Tarımın özelleşmesi mi isteniyor?

Uluslararası alanda tarımsal etkimiz özelleşmeye müsait mi? Tarımsal yapımız ve işlevleri özele göre mi şekilleniyor? Özele devretmenin zemini mi hazırlanıyor? Özelleşme mi, özelleşmeme mi, üçüncü bir yol yok mu? Tarım Şurası bütün bunların şuurunda mı?

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 21 Ekim 2019 10:07, Son Güncelleme : 21 Ekim 2019 10:09
Tarımın özelleşmesi mi isteniyor?

Küresel tarımın aktörleri arasında temsilsiziz

Tarım ve Orman bir ülkenin olmazsa olmazları arasındadır. Tıpkı ekmek gibi, su gibi, hava gibi deriz ya aynen öyle. Zaten ekmek de, su da, hava da Tarım ve Orman'ın konusu değil mi? Bir insanı bunlardan mahrum ettiniz mi onu insanlıktan çıkardınız demektir. Bir ülkeyi bunlardan mahrum ettiniz mi bağımsızlığına çöktünüz demektir. Şükür ki bu nokta da değiliz. Ama dünya konjonktürüne bakınca artık büyütülmüş güçler, açık ve net bir şekilde buralara kayıyor. Ellerini insanların ceplerinden çıkarıp yavaş yavaş boğazlarına uzatıyorlar. Ceplerini boşalttıkları insanlardan ve ülkelerden teslim olmayanları, bağımsızlığını vermeyenleri, en kati ve en kestirme yol olarak gördükleri yoldan, yani boğazlarına sarılarak, derin ve uzun vadeli boğaz harbini başlatıyorlar. Tüm dünyayı, kendi beyinlerinde çiğneyip şekil verdikleri gıdalarla besleyecek kanala itiyorlar. Bizse bunu durduracak ne güçlü bir tarım sistemine, ne uluslararası kabul görmüş bir temsilciye, ne de etkili bir anlayışa sahip değiliz. İşte bunun nedenini tarımsal yapımızın gidişatında armamız gerektiğini bilmem kaçıncı söyleyişimiz.

Tarımda bir türlü bulunamayan yol özelleşmeye mi çıkacak?

Tarımda tekrar tekrar yayınlanan kararları inceleyince daha önce defalarca alınmış ama uygulanmamış ya da uygulanması unutulmuş ya da uygulanabilirliği tam olgunlaştırılmamış kararların cümle yapısı değiştirilerek tekrarlandığı görülecektir. Genelde ülkesel bazda -cekli, -caklı cümlelerle alınmış kararlar, yüzeysel yaklaşımlar, tarımımızın kronik yapısı oldu. Artık hepten köklü ve sistemsel yaklaşım görmek mümkün olmuyor. Mesela tarım için, belki en uygun sistemsel yaklaşımlardan biri; yerel yönetimlerin aktif rol aldığı, kendi kararını verebildiği, inisiyatif ve risk aldığı, kararlar veya sistemsel değişikliklere gidilmesine yönelik öneriler yok. Tarımda her şeyi tek elde toplama telaşı var. Hatta sivil toplum kuruluşlarını bile. Bu durum tekelleşme getirir. Tarımda tekelleşme çiftçinin ve tüketicinin aleyhinedir.

Aynı şekilde gıda alanında da sermaye yoğunluklu, tüketici ve üretici odaklı değil, sermaye odaklı yapılanma ve birkaç elde toplanmışlık hali tekelleşmeye yol açmakta, kontrol ve düzenleme devletin elinden kaymaktadır. Tarımda ve gıdada girdi tedarikinin ve girdi artışının nedenleri öncelikle buralarda aranmalıdır. Küçük ölçekli üreticiler ve kırsalda geçimini tarımla sağlayamayanlar tarımdan vazgeçmekte tarım dışı alanlara kaymakta; tarımın istihdama katkısı yerine ülkesel istihdam sorunu yaşanmaktadır.

Tarım şurasından yansıyanları incelediğimizde, derinlemesine, köklü bir çalışma göremiyoruz. En azından küresel tarımla baş edecek bir ufku yok. Tabi Semerat Holding yaklaşımını saymazsak!

Hayati öneme sahip birçok mevzuat değişimi çalışmalarına başlanıyor tam değişecekken beklemeye alınıyor. Sonrada unutuluyor/unutturuluyor.

Bir yıldan fazla zamandır taklit ve tağşiş ilan edilmezken, yaklaşık bir buçuk yıl sonra birden taklit ve tağşiş yapan firmalar ilan ediliyor. Sanki bu bir buçuk yıl süresince taklit ve tağşiş olmamış gibi.

Yurt dışı Tarım Ataşesi atamalarında, iki kişi kafa kafaya verip, ziraatçı şartını bir kalemde kaldırıyor. Bu durum konu uzmanlarını önemsememenin yanında halen bu görevde olanların da zirai açıdan ülkeye katkı sağlamadıklarının da ispatı olmuş oluyor, aynı zamanda.

Kişiye özel yönetmelik değişikliği, birliğe özel kanun yapılması, tarımsal ithalatın kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılması, üretimi artırma alternatiflerinin yetersiz kalması, Dünya'ya açılma yerine yabancı firmaların distribütörlüğünü almanın mutluluğu, tarımsal üretimde yabancıyla rekabette ülkemiz çiftçisinin pozitif ayrımcılığa tabi tutmak yerine, bir koşu getirilen yabancı ürün ve tohum çeşitleri karşısındaki durumumuza yönelik çabasızlığımız ortada iken, artık zihnimizi "tarımsal sistem" konusuyla yormamıza gerek kalmıyor! Çünkü küresel tarım aktörlerinin bize bahşettiği, geçiciliğini hala kavrayamadığımız zihinsel illüzyonun konforu karnımızı doyuracak, tarımımızı ve sağlığımızı koruyacak sanıyoruz! Ama nereye kadar?

Atamalarla ilgili liyakat konusunu artık gündem etmeye bile gerek yok. Tarımdaki atamalarda fizik kuralları geçerli değil; zayıf güçlüyü değil, zayıf zayıfı çekiyor. Atanan kendi alt birimine daha zayıfını atamakta hüner gösteriyor. Çünkü alt birimdeki güçlü yetkili, üstteki yetkilinin koltuğu için hep potansiyel tehlike olarak görülmektedir. Bu durumda da makam, ülke için değil, makam kişi için olmuş oluyor.

Tarım Bakanlığının beyni konumundaki Araştırma ve Politika Genel Müdürlüğü'nde daha düne kadar Doktora yapmamış ve dil puanı düşük birine, Daire Başkanlığı hatta kurum müdürlüğü bile verilmezken, bugün üst makamlara mastır şartı bile olmadan, hatta o alanda çalışma şartı bile aranmadan atamalar yapılabiliyor. Peki değişen ne? Hatta Bitkisel üretimin başına bir Veteriner getirilerek işlevi en yaygın olan alan işlevsizleştirilebiliyor. Kimse ülkenin tarımsal geleceğini düşünerek "bu benim branşım değil" demiyor. Birçok kurumda daha hassas davranılan konularda, nedense tarım ve ormanda aynı hassasiyet gösterilmiyor. Tarımda sistem farklı işliyor.

Tüm bunlar tarımda özelleşmeye zemin hazırlayan bir durum olduğunu gösterse de, trajik olan, tabii zorunluluktan değil, iyi planlanmış ve iyi hesaplanmış bir gidişattan değil, atıllık, tembellik ve hantallıktan özelleşmeye yönelinmesidir.

Özelleşme parça parça mı, bütün bütün mü olsun?

Tarım Bakanlığı özelleşmeli mi diye sorarken? Bu olup bitenler büyük çaplı özelleşmenin uygulamaya koyulmuş olduğunu ispatlar gibi karşımızda duruyor. Bakanlığı parça parça götürmeyi düşünen bazıları "Semerat Holding" oluşumunu duyunca birden iştaha gelerek bakanlığı bütün bütün götürmenin de mümkün olacağını düşünmeye başladı ve kendi içinde strateji değişikliğine gitti. Düne kadar tarım gölünden balık tutarak yaşamını sürdüren oluşumlar, birlikler, ekipler şimdi küçük balıklarla uğraşmayı bırakmış, gölün kenarına kurduğu hamağa uzanmış, Kasım sonunda gölün satışa çıkmasını bekliyorlar. Uzandıkları hamakta gölden alacağı yüzdeye göre hayaller kuruyorlar. Zaten şunun şurasında Şura'ya ne kaldı ki!

Özelleşme düşüncesi zorunluluktan mı, tembellikten mi?

Özelleşme de muhatap görünen yerli aktörlerinde bakanlığın yapısından farklı olmadığını düşündüğümüzde yabancı sermaye öne çıkmaktadır. Bu durumda tarımda Semerat Holding türü bir gelecek bizi bekliyor demektir. Pe ki bu iyi mi olur, kötü mü olur? Öncelikle orta ölçekli çiftçilerin altında olan ve ülkemizde de çoğunluğu teşkil eden çiftçiler için iyi olmayacağı açıktır. Devamında işin içine tüketici, beslenme, sağlık, istihdam, sermaye ve güç girmektedir. Hatta bağımsızlığı bile bu işe dahil etmek gerekir.

Dünyadaki çatışmalar, krizler, iklimsel değişiklikler ve doğal afetler artmaktadır. Bu durum tarımı hem doğal olarak hem de stratejik yaklaşım olarak derinden etkilemektedir. Bu nedenle tarımı, gıdayı ve sağlığı özelleştirmelerde kime teslim ettiğimiz çok önem arz etmektedir.

Bu nedenlerle küçük gibi görünse de, yerli, güvenli ve uzun vadeli düşünüyorsak özelleşmemeli, büyüklerin büyüklüğüne yakın olma ve hacimsel irilik olarak düşünüyorsak, sağlık ve gelecek endişemiz yoksa özelleşmelidir! Ama her şeyden önce unutmayalım ki, tarım şu anda öncelikle halka hizmet etme konumundadır, ancak özelleştiği an her şey ticari olacak demektir.

Yukarda sayılan sorunları düzeltmek ve kurumları daha sahici yapılandırmak kaydıyla üçüncü bir yol bulunmalıdır; Üniversiteleri, eğitim kurumlarını, çiftçileri, kırsalı, yerel yönetimleri, sivil toplum kuruluşlarını, uluslararası tarımsal bağlantıları daha aktif hale getirecek, devletin tarımda daima başrol oyuncusu olmasını etkilemeyecek bir yol.

M. Murat GÜN

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber