İmsak
Güneş
Öğle
İkindi
Akşam
Yatsı

Türkiye'nin tarım sorunu var, tarım politikası yok!

Tarımda Zor Günler Bizi Bekliyor

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 28 Mart 2018 09:10, Son Güncelleme : 28 Mart 2018 00:46
Türkiye'nin tarım sorunu var, tarım politikası yok!

Türkiye'nin tarım sorunu var, tarım politikası yok!

Tarımsal istatistikler, bir çok üründe ithalatın, ihracattan önde olduğunu söylüyor, en kritik kalemlerde ithalat gündemden düşmüyor. Kendine yetemeyen ülke durumuna doğru bir gidiş var.

İlerisi için güven vermeyen, içi doldurulamayan, dış yatırımların gölgesinde seyreden hormonsal büyüme var.

Tarımda ülkesel manada gelecek planının olmaması...

İç dinamiklerin varlığına rağmen dünyanın gerisinde kalınması...

Çiftçileri ve vatandaşı, yapılan/yapılacak icraatlara inandıramama, yanlış anlamaların kronikleşmesi...

Gıda güvenliğinde, güvensizliğin ağır basması, NBŞ, GDO, kimyasal kullanımı, bitki büyütücü hormon kullanımı gibi konularda standartların bir türlü yakalanamaması...

Gıda güvenliğinde, resmi makamların görevinin; tağşişi yakalama ve ilan etmeye indirgenmesi, tağşişi önlemenin tek çaresi; tağşişi yakalayıp piyasaya ilan etme mesabesinde kalması... önleyemiyorsak bir terslik olduğunu kavrayamama...

Kalifiye eleman yetiştirme ve değerlendirme çabasının olmaması...

İmtiyazın, daha çok kar ve daha çok kazanç getirici yaklaşımın, eğitim, tecrübe ve kalıcı verimliliğin önüne geçmesi, gerçekçi ve dürüst davranmaktan çok ne şekilde olursa olsun iş kıvırma becerisinin öne çıkması...

Eleştirel yaklaşımların dışlanması, sorunların tartışılıp çözüme kavuşturulması yerine sadece günü kurtaran, istatistikleri kabartan uygulamaların popüler hale gelmesi...

Uluslararası tarımsal organizasyonlarda etkisiz kalmanın normalleşmesi, sadece "katılım sağlandı" mesabesinde kalınması...

Yabancı tarım firmalarının ülkemizdeki üstünlüğünün gittikçe artması, bu durumu üretim kapasitemizin artması gibi görme ve globalleşmenin sonucuymuş gibi kabullenme...

İslam ülkelerine yönelik tarımsal önderliğin siyasi önderliğe yetişememesi...

Tarımın resmi kanadının kendi içinde uyumsuzluk yaşaması, bilgi, tecrübe ve pratikliğin göz ardı edilmesi, ortalama bir bürokratın makamda kalma süresinin 6 ay olması, makamların vekaletlerin gölgesinde yürümesi/yürüyememesi...

Özel sektörle dengeli birlikteliğin gerçekleşememesi, bazı konularda özel sektör çok öne çıkarılırken, bazı konularda özel sektörün yeterince dikkate alınmaması... Akredite seviyesindeki özel sektörcülüğün yeterince özendirilmemesi, yetersizliğin takibinin yapılmaması, bu nedenle de özel sektörün ciddi bir bölümünde hala "merdiven altı anlayışın" hüküm sürmesi...

Özelleştirme mantığının net ve ikna edici bir şekilde izah edilememesi...

Üretiyoruz ama üretimde yabancı firmaların ağırlığı gittikçe artıyor. Sadece tohum sektöründe yabancı firmaların üretimimizdeki payı %30'a ulaşmış durumda.

Tarımsal mevzuat; bir taraftan, sık sık değiştirilirken, bir taraftan da fazla ayrıntılara girilerek ayrıntıda boğulma alışkanlığının devam etmesi...

Ayakları yere basan, ülkenin hangi sorununa, nasıl çözüm getireceği netleşmeyen proje ve yatırımların, üzerinde çok da düşünülmeden yürürlüğe sokulması...

Bütün bunlar, sistemli bir şekilde sistemsizliğin içine itildiğimizi gösteriyor...

Gelen, gidenin hafızasını yok sayıyor. Böylece bir türlü kamil manada tarımsal akıl, tarımsal hafıza oluşmuyor. Her konuda tarihe bakan ve tarihten ders çıkaran bizler, nedense tarım söz konusu olunca dünü unutuyoruz. Az da olsa oluşmuş olan tarımsal hafızayı hesaba katmıyoruz. Böyle olunca da, tarımımızın sistemli bir şekilde kendimizden koparıldığını, ülkemizin tarım aktörlerinin birbiri ile çelişen yaklaşımlara yöneldiğine şahit oluyoruz. Doğru kullanamadığımız için kendi iç dinamiklerimizin de köreldiğini fark etmiyoruz. Bu durumu sadece seküler bir anlayışla açıklayamayız.

Osmanlının 1840'lı yıllarda başlattığı; ziraatta, eğitim ve teknik gelişme çabalarının, ülke çapındaki tarımsal gelişmeye dönüşmesinin önünün, kapitülasyonların uzantıları olan uygulamalarla kesilmesi, Abdülhamit döneminde ve cumhuriyet döneminde ki tarımsal kıpırdanışa rağmen, bir türlü tarımsal istikrarın sağlanamamış olması, batının tarımsal anlamdaki kendi sisteminin üzerimizde işletmeye devam etmesinin sonucudur. 1940'lı yıllarda ülkemizin siyasetine her alanda etki etmeye devam eden batı, tarım alanında da sistemsel müdahalesini sürdürmüş ve istikrarımızı hep engellemiştir. 1970'li yıllardan itibaren, geçmişte siyasi alanda denenmiş bir yöntemi güncelleyen batı, ülkemizin tarım alanında bilimsel gelişmesi ve kalkınması için! genç beyinleri, tarımda söz sahibi ülkelere ait firmaların sponsorluğunda yurt dışı eğitimine almış bilimsel olarak yetiştirirken sistemsel olarak da kendi anlayışına göre bilinçlendirerek, kendi sistemsel anlayışının savunucusu olarak, ülkemizin en etkin noktalarında görev almalarını sağlamıştır. Batı tarım sisteminin düşünsel ürünü olan bu genç dimağlar, kendi ülkemize uygun tarım sistemi oluşturmak yerine batının kopyasını oluşturmayı tercih etmiş ancak bu girişim tarıma sistemsizlik ve istikrarsızlık getirmiştir.

Tarımda bir istikrarsızlığın olduğu nettir. Bu istikrarsızlığın nedenlerinin başında batının sistemli tarımına karşın bizim sistemli bir tarımsal duruşumuzun olmayışıdır.

Bu durumun bizleri nereye sürüklediği belli olmasına rağmen bu istikrasızlığın, nedenleri ve bu handikaptan kurtulmanın yolu, bir çok alanda olduğu gibi tarımda da dünyanın yapmaya çalıştığını doğru anlayarak gardımızı ona göre almaktır. Dünyanın baş aktörleri, son 100 yıldır dünyaya damgasını vuran ülkeler, 100 yıldan da öte bir hesabın bakiyesini asla kimseye kaptırmayacaklardır.

Bu sömürücü ülkeler, iki şeyden asla taviz vermiyorlar; petrol ve gıda. Petrol için savaş çıkarıyorlar, ama gıda için savaşa gerek kalmıyor. Çünkü şu an gıdanın %90'ı onların kontrolünde. Dolayısıyla bizim için istikrasız giden durum onlar için istikrar demektir.

Bu ülkeler, kendi sömürücü mantıklarına uygun istikrarı yakalarken, kendi geleceklerini sağlama alırken, dünyaya da bu alanda hükmetme arzusunun sistemini oturtmuş ve işletmektedirler. Öyle ki bazıları, ülkelerinin en büyük tarım firmalarına yabancı ortak dahi kabul etmemektedir. Yabancıya satılamaz şerhi koymaktadır. Kendi ülkelerinde GDO'yu, NBŞ'yi, tarımda kimyasal kullanımını yasaklarken veya sınırlı tutarken ve kontrolü asla bırakmazken, bizim gibi ülkelerde yaygınlaşmasına ön ayak olmaktadırlar. Bizim gibi ülkelerde tarımsal faaliyet gösterirken bile ülkemizin bazı ürün desenlerinin üretimini, özellikle baş ürünlerde (mısır, soya, ayçiçeği...), kendi aralarında paylaşım yaparak, birinin girdiği alana diğeri girmemekte, adeta birbirleri ile eşgüdümlü hareket etmektedirler. Yerli taşeron firmalar vasıtasıyla ülkenin tarımsal alanındaki mevzuatına kadar etki edebilmektedirler. Sen üretme ben üretirim, sana da ucuz ucuz satarım maskesini takmaktadırlar!

Çin bugünkü büyümesini, büyük ölçüde büyümenin ilk aşamalarındaki köklü tarımsal reformlara borçludur. Endüstriyel reformlardan önce tarımsal reformlar, büyümeyi tetiklemiştir. Çin, bugünkü Çin olmaya, köklü tarımsal sistem kurmakla başlamıştır.

Sahra altı Afrika ülkeleri 150-200 yıl önce bu günkü kadar açlıkla boğuşmuyordu. Çünkü batının sistematik sömürüsünün belki daha başlangıcıydı. Bugün yaşadıkları batının sömürücü sisteminin sonucudur. Çünkü batı, onların hertürlü hafızasını, bu sömürü sistemi sayesinde iptal etmiştir.

Batının sömürü dili hiç değişmemiş, sadece yerel şivelere uydurulmuştur. Globalleşme, kalkınma, bilgi ve teknoloji alışverişi gibi kavramlar batı jargonuyla yerli ve devşirme uzmanlarca hep gündemi elinde tutmuş ve kendi ülkesinin tarımına yön vermede kullanılmıştır.

Sözün özü, tarımsal sorunlarımızın temelinde sistematik bir şekilde sistemsizleşme, sistemsizleştirilme vardır. Çözüm bellidir; tarımda sistem ve sistemleşme!

Tarımsal sistemimizin temel taşı gerçek manada yerlilik olmalı, kendimize ait olmalı, mevzuatta yazdığı için değil, insanlarımız için gıda sağlığı olmalı. Tarımın tüm alanları, konunun tüm taraflarınca, yerlilik mantığı çerçevesinde kalem kalem ele alınmalıdır. Artık günübirlik kararlarla vakit kaybedilmemeli, atılacak adımlar; basında gündeme geldiği için değil, muhalefet etmek için veya reklam yapmak için değil, tarımımızın ruhuna uygunluğu, fıtraten bozulmamışlığı yakalamak için olmalıdır. Kendi ihtiyacımız için olmalıdır.

Tarım en kolay sistemleşecek alandır. Tıpkı bitkinin, hayvanın, tüm canlıların yetişmesinin sistemli oluşu gibi onların işletmesinin ve insanımıza sunuluşunun da sistemleşmesi mümkündür. Bu bir gizem değildir. Tarımsal sistemimizi oluşturmamız ve global tarım sisteminin dayatmasından kurtulmamız için, bağımlı değilde, eşit haklara bağlı olarak hayat sürmemiz için, en kolay yol; öncelikle yanlışları ayıklama yöntemidir. Ünlü bir heykeltıraşa sormuşlar; nasıl bu kadar başarılı heykeller yapabiliyorsun diye? Cevap vermiş; elime aldığım bir kaya parçasının fazlalıklarını yontup atıyorum geriye güzel bir heykel kalıyor demiş. Tarımsal sistemleşmenin önündeki, bizden kaynaklanan engeller, yazımızın başında sıraladığımız açıklamalarla sınırlı değildir elbette. Ancak öncelikle bu engelleri kaldırır, yüzeysel, imtiyazsal yönelişlerden vazgeçerek, gerçekçi bir şekilde gerekli ayıklamaları yaparsak, sistemleşmenin temelini atmış oluruz. Her halükarda tarımda zor günler bizi bekliyor; bir tarafta küresel sisteme bağımlılaşarak gittikçe tükeniş, diğer tarafta sistemleşerek diriliş!

M.Murat GÜN

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber