Nedenleri ve Sonuçlarıyla: ÜDS

ÜDS, sınava giren 20 bin adayın geleceğini ve kurumunu doğrudan ilgilendirdiği için, ciddiye alınması ve sorgulanması gereken bir sınavdır. Bu bağlamda YÖK, bu konuyla ilgili diyaloga açık ve sorgulayıcı olmalıdır. Akademisyenlerin yabancı dil bilmesinin gerekliliği kuşkusuz tartışılmaz. Ancak yabancı dil becerisi, akademik becerinin önüne geçmemelidir. Bu sınavda başarı (65 ve yukarısı) oranı çok düşüktür (% 5-10 civarında). Bu başarısızlıkta aday kadar sınavın kendisinin de sorgulanması gerekir.

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 07 Ocak 2006 00:01, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
ÖZET

Ayrıca bu sınav sonuçları itibariyle üniversitelerdeki öğretim üyesi profilini ciddi şekilde etkilemektedir. Tedrici olarak yardımcı doçent kadrosunda giderek bir yığılma, doçentlik kadrosunda ise giderek bir daralma olmaktadır. Özellikle bu, Anadolu üniversitelerinde daha belirgin olarak göze çarpmaktadır.

Yabancı dil sınavı akademik yaşamın başında, lisans üstü öğretim süreci içerisinde ve sadece 1 defa yapılmalıdır. Araştırma görevliliği veya yardımcı doçent kadro sınavlarında yapılan yabancı dil bilgisi sınavı daha standart ve objektif hale getirilerek ÜDS yerine geçirilebilir. Ancak ÜDS konusunda ısrar ediliyorsa, bu sınavın yeri, zamanı, şekli, soru içerikleri ve soru hazırlamadaki  güdülen niyet açısından ciddi değişikliklere gidilmesi gerekir. Ayrıca sorular ve başarı durumları, sınavdan sonra ÖSS'de olduğu gibi mutlaka resmi olarak açıklanmalıdır.

YÖNTEM

ÜDS ile ilgili olarak, elektronik posta aracılığıyla konu hakkında Çukurova öğretim elamanları'nın görüşleri alınmıştır. Bunun yanı sıra, bu sınavı yakından takip eden dil uzmanlarının görüşlerine de baş vurulmuştur. Ayrıca, öğretim elamanlarının sorunlarına yer veren ?http://www.birses net? ve ?http://www.memurlar.net? gibi web sitelerinden de yararlanılmıştır. Ayrıca YÖK'ün web sitesinden üniversitelerimizdeki öğretim üyesi profili ve bunların yıllara göre dağılımları alınmıştır.

ÜDS ve MEVCUT DURUMU

57. hükümet zamanında, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 24' üncü ve 65' inci maddeleri gereğince hazırlanan ve 1 Eylül 2000 tarih ve 24157 sayılı resmi gazetede yayınlanan doçentlik sınav yönetmeliğine göre; doçentlik başvurusunda, KPDS'de ön koşul olarak getirilen 70 puan sınırı, ÜDS adı altında değiştirilerek 65'e düşürülmüştür. Ayrıca, KPDS'den farklı olarak sınav, fen, sosyal ve sağlık olmak üzere üç alandan yapılması kararlaştırılmıştır. Bunun yanı sıra, Üniversitelerarası Kurul (ÜAK), sınavın soru sayısı ve soru tiplerinde de değişikliğe gitmiştir. Tüm bu değişiklikler, kanun koyucunun yasanın gerekçesinde de belirttiği gibi, ?öğretim elamanlarının bu sınavdan çok zorlandığı, soruların yabancı dili tam olarak ölçmediği ve sonuç olarak bu sınavda başarı oranının çok düşük olduğu? gerekçesiyle öne sürülmüştü. Bu yasanın çıkmasında katkıda bulunanlar arasında zamanın Van millet vekili, şimdi ise Milli Eğitim Bakanı olan Sayın Hüseyin Çelik'te vardı. Ancak bu yasanın çıkarılması hükümetin bir kanadının ve muhalefetin zorlamasıyla, hükümetin diğer kanadına ve YÖK'e rağmen gerçekleşmiştir. Nitekim, hükümetin diğer kanadında olan zamanın Milli Eğitim Bakanı Sayın Metin BOSTANCI, mecliste yabancı dil sınavı onaylandıktan sonra, bunu kerhen yaptıklarını ve pek içine sindiremediklerini açık şekilde beyan etmiştir. Keza benzer durum YÖK ve ÜAK için de söz konusudur. Hal böyle olunca, yasanın çıkma felsefesi ve ?içselleştirilmesi? de ortadan kalkmıştır. Nitekim bu sınav her ne kadar rakamsal olarak 70'den 65 sınırına düşürülmüşse de, beklenin tam tersine, eskisinden çok daha zorlaştırılmıştır. Bunu, KPDS ve ÜDS'deki başarı oranlarından anlıyoruz. ÜDS' den 65 ve yukarı puan alanların oranı % 5'e kadar gerilemiştir. Kayıtlardaki bilgiler açıklanırsa varsayımsal olarak konuştuğumuz saptamalar daha somutlaşacaktır. 

BAŞARI ORANININ DÜŞÜK OLMASININ NEDENLERİ VE ÇÖZÜMLERİ

ÖSYM sınava giren adayların başarı durumlarıyla ilgili bir açıklama yapmamaktadır. Ancak gayri resmi veya dolaylı yollarla edinilen bilgilere göre başarı (65 puan ve yukarısı) oranı %5-10 civarındadır. Yurt dışında doktora yapanlar ile bu sınava deneme amacıyla giren dil bilimcileri değerlendirme dışı tutulursa, bu rakam daha da düşer.

ÜDS'den düşük not alınmasında, üniversite öncesi ve sonrasında iyi bir yabancı dil bilgisi verilememesinin payı bir hayli büyüktür. Adaylar bu açıklarını ancak özel kurslar alarak telafi etmektedirler. Ancak, Anadolu lisesi veya özel liselerden gelen öğrenciler belli bir yabancı dil altyapısıyla geldikleri için bu sorunu daha rahat bir şekilde aşmaktadırlar. Keza benzer durum, ODTÜ gibi İngilizce eğitimi yapan üniversiteler veya yurt dışında doktorasını yapmış adaylar için de söz konusudur. ÜDS, bu haliyle, bazı kesimlerin lehine, bazı kesimlerin ise aleyhine seçici olmaktadır. Bu işin asıl köklü çözümü, özellikle üniversite eğitimi süresince yabancı dil becerisinin geliştirilmesine önem verilmesidir. Lisans üstü aşamadan sonra ise her adaya kısa dönemler için de olsa yurt dışına çıkma fırsatı tanınmalıdır.

Şu haliyle yürürlükte olan ÜDS'de ısrar edilecekse, bu sınavdaki başarı oranının düşük olmasının nedenleri iyi analiz edilmelidir. Başarısızlık sadece adaylara fatura edilmemeli, sınavın kendisi de sorgulanmalıdır. Başarısızlığın olası neden ve çözümleri aşağıda özetlenmiştir:

1. Okuduğuna anlamaya yönelik olan paragraf soruları toplam soruların (80) 24 adetini oluşturması bakımdan oldukça önemlidir. Ve adayın bu sınavdaki başarısını da bu sorular belirlemektedir. Paragraftaki metinlerin aday tarafından doğru ve hızlı bir şekilde anlaşılabilmesi, dil bilgisinin ötesinde, adayın konuyla ilgili bir terminoloji ve kavram bilgisini de gerektirir. Ancak, özellikle fen ve sosyal bilimler gibi alanlar, gerek konu niteliği, gerek kavramlar ve gerek se, teknik dil ve terminoloji bakımından çok çeşitlilik gösterir. Konusu biyoloji disiplinlerinden biri olan bir adayın, uçağın fren sistemleri veya izafiyet teorisiyle ilgili bir metni, veya konusu mühendislik disiplinlerinden biri olan bir adayın, Darwin'nin doğal seleksiyonunu anlamasını bekleyemeyiz. Nitekim bu örnekleri sosyal, hatta tıp alanında da çoğaltabiliriz. Spesifik bir alanda kavram bilgisi ve terminolojiyi bilmeyen bir dil bilimcisi dahi, böyle bir metni tam olarak anlaması pek olanaklı değildir. Bu nedenle seçilen metinler spesifik olmamalı, daha çok alanla ilgili temel bilgileri içermelidir. Ayrıca metin parçalarıyla ilgili konu seçiminde, dağılımın dengeli olmasına özen gösterilmeli, devamlı belirli disiplinlerde ağırlık verilmemelidir

2. İngilizce'den Türkçe'ye ve Türkçe'den İngilizce'ye çeviri sorularının sayısı, KPDS'de 20 iken, ÜDS'de önce 10'a sonra 8'e ve daha sonra ise 6'ya düşürülmüştür. Oysa çeviri soruları adayın en kolay yaptıkları ve sınavın amacına göre de en uygun soru tipidir. Bu durumun düzeltilerek çeviri sorularının arttırılması gerekir.

3. Kelime bilgisini ölçen sorularda, sık kullanılmayan ve bazen büyük sözlükler dahi bulunmayan kelimeler seçilmekte; ayrıca, gramer sorularında dil bilimcilerinin bile zorlandıkları ve gerçek hayatta pek kullanılmayan fantezi niteliğindeki sorular sorulmaktadır. Adayın soruyu kolay veya zor yapmasına bakılmaksızın, sıkça kullanılan ve gerekliliği olan kelime ve gramer soruları  tercih edilmelidir. 

4. Metindeki bazı parçalarda yer alan bazı olgu, kişi ve diyalogların çoğu yabancı kültürlere aittir. Bunların kendi kültürüz ile güncelleştirilmesi gerekir. 

5. Paragraf sorularında, konu metni tam anlaşılsa bile, seçenekler anlaşılması zor cümlelerle ve bazen yoruma açık şekilde sorulmaktadır. Bu nedenle seçenekler net ve somut olmalı, dil bilimcileri dahi tereddüde düşürecek kadar yoruma dayalı çeldiricilerden kaçınılmalıdır. Diğer taraftan ?öğrenci nasıl düşürülür, nasıl hata yaptırılır? şeklinde bir anlayışla tuzak sorular hazırlanmamalıdır. 

6. Sınav Ankara'da olmaktadır. Bazı adaylar oldukça uzak şehirlerden gelmektedir. Yol yorgunluğu ve iklim değişikliği adayları olumsuz etkilemektedir. Ayrıca konaklama ve ulaşım giderleri de maddi bir kayıptır. Sınavın Ankara'dan başka diğer illerde de yapılması sağlanmalıdır. Bu sınavı Ankara'da güvenli bir şekilde yapan kadrolar kadar, diğer illerde yapacak kadrolar da mevcuttur. Eğer bir güven tereddüdü varsa, ÖSYM'nin buna aşması gerekir. Ayrıca sınavın yapıldığı Aralık ve Mart ayları iklim nedeniyle uzun yoldan gelen adaylar için önemli sorun yaratmaktadır. Bunun Ekim ve Nisan aylarına veya daha uygun mevsimlere kaydırılması gerekir.

7. Sınavın yapıldığı yerlerden çok şikayetler gelmektedir. Bazı binaların fiziksel koşulları ve ısıtma olanakları yetersizdir. Ayrıca bazı sınav gözetmelerinin, kendi meslektaşları olmasın rağmen adaylara nezaket kurallarına uymayan, aşağılayıcı ve küçümseyici davranışlarda bulunmaktadırlar. Bunların yaşanmamasına özen gösterilmelidir. 

ÜDS' NİN ÜNİVERSİTELERDEKİ SONUÇLARI

ÜDS'nin üniversitelerdeki öğretim üyesi profili üzerinde çok ciddi etkileri olmaktadır: Üniversitelerimizde öğretim üyesi profilinde, tedrici olarak yardımcı doçent kadrosunda giderek bir yığılma, doçentlik kadrosunda ise giderek bir daralma dikkati çekmektedir. Nitekim 2005 yılı itibariyle öğretim üyeleri içinde profesörler % 39, doçentler % 19, yardımcı doçentler ise % 42 oranıyla temsil edilmektedir (Tablo 1). Metropol üniversiteleri (İstanbul, Ankara ve İzmir) ile Anadolu Üniversitelerinin öğretim üyesi profili karşılaştırıldığında ise, çok daha farklı ve çarpıcı bir tablo ortaya çıkmaktadır: Metropol üniversitelerinde toplam öğretim üye sayısının %50 si profesör, %22'si doçent ve %28' i yardımcı doçent iken, Anadolu Üniversitelerinde bu oran; % 30'u profesör, %18'i doçent ve %52'si yardımcı doçent olarak değişmiştir. Bu veriler Anadolu üniversitelerinde görev yapan yardımcı doçentlerin akademik yükselmelerinde, yani doçentlik kadrosunu aşmalarında çok ciddi gecikme ve zorlukların yaşandığı göstermektedir.

Yardımcı doçentlikteki yığılmanın olası nedenlerini, doçentlik sınavında ön koşul olarak getirilen yabancı dil ve uluslararası yayın koşullarına bağlanabilir. Ancak, doçent adayının uluslararası yayın yapmasına ayıracağı zaman ve enerjinin önemli bir kısmını da ÜDS'ye ayırdığı dikkate alınırsa, ÜDS'nin daha belirleyici bir etmen olduğunu söylemek pek te yanlış olmaz. Sonuçları itibariyle ÜDS, yetişmekte olan akademisyen adaylarının kendi alanlarıyla ilgili bilimsel araştırmalarını askıya almalarının önemli bir nedeni haline gelmektedir. Dil sınavının aşılması halinde ise oluşabilecek geri kazanımlar, doçentlik ve özellikle de profesörlük kadrolarına atanmada zorlayıcı bilimsel ölçütlerin olmayışı yüzünden zaten istenilen amaca da ulaşmamaktadır.

Yabancı dil engelinin çok sayıda akademisyeni ilgilendirmesi ve başarı oranının çok düşük olmasının bir sonucu olarak ta, konuyla ilgili yabancı dil öğretmeleri, dershaneler, kitap ve basım evleri açısından önemli bir rant oluşturmaktadır. 

Üniversitelerde uluslararası yayınların yapılmasında giderek bir artış olduğunun önemli bir nedeni, üniversitelerde yardımcı doçent sayılarının artmasıyla ilişkilendirmek gerekir. Zira doçent ve özellikle profesörleri yayın yapmaya zorlayan önemli nedenler olmadığı için yayınları daha çok yardımcı doçentler yapmaktadır. Dolayısıyla uluslararası yayınlarındaki artış, yardımcı doçentlerin sayılarının artışıyla ilgilidir.

ÜDS'ye hazırlanmadaki yıllar süren zor bir çalışma süreci ve bunun sonuçsuz kalması durumunda kişinin kendisinden veya çevresinden kaynaklanan içine düştüğü güvensizlik duygusu, karamsarlık ve gelecek kaygısı, diğer yandan önemli maddi kayıplar, ve bunların kişinin ailesiyle birlik yaşanır olması kişilerde derin psikolojik izler bırakmaktadır. Diğer yandan ÜDS merkezli düşünmeden dolayı diğer akademik etkinliklerin askıya alınması, kişinin eğitim-öğretimde şevk ve motivasyonunu yitirmesine neden olmaktadır. 

Tablo 1. Üniversitelerimizde 2005 yılı itibariyle öğretim üyesi profili

(Tablodaki bilgiler YÖK'ün resmi web sayfasından şubat 2005 itibari ile alınmıştır.)

Profesör Doçent Yardımcı Doçent Toplam
Büyük Şehirlerdeki Üniversiteler 5.610 %50 2.498 %22 3.223 %28 11.331
Anadolu Üniversiteleri 4.886 %30 2.948 %18 8.505 %52 16.339
Vakıf Üniversiteleri 615 %39 252 %16 711 %45 1.578
TOPLAM 11.111 %39 5.698 %19 12.439 %42 29.248

SONUÇ

Akademik yaşamda yabancı dilin gerekliliği kuşkusuz tartışılmaz. Ancak bunun, tıpkı bilgisayar öğrenimi gibi içselleştirilmesi gerekir. Bilgisayar da en az yabancı dil kadar önemli bir gereksinmedir. Ancak akademisyen bu gereksinme için dışardan gelen bir zorlama olmaksızın, onsuz işlerin yürütülemeyeceğini bildiği için, ister istemez bilgisayarı öğrenmek durumunda kalmaktadır. Keza, akademisyenlerin önüne konan yabancı dil engeli yerine, daha ciddi bilimsel ölçütler getirilirse, kişiler yabancı dil olmadan yayın yapılmasının zorluklarını bildikleri için dili öğrenmek zorunda kalacaklardır. Zamanın YÖK başkanı Sayın GÜRÜZ'e ?Neden ÜDS? diye sorduklarında ?ÜDS'den başka bir eleme sistemi varsa söyleyin onu yapalım? demiştir. Tabii ki ÜDS'den başka eleme sistemi var: O da, ciddi bir yayın ölçütünün ortaya konması. Yardımcı doçentlerin atanmaları için hala hiçbir bilimsel ölçütün olmaması da, bu konuda ki tutarsızlıkları göstermektedir. Bu şekliyle yabancı dil bilme, kaliteli yayın yapmanın önüne geçmiştir. Oysa yabancı dil bilme eksikliği, fakültelerde görevlendirilecek yabancı dil uzmanlarının, akademisyenlerin yazdıkları yayınlara yapacakları dil desteğiyle giderilebilir. Diğer yandan bu eksiklikler, masraflarının bir kısmının kendisi ve bir kısmının da YÖK tarafından karşılanması sağlanarak akademisyenler yabancı dil öğrenimi için en azından 6 aylık bir süre için yurtdışına gönderilebilir. Bu iş için harcanan zaman ve emek, kuşkusuz yabancın dil için harcanan kitap, kırtasiye, kurs, Ankara seyahati ve orada harcanan konaklama masraflarından fazla değildir.

Dil sınavının akademik yaşamın başında, lisans üstü eğitim süreci içerisinde ve sadece bir defa yapılmalıdır. Eğer bir engel konacaksa önceden konmalıdır. 12 yıl görev yapmış bir yardımcı doçenti bu aşamadan sonra ?yabancı diliniz yeterli değil diye elemek? emek ve zaman savurganlığıdır. Yardımcı doçent ÜDS engelini aşamasa da, bu görevini en az 12 yıl veya başka bir üniversiteye gitmesi durumunda 24 yıl sürdürmekte; ancak, doçent olamamaktadır. Doçent olamadığına göre, sözüm ona, o zaman doçent ile yardımcı doçent arasında, akademik etkinlik bakımından bir farkın olması gerekir. Oysa yardımcı doçentler, doçent ve profesörle gibi aynı lisans ve lisans üstü dersleri vermekte ve aynı lisans üstü tez projelerini yürütmektedirler. Bu ise kendi içinde ciddi bir tutarsızlıktır.

Hazırlayan: Çukurova Öğretim Üyeleri Derneği adına 

Yrd. Doç. Dr. Mahmut YANAR ([email protected])

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber