AYM'nin, Mehmet Altan'a dair kararının tam metni

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 11/1/2018 tarihinde, Mehmet Hasan Altan (B. No: 2016/23672) tarafından yapılan bireysel başvuruda aşağıda özetle belirtilen gerekçelerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 11 Ocak 2018 23:16, Son Güncelleme : 15 Ağustos 2021 19:01
AYM'nin, Mehmet Altan'a dair kararının tam metni

GAZETECİ OLAN BAŞVURUCU (MEHMET HASAN ALTAN) HAKKINDA UYGULANAN TUTUKLAMA TEDBİRİNE İLİŞKİN KARARIN BASIN DUYURUSU

(Karara ulaşmak için tıklayınız)

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 11/1/2018 tarihinde, Mehmet Hasan Altan (B. No: 2016/23672) tarafından yapılan bireysel başvuruda aşağıda özetle belirtilen gerekçelerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvurucunun tutuklanmasına gerekçe olarak gösterilen somut yazı ve konuşmalarının (1) Star gazetesinde 2010 yılında yayımlanan "Balyoz'un Anlamı" başlıklı köşe yazısı, (2) darbe teşebbüsünden bir gün önce Can Erzincan TV'de yayımlanan programdaki konuşması ve (3) kendi internet sitesinde 20/7/2016 tarihinde yayımlanan "Türbülans" başlıklı yazısı olduğu anlaşılmaktadır.

STAR GAZETESİNDEKİ YAZININ FETÖ'NÜN AMAÇLARI DOĞRULTUSUNDA KALEME ALINDIĞINI KANAATİNE DAİR OLGUSAL TEMELLLER ORTAYA KONULAMAMIŞTIR

Ancak FETÖ/PDY'nin gerçek amacının ortaya çıktığı belirtilen ve 2013 yılında gerçekleşen "17-25 Aralık soruşturmaları"ndan birkaç yıl önce yazılmış ve yazıldığı dönemde ülke gündeminin ilk sıralarında yer alan bir davaya ilişkin "Balyoz'un Anlamı" başlıklı yazının FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda kaleme alındığı kanaatine soruşturma makamlarını sevk eden olgusal temeller ortaya konulmamıştır.

15 TEMMUZDAN BİR GÜN ÖNCE CAN ERZİNCAN TV'DE SARF ETTİĞİ SÖZLEERİN, DARBE TEŞEBBÜSÜNE ORTAM HAZIRLAMAK AMACYLA SÖYLENDİĞİNE DAİR OLGUSAL TEMELLER YOK

Bununla birlikte başvurucunun darbe teşebbüsünden bir gün önce Can Erzincan TV'de yayımlanan programdaki konuşmasında başvurucunun sarf ettiği sözlerin içeriği ve bağlamı, anılan sözler öncesinde ve sonrasında diğer konuşmacılar ile başvurucu tarafından dile getirilen hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun suça konu sözleri darbe teşebbüsünün ortamını hazırlamak amacıyla söylediğinin olgusal temellerinin soruşturma makamlarınca ortaya konulamadığı görülmektedir.

KENDİ SİTESİNDEKİ TÜRBÜLANS BAŞLIKLI YAZININ, FETÖT'NÜN AMAÇLARI DOĞRULTUSUNDA YAZILDIĞINA DAİR OLGUSAL TEMELLER ORTAYA KONULAMAMIŞTIR

Ayrıca, kamu makamlarının değerlendirmelerinden ve çoğunluğun görüşünden farklı olan görüşlerin görüşü ifade edenin amacından hareketle bir suça konu edilebilmesi için, bu amacın -ifadelerin içeriğinin dışında- somut olgularla ortaya konulması gerekir. Buna karşılık başvurucunun "Türbülans" başlıklı yazıyı yazarken FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda hareket ettiğine ilişkin kanaat oluşmasını sağlayacak nitelikteki olguların varlığı soruşturma makamlarınca gösterilememiştir.

Öte yandan başvurucunun FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda hareket ettiği ve bu yapılanmayla irtibatının bulunduğu yönünde dayanak kabul edilen banknot, banka hesabı, yapılanma mensuplarınca yürütülen bir soruşturmaya dahil edilmeme ve telefon görüşmelerine ilişkin olarak başvurucunun hayatın olağan akışına uygun olan savunmasının aksini ortaya koyacak somut bir olgu belirtilmemiştir. Tanık anlatımında ise başvurucunun somut bir eylemine dair bilgiye yer verilmemiştir.

Son olarak somut olayın koşulları ve başvurucu hakkında kullanılan ifadelerin içeriği dikkate alındığında Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaasında suç işlendiğine dair delil olarak kabul edilen "Bylock" üzerinden başvurucu dışındaki kişiler arasında yapılan yazışmaların tek başına suç şüphesini gösterir kuvvetli bir belirti olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemiştir.

Bu itibarla somut olayda "suç işlendiğine dair kuvvetli belirti"nin yeterince ortaya konulamadığı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin suça konu edilen yazı ve konuşmaların içeriğinden bağımsız olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yanında ifade ve basın özgürlüklerine yönelik de bir müdahale oluşturduğu anlaşılmaktadır.

Tutuklamanın hukukiliğine ilişkin olarak yukarıda yapılan tespitler dikkate alındığında ve isnat edilen suçlamalara dayanak olarak gösterilen temel olguların başvuruya konu yazı ve konuşmalar olduğu gözetildiğinde hukukilik şartını sağlamayan tutuklama gibi ağır bir tedbir, ifade ve basın özgürlükleri bakımından demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilemez.

Öte yandan suça konu yazıların yayımlandığı ve konuşmaların yapıldığı dönemde kamuoyunun bir kesiminin dile getirdiğine benzer görüşleri başvurucunun yazılarında ve konuşmalarında ifade etmesi nedeniyle hakkında tutuklama tedbirine başvurularak ifade ve basın özgürlüklerine müdahale edilmesinin hangi "zorlayıcı toplumsal ihtiyaç"tan kaynaklandığı ve demokratik toplum düzeninde neden gerekli olduğu somut olayın özelliklerinden ve tutuklama kararının gerekçelerinden anlaşılamamaktadır.

Son olarak yazılar ve konuşmalar dışında somut olgu ortaya konulmadan başvurucunun tutuklanmış olmasının ifade ve basın özgürlüklerine yönelik caydırıcı bir etki doğurabileceği de açıktır.

Bu itibarla ifade ve basın özgürlüklerinin de ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

Olaylar

Başvurucu, akademisyen ve aynı zamanda kamuoyunca bilinen bir gazeteci ve yazardır.

Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askeri bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hal ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve soruşturma mercileri bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğunu belirtmişlerdir.

Bu kapsamda FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmalarına yönelik soruşturmalar yapılmış ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbiri uygulanmıştır.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu ve çoğunluğu gazeteci, yazar ve akademisyen on yedi şüpheli hakkında FETÖ/PDY'nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır.

Bu kapsamda başvurucu 10/9/2016 tarihinde gözaltına alınmış, konutunda yapılan aramada başvurucu adına çıkarılmış Bank Asyaya ait bir adet banka kartı ve -ikisi (F) serisi olmak üzere- 6 adet 1 dolarlık (ABD) banknot ele geçirilmiştir. Başvurucu 21/9/2016 tarihine kadar gözaltında tutulmuştur.

21/9/2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında ifadesi alınan başvurucu, Sulh Ceza Hakimliğinin 22/9/2016 tarihli kararı ile Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmıştır.

Başvurucu tarafından tutuklama kararına itiraz edilmiş ve itirazın duruşmalı olarak yapılması talep edilmiş ancak itirazı inceleyen İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliğince dosya üzerinden inceleme yapılarak itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 12/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.

Başvurucu hakkındaki dava, İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye devam etmektedir. Cumhuriyet savcısı 11/12/2017 tarihli duruşmada esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Savcılık, mütalaasında başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan cezalandırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir.

İddialar

Başvurucu; isnat edilen eylemlerin ifade ve basın özgürlükleri kapsamında olması, tutuklama nedenlerinin bulunmaması gerekçeleriyle tutuklanmasının hukuki olmadığını, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucuya göre tutuklama tedbiri Anayasa'da öngörülenin dışında siyasi saiklerle uygulanmıştır.

Başvurucu ayrıca gözaltına alınmasının hukuki olmadığı, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığı, sulh ceza hakimliklerinin bağımsız ve tarafsız hakim ilkelerine aykırı olduğu, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapıldığı ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği yönünde de şikayette bulunmuştur.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia Yönünden

Anayasa Mahkemesi bu iddia kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:

Anayasa Mahkemesinin buradaki incelemesi, başvurucu hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılması ile yargılamanın muhtemel sonuçlarından bağımsız olarak tutuklamanın hukukiliğinin değerlendirilmesiyle sınırlı olacaktır. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edilip edilmediği incelenirken her bir başvuru kendi koşullarında değerlendirilir.

Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir.

Ayrıca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa'nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama ancak "suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler" bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Dolayısıyla tutuklamanın diğer koşullarından önce bu ön koşulun bulunup bulunmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğunun kabul edilebilmesi için suçlama, kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmelidir.

Bu kapsamda yapılacak değerlendirmede şüpheli veya sanığa isnat edilen eylemlerin ifade, basın ve örgütlenme özgürlükleri ile seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları gibi demokratik toplum düzeni bakımından vazgeçilmez temel hak ve özgürlükler kapsamında olduğu hususunda ciddi iddiaların bulunduğu veya bu durumun somut olayın koşullarından anlaşılabildiği hallerde tutuklamaya karar veren yargı organlarının kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli davranmaları gerekir.

Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraf ve delillerle doğrudan temas halinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir.

Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır.

Bu genel ilkeler doğrultusunda ilk olarak somut olayda başvurucunun suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği, başvurucunun 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY'nin yayın organlarında ve bu örgütün amaçları doğrultusunda sürekli olarak açıklamalarda bulunmasına, böylelikle bu darbe girişimine zemin hazırlamasına ve bir televizyon programındaki konuşmasıyla da açıkça darbe çağrısı yapmasına değinerek Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçları yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varmıştır.

Somut olayda, başvurucunun tutuklanmasına gerekçe olarak gösterilen yazı ve konuşmalarının Star gazetesinde 2010 yılında yayımlanan "Balyoz'un Anlamı" başlıklı köşe yazısı, darbe teşebbüsünden bir gün önce Can Erzincan TV'de yayımlanan programdaki konuşması ve kendi internet sitesinde 20/7/2016 tarihinde yayımlanan "Türbülans" başlıklı yazısı olduğu anlaşılmaktadır.

İlk olarak başvurucunun "Balyoz'un Anlamı" başlıklı yazısıyla -soruşturma mercilerince FETÖ/PDY tarafından sahte delillerle kurgulandığı belirtilen- Balyoz soruşturmasını övücü nitelikte beyanlarda bulunarak örgütün amacı doğrultusunda kamuoyu oluşturmaya çalıştığı ileri sürülmüştür.

Anılan yazı ulusal ölçekte yayın yapan Star gazetesinde 2010 yılında yayımlanmıştır. FETÖ/PDY'nin gerçek amacının ortaya çıktığı belirtilen ve 2013 yılında gerçekleşen "17-25 Aralık soruşturmaları"ndan birkaç yıl önce yazılmış ve yazıldığı dönemde ülke gündeminin ilk sıralarında yer alan bir davaya ilişkin yazının FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda kaleme alındığı kanaatine soruşturma makamlarını sevk eden olgusal temeller ortaya konulmamıştır.

İkinci olarak başvurucunun darbe teşebbüsünden bir gün önce Can Erzincan TV'de yayımlanan programdaki konuşmasında "... Türkiye Devletinin içinde de muhtemelen bütün bu gelişmeleri dış dünyadan daha fazla belgeleyen, izleyen bir başka da yapı var. Yani onun ne zaman torbadan yüzünü çıkaracağını, nasıl çıkacağı da belli değil..." şeklindeki sözler sarf ederek darbe yapılması için kamuoyu oluşturmaya çalıştığı ve açıkça darbe çağrısında bulunduğu ileri sürülmüştür. Buna karşılık başvurucu darbe olacağını bilmediğini ve darbe çağrısı yapmadığını, anılan sözlerinin bağlamından kopartılarak suçlamaya konu edildiğini, konuşmada geçen "yapı" ile kastettiğinin devlet organları olduğunu savunmuştur.

Başvurucunun sarf ettiği sözlerin içeriği ve bağlamı, anılan sözler öncesinde ve sonrasında diğer konuşmacılar ile başvurucu tarafından dile getirilen hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu sözlerin -tereddütsüz bir şekilde- darbe çağrısı olarak nitelendirilmesi ve başvurucunun bunları ertesi gün gerçekleşecek olan darbe teşebbüsünü bilerek kamuoyunu buna hazırlamak amacıyla söylediğinin kabul edilmesi zordur. Aksi durumda kullanılan sözlere, objektif bir gözlemcinin verebileceği anlamın ötesinde anlamlar yüklenmesi sonucu doğabilir. Nitekim programdaki konuşmalarda, iki yıl sonra yapılacak seçimlerde veya seçim öncesinde iktidar partisinden bir kısım milletvekilinin bir başka siyasetçiyle birlikte yeni bir parti kurması sonucunda Hükümetin değişebileceğine yönelik öngörülerde bulunulmuştur. Öte yandan suçlamaya konu sözlerin bir televizyon programında ve canlı yayın sırasında söylendiğinin böyle bir ortamda kullanılan ifadelerin kamuya duyurulmadan önce yeniden formüle edilmesi veya değiştirilmesi ya da geri alınması imkanının bulunmadığının da gözetilmesi gerekir. Anılan hususlar dikkate alındığında başvurucunun suça konu sözleri darbe teşebbüsünün ortamını hazırlamak amacıyla söylediğinin olgusal temellerinin soruşturma makamlarınca ortaya konulamadığı görülmektedir.

Öte yandan başvurucunun kendisine ait internet sitesinde 20/7/2016 tarihinde yayımladığı "Türbülans" başlıklı yazısıyla FETÖ/PDY amaçları doğrultusunda hareket ettiği iddia edilmiştir.

Anılan yazıda başvurucunun darbe girişiminin sadece FETÖ/PDY mensuplarınca gerçekleştirildiği hususundaki kuşkularını ifade ettiği, ayrıca darbe teşebbüsü sonrası alınan tedbirleri eleştirdiği görülmektedir. Kamu makamlarının değerlendirmelerinden ve çoğunluğun görüşünden farklı olan görüşlerin görüşü ifade edenin amacından hareketle bir suça konu edilebilmesi için, bu amacın -ifadelerin içeriğinin dışında- somut olgularla ortaya konulması gerekir. Buna karşılık soruşturma makamlarınca, başvurucunun suça konu edilen yazıyı yazarken FETÖ/PDY'nin amacı doğrultusunda hareket ettiğine ilişkin kanaat oluşmasını sağlayacak nitelikte olguların varlığı gösterilememiştir.

Başvurucunun FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda hareket ettiğine ve bu yapılanmayla irtibatının bulunduğuna ilişkin olarak bir tanığın soyut anlatımlarına, başvurucunun evinde yapılan aramada 1 dolarlık banknotun bulunmasına, FETÖ/PDY mensubu yargı ve kolluk görevlilerince yürütüldüğü belirtilen bir soruşturmaya dahil edilmeyişine, bazı kişilerle yaptığı -zamanı ve içeriği belirtilmeyen- telefon görüşmelerine ve Bank Asyada hesabının olmasına dayanılmıştır. Bununla birlikte başvurucunun banknot, hesap, soruşturmaya dahil edilmeme ve telefon görüşmelerine ilişkin hayatın olağan akışına uygun olan savunmasının aksini ortaya koyacak somut bir olgu belirtilmemiştir. Tanık anlatımında ise başvurucunun somut bir eylemine dair bilgiye yer verilmemiştir.

Son olarak Cumhuriyet savcısı esas hakkında mütalaasında suç işlendiğine dair delil olarak "Bylock" üzerinden yapılan bazı yazışmalara da dayanmıştır. Anılan yazışmaların başvurucu dışındaki kişiler arasında yapıldığı anlaşılmaktadır. Yazışmalarda başvurucuyla ilgili bazı ifadelere yer verilmiştir. Bununla birlikte somut olayın koşulları ve başvurucu hakkında kullanılan ifadelerin içeriği dikkate alındığında, bunların tek başına suç şüphesini gösterir kuvvetli bir belirti olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemiştir.

Bu itibarla somut olayda "suç işlendiğine dair kuvvetli belirti"nin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.

"Olağanüstü hal" döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin de, başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.

Açıklanan nedenlerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

İfade Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde düzenlenmiş olan basın özgürlüğü, demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden ve toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır.

Demokratik toplumda taşıdığı öneme rağmen ifade ve basın özgürlükleri, mutlak nitelikte olmayıp Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen güvencelere uygun olmak kaydıyla birtakım sınırlamalara tabi tutulabilir. İfade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahale Anayasa'nın 13. maddesinde düzenlenen temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin koşullara uygun olmadıkça Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinin ihlali sonucunu doğuracaktır. Bu nedenle sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

Şüphesiz demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olma ve ölçülülük yönünden kamu makamlarının belirli bir takdir aralığı bulunmaktadır. Bununla birlikte bu takdir yetkisinin kullanımı sonucu ifade ve basın özgürlüklerine müdahalede bulunulurken kamu makamlarının anılan hususlarda "ilgili ve yeterli" gerekçe göstermeleri zorunludur. Bu çerçevede yapılacak bir müdahalenin Anayasa'daki güvencelerle uyumlu olup olmadığı hususunda nihai değerlendirme ise Anayasa Mahkemesine aittir. Anayasa Mahkemesi bu değerlendirmeyi kamu makamlarının ve özellikle derece mahkemelerinin gösterdikleri gerekçeler üzerinden yapar.

Başvurucuya soruşturma mercilerince yöneltilen sorular ve hakkında verilen tutuklama kararının gerekçelerine bakıldığında, başvurucu esas olarak yazıları ve konuşmaları nedeniyle suçlanmaktadır. Bu bağlamda başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin bu yazı ve konuşmaların içeriğinden bağımsız olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yanında ifade ve basın özgürlüklerine yönelik de bir müdahale oluşturduğu anlaşılmaktadır.

Somut olayda bu müdahalenin kanunda öngörülmüş olması yönünden sorun bulunmamaktadır.

Diğer taraftan milli güvenliğe aykırı faaliyetlerde bulunduğu ve darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda yazılar yazdığı ve konuşmalar yaptığı iddiasıyla başvurucu hakkında tutuklama tedbiri uygulanmıştır. Dolayısıyla başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine Anayasa'da belirtilen sebeplere bağlı olarak meşru amaçla müdahalede bulunulduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Müdahalenin ihlal oluşturmaması için sadece kanuni dayanağın ve meşru amacın bulunması yeterli değildir. Başvurucuya uygulanan tutuklama tedbirinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalini oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi için somut olayın demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük koşulları yönünden de incelenmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi bu incelemeyi tutuklama süreci ve tutuklama kararının gerekçesi üzerinden yapacaktır.

Tutuklamanın hukukiliğine ilişkin olarak yukarıda yapılan tespitler dikkate alındığında ve isnat edilen suçlamalara dayanak olarak gösterilen temel olgunun başvuruya konu yazılar ve konuşmalar olduğu gözetildiğinde hukukilik şartını sağlamayan tutuklama gibi ağır bir tedbir, ifade ve basın özgürlükleri bakımından demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilemez.

Ayrıca ifade ve basın özgürlüklerine müdahale eden tedbir, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez. Suça konu yazıların yayımlandığı ve konuşmaların yapıldığı dönemde kamuoyunun bir kesiminin dile getirdiğine benzer görüşleri başvurucunun yazılarında ve konuşmalarında ifade etmesi nedeniyle hakkında tutuklama tedbirine başvurularak ifade ve basın özgürlüklerine müdahale edilmesinin hangi "zorlayıcı toplumsal ihtiyaç"tan kaynaklandığı ve demokratik toplum düzeninde neden gerekli olduğu somut olayın özelliklerinden ve tutuklama kararının gerekçelerinden anlaşılamamaktadır.

Öte yandan demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük değerlendirmesi yapılırken ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalelerin başvurucular ve genel olarak basın üzerindeki muhtemel "caydırıcı etkisi" de dikkate alınmalıdır. Başvuru konusu olayda tutuklama gerekçelerinde, yayımlanan yazılar dışında herhangi bir somut olgu ortaya konulmadan başvurucunun tutuklanmış olmasının ifade ve basın özgürlüklerine yönelik caydırıcı bir etki doğurabileceği de açıktır.

Açıklanan nedenlerle suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan temelde yazılarına ve konuşmalara dayanılarak başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının, ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.

"Olağanüstü hal" döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin de bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.

Açıklanan nedenlerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmiştir.

Gözaltının Hukuki Olmadığına İlişkin İddia Yönünden

Mahkeme, başvurucunun gözaltı tedbirlerine ilişkin iddiasını başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.

Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia Yönünden

Mahkeme, başvurucunun soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığına ilişkin iddiasını açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.

Sulh Ceza Hakimliklerinin Bağımsız ve Tarafsız Hakim İlkelerine Aykırı Olduğuna İlişkin İddia Yönünden

Mahkeme, başvurucunun tutukluluğuna ilişkin karar veren sulh ceza hakimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin iddiasını açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.

Tutukluluğa İtiraz İncelemesinin Duruşmasız Olarak Yapıldığına İlişkin İddia Yönünden

Mahkeme, başvurucunun tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapıldığına ilişkin iddiasını açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.

Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

Mahkeme, başvurucunun kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasını başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.

(Karara ulaşmak için tıklayınız)

AYM'nin, gazeteci Şahin Alpay'a dair kararının tam metni AYM, kuvvetli suç şüphesinden dolayı, eski üyesinin tutukluluğunda hak ihlali görmedi AYM: Cumhuriyeti çıkaran şirketin yöneticisi olmak kuvvetli suç şüphesi oluşturmaz

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber