Kamu neden bu kadar çok dava kaybediyor?

memurlar.net olarak, memur davaları konusunda yoğunlaşan Av. Öztürk Türkdoğan ile konuştuk.

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 09 Kasım 2013 00:05, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Kamu neden bu kadar çok dava kaybediyor?

Edip Üzen/Memurlar.net

Ülkemizde her ay onbinlerce dava açılıyor. Bazen aynı konuda 10 bine yakın dava açılıyor. Açılan davalar, konularını, idarelerin yaptıkları sık hataları, neden aynı konuda bile 10 bin dava açılmasına neden olacak uygulamalara imkan verildiğini, aynı zamanda İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı olan Av. Öztürk Türkdoğan'la konuştuk

Öztürk Türkdoğan, rücu müessesisi işletilmediği sürece, aynı konuda onbinlerce dava açılmaya devam edileceğinin altını çizdi.

1- Memurlar en çok hangi konuda dava açmak için size geliyor?

Daha önce sendikada da görev aldığım için ilk olarak sendikal eylem ve etkinlikler sonucu memurlara verilen cezalar nedeniyle başvurular oluyor ya da bana geliyorlar ve bu konuda dava açıyoruz. Bunlar daha çok iş bırakma eylemleri, iş yerinde basın açıklamaları, iş yerinde basın bildirisi dağıtma ve bunlardan dolayı uyarı kınama ve aylıktan kesme cezaları veriliyor ve buna karşı dava açıyoruz. Açtığımız bu davalar genellikle kazanılıyor. Danıştay'ın da bu yönde kararları var. AİHM'in iş bırakma eylemleri ile ilgili disiplin cezası verilen memurlarla ilgili Türkiye'yi mahkum ettiği kararlar var.

İdare davaları sürekli kaybediyor

Davalar kaybedilmesine rağmen idare sürekli aynı cezayı veriyor ve sürekli de idare davaları keybediyor. Anayasa Mahkemesi hukuk devletini tanımlarken idarenin hukuka saygılı olduğu devlet olarak tanımlıyor. Bizdeki idare hiçbir zaman hukuka saygılı bir idare olmadı. Dolayısıyla hep bir keyfi yönetim anlayışı var. Yani başa gelenler ben yapayım edeyim ceza da veririm soruşturma da açarım, yargıya gitsin yargıdan dönerse anlayışı var. Yani hiçbir zaman hukuki anlamda sorumluluk üstlenmeyen bir idare anlayışı var. Bu durum tipik bir memur zihniyeti dediğimiz, emir verilir yapılır gerisi beni ilgilendirmez anlayışı mevcut. Kamu kurumları bu şekilde davranarak çalışma barışını zedeliyor. Fakat bu konuda ilerleme kaydedemedik. İlerleme kaydedememizin bir sebebi de yıllardır gerek toplu görüşme, gerekse toplu sözleşme döneminde sendikal hakları talep etmemize rağmen toplu görüşme ve toplu sözleşmenin konusu haline getiremedik. Burada sorun memur konfederasyonlarının bazılarının israrcı olup bazılarının olmamasından kaynaklanıyor. En üst düzeyde bu haklar konuşulup tartışılsaydı daha iyi sonuçlar alınabilirdi. Dönem dönem Başbakanlığın bazı genelgeleri çıktı. Fakat bu noktada Genelge'den öteye giden daha bağlayıcı yaptırımlar olmadığı için bununla karşılaşıyoruz. Malesef siyasal yandaşlık ilişkisi devam ettiği için dolayısıyla bu sorunlar da devam ediyor. Yani A sendikasından bir muhalifseniz, B sendikası size bundan dolayı ceza verebiliyor. Bu da Kollektif bir sendikal hak arama mücadelesi gelişmediğinden oluyor. Normalde yönetici durumundaki sendikalı kişi eylemci durumundaki sendikalı memuru anlaması gerekir. Fakat bu anlayış gelişmemiş. Bu sorun da aslında belli makam ve mevkilere gelmek için siyasal yandaşlık ilişkisinin sendika bazında kullanılmasıdır. Bu durum da sendikal mücadeleyi köreltiyor.

Keyfi atama ve nakiller ciddi anlamda problem

Kamuda çeşitli keyfi nedenlerden dolayı soruşturmalar açılıyor. Aslında mobbing uygulanıyor. Gözünün üstünde kaşın var deyip soruşturma açılabiliyor. Keyfi atama ve nakiller ciddi anlamda problem bu konuda çok sık davalara başvurabiliyoruz ve çeşitli özlük hakkı talepleri. Mesela bu konuda da halen ciddi sorunlar yaşanıyor. Halbuki bunların bu teknoloji çağında çözülebilmesi gerekiyor. Ama zamanla bazı sorunlar çözülüyor, yüzlerce binlerce dava gerekmiyor. Örneğin, özellikle sağlık personelleri için döner sermayeden ek ödeme alındığında gelir vergisi kesiliyordu ama diğer personeller ek ödeme aldığında gelir vergisi ödemiyordu. İşte en son bu adaletsizliği nihayet bir Genelge ile çözdüler. Halbuki bu sorun çözülmeseydi belki de binlerce dava açılacaktı. Bu iyi ve önemli bir gelişme. Böyle çözülebilecek birçok sorun bazen çözülemiyor.

2- Kamu en çok hangi konuda hata yapıyor? Bu konuda bir gözleminiz var mı?

Kamuda çok sık mevzuat değişikliği oluyor. Sık mevzuat değişikliği olduğu için bazı memurların aleyhine sonuçlar doğurabiliyor. KHK'larla yeniden yapılandırmalar oldu, şimdi müdürleri alıp araştırmacı ve müşavir kadrosuna atadılar. Bu konularda açtığımız davalarda var ama malesef Anayasa Mahkemesi'nin KHK'larla ilgili ve bu kadro iptalleri ve yeni kadroya atamayla ilgili son kararları kişinin aleyhine olduğu için yargıdan red kararları geliyor. Biz de bu sefer teknik konudaki eksiklikleri ileri sürüp yargıya gidiyoruz. Anayasa'nın ilk 10 maddesi, 125. maddesi, memurlarla ilgili maddeleri değişmedi. Ne oldu da Anayasa mahkemesi eski kararlarını bir kenara bıraktı ve tam tersi kararlar vermeye başladı. Anayasa Mahkemesi'nin üye yapısı değiştikten sonra bu durum ortaya çıktı. Burada bir problem var demektir. Artık subjektif değerlendirmeler ön plana çıkıyor bu durum vahim birşey. Çalışanların hukuka olan güveni kaybolmaya başlıyor. Yani siz bir müdürü alıp araştırmacı yapıyorsunuz Anayasa Mahkemesi'de bu durum normaldir diyor. Bu vahim birşey. Bu durumlar normalse hakim ve savcılar alınıp daire başkanı yapılsın. 30 yıl müdürlük yapmış birini alıp araştırmacı yapıyorsunuz emekli ikramiyesi, maaşı bütün yan ödenekleri düşecek. Bu izah edilebiri bir durum değildir. Yargı kazanılmış hakları korumak zorundadır.

3- Mahkemeler memurlara ilişkin davalarda en çok neye dikkat ediyor?

Genellikle resmi belge ve bilgiler noktasında inceleme yapıyorlar ve Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın görüşlerine paralel sonuçlar çıkmaya başladı. Yani idare mahkemesi kararlarına baktığımız zaman memurun da bir çalışan olduğunu, Türkiye'ninde taraf olduğu gerek avrupa sosyal şartı, gerek İLO sözleşmeleri ve diğer sözleşmeleri referans almadığı görülüyor. Yani 657'ye ve ilgili KHK'lara kendilerini sıkıştırmış durumdalar. Bu durumda bizdeki dava dosyalarında hukukun genel ilkelerinin değilde, yürürlükteki iç hukuk kuralı diyeceğimiz kanunların öncelikle uygulandığını gösteriyor. Böyle bakınca idare haklı çıkıyor. Fakat geniş bakınca çalışan haklı çıkıyor. Her zaman çalışan haklı diye birşey yok çalışan da haksız olabilir. Önemli olan olaya objektif bakılıp bakılmadığıdır. Ağırlıklı olarak Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ı eleştiriyoruz çünkü mahkemeler bunlardan etkileniyor. Bazen davalarda hiçbirşeye bakamıyorlar çünkü çok sayıda dava dosyası var. Bu durum da mahkemeden adaletli yargılama yapmasını beklemekte çok iyimser olmuş olur. İdare mahkemelerinde üç yada dört hakim vardır. Bu hakimler yılda 3 bin 4 bin dosya inceliyor. Karara ulaşmaları için birçok belge bilgi inceleyecek. Tanık dinletmeleri, keşif yaptırmaları, bilirkişi raporları aldırmaları gerekecek. Bunları yapacak zamanları olmadığı için eksik incelemeye dayalı çok sayıda karar çıkıyor. Bunun sebebi de aşırı iş yoğunluğu.

4- Kamu bir davayı kaybetmesine rağmen ısrarla neden aynı hatayı yapmaya devam ediyor?

Durum şurdan kaynaklanıyor. Yıllar önce SSK döneminde çalışanların fazla çalışma ücretleriyle ilgili bir sorun vardı. O genelgeye karşı dava açtım. O davayı açarken sendika adına açmıştım hem ilgili maddenin iptalini hemde bu iptal nedeniyle sendika üyeleri başta olmak üzere çalışanların uğradıkları maddi zararın hesaplanarak ödenmesini talep etmiştik. Danıştay karar verirken ilgili maddeyi iptal etti. Fakat maddi zararla ilgili sendika çalışan adına dava açamaz, her bireyin kendi hakkını kendisi araması gerekiyor denildi. Türkiye'de en az 10 bin dava açıldı ve hepsi kazanıldı. İdare bu konuda kendisi bir düzenleme yapmadı.

Bir başka konu ise vekil ebe hemşireler ile ilgiliydi. Bu konuda idare daha sonra düzenleme yaptı ve döner sermaye, mazeret izni, yıllık izinleri yapılan düzenleme ile verildi. İdare sorunu çözdü ama en az bin dava açıldıktan sonra sorunu çözdü. İdare bu konuda hızlı hareket edemiyor. İdarecilerin anlayışı şu, sorumluluk bende olmasında kimde olursa olsun. Nasılsa parayı ben ödemiyorum hazine ödüyor, mahkeme kararı da olunca kimse kimseye hesap soramaz anlayışı hakim. Halbuki idareciler alt düzeyden başlayarak yazışmaları hızlı şekilde yapıp, Siyasi karar mekanizmasındaki Bakan ve Bakanlar Kurulu'na konuyu intikal ettirip, ordan çıkacak bir düzenlemeyi hızla uygulamaya geçirebilirler. Yani yapmaları gereken siyasi karar alma mekanizmalarına bu durumu haber vermektir talepte bulunmaktır. Bunu bile yapmıyorlar yapmadıkları için binlerce dava açılıyor. Hazine'nin yılda belki birkaç yüz milyon lira fazladan para harcamasına sebep oluyorlar.

5- ÖSYM 2013 yılında IELTS'de yanlış bir işlem yaptı. 23 Temmuzda IELTS'nin YDS'ye olan eşdeğerliğini değiştirdi. Ancak 25 Temmuzda açıklanan IELTS'de yeni değerlendirme tablosunu esas alıdığı için 500'e yakın dava açıldı. Daha sonra da işlemi geri aldı. Şimdi bu 500 kişinin dava masrafını ÖSYM ödeyecek. Bu masrafın ilgili bürokratlardan alınmasına yönelik nasıl bir süreç takip edilebilir? Mevzuat buna uygun mu?

Mevzuat buna uygun. Bu yanlışı kasıtlı mı yaptılar, yoksa ihmalden mi kaynaklandı. Bu durum idari soruşturma ile ortaya çıkar. İdari soruşturma sonucunda sorumlu olan kişilerle ilgili olarak bir kasıt olursa rücu edilme durumu söz konusu, mevzuat da buna uygundur. Fakat bunun örneği Türkiye'de yok çünkü, aşağı yukarı her kademede bu yanlışlar yapılıyor. Bundan dolayı kimse kimseye dokunmak istemiyor. Yanlışı örtbas etmede bir hemfikirlik var. Çünkü bir örnek ortaya çıkarsa bu örnek yayılacak ve emsal oluşturacaktır. AİHM'nin de bu yönde kararları var. Kanunlarımıza da yazıldı, gerek hukuk usulü gerekse ceza usulü kanunlarına... Adil yargılamaya aykırı karar verilip AİHM'den döner ve yeniden yargılama konusu yapılırsa ve oluşacak zararın ilgili kişiden tahsil edilmesiyle ilgili kanun maddeleri var. Hem hukuk hemde ceza mevzuatında. İdari mevzuatta da bunlara uygun düzenlemeler var ama bu düzenlemeler hiç uygulanmadı. Kimse bir önceki siyasal iktidar döneminde yapılan idari hataları kurcalamak istemez. Çünkü aynı durumla gelecekte kendisi muhatap olabilir. Bu noktada denetim görevi kamuda daha farklı düzenlenmeli. Nasıl ki mali denetimi Sayıştay yapıyorsa, bu denetim mekanizması ilgili bakanlıklardan, genel müdürlüklerden daha bağımsız ama yinede siyasal hesap verebilirlik açısından iktidara bağlı fakat bakanlıklardan bağımsız bir mekanizma olursa belki bu rücu etmeler yaşanabilir.

6- Kamu'ya personel alımında yapılan sözlü sınav yapılmalı mı?

Bu konu çok yalnış, 1999'da kamu personel sınavıyla işe alma sistemine geçildi. Bu durum yavaş yavaş yerleşti ve objektif şekilde personel alma söz konusu oldu. Tabi ki bazı durumlarda yetenek sınavı yapılabilir, mülakatlar yapılabilir ama belirleyici unsur olmamalı, bunlar ikinci derecede bir rol almalı. Bu durum kamu hizmetinde girme hakkına müdahaledir. Bu hak temel hak ve özgürlüklerdendir ve bu hakkın açıkça ihlalidir. Sözlü sınavı yapacak siyasal iktidara bağlı bir komite yapacak. O zaman kayırmacılık başlayacak. Siyasal iktidar herkese objektif yaklaşmak zorundadır. Siz bunu kaldırdığınız zaman işe almayı siyasal referanslara, kültürel referanslara bağlarsanız ve bunun yolunu da sözlü sınavlar olarak belirlerseniz, hem oradaki hakkı ihlal etmiş olursunuz, hemde toplum içindeki yönetime olan güveni sarsarsınız. Her siyasal iktidar değişikliğinde kamu çalışanları mağdur edilir, sürgün edilirler, görevlerinden alınırlar. Sen zaten o iktidar döneminde işe alınmıştın denir. Bunlar özellikle 12 Eylül 1980 öncesinde sık sık yaşandı. Memurlar hükümet değişikliği sonrasında valizleri hazır şekilde sürgün edilecekleri yerleri beklediklerini hep dinledik. Benzer şeyler ilerde de yaşanabilir bunlar yalnıştır.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber