzatılmamıştır. Bir Araştırma Görevlisi ya da Yardımcı Doçent'in, ?acaba ben böyle konuşursam, şu konularda bilimsel yayın yaparsam, Bölüm Başkanı-Dekan-Rektör'den farklı görüşler beyan eder, onlardan farklı düşersem başıma ne gelir? korku ve kaygısı içinde olmaları, o kişileri ya ?ne dersen doğrudur, emrin olur efendim? anlayışına itecektir, ya da ?bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın, aman fincancı katırlarını ürkütmeyeyim, bazılarının nasırlarına basmayayım? düşüncesine itecektir ki, her iki hal de, bir üniversite ortamının çok çok uzağında olması gereken bir durumdur. Bu durumun ortaya çıkmasının temel nedenlerinden en önemlisinin, Araştırma Görevlileri ile Yardımcı Doçentlerin görev sürelerinin sözleşmeli olması olduğunu düşünüyorum. Korkularını yenemeyen ya da sürekli korkular içinde korkularından kurtulma sendromu yaşayan bir kişiden bilim adamı ve bilimsel üretkenlik beklemek, imkansızın olmasını beklemek gibi çelişkili bir durumdur. Bu mesleğin başında korkularla ve yılgınlıkla yaşayan, ya da içinde bulunduğu ortamın zorlaması ile, çıkar yolun ?uslu çocuk gibi suya sabuna dokunmamak olduğu anlayışı?nı benliği ile özdeşleştiren kişilerin, daha sonra mesleklerinin hakkını verebilecek yeterliğe ve ciddiyete erişebilmeleri de son derece zordur.

Bilim adamı şahsiyetini geliştirdiği, bireyselleşerek doğru bildiğini pervasızca ifade edebildiği oranda, mesleğinin hakkını vermiş, kendinden beklenenlere azam derecede cevap vermiş olur. Lütfen, ülkemizin gelecekte bilim adamlarını oluşturacak kişileri, akademik dünyanın daha ilk basamağını oluşturan Araştırma Görevliliği ile onu izleyen dönemdeki Yardımcı Doçentlik aşamasında korkularının esiri kılmayalım. Onlar, meşru sınırın haricine çıkmaksızın bildiği ya da bildiğini düşündüğü hiç bir konuda üretkenliğini aksatmasınlar, ürettiklerini ifade ve sergilemekten kaçınmak zorunda bırakılmasınlar. Şunu iyi bilelim ki, Bilim adamları susan, kendini susmak zorunda hisseden, ya da susturulan bir ülkenin geleceği garanti değil demektir.

(2) Anayasamızda "eşitlik" diye temel bir ilke mevcuttur (md. 10). Bu ilke hukuk devleti/hukukun üstünlüğünün en temel gereklerinden birisidir. Eşitliğin olmadığı bir ülkede hukuk devletinin mevcudiyetinden bahsedebilmek kabil değildir. Şimdi bir düşünelim, ülkemizde en alt kademedeki ve belki de en önemsiz görevlerdeki bütün memurlar, öğretmenler dahil bütün eğitim camiası personeli, kadrolarında daimi olarak hizmet görmektedirler. Bu konuda kendi aralarında eşitlik sağlanmış durumdadır. Bütün bu uygulamaların yanında, Araştırma Görevlileri ile Yardımcı Doçentlerin bu kapsama dahil edilmemelerinin, Anayasamızın 2. maddesinde ifadesini bulan ve değiştirilmesi dahi teklif edilmeyen en esaslı ilkelerinden birisi olan "hukuk devleti"nin zorunlu gereklerinden birisi, belki de en önemlisi olan "eşitlik" ilkesine aykırılık teşkil ettiğini düşünüyorum.

(3) Bilimsel üretkenlik her şeyden önce bir maddi imkan meselesidir. Ay sonunu nasıl bulacağının hesaplarını yapan, bir kitap ya da dergi alacağı zaman "acaba" geri kalan param ile ay sonuna ulaşabilirmiyim diye düşünen ve bu endişenin neticesinde bir kitap/dergi alırken bile zorlanan kişilerin bilimsel verimliliğe erişmeleri çok zordur. Bilim erbabının temel gıdası bilgidir. Bilgiye erişimin en temel yollarından birisi de, kişinin başta kitap ve dergiler olmak üzere her türlü bilgi araçlarına ulaşabilmeleridir. Ben bir çok arkadaşa "haydi filan yerde sempozyum var oraya iştirak edelim" dediğim zaman, "ne yapalım bu ay bütçe durumum müsait değil" şeklinde cevap vermek durumunda kalıyorlar. Güldürü ve aynı zamanda düşündürme ustası, tarihimizin ve kültürümüzün ender şahsiyetlerinden birisi olan Rahmetli Nasrettin Hoca'nın meşhur "Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar" şeklindeki veciz ifadesinden de anlaşılacağı üzere, gerek Parlamentoda yer alan milletvekillerinin ve gerekse Hükümet üyelerinin bir çoğu bu menzilden geçen kişilerdir. Bu kişilerin, akademik camianın maddi açıdan içinde bulundukları elim durumu daha iyi takdir etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Kısaca, maddi imkansızlıkların bir neticesi olarak kitap dergi vs. yayın araçlarını takip edemeyen, sempozyum-kongre vb. bilimsel etkinliklere katılamayan kişilerden daha fazlasını beklemek, imkansızı talep etmek gibi bir şeydir. Bu camianın, özellikle de yaptığı hemen her faaliyeti bir masraf gerektiren, maaşından başka da hiç bir gelir kaynağı olmayan, hatta bu alanlara yönelmesi de hukuken yasak olan Araştırma görevlilerinin maaşlarının acilen düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu vesileyle, özellikle başta Araştırma Görevlileri olmak üzere akademik camianın ücretleri kendilerinden beklenen başarı ölçütlerine uygun olarak en kısa sürede düzeltilmelidir. Araştırma Görevlileri, konferans, sempozyum, kongre, yayın, yabancı dil, yurtdışı çalışma imkanları vs. konularında öncelikli olarak desteklenmelidir.

(4) Diğer yandan, öğrencilerin bile Üniversite-Fakülte-Bölüm kurullarında ve alınan kararlarda, bu kurulların ya da Rektör-Dekan-Bölüm başkanlarının seçimlerinde söz ve rey sahibi kılınmaları, bir demokratikleşme ve iyileşme olarak gündeme getirilirken, başta Araştırma Görevlileri dahil sair Öğretim yardımcılarının bu tür etkinliklerden uzak tutulmaları, onların öğrencilerden bile önemsiz bir konuma itilmeleri olgusunu ortaya çıkarmaktadır. Bu kesim üniversite ortamında "adam yerine konmama" psikolojisi içine itilmektedir. Bu tür itelemeler onları büyük oranda zedelemektedir. Bu nedenle, bu tür aksaklıkların giderilmesi kapsamında:

a) Araştırma Görevlilerinin üniversite senatolarında ve fakülte yönetim kurullarında temsilcileri seçilmeli, görev ve sorumlulukları ilgili yasalarda ayrıntılı bir şekilde tanımlanmalıdır.

b) Araştırma Görevlileri Temsilcileri, Üniversite Senatosunda, Fakülte Kurulu ve Bölüm Kurullarında eşit oy hakkına sahip olmalıdırlar.

c) Demokratik ve özerk bir üniversitenin oluşumunun gerçekleşebilmesi için Rektörlük seçimlerinde Araştırma Görevlilerine de oy kullanma hakkı tanınmalıdır.

Dr. Adnan KÜÇÜK

İnönü Üniversitesi İİBF

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber