Krize karşı tedbir önerileri: Bütçe açığını arttırın ve memur alın

Haber Giriş : 17 Mart 2009 13:43, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Süleyman Yaşar'ın yazısı/TARAF

Türkiye'de işsizlik sorunu her geçen gün daha da derinleşiyor. İstihdam edilenlerin sayısında artış olmasına rağmen dün açıklanan yeni rakamlara göre, işsizlik yüzde 13,6'ya yükseldi. Bu yüksek işsizlik oranının önümüzdeki aylarda biraz daha artarak yüzde 15'i de geçeceği anlaşılıyor. Ekonomide yeni iş alanları yaratılmasına rağmen işgücüne yeni katılanlara iş bulmak bu daralan ekonomik koşullarda oldukça zor görünüyor.

Türkiye'de artan işsizliği sadece yaşanan dünya ekonomik kriziyle açıklamak mümkün değil. Bu ülkede altı yıldır uygulanan ?yüksek faiz- düşük kur' politikası, işsizliğin yüksek oranda seyretmesinde büyük rol oynadı. Türkiye ekonomisi 2002-2007 yılları arasında ortalama yüzde 6,8 oranında büyüdü ama bu büyüme ?yüksek faiz- düşük kur' politikasının yol açtığı kalitesiz bir büyüme oldu, istihdam yaratmadı.

2002 yılından bugüne dek işsizlik oranı yüzde 9,9 oranının altına bir türlü inmedi. Çünkü ucuz ithalat ve katma değeri düşük içerideki üretim, istihdamı yeterince arttıramadı. Bunun böyle olacağı belliydi.

Zira düşük kur politikası nedeniyle bu ülkede ihracata dönük yatırımlar kârlı olmaktan çıktı. Lüks gayrımenkul ve dış ticarete konu olmayan alanlara yatırım yapıldı ve ekonomik kaynaklar israf edildi. Öyle ki, gayrımenkul sektörünün dış borcu 24,5 milyar dolara ulaştı.

Tabii Türkiye'de işsizliğin artmasında, son beş yıl içinde köylerden şehirlere gelen iki milyon kişinin önemli payı oldu. Köylerin boşalmasının işsizlikteki etkisini rakamlar açıkça koyuyor. İstihdamın tarım kesimindeki payı yüzde 34,9'dan yüzde 26,4 oranına geriledi. Ücretsiz olarak aile içinde çalışanların oranı da yüzde 20,9'dan yüzde 14,1'e indi. Böylece tarımda tutunamayan nüfus, şehirlerde işsizliği iyice büyüttü.

Son beş yılda tarımdan şehirlere göçün en önemli nedeni, IMF'nin 1999 yılı stand-by anlaşmasında, Türkiye'yi ?ürün desteğinden vazgeçirip arazinin dekar başına büyüklüğüne göre destek politikasını' dayatması oldu.

Türkiye'nin bazı tarımsal ürünleri üretmemesi şartıyla dekar başına verilen destek sonucunda pek çok aile arazisini ortakçıya devredip şehirlere göç etti. Yapılan yanlış anlaşılıp tekrar ürün desteğine dönüldü ama artık iş işten geçmişti.

Zengin ülkelerin tarım sübvansiyonlarına ve ithalat kotalarıyla yüksek gümrük uygulamalarına hiç ses çıkarmayan IMF, gelişmekte olan ülkelerin tarımsal üretimini ise zengin ülkeler lehine düpedüz baltaladı.

Alternatif yakıt olan ?biyodizel' üretimi tarımda yeni bir trend başlatınca, bütün ülkeler tarımın önemini tekrar anladılar. Tarımsal alanlarda gıda üretimi yapılan bölümün azalması ve dünya nüfusunun önemli bir oranının küreselleşmenin getirdiği imkânlarla zenginleşmesi yüksek kalorili gıda tüketimini arttırdı.

Artık tarımsal ürünler ve tarıma dayalı gıda sanayii dünyada yeni yükselen değer haline geldi. Türkiye ancak şimdi bu gerçeği görmeye başladı. Sürekli küçümsenen ve verimsiz olarak gösterilen tarım sektöründe ?verimin' neye göre belirlendiği de doğrusu bir sır olarak kaldı.

Zengin ülkelerin kendi üreticilerine verdikleri devlet yardımları hiç dikkate alınmadan yapılan Türkiye'deki tarımın verimliliğiyle ilgili hesapların aslında hiçbir anlamının olmadığı yaşanan dünya krizinde açıkça görüldü. Hatta zengin ülkelerin kendi tarım üreticilerine yaptıkları devlet yardımlarının dünya ekonomik krizinin önemli bir nedeni olduğu da ortaya çıktı.

Çünkü zengin ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin tarım ve gıda ürünlerine karşı uyguladıkları ?korumacılık tedbirleri ve rekabeti bozucu önlemler' zenginlerin kendi bütçelerini bozdu. Zengin ülkelerin rekabeti bozan önlemleri kaldırmamaları halinde dünya ekonomik krizinin düzelmesi de zor görünüyor.

Gelelim Türkiye'de artan işsizliğin çözümüne... Hükümet GAP'a geçen yıldan itibaren önem vermeye başladı. Ama bunun yetmeyeceği görülmeli ve tarıma yapılan devlet yardımları hızla arttırılmalı.

Tarıma dayalı endüstri, gerekirse kamu-özel ortaklığı yöntemiyle harekete geçirilmeli. IMF ile yapılacak stand-by anlaşmasında, kamu harcamalarının azaltılmasına ve vergilerin arttırılmasına kesinlikle izin verilmemeli. Hükümet bugüne dek bu yönde kararlı bir tavır izledi, bu tavrını asla değiştirmemeli.

Bütçe açıkları önümüzdeki beş yıllık zaman dilimine göre hedeflenmeli. Bu yıl yüksek bütçe açığı vermekten korkulmamalı. Kamuya sözleşmeli öğretmen ve diğer eksiği duyulan personel alımı çoğaltılmalı. Çünkü kriz dönemlerinde mali disiplini geçici olarak bozmak şart. Aksi takdirde kriz derinleşir. Sorunlar çözülemez hale gelir.

Biz bunu daha yeni yaşadık. Hatırlayalım... Türkiye'de 2001 krizi, IMF'nin Merkez Bankası'ndan parasal disipline uymasını istemesi nedeniyle birdenbire derinleşmişti. Merkez Bankası para piyasalarını fonlamamıştı. Oysa şimdi yaşanan küresel mali krizde dünyadaki bütün merkez bankaları son para verici olarak piyasaları adeta nakde boğdular.

Unutmayalım... İktisatta önemli olan insanın refahıdır. Kriz dönemlerinde ne kadar doğru olduğu belli olmayan mali disiplin uğruna insanları işsiz bırakamayız.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber