Tarihe farklı bir bakış... Yıl 1917- Suriye cephesi

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 21 Ocak 2009 11:22, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

DÖRT ÜLKE KAYBETTİM HÜKÜMSÜZDÜR

SEVAN NİŞANYAN

Birinci Dünya Savaşı'nın son günlerinde Türk ordusu Filistin cephesinde feci bir yenilgiye uğradı. Sir Edmund Allenby kumandasındaki İngiliz ordusu 19 Eylül'de Kudüs'ün hemen kuzeyinde bulunan cephede hücuma geçerek 7. ve 8. Türk ordularını neredeyse tüm mevcuduyla esir aldı. Bunun üzerine Ürdün'de bulunan 4. Ordu da panik içinde dağıldı. 1 Ekim'de Şam düşman eline geçti. 6 Ekim'de Fransız donanması Beyrut'a girdi.

3 ve 4 Ekim'de Amerikan basınında, Türk Hükümeti'nin İsviçre kanalıyla barış teklifinde bulunduğuna dair haberler çıktı. Bundan birkaç gün sonra Talat Paşa başkanlığındaki kabine istifa etti. Mustafa Kemal Paşa kumandasındaki bir birlik Halep'te yeni bir savunma hattı oluşturmaya teşebbüs etti ise de 27 Ekim'de ingiliz birlikleri Halep'i işgal etti. Bu olaydan tahminen üç-dört gün önce ingilizler ateşkese hazır olduklarını bildirerek Türk hükümetinden bir temsilci göndermesini istediler. 28 Ekim'de Dışişleri Bakanı Rauf Bey gizli görüşmeler için Linini Adasının Mondros Limanı'na vardı. 30 Ekim'de ateşkes imzalandı. Ertesi gün ingiliz birlikleri İskenderun-Kilis hatunda çarpışmalara son verdiler.

İngiliz kuvvetleri 42 gün süren bu kampanyada kuş uçuşuyla yaklaşık 550 kilometre ilerledi. Ele geçirdikleri alanda daha sonra îsraü, Ürdün, Suriye ve Lübnan devletleri kuruldu.

Şaşırtıcı ateşkes

Savaşın Kilis sınırında sona erdirilmesinde 42 gün aralıksız savaşan İngiliz birliklerinin yorgunluğu muhakkak ki bir rol oynadığı gibi, hemen aynı günlerde Almanya'nın yenilgiyi kabul ederek teslim olması da pay sahibidir.

Ancak burada dikkat çekici olan bir başka hususa da parmak basılmalıdır. ingilizlerin ateşkesi kabul ettiği hat, tastamam Türk-Arap etnik sınırıdır. Sınırın her iki yanmda küçük azınlıklar vardır, ancak hattın güneyindeki köyler yüzde 80-90 gibi bir çoğunlukla Arap, kuzeyindekiler de benzer bir çoğunlukla Türktür.

Daha dikkat çekici olan şudur. 1916 ve 1917'de Mark Sykes ve Georges Picot arasmda müzakere edilen gizli anlaşmalar uyarınca İngiltere, Külek Boğazına kadar olan Kilikya'yı, yani Adana vilayeti ile Maraş sancağını işgal ettikten sonra bu yerleri Fransız yönetimine bırakmayı taahhüt etmiştir. Dolayısıyla ingilizlerin Kilis'te silah bırakması, Fransa'ya verilmiş olan sözün tutulamaması veya tutulmaması anlamına gelmektedir.

Ateşkesin imzalandığı tarihte cephede kayda değer nitelikte bir Türk askeri birliği kalmamıştır. Adana'da bulunan 2. Ordu bir kabuktan ibarettir. Dolayısıyla ingilizlerin ciddi bir direnişle karşılaşmadan Adana'yı ele geçirmesi, hatta kısa sürede Anadolu içlerine ilerlemesi pekâlâ mümkün görünmektedir.

Unutulmuş bir felaket

Standart Türk tarih yazımında Suriye "felaketi" hakkında neredeyse hiçbir ibareye rastlanmaz. Böyle bir olay sanki olmamıştır. Ders kitaplarında ve resmî tarihe ilişkin anlatımlarda konuya yer verilmediği gibi, döneme ait anılarda da Suriye yenilgisine pek değinilmez. Yenilginin analizi yapılmamış, "suçlular" aranmamış, sorumluluk taşıyan kişiler tevil ve inkâr yoluyla da olsa kendilerini savunmamıştır.

Bu kayıtsızlığın sadece "unutturma" çabasıyla ilgili olduğunu sanmıyorum. Dönemin günlük gazetelerini oturup okudum; Eylül ve Ekim ayları boyunca istanbul

basınında Suriye cephesine ayrılan yer çoğu zaman tek paragraflık resmî bildirilerden ibarettir. Çünkü Suriye olaylarıyla aynı günlerde İstanbul kamuoyu, Trakya cephesinden gelmesi beklenen çok daha büyük tehlike ile meşguldür. Savaşta Türkiye'nin müttefiki olan Bulgaristan, Eylül ayında yenilmiş ve Fransız-Ingiliz seferi kuvveti tarafından işgal edilmiştir. Galip güçlerin her an İstanbul üzerine yürümesi beklenmektedir. O yönden gelecek bir saldırıya karşı istanbul'un savunulamayacağı görüşü halka ve hükümet çevrelerine hakimdir.

Böyle bir panik ve karamsarlık ortamında Suriye'den gelen haberlerin Türk basınını hiç etkilememiş olmasmı bir ölçüde anlayışla karşılamak gerekir. Daha büyük bir badireyle yüz yüze olan kamuoyu, Suriye'deki yenilginin farkına bile varmamıştır.

Paşanın serencamı

Geçmiş felaketleri unutmak belki de insan tabiatının doğal bir savunma refleksidir. Doğru tavır da belki budur, bilmem. Kibarca söylersek, "delinmiş davulun davası olmaz" deyişi halk bilgeliğinin özlü ifadesidir. Buna karşılık, daha sonra Türkiye Cumhuriyetİ'nin kurucusu olarak tarih sahnesinde yer alan Mustafa Kemal Paşa'nın Suriye yenilgisinde oynamış olduğu rol, sanırım tarihçilerin daha fazla dikkatini çekmeye layık bir konu olmalıdır.

Özetlemeye çalışalım. Mustafa Kemal Paşa 1916-17'de ordu komutam olarak Suriye ve Filistin cephelerinde bulunmuş, karmaşık bir dizi siyasi entrikaya adı karıştıktan sonra Ekim 1917'de görevinden azledilerek İstanbul'a çağrılmıştır. Biyografisinin bundan sonraki sekiz aylık kısmı karanlıktır. Dünya Savaşı'nın bu en zorlu döneminde, bilindiği kadarryla, herhangi bir resmî görevi yoktur. Sadece Aralık 1917-Ocak 1918!de veliaht Vahidettin Efendi ile birlikte Almanya'ya resmî bir ziyarette bulunmuştur. Başkumandan Vekili Enver

Paşa'ya husumetiyle tanınan ve Almanlarla aıasl hiç iyi olmayan genç generalin, böyle hassas bk' gezide, yeni veliahtın bîr tür siyasî mihmandarı veya "gözeticisi" olarak görevlendirilmiş olması da ayrıca dikkat çekicidir.

Filistin turnesi

Haziran 1918'de Mustafa Kemal, sağlık gerekçesiyle Avusturya'ya giderek bir ay Vİyana'da ve üç hafta kadar Karlsbad'da kalır. Bunlar, Almanya'nın savaşı kaybedeceğinin iyice anlaşıldığı ve çatırdamaya başlayan Avusturya-Macaristaj Imparatorluğu'nun ingiltere ile ayrı bir barı arayışına girdiği günlerdir.

4 Temmuz'da Sultan Reşat ölür, Vahidettir tahta geçer. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa tedavisini yarıda bırakıp Türkiye'ye done: istanbul'a vardığının ertesi günü padişah tarafından kabul edilir ve birkaç gün sonra Filistin'de bulunan 7. Ordu kumandanlığına atanır. Bu görüşme sırasınd padişaha Enver'i azlederek başkumandanlığı bilfiil üzerine almasını önerdiğini, ancak bu önerisine cevap alamadığını anılarında anlatmıştır. 4 eylül dolayında Mustafa Kemal Paşa Filistin'de görevinin başına geçer. Resmen sadece 7. Ordu kumandanı olduğu halde, Cevat Paşa (Çobanlı) kumandasındaki 8. Ord ve Cemal Paşa (Mersinli) kumandasındaki 4. Ordu da gerçekte onun direktifine tabidir. 7. Ordu kurmay başkanı olan von Falkenhausen Mustafa Kemal'in görevi devralmasından hemen sonra onunla görüş ayrılığına düşerek istifa eder. Ordular Grubu kumandanı olan General Liman von Sanders kısa zamanda etkisiz hale gelir ve Şam yenilgisinden sonra görevi bırakır. Onun yerine, Mustafa Kemal Paşa artık fiilen yok olmuş olan Ordular Grubu kumandanlığına getirilir.

Bu olaylardan çıkarılacak en basit sonuç, Mustafa Kemal Paşa'nın tarihte eşi görülmemi ve hiç yenilmemiş bir kumandan olduğuna ilişkin yaygın görüşün sorgulanması olabilir. Mustafa Kemal'in bizzat kumanda ettiği 7. Ordu 19 Eylül Mecidde Muharebesi'nde darmadağın olmuş, daha sonra Deraa'da. Şam'da, Hama'da ve Halep'te oluşturmaya çalıştığı savunma hatları da yarılmıştır.

Siyasi cüret

Öte yandan, Filistin cephesindeki durumur ümitsizliği daha bir yıl öncesinden herkesçe bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. Bu durumda Mustafa Kemal'i yenilgiden sorumlı tutmak fazlasıyla basit, hatta ucuz bir yorum olur. Asıl üzerinde durulması gereken nokta bu değildir. Mustafa Kemal'in 1917'de görevden alınması ve 1918'de yeniden aynı göreve atanmasıyla gelişen olaylar zincirinde daha karmaşık bazı soru işaretlerinin bulunduğu kabul edilmelidir.

14 Ekim'de cepheden saraya gönderdiği bir telgrafta paşa, istifa eden Talat Paşa hükümeti yerine kurulmasını "zaruri" gördüğü yeni kabineyi bildirir. "Nötr" bir asker olan Ahmet İzzet Paşa başkanlığında kurulacak olan

hükümette, Mustafa Kemal'in en yakın arkadaşı ve siyasi kader ortağı olan Fethi Bey îçişleri'ne, Rauf Bey Dışişleri'ne, kendisi de Enver Paşa yerine Harbiye Nezaretine ¦ önerilmiştir. Bu teklifin üçüncü şıkkı her ne kadar kabul görmez ise de, bir ayda üç ordu kaybetmiş olan bir generalin göstermiş olduğu siyasi cürete hayranlık duymamak elde değildir.

Mustafa Kemal'in kendisi hariç önerdiği kişilerden oluşan bir kabine 14 Ekim'de göreve gelir. Ancak üç hafta sonra İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin yurt dışına kaçması üzerine istifa etmek zorunda kalır. 13 Kasım'da İstanbul'a dönen Mustafa Kemal, hemen akabinde padişahla görüşüp Tevfik Paşa başkanlığında bir hükümetin kurulmasını önlemeye çalışırsa da bunda başarılı olamaz. Mustafa Kemal'in bu dönemde Tevfik Paşa'ya karşı gösterdiği tepkide adeta kişisel bir "ihanete uğramışlık" duygusunun izleri görülür. Oysa 14 Ekim tarihli telgrafta, Ahmet Izzet'in hükümeti kurmaktan kaçınması halinde alternatif olarak Tevfik Paşa adını Öneren de kendisidir.

Fransa devre dışı

Birkaç ek bilgiyle puzzle'm parçalarım toparlamaya çalışalım.

28-30 Ekim tarihleri arasında İngiliz donanmasına ait bir gemide gerçekleşen Mondros görüşmelerinden İngiltere'nin müttefiki olan Fransa haberdar

edilmemiştir. 30 Ekim'de durumu fark eden Fransa hükümeti sert bir notayla ingiltere'nin tavrmı protesto ederek mütareke görüşmelerine katılmayı talep etmişse de çeşitli gerekçeler ileri sürülerek bu talep geri çevirilmiştir.

Mondros Mütarekesi ile belirlenen Suriye sınırı, sonradan Türkiye'ye katılan Hatay vilayeti haricinde, bugünkü Türkiye-Suriye sınırıdır. 1920'de ilan edilen Misak-ı Milli'nin savunmaya ant ettiği milli sınır, Mondros Mütarekenamesi'ne açıkça atıfta bulunularak tanımlanan bu sınırdır. Sivas Kongresi beyannamesi de, yine açıkça Mondros'u anarak, bu mütarekede belirlenen milli sınırların hiçbir şekilde pazarlık konusu edilemeyeceğini bildirir.

İngiliz generali Allenby mütarekeden üç ay kadar sonra istanbul'a gelerek çeşitli temaslarda bulunmuş ve Anadolu'da baş gösteren asayişsizliği kontrol altına almak üzere olağanüstü yetkilerle donatılmış bir genel müfettişlik makamı oluşturulmasını önermiştir. Allenby'nin bu görev için bir isim önerip önermediği konusunda kaynaklar çelişkilidir. Ancak Allenby'nin tarif ettiği makam Damat Ferit Paşa hükümeti tarafından Mayıs 1919'da oluşturularak, bu göreve Mustafa Kemal Paşa atanacaktır.

Tarih, kim ne derse desin, ilginç bir konu. Doğru anlatılırsa.

TARAF

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber