'Mülakat imtihanında haksızlık yapanın Allah belasını versin' sözü hakaret midir?

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Adalet Bakanlığına hitaben yazdığı dilekçede 'Mülakat imtihanında haksızlık yapanın Allah belasını versin' ifadelerine yer veren kişiye verilen para cezasını iptal etti.

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 10 Temmuz 2021 00:02, Son Güncelleme : 15 Ağustos 2021 19:01
'Mülakat imtihanında haksızlık yapanın Allah belasını versin' sözü hakaret midir?

Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı tarafından yapılan infaz koruma memurluğu mülakat sınavına katılan oğlunun başarılı bulunmaması üzerine sanık, Adalet Bakanlığına hitaben dilekçe yazmıştır.

Dilekçede, "... Mülakat imtihanında yapılan haksızlığı yapanın Allah belasını versin, çoluk çocuğu hayır görmesin, ömür boyu sürünsün, ... Adalet bu ise adalet olmaz olsun, adaleti böyle kullananın Allah belasını versin, haksızlık yapanları kahretsin, ömür boyu sürüm sürüm sürünsün, mazlumların haklarını ondan alsın, ... Çocuğumun hakkını yiyenlerin en büyük mu sibetler başına ve çocuklarına gelsin, ..." şeklindeki ifadeler kullanmıştır.

İlk derece mahkemesince sanığa para cezası verilmiştir.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi "beraat yerine hükümlülük verilmesi nedeniyle" kararı bozmuştur.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu karara itiraz etmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise itirazı aşağıdaki gerekçe ile reddetmiştir.

Beddua niteliğinde, nezaket dışı, kaba ve rahatsız edici sözler ise de komisyon üyelerinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadı içermediğinden ve sövme fiilini de oluşturmadığından hakaret suçunun kanuni unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir.

T.C. YARGITAY CEZA GENEL KURULU

Esas : 2014/785

Karar : 2017/34

Tarih : 31.01.2017

Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan sanık Eşref Niyazi Aykut'un 5237 sayılı TCK'nun 125/1-2-3-a, 43/2, 62 ve 52. maddeleri uyarınca 7.600 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin, Bakırköy 5. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 15.12.2009 gün ve 259-1146 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 24.12.2013 gün ve 34727-33480 sayı ile;

"...Sanığın oğlunun memurluk için başvurusu üzerine mülakat sonrası elenmesi sonucunda Adalet Bakanlığı'na hitaben yazdığı ağır eleştiri içerir dilekçesindeki sözler nezaket dışı sözler olmakla beraber, görevlilerin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, hakaret kastını içermediğinin ve eleştiri niteliğinde bulunduğunun anlaşılması karşısında, hakaret suçunun unsurlarının somut olayda oluşmadığı gözetilmeden, beraat yerine hükümlülük kararı verilmesi..." isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 24.02.2014 gün ve 231209 sayı ile;

"5237 sayılı TCK'nun 125/1. maddesinde hakaret suçunun maddi unsurunu belirleyen seçimlik hareketlerin, bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırma şeklinde düzenlenmiştir.

Hakaret suçunda korunan hukuki değer 'kişilerin, şeref haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı ve diğer kişiler nezdinde varolan saygınlığıdır.'

Hakaret suçunun düzenlendiği bölümün başlığı 'şerefe karşı işlenen suçlar' dır. Bu bölümde yer alan suçlar bireylerin toplum nezdindeki değerlerini ve kendi iç dünyasında varolan değerleri korumayı amaçlamaktadır. Hukuk düzeni her insanın ve diğer varlıkların, saygın ve onur sahibi olduğunu kabul etmektedir. Şeref kavramı sözü edilen kişinin hem iç dünyasında hemde toplumda varolan değerlerine herkesin saygı göstermesi şeklinde tanımlanmaktadır.

Hakaret suçunun oluşabilmesi için fiilin, gerçek bir kişinin belirtilen kişilik haklarını rencide edecek şekilde işlenmesi gerekmektedir. Hakaret suçu, Anayasanın 24 ile 30. maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9 ve 10. maddelerinde düzenlenen ifade hürriyetinin sınırlarını oluşturmaktadır. Hakaret suçunu oluşturan eylem, sanık açısından ifade hürriyetinin sınırlarının sona erdiği, mağdur yönünden ise onur, şeref ve saygınlığı ile din, vicdan ve kanaat hürriyetine ilişkin temel kişilik hakları ihlal edici nitelikte olduğu durumlarda suç teşkil ettiği gözönüne alınarak, eleştiriye katlanabilirlik ve hoşgörü sınırının, belirlenmesi sanık ile mağdurun karşılıklı haklarının dengelenmesini gerektirmektedir.

Maddi olayda sanığın, Bakırköy Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığına göndermiş olduğu dilekçesinde, 'mülakat imtihanında yapılan haksızlığı yapanın Allah belasını versin, çoluk çocuğu hayır görmesin, ömür boyu sürünsün,... adalet bu ise adalet olmaz olsun, adaleti böyle kullananın Allah belasını versin., haksızlık yapanı kahretsin, ömür boyu sürüm sürüm sürünsün, mazlumların haklarını ondan alsın, ... çocuğumun hakkını yiyenlerin en büyük musibetler başlarına gelsin, ...' şeklinde yer alan açıklamaların amaç ve talep konusunu aşarak Komisyon başkan ve üyelerinin saygınlığını rencide edici nitelikte şeref ve haysiyetlerini incitici nitelikte olduğu ve hakaret suçunu oluşturduğu ve her işi olmayan kişinin görevlilere karşı ağır bedduada bulunma haklarının söz konusu olmadığı kabul edilmeli ve Adalet Komisyonuna yönelik sarf edilen sözlerin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olduğu ve hakaret suçunun yasal öğelerinin oluştuğu" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 4. Ceza Dairesince, 06.11.2014 gün ve 10019-32255 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hakaret suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Bakırköy Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı tarafından yapılan infaz koruma memurluğu mülakat sınavına giren sanığın oğlunun sınavdan elenmesi üzerine sanığın, Adalet Bakanlığı'na hitaben "... mülakat imtihanında yapılan haksızlığı yapanın Allah belasını versin, çoluk çocuğu hayır görmesin, ömür boyu sürünsün, ... adalet bu ise adalet olmaz olsun, adaleti böyle kullananın Allah belasını versin, haksızlık yapanları kahretsin, ömür boyu sürüm sürüm sürünsün, mazlumların haklarını ondan alsın, ... çocuğumun hakkını yiyenlerin en büyük musibetler başına ve çocuklarına gelsin, ..." şeklinde cümlelerin bulunduğu dilekçeyi yazdığı,

Sanığın aşamalarda; oğlunun gerekçesiz bir şekilde mülakattan elendiğini ve haksızlığa uğradığını düşündüğü için kendi el yazısı ile dilekçeyi yazdığını, sınavı yapan komisyon üyelerini tanımadığını savunduğu,

Anlaşılmaktadır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun "Hakaret" başlıklı 125. maddesi;

"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,

b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,

c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,

İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.

(5) Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır." şeklinde düzenlenmiştir.

Bu düzenleme ile 765 sayılı TCK'ndan farklı olarak hakaret ve sövme ayrımı kaldırılmış, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek hakaret suçunu oluşturan seçimlik hareketler olarak belirlenmiştir. (Mahmut Koca- İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.430)

5237 sayılı TCK'nun "Soruşturma ve kovuşturma koşulu" başlıklı 131. maddesinin birinci fıkrasında ise; "Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen hariç; hakaret suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, mağdurun şikayetine bağlıdır" hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre, TCK'nun 125. maddesinin birinci fıkrasında hakaret suçunun temel şekli, üçüncü fıkrasında ise nitelikli halleri düzenlenmiş, aynı kanunun 131/1. maddesinde kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret dışında kalan hakaret suçlarının şikayete tabi olduğu açıkça ifade edilmiştir.

Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.

Öte yandan, Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde beddua; "Birinin kötü duruma düşmesini gönülden isteme, bir kimse için kötü dilekte bulunma, kötü dua, ilenme, ilenç",

Bela ise; "İçinden çıkılması güç sakıncalı durum, büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse, hak edilen ceza" şeklinde tanımlanmıştır.

Bir kimsenin zarar ve sıkıntıya düşmesini yaratıcıdan dileme mahiyetindeki sözlerin açıkça, kişinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını içermediği veya sövmek fiilini oluşturmadığı takdirde hakaret olarak kabulü mümkün bulunmamaktadır.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 03.07.2001 gün 132-155 ve 16.09.2014 gün 328-386 sayılı kararlarında da; "Allah belanı versin" sözlerinin beddua niteliğinde, nezaket dışı, kaba ve rahatsız edici bir söz olduğuna işaret edilmiştir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Bakırköy Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı tarafından yapılan infaz koruma memurluğu mülakat sınavına katılan oğlunun mülakatı geçememesi üzerine sanığın, Adalet Bakanlığı'na hitaben yazdığı dilekçedeki "... mülakat imtihanında yapılan haksızlığı yapanın Allah belasını versin, çoluk çocuğu hayır görmesin, ömür boyu sürünsün, ... adalet bu ise adalet olmaz olsun, adaleti böyle kullananın Allah belasını versin, haksızlık yapanları kahretsin, ömür boyu sürüm sürüm sürünsün, mazlumların haklarını ondan alsın, ... çocuğumun hakkını yiyenlerin en büyük musibetler başına ve çocuklarına gelsin, ..." şeklindeki ifadeleri, beddua niteliğinde, nezaket dışı, kaba ve rahatsız edici sözler ise de, komisyon üyelerinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadı içermemesi ve sövme fiilini de oluşturmaması nedeniyle hakaret suçunun kanuni unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir.

Bu itibarla; haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi M. Alikanoğlu; "Bilgiye ve düşüncelere erişim özgürlüğü ile bunları yayma özgürlüğü AİHS göre ifade özgürlüğünün iki unsurunu teşkil eder. AİHS'nin 10 uncu maddesine göre; 'Herkes, görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğünü, kamu otoritelerinin müdahalesi olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içermektedir. Kullanılması ödev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, ülke bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, asayişsizliğin veya suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının ün ve haklarının korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı organının otorite ve tarafsızlığının sağlanması için kanunla öngörülen bazı usullere, şartlara, sınırlandırmalara ve yaptırımlara bağlanabilecektir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, demokratik toplumların ilerlemesi ve bireylerin gelişimi için ifade özgürlüğünün temel koşul olduğunu kabul etmiş ise de, yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden ve Mahkeme içtihatlarından bu özgürlüğün sınırsız olmadığını ifade etmektedir. Ancak öngörülen kısıtlamalar sıkı bir denetime tabi tutularak, bunların sınırları da bazı ilkelerle ortaya konulmuştur.

İfade özgürlüğünün korunması gereken mahremiyet ve itibarın korunması sorunu karşısında, bir takım sınırlamalar yapabilecekleri konusunda akit devletlere imkan vermektedir.

Şunu da ifade etmek gerekir ki politik düşüncelerin açıklanması diğerlerine göre daha geniş koruma alanı bulmaktadır. Bu nedenle siyasi partiler ve üyeleri için bu durum daha önemli olmaktadır.

İfade özgürlüğü aynı zamanda eleştiri hakkının kullanılmasını da içermekte, bütün temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi eleştiri hakkının kullanılmasında da sınırlamaların olabileceğini kabul edilmektedir.

Eleştirilerde ifade edilen sözler ve eleştirilen olaylar ve olgular arasında bir nedensellik bağı bulunmalı, fikri bağlamda tamamen kopuk anlaşılmaz kaba açıklamaların eleştiri kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olmamaktadır.

Eleştiri hakkını kullanan kişinin 'tahkir ve tezyif' kastıyla hareket etmesi tek başına yeterli olmayıp hareketin aynı zamanda bu sonucu doğuracak biçimde eleştiri sınırlarını aşmaması gerekmektedir. Eleştiri haklı ve doğru olsa bile kişinin düşüncelerini ifade ederken konuyla ilgisi olmayan aşağılayıcı küçük düşürücü kaba sözcükleri kullanmış olması ya da tasvirleri yapmış olması halinde eleştiri sınırları aşılmış olacaktır.

Demokratik bir toplumda, aşağılayıcı olmamak kaydıyla, özellikle siyasetçilere yönelik neredeyse sınırsız bir eleştiri olanağı vardır. AİHM Lingens-Avusturya kararında; 'ifade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen haber ve düşüncelere değil, aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden nitelikte olanlara da uygulanacağını, bunun demokratik toplumun olmazsa olmaz unsurları olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin bir gereği olduğunu' vurgulamıştır. Ayrıca, politikacılara yönelik kabul edilebilir eleştiri sınırının daha geniş olması gerektiğini de ifade etmiştir.

AİHM Castells-İspanya kararında ise, 'Hükümeti eleştirmenin hoşgörülebilir sınırları, şahısları, hatta politikacıları eleştiri sınırından daha geniştir. Demokratik bir sistemde hükümetin eylemleri ve ihmalleri, sadece yasama ve yargılama organlarının değil, basının ve kamuoyunun da yakından incelemesine tabidir' demektedir. Aynı kararda, hükümetlerin kendisine yönelik haksız saldırılara karşı cevap verebilecek birçok mecra olduğu için, yargıya başvurma seçeneğini daha az kullanması gerektiği de belirtilmektedir.

AİHM Oberschlick ve Lingens davalarında, kişilerin görüşlerinin dile getirildiği eleştirilerde, kişilere ispat külfeti yüklemenin ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu söylemiştir.

Her ne kadar AİHM kamu görevini yerine getiren görevlilerin görevlerini yerine getirirken icra ettikleri eylem ve sözlerine yöneltilen eleştirilere karşı daha fazla hoşgörülü olmasını gerektiğini belirtmekte ise de, bu kararlar incelendiğinde taraf olan görevlilerin siyasal yapı içinde görev yapan kişiler olduğu yargı görevini ifade eden görevlilere karşı bu anlayışın daha dar yorumlandığı anlaşılmaktadır.

Barfod/Danimarka 22.2.1989 kararında 'Devletin hakimlerinin saygınlığı ve haysiyetlerinin korunması ile yükümlü olduğundan' bahisle şikayetçilerin cezalandırılmasında sözleşmeye aykırılık bulmamıştır.

Mahkeme 26.4.1995 tarihli (A serisi no: 313) 'Prager ve Oberschlick/Avusturya' kararında da benzer şekilde 'birkaç hakim hakkında yapılan eleştirilerin hakaret oluşturduğu gerekçesiyle yayının nüshalarının toplattırılması ve sorumlularının cezalandırılmasında ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir.

24.02.1997 tarihli 'De Haes ve Gijsels/Belçika' kararı da yargı mensuplarının şöhret ve haklarını ve yargı gücünün otoritesini koruma yararı ile basın özgürlüğünü koruma yararı arasında bir denge sağlama gerekliliğini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin gündemine getirmiştir. Bu davada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yargı mensuplarının kamunun güvenine sahip olması gerektiğine ve dolayısıyla olgusal temelden yoksun, yıkıcı saldırılardan korunmalarının gerekli olduğunu saptamıştır. Ayrıca yargıçların mesleki olarak kamu önünde konuşmama gibi bir sorumlulukları da olduğundan, yöneltilen saldırılara, örneğin politikacılar gibi cevap vermeleri mümkün olmadığını ifade etmiştir.

Skalka/Polonya davasında (No: 3692, Başvuru No: 43425/98, K.T: 27.05.2003, (prg. 34-43) AİHM'ye göre, 'Adaletin güvencesi olan ve hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir devlette temel bir işlevi olan mahkemelerin çalışmaları, kamunun güvenine sahip olmalarını gerektirir. Bu nedenle mahkemeler, temelsiz saldırılara karşı korunmalıdır Mahkemeler, diğer bütün kamu kurumları gibi, eleştiriden ve denetimden muaf değildirler. Özgürlüğü kısıtlanan kişiler de, bu alanda toplumun diğer bütün üyeleriyle aynı haklardan yararlanırlar. Ancak eleştiri ve aşağılama arasında açık bir ayrım yapılmalıdır. Bir ifade açıklamasının tek amacı bir mahkemeyi veya o mahkeme üyelerini aşağılamak ise, uygun bir cezalandırma, ilke olarak Sözleşme'nin 10/2. fıkrasını ihlal etmeyecektir.

İncelenen dosyada sanığın oğlunun memurluk için başvurusu üzerine mülakat sonrası elenmesi sonucunda Adalet Bakanlığına hitaben yazmış olduğu dilekçedeki sözlerin nezaket dışına taştığı görevlilerin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyuta ulaştığı eleştiri sınırlarını aştığı, yazılı olarak ifade edilen sözlerin, bedduanın ötesinde eleştirilen olaylar ve olgular arasında bir nedensellik bağı bulunmadığı fikri bağlamda tamamen kopuk anlaşılmaz kaba ve Kurulu aşağılayıcı tahkir edici açıklamalar olduğu, bu nedenle itirazın kabul edilmesi gerektiği' düşüncesiyle,

Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer iki Ceza Genel Kurulu Üyesi de; "suçun unsurlarının oluşması nedeniyle itirazın kabul edilmesi gerektiği görüşüyle" karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle,

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 31.01.2017 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber