Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörlüğünün Açıklaması

Başbakan Erdoğan tarafından, Ondokuz Mayıs Üniversitesindeki 80 araştırma görevlisinin işine son verilmesiyle ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine Meclis Araştırma önergesi verileceğinin belirtilmesinin ardından tüm gözler bu üniversiteye çevrilmiştir. Diğer taraftan üniversitedeki olaylara ilişkin olarak Rektör Prof. Dr. Ferit BERNAY imzasıyla bir basın açıklaması yayımlanmıştır. Söz konu açıklamayı ve bu açıklamaya Üniversitedeki işlerine son verilen araştırma görevlilerince verilen hukuki cevabı okumak için başlığa tıklayın.

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 12 Haziran 2005 00:39, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

NOT: AÇIKLAMA METNİ REKTÖRLÜĞE, TABLO İÇİNDEKİ DİPNOTLAR İSE ARAŞTIRMA GÖREVLİLERİNE AİTTİR


T.C.
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ
REKTÖRLÜĞÜ

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİNDEN ARAŞTIRMA GÖREVLİLERİ İLE İLGİLİ BİLGİLENDİRME

Bir süredir basında yer alan üniversitemiz araştırma görevlileri ile ilgili yanlış bilgilendirmeler nedeniyle aşağıdaki açıklamanın yapılması gereği duyulmuştur.

Bilindiği gibi araştırma görevliliği, yüksek öğretim sistemi içinde üç türlüdür:

1. TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı) ile tıp fakültelerinde uzmanlık öğrencisi olmaya hak kazanarak "ihtisasa" başlayanlar: Bunlar, branşlarına göre, 4-6 yılda uzmanlıklarını alarak ayrılırlar. Uzman olduklarında araştırma görevlisi kadrolarını boşaltırlar.[ 1]

[1] Danıştay'ın, 09/03/1995 tarihli, 697 numaralı kararında, 2547 Sayılı YÖK Kanununun 33/a ile 50. maddelerinde ifade edilen iki kadro türü arasındaki ayırıma dikkat çekilmektedir. Buradaki ifadelerden rahatlıkla anlaşılan husus, 50. maddede ifadesini bulan kadro türünün lisansüstü öğrenimin (yüksek lisans, doktora, sanatta yeterlik, tıpta uzmanlığın) süresi ile sınırlı olmasına karşın, 33/a'da ifadesini bulan kadro türünün ise, (Danıştay'ın 18/10/2004 tarihli ve 3865 numaralı kararına göre) Öğretim Üyelerinin Kaynağını Oluşturan Araştırma Görevlilerine ilişkin olması nedeniyle, bir tür süreklilik arz ettiğidir:

Danıştay'ın 09/03/1995 tarihli ve 697 numaralı kararının bazı ifadeleri:
"Tıpta uzmanlık Eğitimi Tababet Uzmanlık Tüzüğü uyarınca yapılmakta ve bu eğitimi yapacaklar öğretim yardımcılığı kadrolarından birine 2547 sayılı yasanın 50. maddesi uyarınca geçici olarak atanmaktadırlar. Lisans Üstü Öğretim Görenlerden Öğretim Yardımcısı Kadrolarına Atanacakların Hak ve Yükümlülükleri ile Tıpta Uzmanlık Öğrencilerinin Giriş Sınavları Hakkındaki Yönetmeliğin 10.maddesine göre de 2547 sayılı yasanın 50. maddesi uyarınca öğretim yardımcılığı kadrolarına geçici olarak atanıp tıpta uzmanlık eğitimini başarı ile tamamlayan ve uzmanlık belgesi alanların kadro ile ilişikleri kendiliğinden kesilmektedir? tıpta uzmanlık eğitimi yapmak için araştırma görevliliğine atananların görev süresi eğitimin sonunda sona ermekte olup, hizmetlerine ihtiyaç duyulmaması halinde idarece bu sürenin uzatılmaması tabiidir. Olayda 2547 sayılı yasanın 33. değil 50. maddesine göre araştırma görevlisi olan davacı tıpta uzmanlık eğitimini tamamlamış ve uzman olmuştur? idarenin takdirini görev süresini uzatmama yönünde kullanarak tesis ettiği dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır".

Danıştay'ın 18/10/2004 tarihli ve 3865 numaralı kararının bazı ifadeleri:
"? Anılan düzenlemelere göre, ÖĞRETİM ELEMANI KAYNAĞI OLAN ARAŞTIRMA GÖREVLİLERİnin belli bir program çerçevesinde akademik düzeyde bilimsel gelişimlerinin sağlanması gerekmektedir? Yüksek lisans ve doktora eğitiminde başarısız elemanların araştırma görevliliği görevine de son verilmemesi halinde, bu kadroların başarısız kişiler tarafından sürekli şekilde dolu tutulması sonucu, üniversitelerin ihtiyacı olan ve öğretim üyelerinin kaynağını oluşturan yeni ve başarılı araştırma görevlilerinin atanması imkansız hale geleceğinden, sonucu itibariyle sebep unsuru yönünden işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır? doktora öğreniminde başarısız olduğu tartışmasız bulunan davacının araştırma görevlisi kadrosunu işgal etmesinde kamu yararı ve hizmet gereklerine uyarlık bulunmadığından, davanın reddine?".

 

2. Herhangi bir enstitüde, yüksek lisans ya da doktora öğrencisi olanlar arasından, o enstitünün araştırma görevlisi kadrosuna atananlar (YÖK madde 50-d): Bu günkü koşullarda lisansüstü eğitim alanların sayısıyla enstitülere verilen araştırma görevlisi kadrosu sayıları arasında önemli farklılıklar bulunduğu için, tüm lisansüstü (yüksek lisans ve doktora) öğrencilerinin bu kadrolardan yararlanması mümkün değildir. Bu nedenle belli kriterlere uyan öğrencilerin atanabildikleri bir kadrodur. Yüksek lisans ya da doktora eğitimleri bittiği anda kadroları boşaltılır.

3. Fakülte ya da Yüksek Okulların araştırma görevlisi kadrosuna atananlar (YÖK madde 33-a): Bu kadro, öğretim yardımcılığı kadrosudur. Yüksek lisans ya da doktora eğitimi almaları gerekmez.[2 ] Öğretim üyelerine sınav gözetmenliği, laboratuar yardımcılığı, öğrenci danışmanlığı gibi konularda yardımcı olurlar. Bu görevlerini yapmaları için herhangi bir lisansüstü eğitime ihtiyaçları yoktur.

[2] Araştırma Görevlilerinin lisansüstü öğrenim görmeleri gerekmediğine ilişkin bu ifade, Danıştay'ın birinci dipnotta kısmen aktardığımız 18/10/2004 tarihli ve 3865 numaralı kararına göre tutarlı gözükmemektedir. Danıştay'ın anılan kararı gayet açık bir üsluba sahiptir. Buradan rahatlıkla şu anlaşılmaktadır ki, yeni toplumsal ihtiyaçlara binaen oluşturulan ve yazılı hale gelmekle adeta esnekliğini kısmen kaybeden Kanunlar, sürekli yeni değişimler yaşayan toplumla paralel yürüyememektedir. Bu da gayet doğal bir durum olmaktadır. Sürekli yeni değişimler yaşaması nedeniyle toplumun arz ettiği belirgin esneklikle, kanunların zayıf esnekliği arasındaki uzaklığı, Danıştay kararları örneğinde gördüğümüz içtihatlar veya idarecilerin teamül haline gelen uygulamaları sayesinde en makul seviyeye indirebilmekteyiz. Bu nedenle teamüller (toptan işten çıkarılma gibi bir uygulamanın bugüne dek görülmemesi) ve en önemlisi, idarecilerin uygulamalarının kanunların özüne (kanunun ihdas amacına, kamu hizmet ve gereklerine) uygunluğunu denetleyen yargı kararları son derece önemli ve bağlayıcı olsa gerektir. Bu açıdan bakıldığında, Sayın Rektörlüğümüzün bu dipnota (dolayısıyla diğerlerine) ilişkin yaklaşımında hukuki isabet görülmemektedir.

Bu zamana kadar yanlış bir şekilde, "kalıcı kadro" olarak ünlenmiştir.[ 3] Oysa yasanın ilgili maddesinde "?atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer" denmektedir. Maddeye son olarak, 27.04.2005 tarihli ve 25798 sayılı resmi gazetede yayınlanan 5335 sayılı kanunla "Bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler" ibaresi eklenmiştir. Bu ek, hepsinin otomatik olarak atanacağını değil, ihtiyaç duyulursa [ 4] yeniden atanacağını vurgulamaktadır. Kaldı ki, bu cümle eklenmeden önce de yeniden atamaları yapılabilmekteydi. [5 ]

[ 3] 50. maddede ifade edilen kadro ile 33-a'da ifade edilen kadro arasında süreklilik açısından söz konusu olan fark, birinci dipnotta Danıştay'ın ilgili kararları örnek verilerek açıklanmıştır.

[ 4] "İhtiyaç duyulursa" şartı, zaten bir gerekçenin varlığını içermektedir. Bu gerekçe de zaten izleyen ilk paragrafta kısmen açıklanmaktadır. Ama açıklanan bu gerekçe, Sayın Rektörlüğümüzün uygulaması lehine değil, işine son verilen Araştırma Görevlileri lehine gözükmektedir: "Son yıllarda, hükümetimizin uyguladığı personel politikalarına bağlı olarak üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları beklenenin ve ihtiyaç duyulanın çok altında verilmektedir". Bu ifadeden, Araştırma Görevlisi kadrolarına ihtiyaç olduğu doğrudan anlaşılmaktadır. Madem ihtiyaç var ve işine henüz devam etmekte olan bu Araştırma Görevlileri de vazifelerini layıkıyla yapmaktadırlar, o zaman, kamu yararına, hizmet gereklerine ve kadronun ihdas amacına aykırı olan nedir?

[ 5] Sayın Rektörlüğümüz de, teamüllere uygun atamanın bugüne kadar yapıldığını ifade etmektedir. O zaman, bugün böyle örneği görülmemiş ciddi bir uygulamaya gitmenin sebebi nedir? Bu sebebin açık bir şekilde izahı zorunludur.Bu zorunluluğu sadece biz değil, dokuzuncu dipnotta atıfta bulunduğumuz Danıştay kararı da gerekli görmektedir.

Son yıllarda, hükümetimizin uyguladığı personel politikalarına bağlı olarak üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları beklenenin ve ihtiyaç duyulanın çok altında verilmektedir.[6 ] Bütçe Uygulama Kanunları ve Başbakanlık genelgelerinde de, araştırma görevlisi kadrolarına, ancak boşaltılan kadro "sayısıyla sınırlı olmak üzere" ve "Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığından açıktan atama izni alınmak suretiyle atama yapılabileceği" belirtilmektedir. Bu durum, önceki yıllara göre üniversitelerin kadrolarını daha dikkatli kullanmaları sonucunu yaratmıştır.[7 ]

[6 ].Hükümetin personel politikası yanlış olabilir. Bu politikanın yanlışlığının cezasını biz mi çekmeliyiz? BİZ hükümet memuru değil, DEVLET MEMURUYUZ. Kadro verilmemesi/verilememesi, kazanılmış kadroların boşaltılmasını değil, alınabildiği kadarıyla yenilerinin dikkatli kullanımını gerektirmez mi?

[7 ] "Bu durum, önceki yıllara göre üniversitelerin kadrolarını daha dikkatli kullanmaları sonucunu yaratmıştır" ifadesinden doğrudan anlaşılan ilk şey, yeni açılacak kadroların daha dikkatli kullanılmasını sağlamaktır. Kadroyu dikkatli kullanmak demek, kazanılmış hakların somut gerekçe gösterilmeksizin elden alınması anlamına gelmemelidir. Bir Araştırma Görevlisi, akademik ve idari açıdan görevini yapmıyorsa, o zaten bir şekilde cezalandırılır. Ancak, kamu görevini gerektiği şekilde ifa eden bir bireyin, somut gerekçe olmaksızın işine son verilmesi apaçık bir idari yanlıştır. Bunun da hukuk tarafından düzeltilmesi gerekir/beklenir.

Danıştay 8. dairesinin bu konuyla ilgili K:1998/665 sayılı kararında da "?unvan şartı aranmadan, yapılan inceleme ve deneylerde yardımcı olmak üzere atama yapılması gereken kadroların, doktor veya doçent unvanı ile görev yapan ve akademik faaliyetlerine devam edenler tarafından yıllarca işgal edildiği görülmekte olup, bu durumun ise, 2547 sayılı kanunun 33. maddesi ile belirlenen kadronun ihdas amacına, kamu yararına ve hizmet gereklerine uygun olmadığı" hükmü yer almaktadır.[8 ]

[8 ] Birinci dipnotta ifade edilen Danıştay kararlarından, 33/A kadrosunun, Öğretim Üyesi Yardımcılığı yapmak, Yüksek Lisans-Doktora yapmak ve dolayısıyla bilimsel çalışmalarını sürdürmek? gibi belli kriterlere bağlı olarak süreklilik arz edeceği, 50. maddede ifadesini bulan kadronun ise, kamu olanaklarından daha fazla yurttaşın yararlanması amacıyla öğrencilere geçici olarak tahsis edildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, sözünü ettiğimiz belli kriterleri eğer taşıyorsa, bir Araştırma Görevlisinin, kamu olanaklarının geçici olarak el vermemesi nedeniyle bir üst kadroya yükselememesini, bir kadronun sürekli işgali olarak yorumlamak yanlış olsa gerektir. Nitekim bu türden bir yorumun, bir Danıştay kararında azlık oyu olarak yer alma biçimi, sözünü ettiğimiz yanlışlık bağlamında ele alınabilir bir açıklığa sahiptir (bak., 07/02/1995 tarihli ve 365 numaralı Danıştay kararı).

Sayın Rektörlüğümüzün sözünü ettikleri Danıştay kararının azlık oyu olduğuna ve davanın sonucunu etkilemediğine ilişkin başka kararlar da vardır. Bunlardan biri az önce değindiğimiz 07/02/1995 tarihli ve 365 numaralı Danıştay kararıdır. Bu kararda, kadronun başarılı Araştırma Görevlileri tarafından uzun süre işgal edilmesinin, kıt kamu olanaklarından daha çok yurttaşın yararlanması gibi bir amaca aykırı olmadığı; bu amaca binaen ihdas edilen kadronun 50. maddede ifade edildiği, Doktora öğreniminin bitirilmesinin gerekçe gösterilerek boşaltılabilecek kadro türünün 50-d'de tanımlandığı açıkça belirtilmektedir:

"Yasanın iki maddesinde, araştırma görevliliği kadrosuna atanma süreleri farkı belirlenmiştir. Öte yandan, Yasanın 50. maddesinin (d) bendine göre yapılan atamalarla, lisansüstü eğitim yapan öğrencilerin, bu eğitimleri süresince maddi olarak desteklenmeleri amaçlanmakta, ancak 33. maddede, bu yoruma olanak veren bir kural yer almamaktadır? Görüldüğü üzere, davacı doktora öğrenimi süresince ve doktora derecesini aldıktan sonra da araştırma görevlisi kadrosunda görev yapmıştır. Nitekim davacı tarafından, 1985 yılında, Yasanın 33. maddesine göre 3 yıl süre ile atandığı, üç yılın bitiminden sonra birer yıl süre ile sözleşmelerinin yenilendiği, doktora eğitimini tamamladıktan sonra da, iki kez görev süresinin uzatıldığı öne sürülmektedir. Esasen davacının atama onaylarında 2547 sayılı Yasanın 33. maddesi uyarınca atandığının belirtildiği, davalı idarece de kabul edilmekte, ancak bu atamaların dayanağının Yasanın 50/d maddesi olduğu savunulmaktadır. Bu durumda, davacının araştırma görevlisi kadrosuna 2547 sayılı Yasanın 33. maddesi uyarınca atanması, doktora eğitimini tamamladıktan sonra görevine son verilmemesi ve görev süresinin her defasında, yine aynı madde uyarınca uzatılmış olması karşısında, İdare Mahkemesince, davacının doktora eğitimine devam etmesi nedeniyle atamasının yenilendiği ve atamanın 2547 sayılı Yasanın 50/d maddesi uyarınca yapıldığı gerekçesiyle davanın reddedilmesinde mevzuata ve hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle Ankara 2. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına ve dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine karar verildi".

Birinci ve dokuzuncu dipnotlarda değindiğimiz kararlar da, Sayın Rektörlüğümüzün sözünü ettikleri Danıştay kararının azlık oyu olduğuna ve davanın sonucunu etkilemediğine ve dolayısıyla etkilememesi gerektiğine ilişkin başka karar örnekleri bağlamında rahatlıkla ele alınabilir açık bir üsluba sahiptir.

Üniversitemize karşı sürdürülen karalama kampanyasında iddia edildiği gibi, ortada ne bir "kıyım", ne de "bilim adamı harcama" vardır. 2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasasının 33-a maddesi gereğince atanmış ve doktorasını tamamlamış araştırma görevlilerinin -tıpkı YÖK madde 50-d'ye tabi olanlar ve TUS'la atananlarda olduğu gibi- atandıkları sürenin bitiminde yeniden atanmaması söz konusudur.[ 9] Bu uygulama, istisnasız tüm doktor araştırma görevlileri için geçerlidir ve YÖK'ün bilgisi dahilinde hemen tüm üniversitelerde [10 ] zaten yapılmaktadır.
Bilgilerinize saygılarımızla sunulur.

[9] 30/11/1988 tarih ve 2806 numaralı Danıştay kararından açıkça anlaşılan odur ki, 2547 sayılı Kanunun ilgili maddelerinde ifade edilen Rektörün takdir yetkisinin, makul bir sebebe/yoruma dayalı olarak, kanunun ihdas amacına, kamu hizmet ve gereklerine uygun bir biçimde kullanılıp kullanılmadığı yargısal denetime açıktır. Bu kararda, "usule ya da esasa ilişkin hiç bir neden gösterilmeden sadece istihbari nitelikteki bilgiler gerekçe gösterilerek işlem tesisinde yasalara uyarlık bulunmadığı" açıkça ifade edilmektedir. Sayın Rektörlüğümüzün, 33-a maddesini yorumlama biçimini, "usule ya da esasa ilişkin hiç bir neden gösterilmeyen" bir yaklaşım olarak görmek mümkündür. Bu bağlamda Danıştay'ın sözü edilen kararında, bir Araştırma Görevlisinin görev süresinin 6 ay uzatan Rektörlüğün kararını bile onamadığını görmekteyiz. Halbuki, Sayın Rektörlüğümüz görevi ilk sırada bitenlerin süresini 6 ay bile değil, sadece 3 ay uzatmıştır. Bu tür bir uygulamada makul bir sebep/yorum gözükmemektedir.

Bu açıdan bakıldığında, göreve son vermenin, kamu hizmetinin gerekleri ve kamu yararı bakımından somut bir dayanağa sahip olmayı gerektirdiği rahatlıkla anlaşılmaktadır. Birinci dipnotta ifade edilen Danıştay'ın 18/10/2004 tarihli ve 3865 numaralı kararında bu durumu açık olarak görmek mümkündür. Bu kararda, 2547 sayılı Yasanın 35. maddesinin, bir kamu hizmeti olarak öğretim üyesi yetiştirmek amacıyla ihdas edildiği; bu amaçla verilen görevi başaran ("Doktor" unvanını alan) Araştırma Görevlilerinin, "eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte üniversitelerine dönecekleri" açıkça ifade edilmiştir. Vurgulu olarak aktarılan son ifadenin en sade mantıksal sonucu, başarılı olan, yani öğretim üyeliği sıfatını kazandıracak akademik aşamaları makul/meşru bir süre içinde başaran/başarmaya devam eden Araştırma Görevlilerinin, kamu hizmet gerekleri ve kamu yararı açısından, kaynakların el verdiği ölçüde desteklenmeye devam edilmesinin gerekliliğini göstermektedir. Söz konusu kararda geçen, "öğretim elemanı kaynağı olan araştırma görevlilerinin belli bir program çerçevesinde akademik düzeyde bilimsel gelişimlerinin sağlanması gerekmektedir" biçimindeki ifade bu bağlamda gayet açık olsa gerektir.

[10] Tüm üniversitelerde bu tür bir uygulamanın yapılmadığına, aksine emsal teşkil edebilecek türde farklı uygulamaların olduğuna dair henüz şimdilik ulaşabildiğimiz iki somut resmi örnek söz konusudur:

Selçuk Üniversitesi, 29.05.2005 tarih ve 00/280/4858 sayılı kararında, görev süresini dolduran Araştırma Görevlilerinin yeniden atanmaları konusundaki belirsizliğin, 27.04.2005 tarihli ve 25798 sayılı resmi gazetede yayınlanan 5335 Sayılı Kanunla 33-a'nın sonuna eklenen "Bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler" ibaresi sayesinde giderildiğini ve dolayısıyla, süresi dolan Araştırma Görevlilerinin yeniden atanacaklarını belirtmiştir. Ege Üniversitesi de aynı uygulamaya gideceğini ifade etmiştir (http://bornova.ege.edu.tr/~gd/halkilis/duyuru.htm).

Prof. Dr. Ferit BERNAY
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörü

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber