Bakan Tunç: Özgür Özel'in ifadaleri çok talihsiz

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, "Bir ana muhalefet Partisi genel başkanının mahkeme kararını tanımıyoruz demesi bir kere çok talihsiz ve uygun olmayan bir açıklama" dedi.

Kaynak : TRT
Haber Giriş : 03 Eylül 2025 12:00, Son Güncelleme : 03 Eylül 2025 14:02

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, TRT Haber özel röportajında gündemdeki gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu, soruları yanıtladı.

Bakan Tunç, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) 38. Olağan İstanbul İl Kongresi'ne ilişkin mahkemenin verdiği kararın, "yargılama sürecinde doğabilecek telafisi güç zararların önlenmesine yönelik bir ihtiyati tedbir" niteliğinde olduğunu ve nihai bir hüküm teşkil etmediğini belirtti.

TRT Haber'e konuk olan Bakan Tunç, gündeme ilişkin soruları yanıtlarken, siyasi partilerin iç işleyişlerinin kanunlara ve anayasaya uygun bir şekilde yürümesinin temel temennileri olduğunu ifade etti. Hiçbir siyasetçinin, partilerin bu tür durumlarla karşı karşıya kalmasını istemeyeceğini dile getiren Tunç, sürecin CHP'li bir delegenin başvurusu üzerine başladığını hatırlattı.

Bakan Tunç, şunları kaydetti;

Devam etmekte olan bir yargılama süreci var. Şu anda dava bitmiş değil. Hem Ankara'da genel merkez kurultayı ile ilgili yürüyen ceza davaları ve hukuk davaları var, hem de İstanbul'da İstanbul il kongresi ile ilgili hem ceza davası iddianame mahkemeye sunuldu, kabul edildi, hem de dün açıklanan tedbir kararlarıyla kamuoyunun öğrendiği hukuk davası var. Dolayısıyla devam eden yargılama süreçleriyle ilgili bizim lehte ya da aleyhte burada bir görüş beyan etmemiz söz konusu olamaz.

Verilen karar bir tedbir kararı. Burada Cumhuriyet Halk Partili bir delegenin, hem il delegesi hem de kurultay delegesinin, başvurusu üzerine verilen bir karar, devam eden bir yargılama süreci. Kararın gerekçesine baktığımız zaman, Ankara'da yürüyen soruşturma ve İstanbul'da yürüyen soruşturma, kurultayda maddi menfaat temini, delegelerin iradelerinin etkilendiğine yönelik iddialar, tüm bunların yaklaşık ispat şartını oluşturduğu gerekçesiyle mahkemenin vermiş olduğu bir tedbir kararı söz konusu.

"Değerlendirmeyi yapacak olan elbette ki yargı makamıdır"

İstanbul'da devam eden davaların yanı sıra Ankara'da da, biliyorsunuz, Ankara'da önce başlamıştı. Hatay eski Büyükşehir Belediye Başkanı, CHP delegesi başvuruda bulunmuştu. Hem suç duyurusunda bulunmuşlardı hem de asliye hukukta kurultayla ilgili iptal davaları açmışlardı. Onlar bir taraftan yürüyor, 15 Eylül'e duruşma günü verilmişti. Bir taraftan ceza soruşturması, ceza davaları, bir taraftan da Asliye Hukuk Mahkemesi'nde Siyasi Partiler Kanunu ve Dernekler Kanunu'na atıfla yapılan davalar var. Tabii her iki dava birbirini etkileyebilecek düzeyde. Çünkü burada İstanbul İl Kongresi ile ilgili olarak dün açıklanan karar, henüz tabii dava devam ediyor. Burada davanın esasıyla ilgili olarak kimin haklı, kimin haksız, bu konuda değerlendirmeyi yapacak olan elbette ki yargı makamıdır. Sonuçta kararı mahkeme verecektir ve bu mahkemenin kararı da itiraza, istinafa ve temyize tabi olacaktır. Bu süreçler şu anda devam ediyor.

Dünkü İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin vermiş olduğu kararda, 38. İstanbul İl Kongresi'nde seçilen il yönetiminin, il yönetim kurulu üyelerinin, il disiplin kurulu üyelerinin görevden el çektirilmesi ve tedbiren el çektirilmesi ve 39. kurultayla ilgili olarak devam eden seçim süreçlerinin İstanbul bakımından durdurulması, sadece İstanbul bakımından. Çünkü 39. kurultayla ilgili karar alındı biliyorsunuz CHP Genel Merkezi tarafından ve delege seçimleri şu anda devam ediyor. Eğer bir hukuki sakatlık var ise, o zaman bu delege seçimlerinin ötelenmesi gerektiği kanaatinde mahkeme. O nedenle o açıdan bir tedbir kararı var.

"Mahkemelerin vereceği kararlara uymak durumundayız"

Özellikle kongrede alınan bütün kararların iptali istenmişti davacı CHP il delegesi ve kurultay delegesi tarafından. Bunların tamamının iptali yönündeki talebin reddine karar verildi. Tabii bu itiraza açık bir karar. Kabul edilen talepler bakımından itiraz edilebilir aynı mahkemesine. Reddedilen talepler bakımından da başvuran kişi istinafa başvurabilir. Süreç devam ediyor. Bu süreçle ilgili olarak tabii ki yargılama süreçlerine, mahkemelerin vereceği kararlara hepimiz uymak durumundayız, saygı duymak durumundayız. Bu süreçleri başlatanlar da yine Cumhuriyet Halk Partisi'nin içindeki onların mensupları ve delegeleri.

Dolayısıyla burada bu süreçleri başlatanların kendi delegeleri olmasına rağmen, kendi mensupları olmasına rağmen yargılama süreçleri ile ilgili olarak özellikle Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, Adalet Bakanı olarak biz başta olmak üzere yargı mensuplarını suçlaması, onlara yönelik ağır eleştirilerde bulunması doğru değil. Burada yargılama süreçlerini başlatanlar da kendileri. Burada Cumhuriyet Savcısı bir ihbar söz konusu olduğunda Ceza Muhakemesi Kanunu 160. maddeye göre o ihbarı değerlendirmek zorunda.

"Özgür Özel'in ifadaleri çok talihsiz"

(CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in yargıya yönelik açıklamaları) Böyle bir ifade söz konusu olamaz. Bir ana muhalefet Partisi genel başkanının mahkeme kararını tanımıyoruz demesi bir kere çok talihsiz ve uygun olmayan bir açıklama. Mahkeme kararının son fıkrasını okuduğunuz zaman kabul edilen talepler bakımından itiraza tabi, Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince, reddedilen talepler bakımından da çünkü taleplerin tamamı kabul ya da reddedilmemiş. Bir kısmı kabul edilmiş, bir kısmı reddedilmiş. Reddedilen talepler bakımından da Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince istinafa tabi. Bu hukuki yolları tüketmeden siz verilen bir kararı tanımıyoruz demeniz o zaman demokratik hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.

"Yargı kararları sonuna kadar beklenmeli"

Burada mahkeme kararları eleştirilebilir. Bu kararın yanlış olduğu da söylenebilir. Bu kararı doğru bulan hukukçular da var, eleştiren hukukçular da var. Neticede ortada bir yargı kararı var ve o yargı kararına uyulması hukuk devletinin gereğidir. Yoksa o zaman mahkeme kararlarına uyulmazsa herkes kendi hakkını kendisi aramaya kalkışırsa orada düzen olmaz, devlet düzeni olmaz. O nedenle buradaki tepki haksız bir tepki. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının özellikle hem kurultay ve İstanbul Kongresi ile ilgili soruşturma ve davalarla ilgili hem de İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve bazı belediyelerde devam eden yolsuzluk iddiaları ile ilgili, soruşturmalarla ilgili sürekli yargıya müdahale eden, yargı mensuplarına hakaret eden, yargı mensuplarını tehdit eden, karar veren sadece bir savcı değil, savcının kararını denetleyen mahkeme, hakim, itirazlar var. Dolayısıyla yargılama süreci içerisinde hak arama yolları sonuna kadar açık. Burada verilen bir hatalı karar bir sonrasında tekrar denetlenip düzeltilebilir, onanabilir. Dolayısıyla burada yargı süreçlerini sükunetle, sabırla beklemek ve hak arama yollarını da sonuna kadar kullanmak gerekir.

Burada Adalet Bakanı olarak bize yargıya müdahale etmemizi ister bir tavrı var. Cumhuriyet savcıları, hakimler böyle yapıyor. Adalet Bakanı olarak siz buna müdahale edin. Böyle bir durum söz konusu olabilir mi? Dolayısıyla yasamasıyla, yürütmesiyle, yargısıyla kuvvetler ayrılığının uygulandığı bir ülkedeyiz. Bir suç ihbarı karşısında ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyeleri ile ilgili olarak bazı belediyelerle ilgili olarak gerçekleştirilen soruşturmaların başlangıcını kamuoyu biliyor. Bu başlangıç nereden kaynaklandı? Yine kendi içindeki kendi arkadaşları, İstanbul İl Başkanlığı binasının satın alınma sürecindeki toplanan paraların soruşturulmasıyla başlayan ve sonrasında bu soruşturma genişletilerek ve ihaleye fesat karıştırma iddialarıyla devam eden ve birtakım itirafçı ifadeleriyle daha da genişleyen ve ilçe belediyelerine ve bazı büyükşehir belediyelerine de sirayet eden bir soruşturma söz konusu.

"Yargıya 'soruşturmayı durdurun' diyemeyiz"

Biz Sayın Cumhurbaşkanımız ya da Adalet Bakanı olarak ben Cumhuriyet savcılarına, hakimlerimize, yargıya bu soruşturmayı durdurun, böyle bir soruşturma olamaz diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Burada bu soruşturmalar adli soruşturmalar. Bu adli soruşturmaları sanki bir siyasi soruşturmaymış gibi kasıtlı yapılıyor gibi bir algı oluşturmaya çalışıyor. Kamuoyu her şeyi iddianame yazıldığında ve iddianame yargı sürecinde tartışıldığında ve yargılama sırasında deliller konuşulduğunda, iddia, savunma ve hüküm kurulduğunda her şey tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacak. Bunu sabırla beklemek lazım.

"Manavgat Belediyesi'ndeki görüntüler hepimizi rahatsız etti"

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyelerindeki soruşturmalar devam ederken bir yandan da başka belediyelerde suçüstüler oldu. Manavgat Belediyesi'ndeki o görüntüler hepimizi rahatsız etti. Kamu kurumlarında şeffaflık, özellikle tüyü bitmemiş yetimin hakkının korunması, milletimizin kaynaklarının bu şekilde çarçur edilmemesi, özellikle belediyelere, kamu görevlilerine güvenin yitirilmemesi, bu noktada ortaya çıkan deliller ve iddialar karşısında Cumhuriyet savcısının susması söz konusu olabilir mi? Ceza Muhakemesi Kanunu 160. maddesi bir suç ihbarı karşısında Cumhuriyet savcısı hemen soruşturmaya başlatmak zorundadır diyor. Başlatmadığı zaman görevini yapmamış olur ve şüphelinin lehine ve aleyhine tüm delilleri toplamak görevidir diyor Cumhuriyet savcısının. Burada sadece İstanbul bakımından değil, işte İzmir'de başlayan ve devam eden, iddianamesi de kabul edilen dava süreci var. Bir önceki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ile ilgili soruşturma evraklarını, müfettiş raporlarını Cumhuriyet Savcılığına takdim eden yine kendi belediye başkanları.

"Çirkin olayların devam ettiğini görüyoruz"

Diğer yandan soruşturmalar devam ederken Manavgat'ta suçüstü yakalanması Belediye Başkan Yardımcısının ve yine Şile'de aynı şekilde suçüstü yapılması. Yani bir taraftan yargı soruşturmaları devam ettirirken diğer yandan da başka belediyelerinde maalesef bu tür çirkin olayların devam ettiğini görüyoruz. Bu tüm kamuoyunun gözü önünde cereyan ediyor. Bizim yargıya müdahale etmemiz söz konusu olamaz. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ilgili 5 ay önce başlayan soruşturmanın ilk anından itibaren bunun bir yolsuzluk soruşturması olmadığını, bunun bir siyasi soruşturma olduğunu söylemesi bir kere dosyanın içeriğini bilmeden, iddiaları görmeden, delilleri bilmeden hemen sahiplenmesi doğru değildi.

Ceza Muhakemesi Kanunu 100. maddesine göre tutuklama sebepleri bellidir. Bu sebeplerden birisi varsa hakim kararıyla tutuklama gerçekleştirilebilir. Yani kuvvetli suç şüphesini gösteren somut deliller bulunduğunda ve bir tutuklama sebebi de var ise kanunda bahsedilen, delilleri karartma, kaçma şüphesi vesaire, ki bu soruşturmalar kapsamında firari olanlar da var. Yani yurt dışından gelmeyenler var, yakalaması olanlar var. Dolayısıyla kaçma şüphesi olanlar hatta kaçanlar da söz konusu. Dolayısıyla burada tutuklamaya karar verecek olan yargı makamları. Dolayısıyla Ceza Muhakemesi Kanunumuzun 100. maddesindeki şartlar gerçekleşmişse yargı makamları, mahkemeler, hakimler tutuklama kararları verebilir. Siz neden tutukladınız derseniz burada evet bu kararları eleştirebilirsiniz ama bu kararlardan yola çıkarak yargı mensuplarımızın kullanmış olduğu bu takdir yetkisini siz farklı bir şekilde yorumlayarak onlara hakaret ederseniz, onları tehdit ederseniz bu hukuk devletinde olmaz.

Başsavcımızın bunu tek başına yürütmüyor Cumhuriyet Başsavcılığı. Yani savcılar dosyalara hakimdir ve sonrasında bu savcıların bunlar iddiadır. Neticede savcılık iddia makamıdır. İddia makamının öne sürdüğü bu iddialarla ilgili olarak bunu değerlendiren ilk aşamada tutuklama kararlarını veren sulh ceza hakimleridir. Sulh ceza hakimlerinin verdiği kararlara karşı asliye ceza mahkemesine itiraz edilir. 27. yasama döneminde bir reform gerçekleştirmiştik. Sulh ceza hakiminin kararlarına karşı yine sulh ceza hakimine itiraz edilebilirdi. Biz bunu daha hukuk devleti ve hak arama ilkesine uygun olması için 27. yasama döneminde ben o zaman Adalet Komisyonu başkanıydım, dikey itiraz dediğimiz usulü getirdik. Yani sulh ceza hakiminin kararına sulh ceza hakimi itiraza sulh ceza hakimi karar vermesin, asliye ceza mahkemesine götürülsün dedik ve böylece bu mekanizma işliyor. Bu mekanizmanın verdiği kararlarla ilgili olarak elbette ki eleştiriler söz konusu olabilir ama bunu tehdide varan cümlelerle özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızla ilişkilendirerek savunma yapmaları doğru değil. Savunmanın yapılacağı yer yargı makamlarıdır. Zaten iddianame yazılma süreçleri de devam ediyor. Tutuklama kararlarının nasıl verileceği kanunlarımızda belli. Eğer bu kararlar yanlış, hatalı olduğu kanaatinde ise insanlar, kişiler itiraz mekanizmaları da açık.

Dolayısıyla sadece tanık ifadesiyle ya da gizli tanık ifadesiyle tutuklama, eğer böyle bir durum varsa itiraz edilebilir. İtiraz mekanizması bunu denetler. Başka somut deliller var mı ona bakar. Çünkü Ceza Muhakemesi Kanunumuzda tutuklamanın en önemli şartlarından biri kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin varlığı. Bu somut delillerin içerisinde evet tanık delili takdiri bir delildir ama onu destekleyen MASAK raporları varsa, emniyet kayıtları varsa, HTS kayıtları varsa, baz kayıtları varsa tüm bunlar hepsi birden değerlendirilir ve sonucunda mahkeme karar verir.

Terörsüz Türkiye süreci

Terörsüz Türkiye konusu Türkiye için çok hayati bir konu. Çok önemli, çok önemsiyoruz. Bütün siyasi partiler, bütün halkımız, milletimiz, şehit ailelerimiz hepsi önemsiyorlar. Terörden arınmış bir Türkiye, Türkiye yüzyılının inşa sürecini hızlandırır diyoruz. 41 yıldan bu yana terörle mücadele eden bir ülkeyiz. Trilyonlarca maddi kaybımız var ama ondan daha önemlisi şehitlerimiz var, gazilerimiz var, acı kayıplarımız oldu. Binlerce insanımızı maalesef terörde kaybettik.

41 yıldan bu yana da bugün enflasyonu konuşuyorsak, bugün işte ekonomide zorlukları konuşuyorsak, bu 41 yıl boyunca Türkiye'nin kaybettiği ekonomik kayıpları göz önünde bulundurmak lazım. Türkiye 41 yıldan bu yana gelişmesinin ve kalkınmasının önünde en büyük engel olarak terörü gördü. Ve terör örgütünün kendini feshetmesi ve silahları yakması süreci çok önemli bir aşama. Tabii bu aşamaya kolay gelinmedi. Bu aşama son bir yılda evet hızlandı ve terörsüz Türkiye süreci olarak adlandırıldı.

"Son 1 yıllık aşamaya gelene kadar 41 yıllık bir mücadele var"

Sayın Cumhurbaşkanımızın geçen seneki Ahlat'ta yaptığı konuşma, iç cephemizi güçlendirelim, birlik beraberliğimizi kuvvetlendirelim, terörü aradan çıkaralım, etrafımız ateş çemberi, Türkiye'yi tehdit eden birtakım unsurlar var. Dolayısıyla tüm bunlara karşı koyabilmemiz ve içeride güçlü olabilmemiz için hep beraber etnik kökeni ne olursa olsun birlik beraberliğimizi kuvvetlendirelim vurgusu sonrası Sayın Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin ekim ayında grupta yaptığı konuşma ve çağrı sonrası İmralı'yla gerçekleştirilen görüşmeler sonrası terör örgütünün feshine yol açan ve terörün silah yakmasını sağlayan bir süreci hep beraber gördük. Bunlar çok önemli aşamalardı. Tabii bu son bir yıllık aşamaya gelinceye kadar da geçmişte 41 yıllık bir mücadele var. Özellikle terörle mücadelede kahramanca mücadele eden askerimiz, polisimiz, insanlarımız var.

Bölgenin gelişmesini ve kalkınmasını engelleyen, oradaki yatırımları yavaşlatan, şantiyeleri basan terör örgütünün oralardan arındırılması süreci çok önemliydi. Tabii özellikle 23 yıl öncesine şöyle bir geriye doğru bandı sardığımız zaman 2002'de AK Parti iktidar olduğunda ilk işlerinden birisi Türkiye'de normalleşmeyi sağlamak ve bölgedeki olağanüstü hali ortadan kaldırmaktı. 47 kez uzatılmıştı olağanüstü hal. Bölgede bir olağanüstü hal yönetimi vardı, olağanüstü hal bölge valisi vardı. Biz onları, o dönemleri unuttuk. Sayın Cumhurbaşkanımız ilk iktidara geldiğinde olağanüstü hali uzatmayacağız dedi ve kaldırıldı ve bölgede bir normalleşmenin adımı ilk atıldı. 2005'te Diyarbakır konuşması tıpkı geçen seneki ve bu yılki Ahlat konuşmalarıyla aynıdır.

Kardeşlik vurgusu, sonrasındaki süreçte demokratikleşme adımları, temel hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesi, sadece Kürt vatandaşlarımız için değil bütün vatandaşlarımız için temel hak ve özgürlükler güçlendirildi. Türkiye'de düşünce ve ifade özgürlüğü alanında, basın yayın özgürlüğü alanında, konuşma özgürlüğü alanında çok önemli mesafeler alındı. Kürtçe devlet televizyonu kuruldu. Kürtçe enstitüler, seçmeli dersler, yine ana dilde savunma hakkı gibi, siyasilerin kendi dillerinde propaganda yapabilmesi hakkı gibi birçok yenilik ve demokratikleşme adımları atıldı. Şimdi tabii terörsüz Türkiye sürecinde özellikle bu süreç konuşulmaya başladıktan itibaren devletimizin tüm kurumları tam bir koordinasyon içerisindeydi. Gerek Milli İstihbarat Teşkilatımız, gerek ilgili bakanlıklarımız; Milli Savunma Bakanlığı, Dışişleri, Adalet, ilgili hangi bakanlıklar varsa hepsi tam bir koordinasyon içerisinde bu süreci yürüttü. Bu koordinasyon olmasa bu başarı sağlanamazdı.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber